Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Sadece oynayan olursak, nesne olursak kullanılırız”

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Türkiye Gençlik STK’ları Platformu (TGSP) ve Türkiye Gençlik Fuarı tarafından düzenlenen “Alemde Dengede Miyiz?”  başlıklı etkinlikte gençlerle söyleşti.  Tarhan; “21. Yüzyıl artık dijital çağ oldu. Kabul etmek zorundayız eğer etmezsek tarihin çöp sepetine atılırız.  Dijital çağın nesnesi olmak değil, öznesi olmalıyız. Dijital dünyanın aktörü olmamız gerekiyor. Senaryosunu da bizim yazmamız, üreten de biz olmalıyız. Sadece oynayan olursak, nesne olursak kullanılırız.” dedi.

 

“Savaşa karşı gafil olmamak lazım”

Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezinde, TGSP Kurumsal İletişim Uzmanı Elif Sena Demiroğlu moderatörlüğünde gerçekleştirilen söyleşiye konuşmacı olarak katılan Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Rusya- Ukrayna savaşının lokal bir savaş olduğuna dikkat çekti. Tarhan; “En çok savaş kurbanları yaşlılar, zayıflar, hastalar, çocuklardır. Her savaşın kazananı olmuyor. Günümüzde savaşlar, silah savaşlarına değil de fikir savaşlarına dönüştü. İnsanoğlu hırslı ve açgözlü, elde güç varsa hükmetmek istiyor. Nükleer silahtan korktuğu için nükleer silah öyle bir silah ki insanı yok edebilecek güçtedir. Üçüncü dünya savaşının çıkmaması için herkesin elinden geleni yapması lazım. Lokal savaşlar oluyor. Rusya-Ukrayna savaşı da lokal bir savaştır. Nükleer gücü olmasına rağmen Rusya kullanamıyor. Kullanamaz çünkü karşı tarafta kullanamaz. Koskoca Rus ordusu üç gün içinde Kiev’e girecek diyor. Giremedi şu anda kızıl ordu denilen ordu yeniden canlandı derken tam bir başarısızlık var. Yeni planları vardır vs ama şu kadar zamanda bunu yapamaması bile büyük bir başarısızlıktır. Silah kullanarak insanları hizaya getirememeyi gösteren bir bilgi oldu. Hz. Mevlana’ya soruyorlar; ‘Cihat nedir?’ diye, o da ‘Delinin elinden silahı almaktır.’ diyor. ‘İkna, inandırma ve diplomasi ile çözüm varken silaha başvurmak çılgınlıktır. Asıl cihat da odur.’ diyor. Çözüm, diplomasi ve ikna yöntemi ile olur. Bu zamanın yöntemi ikna, inandırma yöntemi bununla hareket edilmesi gerek. Güçlü olacağız, savunma silahlarımız olacak. Savaşa karşı gafil olmamak lazım. Şeytanın avukatları duruyor, kalkanları hazır etmek lazım.” şeklinde konuştu.

“Askeri akılla tedbir alıp, sivil akılla düşüneceğiz”

21. Yüzyılın artık dijital çağ olduğu ve eğer bunu toplum olarak kabul etmezsek tarihin çöp sepetine atılacağımız konusunda değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Devamlı savaş konuşulursa kriz yönetiminde kurban rolüne düşüyoruz. Tedbiri alıp normal hayata devam edeceğiz. Sivil toplum kuruluşlarının da hazır olması lazım. Savaş hazırlığında askeri akıllılık önemlidir ama normal hayatta da sivil akıl önemlidir. Askeri akılla tedbir alacağız, sivil akılla düşüneceğiz. Bunu yapabilirsek eğer böyle durumda kendi coğrafyamızı korumuş oluruz. Yeni dünya düzeni 21. Yüzyıl artık dijital çağ oldu. Kabul etmek zorundayız etmezsek biz tarihin çöp sepetine atılırız. Nesnesi olmak değil, öznesi olmak lazım. Dijital dünyanın aktörü olmamız gerekiyor. Senaryosunu da bizim yazmamız lazım. Üreten de bizim olmamız lazım. Sadece oynayan olursak nesne olursak kullanılırız. 2018 de Davos’ta ilginç toplantılar oldu. Yeni çağda yeni tanrı yapay zeka diye karar alınıyor. İsrailli tarih felsefeci Harari; ‘Dünya dijital diktatörlüğe gidiyor.’ dedi. Dijital konforun içindeyiz kendi dijital platformumuzu yapmazsak, kölesi olursak olmaz. Kendi platformlarımızı üretmemiz gerekir. On sene önceydi bilgisayar tabletleri dağıtıldı şimdi çoğu çöptedir. Yanlış proje olmasından kaynaklı çünkü onun yerine iki bin tane yazılımcı yetiştirseydik zoom yerine kullanabilirdik. Bu tamamen bir vizyon meseledir, kısa vadeli politikalar sonucu oluyor. Operasyonel politikacılık vardır, bir de stratejik politikacılık vardır. Benim ‘Bilinçli Genç Olmak’ diye bir kitabım var. Stratejik düşünce neden önemli onu anlatıyoruz. Hayatın sonuna geldim nasıl bir insan olmak istiyorum? Bunun belli olması lazım çünkü güçlü zayıf yönleri tanıyorsun. Ona göre kararlar verirken yol haritana göre hareket edersin. Stratejik hedefi olmayan da devamlı yönetilir. Bir gemi limana çıktığı zaman nereye gideceğini bilirse rüzgâr ona yardım eder. Nereye gideceğini bilmezse rüzgâr onu sürükler durur. Hayatta da öyledir.” ifadelerini kullandı.

