“Bilim İletişimi ve Açık Bilim Sempozyumu” gerçekleştirildi

Üsküdar Üniversitesi İnsan Odaklı İletişim Uygulama ve Araştırma Merkezi (İLİMER) ve İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünün birlikte düzenlediği “Bilim İletişimi ve Açık Bilim Sempozyumu” nda alanında uzman isimler önemli değerlendirmelerde bulundu. 

Prof. Dr. Nazife Güngör: “Bu İLİMER’in İkinci veya üçüncü sempozyumu oluyor”

Çevrimiçi iki oturum şeklinde gerçekleştirilen sempozyumun açılış konuşmasını Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı ve İLİMER Müdürü Prof. Dr. Nazife Güngör yaptı. Dil iletişiminin önemine dikkat çeken Güngör; “Çok teşekkür ederim, hoş geldiniz. Ben İLİMER’i kutluyorum. Bu İLİMER’in ikinci veya üçüncü sempozyumu oluyor. Daha önceki yıllarda da yaptık tabii ki ama bir yıl içerisinde bu ikinci sempozyum oluyor. Son derece önemli konularla devam ediyor. Bunlar tabii iyi. Araştırma mensubu çağa, akademik çağa ve önümüzdeki döneme katkılarıdır. Dil iletişimi önemli bir konudur. Şu anda bilim iletişimiyle ilgili çok da konuya giriş yapmak istemiyorum. Burada artık gün boyu tartışılacak. Bu vesileyle sadece selamlamak istedim.” dedi.

Doç. Dr. Gül Esra Atalay: “Son bir senede bu görevi bizler devraldık”

Birinci oturumun moderatörlüğünü yapan Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gül Esra Atalay; “İLİMER 2014 yılında dekanımız Prof. Dr. Sayın Nazife Güngör tarafından kurulmuştu. Son bir senede bu görevi bizler devraldık. Merkez Yönetim Kurulundaki hocalarımla birlikte Nazife hocamızın başlattığı çeşitli faaliyetleri biz de sürdürüyoruz. İLİMER birçoğunuzun haberdar olduğu, artık geleneksel bir hale gelen ‘Üsküdar Üniversitesi Uluslararası İletişim Günlerinin’ düzenlenmesine destek veriyor. Bunun dışında çeşitli araştırmalar, söyleşiler, çalıştaylar ve sempozyumlar düzenliyoruz. Bugün de hem İLİMER olarak hem Gazetecilik bölümü olarak çok önemsediğimiz bir başka konuyu ‘Bilim İletişimi ve Açık Bilimi’ masaya yatırmak üzere bir araya geldik. Bu konuda çalışan çok değerli konuklarımız var.” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Çiler Dursun: “Yaşamımızı her yönden kuşatan bir kapitalizm sisteminin içerisinde yaşıyoruz”

Toplumsallık biçiminden ve bilimi de bu toplumsal biçimin içerisinde yaptığımızdan bahseden Ankara Üniversitesi Gazetecilik bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çiler Dursun; “Bilim faaliyetinin kendisinin zaten ortaya çıktığı dönemlerden itibaren kapalı bir iktidar ilişkisi çerçevesinde kurulu bir faaliyet alanı olduğunu bildiğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla karşımızda bir açıklık, şeffaflık, erişilebilirlik, katılımcılık gibi kulağa hoş gelen kavramlarla birlikte bilimin farklı biçimde yapılması paylaşılması ve dolaşımda olmasıyla ilgili yeni anlayışları, bunları hemen mevcut olan bazı sorunların çözümüne yönelik bir reçete gibi sarılıyoruz ve çok hızlı benimsiyoruz ama unutmamamız gereken bir şey var. Neyin içinde yaşadığımızı ve nasıl bir toplumsal siyasal alanda yaşadığımızı parantez alarak konuşuyoruz. Bu doğru değil biz cayır cayır yaşamımızı her yönden kuşatan, vahşileşen, insanlıktan çıkaran bir kapitalizm sisteminin içerisinde yaşıyoruz. Bu bir toplumsallık biçimidir. Bilimi de bunun içerisinde yapıyoruz. Bizim neyi nasıl yapmamız gerektiğini kendi üretim biçiminin iktidar anlayışını dayatmaktadır.” şeklinde konuştu.

