Terör Görünümlü Asimetrik Savaş Bizi Nereye Götürüyor?
Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “Çağın Buhranı Terör” Sempozyumu konuşmasıdır.
Sayın Bakanım, Başkanım, Sayın Milletvekillerim, Değerli Hocalarım, Sevgili Öğrenciler bütün katılımcılar…
Öncelikle katılımınız için teşekkür ederim, hepiniz hoş geldiniz.
Güzel, ufuk açıcı, ilham verici bir toplantı olacak. İnşallah buradan çıkacak bilgileri de üniversite olarak kitap haline getirmek istiyoruz. Burada ki bilgiler yol gösterecek bilgiler olacak diye düşünüyoruz.
Konuyla ilgili bir sene önce, sayın başkanımla da bizatihi Ankara’da konuştuk. ASDER olarak, Paşamla bu konuda bir ihtiyaç hissettik bundan 1 sene önce. Asimetrik bir savaş var ve başlıyor da bu savaş…
3. Dünya Savaşı Başladı
Bugün gazetelere baktığımızda 3. Dünya savaşının başladığını görüyoruz. Yalnız bu savaşın silahları farklı, metodolojisi farklı, araçları farklı, hedefleri farklı, yöntemi aynı çok kirli… Böyle bir asimetrik savaş var, metodolojik savaş var. Bu savaşın gayri nizami harp savaşı olduğu için, bu savaşın yöntemlerini bilmek gerekiyor. Gayri nizami savaş tekniklerine uygun psikolojik savaş teknikleriyle buna karşılık vermek gerekiyor. Dünyada düşük yoğunlukla giden terörün şimdi görüyoruz ki bugün manşetlere baktığımızda, terör konusu 3. Dünya savaşı gibi sık sık önümüze gelecek. “Buna karşı ne yapacağız, güç odakları bunu nasıl kullanıyor?” Semboller kullanılıyor asimetrik savaşta, bunu konuşmamız önemli diye düşünmüştük.
11 Eylül 2001 Asimetrik Savaşın Başladığı Tarihtir!
3 tane gerekçemiz vardı, geçen sene bu konuları tartışırken böyle bir sempozyum yapmak, ihtiyacı hissederken… Bunların birincisi asimetrik savaşın başladığını ve güç dengelerini domine etmek için bazı sembollerin kullanıldığını gördük. O sembollerde; cihat mesela bunlardan birisi, semboldü ve cihadizm deniliyordu ve cihat saldırıları deniyordu, İslami terör deniyordu hatta 11 Eylül 2001 tarihinde yaşanan olay asimetrik savaşın başladığı tarihtir. Tesadüfi değil o tarih ve bunun ete kemiğe bürünmüş şekli olarak bunu söyleyebiliriz… Hatta kulelerin yıkıldığı o günden unutmadığım 3 tane hatıram var;
“ABD, CNN’de bir kız çocuğu annesine soruyor, anne bu insanlar bizden neden bu kadar nefret ediyor diye…” Bir çocuğun masumluğu saflığı içinde ki bir soru. Burada aslında sorgulanması gereken bir soru. Diğeri; o gün televizyonlarda El-Kaide’nin ismi geçmezken, alt yazılar geçiyordu “İslami Terör küreselleşti.” Diye. Hangi bilgi ve kanıta göre bu söyleniyor bu bilemiyorum ama bu bir şekilde propaganda ediliyor bize. 2001’de oluyor bu ve orada yıkılan binayı Muhammed Ali ziyarete geliyor, geldiğinde ona soruyorlar “Bak işte bunu İslami terörcüler yaptı, aynı dine sahip olduğunuz için ne hissediyorsunuz?” diye soruyorlar, burada Muhammed Ali’nin cevabı çok enteresan “Siz Hitler ile aynı dine mensup olduğunuz için ne hissediyorsanız, bende onu hissediyorum.” Diyor ve bu şekilde bir tartışma başlattı. Ve bir savaş biçimi ortaya çıktı, asimetrik savaş olarak bunu konuşmamız gerekiyor diye düşünmüştük geçen sene. Adaleti Savunanlar Derneği ve Üsküdar Üniversitesi uluslararası iş birliği ile…
Yöntemleri Kirli Savaş Yürütülüyor!
İkinci gerekçemiz şuydu; Bu savaşın kaynağının karanlık olması, belirsiz olması, insafsız zalimce olması, acımazsızca olması ve yöntemlerinin çok kirli olması. Şimdi Gandi’ye soruyorlar, ‘Ya sen koskoca İngilizler ile nasıl baş edeceksin?’ ve kendi hatıralarında okudum, ‘Düşündüm ben, haklılar aslında ben ne yapabilirim ki tek başıma İngilizlere karşı’ diyor fakat sonra tarihte baktım, geçmişte böyle onun için Gandi’ye kişilik çoğunluk demişler. Allah’a inanan bir kimse, yalnız değildir ki demiş. Tek kişilik çoğunluktur demiş, o halde ben mücadeleme devam edeceğim. Diyor… Ve onun üzerine o haksızlığa karşı, mücadelesi hatta o dönemde ilginçtir Hindistan’da ne zaman…
Ortadoğu Neden Bir Gandi Çıkaramıyor?