“Popüler kültürün tatlı ama zehirli armağanları, sekülerizm ve benmerkezcilik”

İnsanlık tarihinde olmadığı kadar dünyacılığın ön plana çıktığından bahseden Tarhan; "Şu anda modernizmin insanlara iki büyük tatlı ama zehirli bir armağanı var: Birincisi sekülerizmdir. Yani bu politik anlamda değil, kimse yanlış anlamasın. Felsefi anlamda sekülerizmdir. Türk Dil Kurumu’nda dünyacılık olarak geçiyor. Yani popüler kültürün tatlı ama zehirli bir armağanı dünyayı çok çekecek, yani insanlık tarihinde olmadığı kadar dünyacılık ön plana çıktı. Şu anki yaşam felsefesi ölümden sonrasını yok gibi yaşamayı öneriyor. Bu şuna benziyor, bize deve kuşu gibi bir yaşam tavsiye ediyor. Deve kuşu avcı geldiği zaman başını kuma sokar, avcı beni görmesin diye koca gövdesi dışardadır. Ölüm karşısında da insanoğlu böyledir. Ölüm karşısında ölümü düşünmemekle, konuşmamakla ölümden kurtulacağını zannediyor ama hastalıklar, musibetler, pandemiler, savaşlar yani bütün bunlar bize bak ölüm var, hayat geçici mesajını veriyor. Bir yakınımız hasta oluyor, kanser salgın derecesinde arttı, birçok hastalık arttı. İnsan düşünecek, araştıracak, sorgulayacak. Hayat nedir? Varoluş nedir? Böyle bir insanı eğlence o anlık rahatlatır, bir gaflet halinde. Bu sekülerizm, dünyacılık popüler kültürün küresel kültürün zehirli bir balıdır. İkincisi de benmerkezciliktir. İkinci sevimli zehri. Tatlı bir zehir. Benmerkezcilik bireysellik adı altında benmerkezcilik öğretiliyor. Bireysellikte insanın özgüven sahibi olması güzel, kendini ezdirmemesi güzel ama sosyal bir dokunun parçası olduğunu unutmaması gerekiyor.” dedi.

“Dijital çağda kültür aktarımını dijital mecralar yapıyor”