Dr. Derya Gürses Tarbuck: “Metotçuluk kitapları 18. Yüzyılda inanılmaz satılıyor”

Önceki bilim anlayışını ekarte edip yeni bir bilimsel ideoloji uygulamamız gerektiği ve kurguyu çok iyi pazarlamamız gerektiğinden bahseden Yazar Dr. Derya Gürses Tarbuck; “Bir güvenilirlik sağlamak için değişik metotlar yapmak mümkündür. Bu kesinlikle popülerlik ya da açık bilim çerçevesinde olabilir ya da olmaya da bilir. Eğer Newton ve onun takipçileri bilim anlayışlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlarsa bunun cevabının ne olduğunu düşündüklerinde iki metotta başvurmuşlar. Bunlardan bir tanesi herkesin anlayabileceği şekilde yeni fizik kavramlarını yaygınlaştırmaktır. Yani çocuklar için metotçuluk, kadınlar için metotçuluk yani herkes için metotçuluk kitapları 18. Yüzyılda inanılmaz satılıyor. Dolayısıyla burada ki amaç sadece masum bir şekilde bilimin üzerinden bir argüman üretmek değil ama aynı zaman da bir önceki bilim anlayışını ekarte edip yeni bir bilimsel ideoloji uygulamak dolayısıyla bu kurguyu çok iyi pazarlamamız gerekiyor. Bu pazarlama meselesi de herkes için başlığı altında yer alıyor. Nasıl güvenilirlik sağlayabiliriz yanına bir de meşrutiyet sağlayabiliriz yani artık genel geçer bilim anlayışı budur ve herkes de bunu bu şekilde kabul edecek şeklinde bir tavır girebiliriz.” ifadelerini kullandı.

Dr. Nihal Özdemir: “Bilim sadece bir güç değil, aynı zamanda güçlü düşünme yöntemi”

Son dönemlerde daha uzun ve sağlıklı yaşamanın yollarını aradığımızdan bahseden Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Nihal Özdemir; “İlk kısım bilim üzerine. Bilimdeki güvenirliğin neden bu kadar üzerine konuşuldu, bunun üzerine biraz gitmek istedim. Bilimin araştırma ve uygulama soyutları neredeyse her cephesini etkiliyor. Ve bilim yoluyla aslında ilk medeniyetlerden günümüze kadar farklı yol ve yöntemler olsa da aslında asıl amacımız doğayı denetim altına alma isteğimiz, kadere teslim olmama isteğimiz ve ön görüde bulunma isteğimiz. Dolayısıyla bizim bu imkânla hayatımız daha konforlu daha güvenlidir. Son dönemlerde de görüyoruz daha uzun, sağlıklı yaşamanın yollarını arıyoruz. Hayatımıza baktığımız zaman her gün kullandığımız araçlar. Bilimin yaşamımızdaki önemini gösteriyor. Telefonlarımız, bilgisayarlarımız, bu savaşta da düşlenebileceğimiz bütün araçlarımız bütün bunlar bilimin teknolojideki uygulamalarını dünyamızı nasıl hızla değiştirdiğini gösteriyor. Bu artık bilimsel çevrelere mahsus değil, bilimsel düşünmenin ne olduğunu da bilmek zorundayız. Onun için bu hepimiz için entelektüel zorunluluk haline geldi. Bilim sadece bir güç değil, aynı zamanda güçlü düşünme yöntemidir. Belli disiplin gerektiriyor. Bu disiplini kazanmış kişilerden düşünmenin hareket noktası olduğunu bilmesi ve her zaman gerçeğe dönük olması ve gerçeklere saygılı olması, yargılarında olabildiğince ihtiyatlı olması ve olgulara dayanmayan ulu orta genellemelerden kaçınması, geçerlilik ölçüsü ise güvenilir araştırma verilerinin olmasıdır. Bugün bilim iletişiminden bahsedeceğiz ama bu içerisinde geçen bilim kelimesine her birimizin tanımı muhtemelen farklı olur. Bilimin ortak bir tanımı mümkün mü? Aslında bu güç. Bilim donuk veya statik bir konu değil.” şeklinde konuştu.