İngilizler, ne zaman durumu kontrol etmek isterlerse böyle bir kavga gürültü çıkarsa, Hindularla Müslümanlar arasında bir inek keserlermiş. O kestikleri inekte uğraşırlarken, kendileri işleriyle uğraşırlarmış. İngilizlerin Hindistan’ı yönetme yöntemi var, bu da asimetrik bir yöntem. Bununda keşfedilmiş bir yöntem olarak ortaya koymuş, buna karşı Hindistan bir Gandi çıkarabilmiş, sivil itaatsizlikle ve o güneş batmayan imparatorluğa hizaya getirmiş. Ama biz bakıyoruz, Ortadoğu’da bir Gandi çıkaramamışız. Bu sorgulanması gereken bir durum… Niye Arafat çıkarıyor da silahla müdahale ediyor da bir Gandi çıkaramıyoruz bunu da konuşmamız, tartışmamız gerek. Ve tarihte ki örneklere baktığımız zaman Gandi yine şunu söylüyor. ‘Ben zulme karşı yapılan mücadelede kısa vadede sonuç değil ama uzun vadede hep sonuç alındığını gördüm tarihte.’ Diyor, bunun üzerine ‘Ben davamdan vazgeçmedim.’ Diyor. Yani bu haksızlığa, zulme karşı yapılan mücadeleden de uzun vadede sonuç alınıyor. Zaten Gandi mücadelesinin meyvesini tam yiyememiş, yönetici olmadan dönemini tamamlamış ama insanlık tarihinde önemli bir iz bırakmış.
Zihinsel Bir Çin Seddi Oluşturmak Gerekiyor!
Şimdi tüm bunlar uzun vadeli mücadeleleri gerektiriyor. Ve nasıl sonuç alınıyor, Çin Seddi nasıl olmuş tarihte? Buna kafa yormamız lazım… Çin Seddi uzaydan görünen tek insan eseri, neden Çin seddi Moğol Mançu saldırıları var bu saldırılarla Çinliler kendi medeniyetleri var, medeniyet tasavvuru olan bir topluluk. Ve bunu korumak için, Çin Seddi oluşturuyorlar ve kendilerini koruyorlar orada. Daha sonra Moğol Mançular, Anadolu’ya kadar yayılıyor. Bütün İran, Horasan her şeyi tarumar ederek geliyorlar, bir Çin Seddi oluşturmak fiziken mümkün değil. Buna karşı zihinsel bir Çin Seddi oluşması gerekiyordu. Hatta bu Seddü Zülkarneyn diye geçen Seddi’dir. Bu set zulme karşı set anlamındadır. Aslından 11 Eylül’de bir toplumda oluşmuş demokratik değerler şeklinde oluşmuş, kurallar standartlar şeklinde oluşmuş bir seddin yıkılması da aynı zamanda ortaya çıktı.
Moğolların Yerini Bugün İŞİD Aldı!
