Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Su-izan insan ilişkilerini bozuyor”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Ankara Kültür ve Eğitim Vakfı tarafından düzenlenen aylık toplantıların konuğu oldu. “Su-İzan Hastalığı” bağlamında değerlendirmelerde bulunan Tarhan, su-izanın insan ilişkilerini bozduğunu söyledi. Su-izan ile yaklaşan kişilerin yalnız kalabildiğini vurgulayan Tarhan, su-izanın insana hata yaptırdığını, pişman olacağı tepkiler verdirdiğini sözlerine ekledi.
“Müslümanlığı iyi temsil edemiyoruz”
Şu anda adımızın Müslüman olduğunu ama yaşayışımızda Müslümanlığın olmadığını ifade eden Tarhan, öz eleştiri yapmamız gerektiğinden bahsetti. Tarhan; “Şu anda hastanede maske takıyoruz, onun dışında rahatız. Hastanede bir bölüm vardı, şu anda o bölüme normal hastaları aldık. Yoğun bakımda da zaten yok. Yüzde yüz değil ama yüzde doksan normale girdik. Tahmin ediyorum batıda şu anda özellikle düşünürler zekâ tarlaları diyorlar, o kişiler bu pandeminin de etkisiyle; ‘Biz doğaya hâkim değiliz, bu hayatın bir anlamı var.’ gibi sorular sormaya başladılar ve bunlar benim tahminim tevhidi bulacaklar. Tevhidi bulacaklar, son peygamberi bulacaklar ama Müslüman olup olmayacakları şüphelidir. Çünkü biz Müslümanlığı iyi temsil edemiyoruz. Şu anda ciddi bir şey var, siyasal İslam dünyada insanların korkusunu arttırdı. İslamofobi ise şu anda en çok Türkiye’de var. Bunun için de şu anda birçok dindar insan, dindarlığını saklıyor. Müslümana değil de İslam’a, Kuran’a baksınlar inşallah oradan bulurlar. Mehmet Akif; ‘Batıya gittim İslam var, Müslüman yok, buraya geldim Müslüman var, İslam yok.’ demiş. Şu anda bizim adımız Müslüman ama yaşayışımızda yok. Dindarım diyen insanlarda bile yok. Öz eleştiri yapmamız lazım. Biz iyi temsil edebiliyor muyuz? Bu zaman tebliğ zamanı değil, temsil zamanıdır. Ben bir Hadis-i şerif okudum; ‘Çocuklarınızın size itaat etmesini istiyorsanız, onlara adaletli davranınız.’ diyor. Müslümanın olduğu yerde adaletin sular seller gibi akması lazım. O olmazsa, ailede olmazsa çocuk itaat etmiyor.” şeklinde konuştu.
“Adalet yoksa orada itaat ve huzur olmaz”
Adil olmanın çok önemli olduğuna dikkat çeken Tarhan, doğru olanın yapılması gerektiğinin altını çizdi. Tarhan; “Evde adaletli değilsek, iş yerinde adaletli değilsek, yönetenler adaletli değilse orada itaat ve huzur olmaz. Güzel bir söz vardır; ‘Gücü elinde bulunduran adaletli değilse zalimdir.’ diyor. Gücü elinde bulundurmak onun sorumluluğudur, yapmadığı zaman zalim oluyor. Çünkü sende güç var, mal var, servet var, para var. Adil olmadığın zaman suç olarak sana yetiyor. Onun için hakiki dindarlar yöneticilikten, kul hakkından kaçmışlar. Böyle bir durumda adil olmayana Allah yardım etmiyor. Küfür devam ediyor ama zulüm devam etmiyor, öbür dünyaya kalmıyor. Hz. Osman büyük sahabe, Aşere-i Mübeşşere’den. Fakat son zamanında ganimetleri hep kendi akrabalarına dağıtmış. Millet öfkeleniyor müthiş bir adaletsizlik var diye. Hz. Ali ikaz ediyor; ‘Neden böyle yapıyorsunuz?’ diyor. Onlar; ‘Adaletli olman lazım değil mi?’ diyor. ‘Halife ben değil miyim, ben böyle istiyorum.’ diyor. Kendisi şehit oluyor fakat İslam tarihinin en büyük fitnesi başlıyor. Ben müminim diyen bir insana, İslam kimliği olmayan bir insan adaletsizlik yaparsa çok dokunmuyor ama dindarım diyen bir insan adaletsizlik yaparsa çok göze batıyor. Onun için kader yardım etmez. Adaleti sadece PR malzemesi gibi düşünmemek lazım. Bunun sonucunda kaderin yardımı çekilir. Kaderin yardımının gelmesi için topluma böyle davranacağız ki toplumda itaat duygusu, sevgi ve muhabbet duygusu oluşsun. Kaderin bir planı var, bilemiyoruz. Biz doğru olanı yapıp bekleyeceğiz. Böyle bir durumda fitne çıkmasın diye birçok şey aile mahremiyeti içinde konuşuluyor.” ifadelerini kullandı.