Arş. Gör. Kaan Üçsu: “İletişim, karşılıklı alışveriştir. Aynı seviyede olabilmeyi gerektirir.”

İletişimin karşılıklı bir iletişim olduğundan ve aynı seviyede olabilmesi gerektiğinden bahseden İstanbul Üniversitesi Arş. Gör. Kaan Üçsu; “Tek taraflı iletimin kabul görmesi daha fazla bilim iletişiminin amacı olan şeyleri gerçekleştirebilmesine engel olacak. Bu sebepten eğer halkların bilimsel üretimdeki katkısı göz önüne konulabilirse insanların neler yaptığı görülebilirse bugün de ne yapabileceğini bilebilecek vaziyettedir. O sebeple bilimin aslında çok temel bir parçası olduğunu bütün toplumsal kesimlerin bilmesinin bilim iletişimi için daha faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu sebepten aşağıdan bilim tarihi yapmanın değerini bugün önemsiyorum. Bunu böylece geliştirebilirsek, iletişim de gelişecektir. İletişim karşılıklı alışveriştir. Aynı seviyede olabilmeyi gerektirir. Ben daha özgürlükçü daha demokratik bir bilim dünyası ve gelecek için insanların kendi potansiyellerinin ne yaptıklarının faydalı olabileceğini düşünüyorum.” dedi.

İLİMER’ in düzenlediği ‘Bilim iletişimi ve Açık Bilim Sempozyumunun’ birinci oturumunun bitmesinin ardından ikinci oturum gerçekleştirildi. Bu oturumun moderatörlüğünü ise Üsküdar Üniversitesi Gazetecilik ve Çizgi Film ve Animasyon Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan yaptı.

Doç. Dr. Onur Dursun: “Toplum da bilim sürecine dahil edilmelidir”

Sosyal yaşamda kısmi vurgular olduğundan ötürü sorunların çoğunu çözemediğimiz konusuna değinen Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Onur Dursun; “1930’larda Bertolt Brecth, Galileo’nun yaşamı adlı bir oyun yazıyor ve şu düşünceye yer veriyor. Benim düşünceme göre bilimin tek amacı insanın varlığının çilesini akıl etmektir. Eğer bilim insanları kendilerini yalnızca bilgi toplama ile sınırlarlarsa bilim sakat kalacak ve yeni buluşlar yalnızca yeni dertler getirecektir. Zamanla keşfedilebilecek her şeyi keşfedebilirsin. Fakat ilerlemen, insanlıktan uzak bir ilerleme olacaktır. Seninle insanlar arasındaki uçurum o kadar büyüyebilir ki senin yeni bir buluş üzerine duyduğun coşkunun karşılığı evrensel bir dehşet haykırışı olabilir diyor. Bilimin sadece tekniğe hizmet ederek toplumsal bir varlık olan insanın diğer boyutlarının ihmal edilmesi gibi bir durum söz konusu. Benim özenle duracağım nokta bu. Bilim adı altında üretilen teknoloji ile nelere neden olabileceğimizi ve nelere neden olmadığına da değinmemiz gerekiyor. Sosyal yaşamda kısmi vurgular olduğundan ötürü sorunların çoğunu çözemiyoruz. Mesela düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü. Bunlar neden bilimsel olarak anlatılamasın? Ya da neden bilim-iletişim adı altında kamusallaştırılamasın? Ya da neden yeterince vurgulanamıyor. Bunlarla ilgili düşünülmesi gerekiliyor. Mesela boşanma ile ilgili bilimsel çalışma yapılıyor. Ama sosyal medya da hangisi yer alıyor? Hiçbiri. İki yaklaşım var. İngiltere ile başladı. Bunlardan ilki ‘Toplumun bilimi anlaması’. Bilimi topluma anlatmak bir noktaya kadar. Toplumu da bu sürece dâhil etmek şeklinde ikinci bir yaklaşım gelişti. Artık üçüncü bir yaklaşım değil de, bir de yurttaş bilimi çıktı. Bu sorunların sosyal olarak aşılmasında son gelişmelerin de önemli olduğunu düşünüyorum. Bilim, yurttaşı dışlamamalıdır.” dedi.