Ve 11-12.yy da nasıl bir set oluştu da o dönemde uç beyliği olan bir Oğuz Beyliği nasıl oldu da Osmanlıyı ortaya çıkardı. Öncesine bakıyorsunuz bir 100 sene öncesine kadar süren bir fetret devri var. Bu dönemde Anadolu’da tapınak şövalyeleri var, Mançu Moğol fedaileri var, Alamut fedaileri var ve Anadolu’da çocuğu kaçırılmamış bir aile yok, talan edilmemiş bir köy yok… Böyle bir dönemde ne yapılmış, bazı fikir işçileri çalışmış, manevi emekçiler çalışmış, bu emekçiler; Yunus, Mevlana, İbn-i Arabi bunlar çalışmışlar, gönüllere hitap etmişler. Hatta Yunus, 80 yaşları döneminde Nasihat Risalesi var onu yazdığı zaman soruyorlar kendisine; aşk üstüne yazılmış olan bir şiirinin dağda ki bir çoban tarafından okunduğunu görüyor ve kendi kendine tamam ben vazifemi yaptım diyor. Yani insanlarda ki manevi dönüşümü, ahlaki dönüşüme, iyi ve güzel davranışlar kazanmasına sebep olduğunu görerek vazifesini yaptığını düşünüyor. Burada onlar birer manevi emekçi gibi çalışmışlar. Bu çalışmanın sonucunda da görüyoruz ki, Oğuz Bey uç beyi o ruhu yakaladığı için dünyanın yönünü değiştirecek, 484 sene sürecek, hatta başlangıcı ile 600 sene sürecek büyük bir huzur adasını oluşturuyor. Şuan da bu adada 36 tane devlet var. Ve Kudüs’te 400 küsur sene hiç savaş çıkmadan hüküm sürülen bir bölge var. Bir tabur asker var Kudüs’te asayişi sağlayan, bu neden? Tüm bunlara baktığımızda demek ki, yapılan mücadeleler boşa gitmiyor çalışmalar boşa gitmiyor. Ve şuan da Mançu Moğol akımlarının yerinin IŞİD almadı mı? Yani şuan da IŞİD’in yaptığı o dönemde ki yapılanlardan kullanılan semboller tamam farklı, fakat arkada ki metodoloji aynı. Hatta Mevlana’ya soruyorlar, Cihad nedir diye cihad delinin elinden silahı almaktır diyerek cevaplıyor. Şuan da aslında insanların diplomasi ile çözülebilecek konular varken, birisinin çıkıp da silahla problem çözmeye çalışması hak arama yöntemi, çözme yöntemi olarak silahı kullanması bir cinnettir. Ama tabi bu kişiler akıl hastası değil, o anlamda ki bir cinnet değil. Ve diğer bir gerekçemiz de buydu. Bunların konuşulmasına ihtiyaç vardı. Bunun ilahiyatçılarla, sosyal bilimcilerle, uluslararası ilişkilerle ve askeri bilgisi olan gayri nizam harp bilgisi olan insanların birlikte bunu analiz etmesi gerekiyordu.
Algılarımızla, İnançlarımızla Oynanıyor!
Üçüncüsü de biz şunu gördük, özellikle benim mesleki alanımla doğrudan ilgili, Müslümanlar bu savaşın öznesi değil ama nesnesi durumundalar! Ve toplumsal algılamalarla oynanıyor. Toplumsal algılamalar değiştirilerek, insanlarda popüler kamu, grup manipülasyonları yapılıyor. Ve karar verme ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalar, ‘İnsan nasıl karar veriyor’ diye yapılan çalışmalar şunun üzerinde duruyor; insan önyargı ve algılarını akla uyduruyor sonra gerçeklik inancı oluşturarak karar veriyor. Yani özellikle şu 5-10 senede ki beyinin nasıl çalıştığı ile ilgili bilgiler her şeyi beyine getiriyorsunuz diyorlar ama mecburen getiriyorum çünkü en iyi kanıta dayalıyı o anlatıyor. Beyin araştırmaları şunu söylüyor, insanı insan yapan nedir, nasıl karar veriyor dendiği zaman şu ortaya çıktı, insan beyini düşünce organı değil, inanç organı… Yani biz neyi düşünüyorsak değil, neye inanıyorsak oyuz… Hocalarımız vardı Cerrahpaşa’da sigara sağlığa zararlı derlerdi, teneffüste sigara içerlerdi. Zararlı olduğunu biliyorlar ama inanmıyorlar, ne zaman bir sağlıkları ile ilgili bir sıkıntı olsa, ‘Ha bu zararlıymış’ deyip bırakıyorlardı. Yani inanmak için, bir bedel ödemek, acı çekmek, duygu katmak gerekiyor bilgiye, düşünceye… O halde algılarımızla oynanırken, inançlarımızla oynanıyor. İnançlarımız değiştirilmeye çalışılıyor, inançlarımıza müdahale ediliyor, inançlarımızla manipülasyon yapılıyor. Bunu fark etmemiz gerekir.
Dinimiz Kafa Kesin Bir Din Olarak Algılanıyor!