Benmerkezcilik küresel bir hastalık olduğu konusunda değerlendirmelerde bulunan Tarhan, batı dünyasının bu hastalığı yükselttiğinden bahsetti. Tarhan; “Aileler üzerinden kültürler aktarılıyordu ama 21.Yüzyılda şimdi dijital çağda kültür aktarımını dijital mecralar yapıyor. Artık sosyal medya yapıyor. Çocuklarımıza kültürümüzü buradan aktaracağız. Benmerkezcilik de küresel hastalıktır. Batı dünyası bu hastalığı, benmerkezciliği yükseltti. Niçin? Kapitalist ahlak nedeniyle. Kazan, tüket çarkı diyor. Yani ekonomiyi, iktisadı modele göre insana odaklamış. Kapitalist sistem insana homo economicus diyor. 2000’li yıllara kadar insan homoeconomicus, ekonomik bir varlıktır diyordu. Kazan-tüket çarkıyla yaşayan bir varlıktır diyor. Burada toplum, kendi çıkarı peşinde koşan bireylerden oluşur diyor. Kendi çıkarı peşinde koşmak insanın kutsalıdır diyor. Kapitalist felsefenin öğretisi, varoluşçu felsefenin öğretisi budur. Hatta insana o içerisindeki nefsani duyguları tamamen serbest bırak diyor. Tamamen serbest bırakmak özgürlüktür diyor. Bu bir küresel akım olarak başladı. Tatlı hoş öncelik, ben önemliyim başkası önemli değil, ailem önemli değil ben önemliyim, ben kendi hayatımı yaşamak istiyorum, kendimi beğenmek istiyorum çok cazip bu. Fakat insan ilişkisel bir varlık. Tek başına yaşamaya göre zihinsel olarak öyle kodlanmamış. O anlık sahte bir rahatlık oluyor, benmerkezciliğin verdiği ama bir müddet sonra yalnızlaşıyor. Sosyal ihtiyaçlarını karşılayamıyor ve mutsuz oluyor.” şeklinde konuştu.

“Küresel olarak zenginleştik ama mutlu değiliz”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çok ciddi bir şekilde doğal dengenin bozulduğuna dikkat çekti. Tarhan; “İnsan dünyadaki dengeye çomak sokan bir varlıktır. Dünyaya çomak sokmasının sebebi de egosunun yüksek olmasıdır. Ben bilirim, ben yaparım demesi, açgözlülüğü, doyumsuzluğu, ihtirası ve tatminsizliği. Bu yüzden doğaya hep zarar verdi. Küresel iklim değişikliğiyle tehlikeler var. Yani bu komplo senaryosu değil. Çok ciddi bir şekilde doğal dengeyi bozduk. Virüsün çıkması da bozulan dengeye karşı doğadaki dengenin tepki vermesidir. Nasıl vücuttaki tansiyona müdahale ettiğinde tansiyon daha yüksek çıkıyorsa, doğa da kendi reaksiyonlarını geliştiriyor çünkü öyle bir kanun var. Sonuçta bu dünyadaki insanoğlu dengeyi bozmazsa, kendi haddini ve sınırlarını bilirse... ‘Kendini, haddini bilen Rabbini bilir.’ Bu hadis-i kudsi yanılmıyorsam. Bu hakikatle insan, evrendeki konumunu bilebilir. İnsana en yararlı şeyin, en doğru şeyin, en iyi şeyin ne olduğunu bilecek kişi nedir? Kimdir böyle bir kişi? diye düşündüğün zaman mesela bir çamaşır makinesi arızalandı. Kimse çözemiyor arızayı? O arızayı kim çözer? O makineyi tasarlayan, üreten çözer. Ona gidersin. Küresel olarak zenginleştik ama mutlu değiliz. Aynı paralelde buna çözüm, en iyi çözüm üretecek konumdaki kişi, zat kimdir dediğin zaman o da yaratıcıdır, Allah’tır. O zaman onun verdiği mesajlara göre hareket etmemiz gerekiyor. Buna uygun hareket edersek evrendeki mesajları, yaratıcının bize verdiği mesaja göre hareket edersek biz ne yaparız, doğruları kendimiz yapmış ve haddimizi bilmiş oluruz.” ifadelerini kullandı.

“İdeal saygı menfaatsiz saygıdır”

Birinci olarak şefkatin, ikinci olarak ise saygının önemli olduğu konusunda değerlendirmelerde bulunan Tarhan; “Doğa bir canlıdır. Doğaya nazik, şefkatli davranmak, saygı duymak gerekiyor. Yani hem sevgi hem saygı duymak gerekiyor. Sevgiden daha büyük bir şey vardır adı şefkattir. Çünkü sevgi bencilce de olabilir. Seviyorsun ama karşıdakinin menfaatini seviyorsun. Bu sevgi bencilce bir sevgidir. Doğru bir sevgi değil, şartlı bir sevgidir. Şartsız sevgi yani bunun adı bizim kültürümüzde şefkat, merhamet olarak geçer. Koşulsuz sevgi, şartsız sevgi bu sevgiden daha büyüktür. Birinci olarak şefkat ikincisinde ise saygı önemli. Saygıda insan bazen korkudan, menfaatten de saygı duyar. Ama ideal saygı menfaatsiz saygıdır. İçinde empati olan saygıdır. Bunun bizim kültürümüzdeki karşılığı nezakettir. Nezaket asaletten gelir. Nazik olmak için zorlamaz. Fıtri olarak nazik davranır.” dedi.