“Su-i zan, maddi ve manevi içtimaiyatı zedeler”
İnsanın kulluk vazifesiyle ilgili önemli hastalıklara dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Bugünkü konu bir nevi insanın su-i zan hastalığıyla ilgilidir. Mesnevi-i Nuriye’de dördüncü hastalık olarak geçiyor. Birincisi yeis, ikincisi ucb, üçüncüsü gurur, dördüncüsü ise su-i zan. Bu hastalıklar peki neyin hastalığıdır? Amele ve taate muvaffak olamayan, azaptan korkar. Ye'se düşer. Dört çeşit hastalıkları beyan eder ve tedavi hal ve çaresini gösterir. Bunlar işte insanın kulluk vazifesiyle ilgili önemli hastalıklardandır. İnsan münasebetleriyle ilgili, kulluk vazifesiyle ilgili bir çeşit hastalık olarak mutabık etmiş. Eğer su-i zan, evet insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan su-i ahlakı, kötü ahlakı, su-i zan saikasıyla başkalarına teşmil etmesin, başkalarını kapsatmasın, başkalarına yansıtmasın ve başkalarının bazı harekâtını hikmetini bilmediğinden takbih etmesin, kabahat bulmasın, suçlamasın. Binaenaleyh, eslaf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek su-i zandır. Su-i zan ise, maddi ve manevi içtimaiyatı zedeler, sosyal hayatı zedeler. Yani sosyal bir hastalık olarak görüyor su-i zanı. Hem maddi hem manevi temsil ediyor.” dedi.
“Hepimizin içinde uyuyan bir Firavun vardır”
İnsanın hesap verme duygusunu hissedemediği zaman devamlı korkuyla yaşadığından bahseden Tarhan; “Tanrı kompleksi olan kimse, kendisini hakiki güç sahibi sanıyor. Kontrol kendisinde zannediyor, her şeye hükmediyor zannediyor. Hatta ben hiç unutmam bir iş adamı; ‘Ben bir milyar dolarlık bütçe yönetiyorum ama tansiyonumu yönetemiyorum.’ demişti. Her şeyi o kadar kontrol etmek istiyor ki; ‘Kontrol edemediğim şey benim değil demektir.’ diyor. Bu bir nevi Allah’tan haşa rol çalmaktır. Rol çalıyor, Tanrı Kompleksi oluyor. O komplekse giriyor. Bu seferde insanın kontrol edebileceği, edemeyeceği şeyler vardır. Gücünün yettiği şey var, yetmediği şey var. Bunun sınırını bilmesi için akıl ve muhakeme var. Bunu yaptığı zaman haddini biliyor. ‘Haddini bilen, rabbini bilir’ kuralı gereği bunu biliyor. Burada kendini çok daha fazla güçlü gördüğü için, kendini yeryüzü tanrısı gibi görüyor. Böyle olunca hiç kimseye hesap verme duygusu hissetmiyor. Hesap verme duygusu hissetmediği zaman bu sefer devamlı korkuyla yaşıyor. Mesela yola çıkarken bile ameliyata gidecek, her ihtimali düşünmek zorunda. Her ihtimali düşünüp burada acaba doktor hata yapar mı, acaba yanlış bir ilaç verilir mi, anestezide şöyle olur mu, her şeyi düşünüp huzursuz oluyor. Düşünen insan, her şeyi kontrol etmek isteyen, tanrı kompleksinde olan kimse, ben her şeyi bilirim, insanlar hata yapar diye güvenemiyor. Güvenemediği için de huzursuz oluyorlar. Hz. Mevlana’ya söylemişler. Birisi Firavunu kötülüyor, şöyle zalim, böyle zalim, insanların, çalışan işçilerin dilini kesiyor, şöyle yapıyor, böyle yapıyor, böyle eziyetler ediyor. Hz. Mevlâna o zaman ona demiş ki; ‘Ona verilen imkânlar sana verilseydi sende Firavun olmayacak mıydın?’ diyor. Hepimizin içinde uyuyan bir Firavun var, fırsatı bulduğu an burnunu çıkarır hemen, bunu bilmek gerekiyor.” şeklinde konuştu.