Tarihe geriye bir baktığımız zaman, Peygamberin hayatında 23 yıllık bir peygamberlik dönemi var, o dönemde ki savaş süresi 1 ayı bile geçmiyor. Savaş dönüşü de soruyorlar kendisine, ‘Küçük cihad bitti, büyük cihad başlıyor o da nefs ile olan cihaddır’ diyor. Böyle küçük cihad büyük cihad derken insanın kendini geliştirmesi, keşif yolculuğuna çıkması kendisine kötücülü duygular ile mücadele ederek. Kendini geliştirmeye çalışmasını, büyük cihad gören bir din, şuan da kafa kesen bir din olarak algılanıyor! Gerçek İslam değil bu, bunu anlatmak bizim vazifemiz… Bunu ortaya çıkarmak gerek, veballi bir konu bu. Bunu anlatmazsak mesul oluruz. Bu nedenle bunu propaganda teknikleriyle hatta ben geçen senelerde Los Angeles’ta 80 yaşlarında Eva Hanım diye bir psikiyatrist ile konuşuyorum, yaz dönemi… Bana ‘Sayın Erdoğan neden IŞİD’i destekliyor!’ dedi. Bunun kanıtı ne, neye göre bunu söylüyorsunuz dedim. ‘Bakmıyor musunuz medyada öyle yazıyor’ dedi. Tam manasıyla Amerikan toplumu Türkiye’yi IŞİD’i destekliyor olarak görüyor bizi… O yüzden bu algının düzeltilmesi için muhakkak bir şeyler yapılması lazım. Kenarda sessiz sedasız duran bir köpek düşünün, birisi dese ki bu köpek kuduz, o köpeğe herkes şiddet uygulamaya başlar. Şimdi zihinsel manipülasyonlarda bu şekilde. IŞİD teröristlerin elinde diyerek, bütün Müslümanlar terörist gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Ve bu bir projedir, tesadüfi değildir. Yetiştirilmiş fikirler var, hedefi belirlenmiş, mevzusu belirlenmiş, veriler oluşturulmuş ve bu bir şekilde proje şeklinde bütün dünyada böyle bir algı var. Neden medeniyet çarpışması diye bir kitap yazıldı ve sonrasın da soğuk savaş döneminde böyle şeyler yaşandı, tesadüfi mi bu? Medeniyetleri savaştırarak ve bu 2 savaş arasında, bazılarının belki silah tüccarları, belki uluslararası sermayeler ya da başka derin yapılar buradan faydalanmaya çalışıyorlar. Bu bir proje, bize düşen de bu projeye kötü kötü demek yerine bu projeye karşı ne yapacağımız bilmemiz önemli. Hatta ben öğrencilik yıllarımda Pakistanlı bir öğrenci, meraklı bir çocuk, bir arkadaş anlattı ona soruyor; ‘Osmanlı nasıl yıkıldı ya’ diyerek, o da anlatıyor İngilizler şöyle oyun oynadı, Fransızlar şöyle oyun oynadı, bunu yaptılar. Çocukta oynamak onların vazifesi, siz buna karşı ne yaptınız diyor. Burada bütün iş bizim bu oyunlara karşı ne yaptığımızdır. Bunu fark etmemiz önemli, bunun için de 3’üncü olarak biz Üsküdar Üniversitesi, ASDER ve PAMER olarak bu konuda bir veri madenciliği yapmamız gerek dedi ki bir analiz yapmamız, tartışmamız ortaya bilgi ve veri çıkarmamız ve bunu üniversitelere çeşitli ortamlara vererek bu konuda; Victor Hugo’nun çok güzel bir sözü var, zamanı gelmiş fikir en güzel silahtır diye… Biz en güzel, güçlü silahımızı çıkaralım, zamanı gelince şartlar hazırsa, zaman uygunsa bu fikirler yer bulur, hayat bulur.
Terörü ne besliyor?
Avrupa’nın başkentlerinden Brüksel’de 3 tane büyük patlama oldu. Ve her an yeni patlama olabilir, 35 bin tane canlı bomba kimliği tespit edilmiş dolaşıyor şuan da Avrupa’da… Böyle bir durum var, terörü ne besliyor. Sadece sonuçlar ile uğraşarak terörü önleyemeyiz, sebeplerini de araştırmak zorundayız.
Terörü besleyen birinci unsur, toplumda meşruiyet bulmasıdır. Bakın 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler bombalandığında, ben onu bir utanç olarak da görüyorum aynı zamanda; özellikle Ortadoğu’da mazlum halk (bizler düşünce temelli değil, duygu temelli toplumlarız) o dönemde kuleler yanarken sevinç çığlıkları atılmıştı… Bu bir utançtır. Bununla yüzleşmemiz gerekiyor. Ve o dönemde bu ne İslamidir, ne insanidir, ne de ahlakidir… Bu zaten İslam’ın değil Mezopotamya kültürüdür. Despotizmin yaşadığı asırlardır, hatta bir karikatür ödül almıştı; niye Amerika Irak’ta başarılı olamadı diye karikatürde yerden Mezopotamya kültürü ile alakalı bir taş çıkıyor, Amerika’nın ayağı taşa takılıyor düşüyor yere. Mezopotamya kültürünü bilmediği için buradaki dinamiklere takılı kaldı tarzında… Böyle bir ortam… Bu nedenle Mezopotamya kültürünü de İslam olarak yansıttılar. Doğu despotizmi ile yüzleşmemiz gerekiyor. Bu bizim sahip çıkmamız, onaylamamız gereken bir kültürdür. Bu kültürün sorgulanmasına ve değişimine ihtiyaç var. Burada bu Orta Doğu’da ki sevinç çığlıklarının yükselmesini sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum. Orta Doğu Gandi çıkaramadı demiştik. Çünkü terörü onaylayan kültür, medeniyet olamaz. Bu aynı zamanda semavi de değildir.