“Yeni kutsalları değiştirmemiz lazım”

Günümüzde gönüllü, rızaya dayalı bir emperyalizm olduğuna değinen Tarhan; “İyilikle, misyonerlikle diye yaparak gelip malı götürdüler. Batı böyle bir batı maalesef bu batı felsefesidir. Şu anda da dijital dünyayla bunu yapmaya çalışıyorlar. Uyanmazsak bizde sömürülürüz. Şu anda gönüllü, rızaya dayalı emperyalizm vardır. Şu anda da emperyalizm devam ediyor. Yani lüzumsuz yere sen yabancı markalar alıyorsan sen emperyalizmin destekçisi oldun ama hayır diyorsan emperyalizme direnç gösteriyorsun, kendin oluyorsun. Kendi kimliğini korumak oradadır. Kendi kimliğini koruyarak orada modernleşmeyi başarmak onun için önemlidir. Yani sonuçta burada bizim bu küresel sisteme karşı, doğaya karşı, emperyalizme karşı duruş gösterecek alternatif fikir üretebilme kapasitemiz var. Bu kapasiteyi harekete geçirmemiz gerekiyor. Onun için kendi üzerinde yaşadığımız değerleri ve bu yeni kutsalları değiştirmemiz lazım. Yeni yapay zekayı reddetmemiz yani onun aslında bizim kendi hedefimize amacımıza olarak kullanmasını yapmamız lazım. Davos’ta ciddi bir kibir ortaya çıktı. Orada yapay tanrı ilan ettiler. Bizim tanrımız yapay zekadır dediler. Sanal bir evren oluşturdular. Oluşturup bütün dünyaya oradan hizmet etmeye çalışıyorlar. Pandemi girdi araya küreselleşme de pandeminin faydası ne oldu? Küreselleşme onların oyununu şöyle bozdu, dijital platformları kendi tekellerinde olacaktı. Orada oluşturacaklardı, bizim toplumlarımız dijitalleşmeye direniyordu. Bu toplumlar direniyordu, bu dijitalleşme arttıkça diyorlardı ki; ‘Ben sosyal medyaya giremem. Baş edemem maneviyatım bozulur.’ Ama şu anda zorunlu bir dijitalleşme olunca normalleşmeye başladı. Aslında küresel gelen dijitalleşmedir. Sömürülmek istenen Doğu toplumları, Afrika toplumlarında hızlı adaptasyon sağlandı. Bence pandemi Batı dünyasındaki düşünen beyinlerde, Batı dünyasının zeka tarlalarında hakikati bulmayı tetikledi. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde belki batıda çok önemli kişiler bizim tevhit öğretisinin, tevhit kavramının ilanını yapacaklar. Bunu keşfedecekler. Başka türlü dünyanın çözümü yok. Bunu bulacaklar insanlar bir nevi bilgelik hakikati yakalayacak.” ifadelerini kullandı.

“Çocuklara önce iyi insan olmayı öğretmek gerekiyor”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bir çocuğun zeki, çalışkan ve iyi bir insan olursa hem başarılı hem de mutlu olacağından bahsetti. Tarhan; “Sosyal desteği zayıf olanlar daha çok mutsuz oluyorlar. Yalnız hissediyorlar. Bakıyoruz çocuklar kendilerini madde bağımlılığına veriyorlar. Zengin oluyorlar, çoğu mutsuz oluyor. Stres atma tekniği olarak uyuşturucu kullanıyorlar. Bunun sonucu olarak kendilerini kesiyorlar, çeşitli suça karışıyorlar, riski davranışlara götürüyorlar. Aile bağları zayıf olduğu zaman kişinin mutlu aile ortamı sağlayabilecek aile değerlerini yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Şu anda ki anne babalar çocuklarını yetiştirirken; ‘Zeki olsun çalışkan olsun’ diyor. Başarı odaklı yetiştiriyor. Çocuklar da çalışkan olmayı önemsiyorlar. İyi bir bilgisayarcı oluyor mesela bizde bir öğrenci var. Ümraniye cezaevinde doktora yapıyor. Orada bilgisayar mühendisi zekâsı var ama casusluk olayına karışmış ve yirmi yıl hapis almış. Çocuklara önce zeki olmayı çalışkan olmayı değil, iyi insan olmayı öğretmek gerekiyor. Zeki olsun, çalışkan olsun, iyi bir insan olsun. O zaman hem başarılı hem de mutlu olacak. Ben bunu mecliste şiddet komisyonunda da söyledim. Milletvekili, hocam; ‘Kapitalist örnek veriyorsunuz’ dedi. Dedim ki; “Erdemli olmak mı karlıdır? Çalışkan olmak mı karlıdır? Öğrencilere bunu öğretmekle ilgilidir’ dedim. Şu anda ki kapitalist sistem çalışkan olmak karlıdır diyor. Halbuki bizim değerlerimizde erdemli olmak karlıdır. Doğru olan erdemli olmaktır. Çünkü dürüst olmak, çalışkan olmak, iyi niyetli olmak, yalan söylememek, kul hakkına dikkat etmek ahlaki değerlerin olması bunu gerektiriyor. Bunu öğretmek gerekiyor. ABD’ de ilim değil, bilim ortaya çıktı.” şeklinde konuştu.