“Görmedikleri şeyi kıyas ve temsille görüyorlar”
Nefsin, kendine malik olmadığı gibi cismine de malik olmadığı konusunda değerlendirmelerde bulunan Tarhan; “Allah’tan rol çalar ve ben bilirim, ben yaparım der, kendini yeryüzü tanrısı gibi görmeye başlar. Birinci hakikat bu, Su-i zan hastalığında. Devam ediyor bu ince hakikat, tam vuzuh ve zuhuruyla beraber bana göründü ki: Gaflet suyuyla tenebbüt eden benlik, Hâlıkın sıfatlarını fehmetmek için bir vahid-i kıyastır. Çünkü, insanlar görmedikleri şeyleri kıyas ve temsillerle bilirler. Bu, görmediği şeyi akıl gözüyle görmektir. Kıyas ve temsil demek psikolojide analoji yoluyla çözmek diye geçiyor. Bir kişiyi ikna etmek için bir metafor, bir mecazi benzetme yapıyorsun, orada mecazi bir şeyi alıyorsun, onu bir benzetme yaparak hakikati görüyorsun, bunun gibi. Bu tarzdaki görmedikleri şeyi kıyas ve temsille görüyor. Mesela bir adam, Cenab-ı Hakkın kudretini anlamak için bir taksimat yapar. Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan oyanı onun kudretindedir diye vehmi bir çizgi çizmekle meseleyi anlar. Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder. Çünkü nefis kendine malik olmadığı gibi cismine de malik değildir. Necip Fazıl’ın güzel bir sözü vardır; ‘İçimize aldığımız nefesi bile tutamıyoruz, bu hayatımızı nasıl tutacağız ki?’ diyor. Düşünün o derece aldığımız nefesi bile çıkartmak zorunda hissediyoruz, buna bile malik değiliz. Böylece haddini bilen insan ona teslim eder. Çünkü nefis, nefsine malik olmadığı gibi cismine de malik değildir. Cisim, ancak acip bir makine-i ilahiyedir.” ifadelerini kullandı.