Dr. Tevfik Uyar: “Pandemi döneminde üretilen bilgiler, bilimin güvenilirliğinin sorgulanmasına neden oldu”

İlk defa bilimsel bilginin üretilme süreci herkesin gözü önünde gerçekleştiğinden bahseden Yazar Dr. Tevfik Uyar; “Sözle bilimler de daha çok fırsatlamacılık var. Sözde bilimlerin ortaya attıkları iddiaları arkasında bir saklamacılık var. İkincisi ise evrensellik. Yani bilim insanlarının ürettikleri bilgi eğer bilimsel bilgi ise onu üreten kişinin kişiliğinden, ait olduğu toplumdan, köklerinden bağımsız olması gerekir. İlk defa bilimsel bilginin üretilme süreci herkesin gözü önünde gerçekleşti. Pandemi çıktı ortaya ve bu hepimizi ilgilendiren bir şey. Bir sürü bilimsel bilgi üretildi. Maske takmaya gerek yok dendi. Sonra maske takılmalı dendi...vs. birçok örnek. Normalde medya aracılığıyla sonuçları öğrenen insanlar, tüm bu karmaşa, kaos, çatışma bittikten sonra oradan süzülmüş, izole edilmiş en güvenilir bilgiye düşüyorlar. Bu bilginin üretilme süreci herkesin gözü önünde üretildiği için insanların bilime olan güveninin azalmasına ve bilimin güvenilirliğinin sorgulanmasına neden oldu.” şeklinde konuştu.

Dr. Zuhal Yeniçeri: “Sosyal bilime ihtiyacımız var!”

Başkent Üniversitesinden Dr. Zuhal Yeniçeri, bilim iletişimini sosyolojik açıdan ele aldı; “Dünyaya gelişimizle beraber bambaşka bir dünyaya, ortama alışmaya çalışırken aynı zaman da bir belirsizlikler dünyasına doğuyoruz. Dolayısıyla da bizim aslında bütün bilişsel ve fizyolojik, biyolojik bütün gelişim aşamalarımızda bilime ihtiyacımızın çok ön planda olması gerekiyor. Çünkü hayatta kalabilmek için, tür olarak yaşama tutunabilmemiz için pek çok kaynaktan edineceğimiz bilgiye ihtiyacımız var. Günümüzde geldiğimiz medeniyet aşaması bize öğrenmenin ne kadar çok önemli olduğunu söylüyor.” diyerek ifade etti. Yeniçeri; “Bilime güven her zaman olacaktır. Ancak bu konularla ilgili bilimsel bilginin kamuya ulaştırılması ile ilgili kamu politikaları çok dikkatli yönetilmediğinde ne yazık ki bundan zarar gören bilimin kendisidir ama asıl zarar gören kamuoyunun kendisi oluyor. Doğa bilimlerine ihtiyacımızın olduğu gibi sosyal bilimlere de ihtiyacımız var.” şeklinde konuştu.

 

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)