“Şu anda ağ toplumundayız”

Ağ toplumunda yeni gerçekliğinden bahseden Tarhan; “Sosyal şizofren nedir? Empati nedir? Birey toplumun bir kesimine düşmansa, beyninin bir bölgesi bir bölgesine düşmansa nasıl bir savaş çıkıyor beyinde? Kişi şizofrenik hareketler yapıyorsa, beyinde de toplumun bir kesimini bir kesimine düşman yaptığın zaman sosyal şizofreni oluyor. Buna sosyal şizofreni deniyor. Kültür nedir? İşte bu sosyal bağları, ağları kuvvetlendirerek ama günümüzde de asırlardır gelen bağ toplumu özelliğimiz, şu anda ağ toplumuna dönüştü. Networklerden, dijital networklerden oluştu.  Ağ toplumu artık çünkü iletişim çok hızlı. Bağ toplumu neydi? Bir şey olduğu zaman filancaya sorarız, mahallenin bir dergâhında şey vardır, mübarek bir kimse vardır. İnsanlar ona sorardı, hocaya sorardı. Bir şekilde bir büyüğe sorarlardı böyleymiş deyip kendilerine referans noktası onları alırlardı. Ama şimdi öyle değil ki. Şimdi bir kişiye bağlanarak hayatta ilerlemek yok. Şu anda ağ toplumundayız. Yeni kuşak böyledir. Ağ toplumunda yeni gerçeklik budur. O halde kültür aktarımını ağlar üzerinden yapacağız.” dedi.

“İnsanların en büyük organı ego olmaya başladı”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, zihinsel esnekliği olan kişilerin çocukluğunda olan hayat senaryolarını koruduğunu şu sözlerle aktardı. Tarhan; “Hayat olayları bir ailede ne kadar güzelse bizim ruh sağlığımız da o kadar güzel oluyor. Evlilikle ilgili bir örnek vereyim. İnsanın evlendiği zaman daha önceden öğrendiği hayat senaryoları vardır. Hayat senaryoları nedir? Anne rolünde bir kişi var, baba rolünde bir kişi var. Kardeş, abla rolünde aktörler bellidir. Evlendikten sonra hayatına yeni aktörler giriyor. Eş giriyor, kayınpeder, kayınvalide yeni aktörler giriyor o halde çocukluğunda öğrendiği hayat senaryolarını yeniden yazması lazım. Buna ‘zihinsel esneklik’ deniyor. Zihinsel esnekliği olan kişiler çocukluğunda olan hayat senaryolarını korur. Yeni aktörlere görü onu yeniden yazar. Ve böylelikle evlilikte uyum ortaya çıkar. Ama inatçı kişiler narsistirler. Evliliğin en büyük düşmanı inatçı kişilerdir. Düşünce katılığıdır. Evliliğin en büyük düşmanı nedir diye bir soru sorsanız bana inatçılık derim. İnatçılıkta inatçı kişiler Nuh der, peygamber demez. İnatçılığın arkasında ego yüksekliği vardır. Benim dediğim senin dediğin, benim annem senin annen, benim param senin paran diye ego savaşları vardır. Aslında bu sadece evliliğin değil ilişki yönetiminin de en büyük düşmanıdır. Sosyalleşmenin en büyük düşmanıdır. Bunun içinde empatisizlik vardır bu yüzden inatçı kişiler empati kuramazlar. Ama modernizm inatçılığı çok yükseltti. Sen önemlisin diyerek egoları kabarttı. İnsanların en büyük organı ego olmaya başladı. Bu çok tehlikelidir. Bunun sonucunda da ne oluyor? Eğer bu kültür haline gelirse o zaman huzurumuz kalmaz. Bu sadece Türkiye’de değil bütün dünya da artık böyledir. Savaşlar değil de intihar olayları, ruhsal hastalıklar, boşanmalar, mutsuzluklar bunları insanlar çok daha fazla konuşuyor olacaklar.” ifadelerini kullandı.