“Şu anda intihar salgını var”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan intihar salgınının sebebinin insanların bu hayatta çile çekmeye ve yorulmaya bir anlam hissedememesi olduğundan bahsetti. Tarhan; “İnsan hayalleri sınırsız, pek geniş bir dünyası var. Bu dünyası dört ayak üzerinde bina edilmiş amel davranışları, ümit duygusu ilişkileri ve bağlantıları ihtiyaçları bunun üzerine işliyor fakat bunları yaparken de vücudun vardır. Vücudun seni yönetmiyor, vücudun yeterli olmuyor çünkü çürüyor, kayıp gidiyor. Böyle kayıp gidecek bir vücuda hizmet ediyorsun. Alain Delon diye ünlü biri var. Bir sinema sanatçısı o seksen küsur yaşında açıklamasını okudum. ‘Bu yaşlılık çok berbat bir şey, ötenazi istiyorum.’ demiş. Ötenazi yani doktora gidip; ‘Bana ilaç verin öldürün. Yaşlılığın hastalıklarına dayanamıyorum.’ diyor çünkü hep güçlü bir beden istiyor. Hastalık olmasın, hoşuna gittiği gibi yaşasın istiyor. Hayatın anlamı kalmamış yani hayatı böyle ümidi gitmiş, bağlantıların işe yaramıyor ihtiyaçlarını karşılayamıyor, yürüyemiyor. ‘Daha fazla taşıyamıyorum. Öleyim, kurtulayım.’ diyor. Ölümden sonrasını düşünemediği için ona göre ölünce bitiyor. En azından kendini şu anda öyle kandırıyor. Onun için hayatın anlamı yok… Mesela batıdaki intihar salgınlarının en büyük sebebi özellikle gençler; ‘Her şeyi yaşadım, her şeyi tattım, her şeye sahibim. Hayattan bir zevk almıyorum ki. On sene, yirmi sene daha yaşasam sonra ölüp yok olacağım. O zaman şimdiden yok olayım ne anlamı var ki?’ diyor ve intihar ediyor. Belçika’da, Hollanda da trenler her saat dururmuş sebebi ise bir kişi intihar ediyor. Sebebi de, bu hayatta böyle çile çekmeye, yorulmaya anlam hissedemiyor. İntihar salgını var.” dedi.
“Evde ne konuşuluyorsa o evin kutsalı odur”
Bir evde en çok ne konuşuluyorsa o evin kutsalının o olduğundan bahseden Tarhan; “Dünyada insanlara bakıyorsunuz böyle en kutsal değeri nedir insanların? Bir evde en çok hangi konu konuşuluyor? Mal mı, mülk mü, para mı, şöhret mi, başarı mı? Evde ne konuşuluyorsa o evin kutsalı o dur. Ben unutmam bir anne bir tane çocuğunu babasız büyütmüş. Çocuk 3-4 yaşlarında babasını kaybediyor. Çocuk bunların ikisinin de istemediği evlilik yapıyor. Ve dindar bir aile çocukları da güzel yetiştirmiş aslında en büyük ikisi de istemediği evlilik yapıyor. Onun üstüne kadıncağız ciddi şekilde bunalımdaydı. Niye böyle oldu diye işte terapiye geldi. Çocuklarla da tanıştım baktım iyi çocuklar yetiştirmiş fakat çocuklarını o kadar çok seviyor ki, sevgiden dolayı her şeylerini kontrol etmeye çalışıyor. Yediğini, içtiğini, giydiğini, kimle evleneceğini, ne yapacağını çocuklar da onun üzerine annesine hayat benim, ben karar vermek istiyorum diye kendi istediği gibi evlilik yapıyor. Evlilikler de çok kötü evlilikler değil ama annenin istediği gibi değil. Onun üzerine anne; ‘Niye böyle oldu? Ben haram yedirmedim, bu çocuklara niye böyle oldu?’ diye geliyor. Anne en sonda şöyle dedi, çareyi kendisi buldu. Dedi ki; ‘Ben buldum aslında sebebini, ben çocuklarımı Allah’tan daha çok sevmişim.’ dedi. Öyle deyince aslında iyi niyetli olduğu için Allah kalbine getirdi o şeyi. Hakikat öyle olunca da; ‘Onların hayatı, ben vazifemi yaptım, haddimi aşmamalıyım.’ dedi. Yani bir nevi çocuklarının bile her şeyini kontrol etmek, tanrı kompleksi gibidir. Allahtan rol çalar gibi öyle olunca dünyada da acı çekiyorsun.” dedi.