Güç ile adaletin dengesini sağlamak önemli güçlü olanların adil olması lazım… Adil olanlar güçsüz olursa hiçbir anlam ifade etmez zaten. Güçlü olanın adil olmasını en çok vurgulayan dine baktığımız zaman Kuran öğretisinin olduğunu görüyoruz. En önemli ayaklardan birisi tevhit, nübüvvet, adalet en çok bunları vurguluyor. Devlet yönetimi ile ilgili çok ayrıntı yoktur belki ama adalet o kadar çok vurgulanıyor ki…
Eğer amacımız adalet ise bunun yöntemi nedir? Bunu sorgulamamız, konuşmamız gerekiyor. O nedenle terör, bir medeniyet tasavvuru terörü onaylamamalı. Diğer taraftan bu oryantalist, büyüklenmedi ırk ayrımcılığı yapan, ırklar hiyerarşisi oluşturmuş kendini üstün ırk zanneden, batılı yaklaşımın modernistlerin… Doğu adamları modernist değildir, çoğulcu değildir onlar, otoriteden anlarlar ve sürü psikolojisi ile hareket ederler. Yani onları yönetmek lazım, başlarına bir otorite koyup yöneteceksin, kendi kendine yönetme becerileri yoktur gibi bir yaklaşımları var. Bu durum yaklaşımları ötekileştirdi, doğu kültürünü ötekileştirdi. Bunun sorgulamasını yapmak durumunda…
Terörün hedefine bakıyorsunuz Fransa’da ki, Belçika’da ki kurbanlarının çoğu orada doğmuş, büyümüş çocuklar. Ama bunlar ötekileştirilmişler, dışlanmışlar… Bunun üzerine canlı bomba duygusu ortaya çıkıyor. Böyle bir dönemde bu bilgilerin, açık bir şekilde konuşulup, tartışılması gerekiyordu.
Terörün kelebek etkisi ne olabilir?
4 yıllık 1861 ABD iç savaşının dünyada siyasi kelebek etkisi bilinir. O zamanın uluslararası sermayesi tekstil ticareti idi. Bu sermaye hareketi kölelik sisteminin katkısı ile güney eyaletlerin üstünlüğünde ilerliyordu. Ancak Kuzey Eyaletler sanayi devrimi rüzgarı ile insanlığın köle döneminden işçilik dönemine geçmesine öncülük yaptılar. Köleliği kaldırma çalışmaları başladı. Güney eyaletler isyan etti. Kuzey limanları kapattı. Bütün dünyayı etkileyen pamuk ürünleri açığı ortaya çıktı. Rusya Orta Asya’da Avrupa, Hindistan ve Afrika da işgaller yaptı. Artık dünya güç merkezleri değişmişti.
Seküler aydınlanma ideolojisini arkasına alan batı değerleri üstün değerler olarak kendini kabul ettirdi.
Bugün uluslararası sermayeyi petrol temsil ediyor. Petrol nedeniyle Ortadoğuda bir savaş başladı. Nükleer güç nedeniyle savaş asimetrik olarak sürüyor. Terör örgütleri ve petrol fiyatları ile oynanarak ekonomik yaptırımlar uygulanıyor.
ABD iç savaşının kelebek etkisi iki dünya savaşı ve Osmanlının parçalanması ile batı değerlerinin galibiyeti ile sonuçlandı.
Terör ve istikrarsızlık duygusunun kelebek etkisi ile siyasilerin hiç öngörmediği sonuçlar ortaya çıkabilir. Batının terörü, şiddeti ve asimetrik karanlık savaşı politik doğru olarak kullanmaya devam etmesi kara vicdan olduğu anlaşılan batı değerlerini sorgulatacak gibi gözüküyor.
Hatta bir araya gelip ekonomik pakt kuramayan Müslüman ülkeler teröre karşı askeri ittifak kurmaya başladılar.
Bugün yaşanan asimetrik savaşın zihinlerde ve kalplerde oluşturacağı dönüşüm gerçek vicdani değerlerin yeniden inşası ve yeni bir dünya düzeni kelebek etkisine gebe gibi gözüküyor, tabii doğru yerde durabilirsek.
Batı Terörle Mücadelede Çifte Standart Uyguluyor!