“Kadın-erkek rekabetine teşvik eden feminizm aileye zarar verdi”

İyi insan olmanın fıtri bir şey olmadığını ama iyi insan olmaya aday olmanın fıtri bir şey olduğundan bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Annelik babalık genetik değildir. Eşleşme genetik ama annelik babalık kültürel öğrenmeyle ilgilidir. Kültürel öğrenilen bir kısım şu anda bozuldu. Bunu biz öğretmiyoruz ki. Okullarımızda iyi anne nasıl olunur, iyi baba nasıl olunur, evlilik olgunluğu nedir? Öğretmiyoruz ki! Senelerdir ben çabalıyorum. Evlilikten önce 15-20 soruluk aile evlilik olgunluk ölçeği var. Bu ölçeği çoğu evlenen çifte okutursanız emin olun bir farkındalık oluşur diye bunu söylüyorum. Ben vazifemi yaptım. Böyle bir feminist anlayışla olursa aile falan hiçbir şey olmaz. Feminizm deyince, kadının özgürleşme hareketi anlamındaki feminizm faydalıdır ama kadın-erkek rekabetine teşvik eden feminizm aileye zarar verdi. Bütün bunların hepsi annelik babalık pratiklerimizin zayıf olduğunu gösteriyor. Kültürel dağılmaların etkisinde kalıyor. Ama yine de biz dünyada bu konuda daha iyiyiz ama bundan 10- 20 sene sonra sağlıklı çocuk yetiştirememe durumu daha da artacak. Onun için çocuk gelişim bölümleri eğitim sisteminde önemlidir. Biz sanıyoruz ki aile kavramı fıtridir. Aile fıtri değildir. Eşleşme fıtri ama aile kültürel geliyor. Bir ailenin yüzde otuzu ancak biyolojik genetiktir. Yüzde altmış-yetmişi öğrenmeyledir. Hatta bırakın aileyi insan olmak bile öyledir. İyi insan olmayı aday olarak öğreniyoruz ama insan olmayı tamamen yaşadığımız toplumdan öğreniyoruz. İyi insan olmak fıtri değil ama iyi insan olmaya aday olmak fıtridir. O yüzden ailemiz fıtridir, ailemize bir şey olmaz diyen kendini kandırıyor. Kendini kandıran kimseler de bedelini öderler. Bunlarda zihinsel körlük vardır. Şu anda aile politikaları konusunda zihinsel körlük var karar vericilerde. Zihinsel körlük olduğu için; ‘Bizim ailemiz sağlam bir şey olmaz.’ diyor. İyi ki öyle değil maalesef gerçekler öyle değil. Ailemiz şu anda çok ciddi bir şey yaşıyor. 10- 20 sene sonrasını tahmin edemiyorum, çok büyük bir risk var.” şeklinde konuştu.

“Annelik ağır bir hizmettir”