“İnsan ilişkilerinin bozulmasının sebebi su-i zan hastalığıdır”
Duyulan bir şeye araştırmadan direkt inanılmaması gerektiği konusuna değinen Tarhan; “Bazı insanlar, savaşta paranoyak kişiler hep insanları dost ve düşman diye değerlendirir. Bu geldiği zaman benim dostum mu düşmanım mı diye değerlendirir. İnsanları bana dost olanlar ve bana düşman olanlar diye ikiye ayırıp, kategorize ederler. Böyle kimse çok kolay su-i zana kapılır. Her hareketini su-i zanla yapar onun için Anadolu da bir söz vardır; ‘Duyduğuna inanma, gördüğünün de yarısına inan.’ diye. Anadolu’da bizim geleneğimiz haline gelmiş bir sözdür. Araştırmadan, tavsiye etmeden inanmayacaksın. Birisi bir laf getirdiği zaman, birisinden bir şey duyduğun zaman hemen inanmayacaksın. Mesela gelişmiş insan bir şey duyduğu zaman bu ne söyledi diye düşünür. Ama gelişmemiş insan kim söyledi diye düşünür. Kim söyledi diye düşününce bu su-i zana yatkındır. Doğulu toplumlarda bu durum daha yaygındır. Aklını, liderini kiraya vermiştir. Duyduğu zaman lider ne diyor diye düşünür. Hâlbuki gelişmiş toplumlarda kişi lider ne diyor önemlidir. Onun için söylenen sözü takip etmeden soru işaretiyle yaklaşmak gerekir. Yoksa su-i zandan kurtulamayız. Öyle olunca da yalnız kalıyoruz. İnsan ilişkilerinin bozulmasının sebebi bu su-i zan hastalığıdır. Zihin okumayı getiriyor çünkü bunun konusu, niyet okumayı getiriyor. Bu benim hakkımda bunu söyledi demek ki varsayımlara inanmak oluyor. Tahkik etmeden inanmak oluyor. Hata yaptırır, insana pişman olacağı tepkiler verdirir.” şeklinde konuştu.
“Su-i zan hastalığı insana hata yaptırıyor”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sorumluluğumuzun karşı tarafın iyi davranması değil, bizim iyi davranmamız olduğu konusunun altını çizdi. Tarhan; “Öz eleştiri yapmanız lazım. Şu hataları bana yapıyorlar odaklı giderseniz hedefe ulaşamazsınız. Acaba şikâyet ettiğim şeye ben sebebiyet veriyor muyum diye sorgulayın. Şikâyet ettiğin şeyi belki siz çanak tutup tetikliyorsunuzdur. Bazı hatalar farkında olmadan, iyi niyetle yapılıyor. Eğer bu durumda karşı tarafın mizacı hakikaten kötüyse onu kışkırtan ya da tetikleyen sizin olmamanız lazım. Siz doğruları yapacaksınız ve bekleyeceksiniz. Sizin sorumluluğunuz onların doğru davranması değil, sizin sorumluluğunuz sizin doğru davranmanızdır. Onların davranışına odaklı düşünürseniz hata yapmaya devam edersiniz. Ama benim ne yapmam lazım odaklı düşünün. İyi söylerse iyi, kötü söylerse onların sorunu o. Ben dürüst olayım, açık olayım söyleyeyim. Yakın ilişkilerde kendinizi ne ezeceksiniz, ne de ezdireceksiniz. Böyle durumlarda onun için eşiniz arada kalır, çocuklar arada kalır. Onun için oturup 60 dakikanın 50 dakikasını onların kusurlarıyla zihninizde yaşıyorsa o zaman siz farkında olmadan bu ilişkiyi bozuyorsunuz demektir. Onun için burada önce siz kendinize özeleştiri yapın doğru davranmaya devam edin. Şu ana kadar kullandığınız yöntem işe yaramamış başka bir yöntem geliştirmeniz lazım. İyilik yapmak gibi bir fırsat bulmuşken iyilik yap. Onlar mahcup olsunlar. Olmazlarsa da onlar fark etsin. Yani iyiliğe iyilik yapmak, bir de haksızlık yapmamak gerekiyor. Tabi bunları söylemek kolay da duygularınla hareket edersen yapamazsın ama burada ailenin iyiliği için çocukların iyiliği için ne yapmak lazım sorusunu sormak gerekiyor. Su-i zan hastalığı insana hata yaptırıyor.” ifadelerini kullandı.
Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)