Terörü kullanışlı terör, kullanışsız terör olarak sınıflandıran ikiyüzlülük var. İşine gelen teröriste çadır kurdurtuyor, işine gelmeyene farklı davranıyorsun. Bu ahlaki değil, batının bununla yüzleşmesi gerekiyordu. Bunları da tartışmak gerekiyordu. Ve bakıyorsunuz BM Başkanı oturuyor çay, kahve içiyor. Böyle başkan mı olur, şimdi çalışmayacaksa ne zaman çalışacak? Trafik polisi görevini yapmazsa kaza olur, BM bu durumlarda devreye girmezse ne zaman girecek? Hatta çok hikmetli bir söz vardı; kötülüklerin yayılmasının birinci nedeni ile kötülüklerin kalıcılaşmasının en son nedeni iyilerin hiçbir şey yapmamasıdır. Böyle bir durumda bizim BM hiçbir şey yapmaması insanlığa yapılan en büyük kötülüktür. Bu nedenle BM’nin dünyanın parlamentosu haline gelmesi ve ilk iş olarak da terörle alakalı yasalar çıkarması gerekir.
Dünya 5’ten Büyüktür Sözü Ezber Bozdu, Dünya Parlamentosu Mümkün Mü?
Tabi dünya 5’ten büyüktür sözü rahatsız etti, bazı ezberleri bozdu. Ama biz negatiften gitmeyelim, pozitiften gidelim. Dünya 5’ten büyük deyip, kafa tutmak yerine diyelim ki BM’ 1945’den beri vazifesini yaptı, bundan sonra da dünya parlamentosuna dönüşsün… Bütün dünyada herkes kendi reformize olsun, dünya da terörü önleyecek, barış sağlayacak yapıya dönüşsün. Bu yönden yani BM’de ki o beşli yapıyı karşımıza almak yerine, onlara doğruları söylemek gibi durumlarımız olduğunu düşünüyorum. Terörle mücadele de bu sebepten çifte standart var. Samimiyet eksikliği var, buna karşı onları yüzleştirmek de yanlış yapana yanlış yapıyorsun demek görevdir. Erdem değildir, görevdir. Erdem; olsa da olur olmasa da olur gibi… Ama yanlış yapan bir kimseye yanlış yapıyorsun demek, sorumluluktur. Hatta ona iyilik yapmaktır. BM dünya parlamentosu olması burada en çok arzuladığımız şeylerden biri olmalı ve bunu tartışmalıyız diye bu sempozyumu düşünmüştük. Ve teröre karşı İslam ülkelerinin asker iş birliğine girmesi aslında tarihi bir adım oldu. Biliyorsunuz Kuzey Arabistan’da bir askeriye yapıldı ve Türkiye’den de 2 subay tesis edildi. Bu askeri iş birliğinin olması terör teorisyenlerini korkuttu. Rusya’nın Suriye’den çekilmesinin görünmeyen sebebi, bu askeri düzenin kurulması ve karşılarında artık sürü gibi bir Müslüman topluluğunun, Ortadoğu olmadığının görülmesi.
Terör Kurbanları Terörist Adayı Oluyor!
İkincisi terör nerden besleniyor sorusuna şöyle bir cevap verebiliriz. Teröristler en çok, terör kurbanları arasından çıkıyor. Baskı üzerine yapılmış İspanya’da çalışma var. Terör üstüne yapıla çalışmalarda ötekileştirme ve gruplar üzerinde çalışmalar yapılıyor. Ve bu insanların terör riski oluşturdukları ve aday oldukları ortaya çıkıyor. Terör kurbanları, terörist adayları oluyorlar. Ve buna karşı İspanya bir çalışma yapıyor. O nüfusun %30-40’ını, o kişilerin diğer insanlar tarafından ötekileştirilmemesi için çalışıyor ve onları takıma dâhil ediyor. Biz aile içinde bunu yaparız, gelin kaynana tartışmaları gibi… Kaynanayı takıma dâhil et deriz, kayınvalideyi evde takıma dâhil ederse evde kavga biter. Şimdi burada kendini risk gurubun olan kişileri takıma dâhil etmeyi başarmış. Sisteme dâhil etmiş, bizim barış sürecinde yapmak istediğimizde oydu. Ve bunun üzerine o kişi, önyargılarını unutuyor. Kutuplaşma azalıyor, bunu sağlatıyor. İspanya bunu minimize etti, tabi yok edemiyorsunuz minimize edebiliyorsunuz marjinalleştirebiliyorsunuz.
Fransa Doğumlu 35 Bin Canlı Bomba Dolaşıyor!