Kültürel kodlarımızdaki değiştirilmesi gereken bazı yanlışlardan bahseden Tarhan; “Maalesef zalim erkek modeli var. Şu an geleneklerimizde ataerkil kültür öğretisinde erkeğe; ‘Hata yapar, elinin kiri’ derler. Sadakatsizlik yapar, kadınlar ağır şekilde cezalandırılır. Namus kavramı varsa kadın içinde erkek içinde aynıdır. Çifte standart olmaz ki. Bu gibi şeyler kültürel kodlarımızdaki değiştirilmesi gereken bazı yanlışlardır. Onun için kadının ekonomik olarak özgür olmasını desteklemek gerekiyor. Onun içinde ev hanımlığını, daha doğrusu anneliği meslek olarak tanımlayıp devletin anneliği sigorta yapması lazım. Annelik ağır hizmettir. Çocuk yetiştirmekten daha büyük bir üretim olabilir mi? İyi bir sekreter, iyi bir fabrika da müdür olmak çok faydalı ancak iyi bir çocuk yetiştirmek daha mı önemsiz? Onun için anneliği iyi bir model haline getirmemiz gerekiyor. Otomatik sigortası olan bir sistem vardır ki şu anda nüfusu azalan ülkelerde bunu yapmaya başladılar. Anneliği bir meslek gibi zorunlu olarak tanımlayıp onu gelecek endişesinde yaşamamaktır. Şu anda Anadolu’da mesela son on senedir kız çocukları eğitimde daha çok ön plana çıktı. Niye ön plana çıktı? Emin ol anneler; ‘Kötü boşanmalar arttı. Erkekler kadınlara zulmediyor. Cinayetler şu sıralar arttı. Zor bir durum yaşarsak kızımın mesleği olsun.’ böyle düşünüyorlar. Onun için okutuyor. İyi ki de öyle okutuluyor. O da onun için bir meslek ama bunun riski yok mu tabi ki de var. Hayatta yaşamak, ilerlemek risktir. Onun için belli bir amaçla ilerleyecekse kadının ekonomik özgürlüğünü destekleyen sistemler gelecekte ayakta kalır, tutar. Bunu desteklemezsek ekonomik özgürlüğünü erkekte o zaman kabullenecek. Ezemez. Kadın-erkek ilişkisi köle-efendi ilişkisi değildir. Eşitler ilişkisidir. Bunu erkek aklının kabul etmesi lazım.” dedi.

“Demokrasi aileden başlar”

Üsküdar Üniversitesi’nin 4 mottosundan bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “İnsanlığın bulduğu en büyük keşif burada demokrasidir. Demokrasi aileden başlar. Biz 2011’ de Üniversite kurulduğu zaman mottosuna dört tane ilke yazdık. Hatırlarsınız 4 madde var: Eleştirilebilirlik, özgürlükçülük, çoğulculuk, katılımcılık. Eleştirilebilirlik yani orada hesap verilebilirlik var. Eleştiriye açık olmak var. Biz bunu 2011’ de yaptık. Eleştiriye açık olan kimse eleştiriyi armağan olarak görüyor. Kendini geliştiriyor. Bir ailede de böyle olmalıdır. İkincisi özgürlükçülüktür. Buyurgan davranmak, emir vermek yerine seçenek sunmak gerekiyor. Mesela çocuğun ders çalışmasını istiyor. Sabah kahvaltısına oturuyor. Bir ders konferansı başlıyor. Hayat ders konferansı başlıyor. Çocuk bunu dinlemekten usanıyor. Artık çocuğun aklına annesini görünce ders geliyor. Anne değil müdire hanım yani. Böyle bir durumda çocuk ne oluyor? Yanlış modelleme oluyor. Onun için annelik babalık tarzları çok önemlidir. Bütün bunlar bize aile içerisindeki anne rolünü, baba rolünü, eş rolünü gösteriyor. Rolleri hep yeniden tanımlamamız lazım. Kültürel kodlarımızı yeniden zamanın doğrularına göre inşa etmemiz lazım. Bir nevi bizim kültürel Rönesans’a ihtiyacımız var. Dünyaya örnek olabilmemiz için bunu başarmamız gerekiyor. Demokrasinin ikinci haline ne dedik, özgürlükçü olmak dedik. Zıttı nedir? Otoriter olmak, baskıcı olmaktır. Despot olmak, buyurgan olmak. Üçüncü çoğulculuktur. Çoğulcu olmayan mesela bütün ailede herkes Fenerbahçeli olsun fakat çocuğun birisi ben Galatasaraylı olmak istiyorum derse ona üzülse bile bir babanın ona saygı duyması lazım. O zaman otoriter olmuyorsun. Herkes bu evde fasulyeyi sevmeli demek gibidir. Bu otoriterliktir, tek tip insan yetiştirmektir. Yani akıllı yönetimlerde ne vardır? Farklı mizaçtaki insanları aynı hedef için birlikte çalıştırmak vardır. Çalışmak vardır. Ailede de öyle, o yüzden demokrasi aileden başlar deniyor. Dördüncüsü de katılımcılıktır.” şeklinde konuştu.

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)