Fransa doğumlu 35 bin canlı bombanın dolaştığını biliyoruz. Tekrar söylüyorum bunlar basına yansıyan bilgilerden. Yani hak arama ve çözüm yöntemi olarak terör öğretisinin değiştirilmesine ihtiyaç var. İspanya’da o algı nasıl değiştirilmiş, bunun için bizde de hak arama ve sorun çözme yönteminin İslam öğretisi olmadığını anlatan kanaat önderlerine ihtiyacımız. Bu kanaat önderleri hem Türkiye’de ki etnik terör için, dünyada dini kaynaklı gösterilen terör için buna karşı bizim özellikle Ortadoğu, Asya Müslüman toplumlarda terörün hak arama ve sorun çözme yöntemi olmayacağını, bunun ne insani ne ahlaki olmayacağını ve olmadığını anlatana kanaat önderlerine çok ihtiyaç var. Bunların sesini daha çok yükseltmeye ihtiyaç var. Ve bunun için de üniversitelerin daha çok proje alması, STK’ların devreye girmesi ve bu konuda çalışmaların yapılması gerekir, dünyanın daha yaşanılabilir bir yer olması için diye düşünüyorum.
Bir Kişi Nasıl Canlı Bomba Olur?
Üçüncü olarak da şöyle toparlamak istiyorum, canlı bomba nasıl oluyor? Ruh hali? Bir insan nasıl kendini patlatır. O yeleği giyiyor, 15 kiloluk yeleği giyiyor. Hedefe gidiyor, bilinçli düşünülmüş, tasarlanmış gidip düğmeye basıyor kendini ve oradakileri patlatıyor. Tabi bu psikolojik yönü, çokta soruluyor bize. Psikolojik savaş kitaplarında da insanın intihar psikolojik altyapısında da bu var. Bu iş aslında çok basit, aynı şeye biz aile içi şiddete rastlıyoruz. Niye; karısını öldürüyor, çocuğunu öldürüyor, en sonda kendi kafasına sıkıyor niye yapıyor bir insan bunu? Bir insanın en önemli sermayesi canıdır, hayatıdır. Bunu niye yok ediyorsun, hangi bir dinamikle yapıyor bunu. Genellikle ailede o kişinin 2 kutsalı zedelenmiş oluyor. 1 namusu diğeri onuru… Bu 2 kutsalım yoksa ben yaşamasam daha iyi diyor. Yaşam sebebim ortadan kalktı diyor. Yaşamaktansa ölmek daha iyidir diyor ve ufak bir kıvılcım ile bu kararı veriyor. Ve gayet rutin oldu, her gün gazetelerde okuyorsunuz. Arka planında bu duygu var. Aynı şey bu canlı bomba içinde geçerli… Bu ezilmiş ve aşağılanmış, duygular içerisinde ötekilerden dışlanmış ya da öteki sebeplerle… Hizbullah’ın Lübnan’da ki bölgesini ziyaret edenler şunu görürler; intihar bombacısı olanların resimleri asılmıştır. O resimlerin altında ölenlere yazılmış olan aşk şiirleri vardır. Onları okurlar ve yüceltirler o kişileri. Ve oraları ziyaret ettirirler, aynı kişilere sürekli bunları yaptırırlar. Ve yeni intihar bombacılarının oto hipnoz olmasına neden olurlar, bu şekilde canlı bombayı hazırlamış olurlar. Ve sanıldığı gibi bu insanlar hasta değil, beyin yıkanması ile hipnotize edilmiş kişiler. Düşün şimdi senin annen baban yakınların canlı bombada ölmüş, kin öfke nefer et duyguların düşmanlık var karanlığın 4 atlısı bir de üstüne ezilmişlik ve dışlanmışlık varsa kendini patlatıyor. Yoksa bu duygularla yaşanmaz çünkü. Bu karanlık duygularla dehşet duygularla yaşanmaz çünkü.
İntihar edenlerde söylüyor, hayattan zevk almıyorum, kötü hissediyorum bu şekilde bir 10 sene daha yaşasam bana ne faydası olacak diyor hayat bitsin diyor ve o eylemi gerçekleştiriyor. Aynı şekilde bu kişilerde görüyoruz buna bir de ideoloji katıyorlar, arkasından kahraman gibi anılmak gibi bir değer katıyor. Ve genç insanlar canlı bomba oluyor ve çok kolay da yetişiyor bunlar. Öncelikle bu kişileri rehabilitasyon programlarına almamamız gerekiyor. Türklerin savaş metodunda vardır, hilal yöntemi. Savaşta etrafını sarar ama bir yerde bir çıkış kapısı, açık kapı bırakır. Ümidin bittiği yerde işlenen suçlar vardır. Sıkışır atlar üzerine, kapıyı açık bırakacaksınız onlara bir çıkış noktası vereceksiniz. Devamlı ezeriz keseriz gibi yaklaşılırsa daha tehlikeli boyutlara gelebilir.
Terörle Mücadelede En Büyük İhtiyaç Diyalog ve Empati
Kısa vadeli çözüm planında ne vardı, güvenlik diplomasisi. İletişim çağının gerekliliklerini kullanacağız ve güvenlik diplomasisi oluşturacağız zaten şuan da yapılmaya çalışılıyor. Orta vadeli çözüm olarak açık, şeffaf düzgün politikalarla dostunun düşmanını karıştırmış sis gruplarıyla çalışmak. Terör adaylarını, Türkiye’de olsun dışarda Fransa’da Belçika’da olsun ötekileştirilmiş bu gruplara karşı kanaat önderlerini kullanarak iç dünyalarına dokunmamız lazım. Uzun vadeli çözüm olarak da anarşiyi fitneyi, kötülüğü bunlara karşı zihinsel setler oluşturmak. Seddi Zülkarney’ni harekete geçirmek, zihinlerde set oluşturduğumuz zaman bu önlemiş olur. Aynı zamanda peygamber öğretisidir bu. Asimetrik Psikolojik savaşta bunun iççin en büyük ihtiyaç diyalog ve empati. En büyük düşmanda önyargı ve dezonformatif bilgilerdir. Bu bilgiler dezonformatif bilgiler ve önyargılarımızı sorgulamamız lazım. Âmâ empati ve diyaloğumda yüceltmemiz lazım.
Açık El Sıkılmış Elden Daha Güçlüdür!
Avantajımız; nasıl açık elin sıkılmış elden daha güçlü olduğunu söylüyorsak demokrasi kültürünün Ortadoğu’da ve İslam Dünyasında yaygınlaşmasının krizlerde iki ana bilgi vardır. Biri tehlike biri fırsat, İngilizcede ’de geçer. Bu bir krizdir ve fırsata dönüşebilir. Bu krizde şudur; İslam kültürü ile demokrasi kültürü ile doku uyuşmazlığı olmadığının anlaşılmasına vesile olacak ve belki Türkiye bu noktada bir laboratuvar olacak diyorum. Despotik çözümler yerine bununda kaynağı olarak Merve hocamda kısmen bahsetti. Medine sözleşmesini inceledim. 47 maddelik bir sözleşme sistemini kendine oluşturmuş. Kurallar ve standartlar oluşturmuş ve Hz. Peygamberin liderliğinde o öğreti Medine’yi huzur adası haline getirecektir. Adaletin şehri olmuş Medine o sağladığı sosyal sözleşme ile yapmış. Daha sonra ki dönemlerde o doğu despotizmi emevi hâkimiyeti yüzünden yaşananlar tekrar o Medine sözleşmesinin farklı yönlere de çekilmiş. Batı’da keşfetti bunu ne zaman keşfetti? Dehşetli dünya savaşı tokadı yediği zaman o savaştan sonra ya bu ırkçılık yanlışmış, despotizm yanlışmış dedi ve insan hakları evrensel beyannamesini imzaladı. O da 30 maddelik bir beyanname 1948’de. Bu aslında Medine sözleşmesinin modern bir versiyonu. Biz bu demokrasi kültürü ile İslam kültürü arasında ki uyuşmazlık olmadığına benim kişisel görüşürüm. Bu 2 bildirinin birbirine çok yakın olması.
İslam kültürü ile demokrasi kültürü arasında doku uyuşmazlığı olmayacağını gösterebilecek en iyi laboratuvar Türkiye’mizdir.
Özetle küresel huzurun şifreleri bugün burada konuşulacak diye düşünüyorum. Biz bu vebali hissettik taşın altına elimizi sokmak istedik. Asimetrik savaştan medet umanların oyunu inşallah böyle bozulacaktır. Değerli katılımcılar verimli ve faydalı meyveler verecek çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Amacımız bu sempozyumda şunu da hedeflemiştik. Amacımız eğer adaletse bunun bu çağda çözümü demokrasidir. Ne vardı demokraside hesap verilebilirlik vardı, çoğulculuk vardı, özgürlükçülük, katılımcılık vardı. Ve demokrasi aileden başlar diye biz psikolojide biz öğrencilerle hep tartışıyoruz. Bir aile içerisinde demokrasi varsa o ailede huzur oluyor. Konuşulabiliyor, tartışılabiliyor, fikirler ortaya çıkıyor ve orada yeteneklerin önü açılıyor. Burada da biz toplum olarak hayata geçirebiliriz başarabiliriz diye düşünüyorum. Küresel huzurun şifrelerini inşallah bu toplantıda ele alacağız. Biz Üsküdar Üniversitesi ve Adaleti Savunanlar Derneği olarak bir vebal olarak gördük. Asimetrik savaştan medet umanların bu şekilde sonuç alamamalarını sağlayacağız. Katılımcılara ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Katılımcılara da güzel meyveler verecek diye umut ediyorum. 23.3.2016
VİDEO İÇİN
https://psikoyorum.tv/cagimizin-buhrani-teror-sempozyumu-prof-dr-nevzat-tarhan-konusmasi-22428.html