Şu an ihtiyacımız olan 1915 Çanakkale Ruhu
18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 101. yıl dönümünü kutladığımız bu gün Türkiye’nin yaşadığı sorunlarla başa çıkmasının Çanakkale ruhu ile mümkün olduğunu belirten Üsküdar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mithat Baydur, “Yepyeni bir ruha ihtiyacımız var. Bu ruh, Türkiyelilik veya Türkçülük gibi işlevsel olamayan bir ruh olmamalı. Bu ruh, tam da 101. Yılını kutladığımız “Çanakkale ruhu” olmalı” dedi.
Prof.Dr. Mithat Baydur, yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Türkiye’nin 2012 – 2016 yılları arasında yaşamış olduğu Ak Parti iktidarı ve büyük ölçüde Tayyip Erdoğan dönemi bir anlamda Neo-Hamidyenist dönem olarak değerlendirilebilir. “Neo-Hamidyenist” dönem adını ya da kavramını pozitif bir anlam yüklemesi olarak kullanıyorum. Zira, II.Abdülhamit 1876’da tahta çıktığında 1853-1875 arası tam 11 kez dış borç kullanmış Osmanlı yönetimi fiilen iflas etmişti.
II.Abdülhamit hem Duyun-ı Umumiye borçlarını ödüyor, hem de finansal ve malî anlamda en zor dönemlerini yaşayan İmparatorlukta önemli projeleri hayata geçiriyordu. II. Abdülhamid de muhalefeti ve yabancı güçlerle işbirliği yapmak isteyen Osmanlı aydınlarını ibretle izliyor ve izlettiriyordu. Bizatihi kendi öz yeğeni Prens Sabahattin de bunlardan biriydi.
Türlü sıkıntılara rağmen o dönemde eğitim hamleleri (iptidaî, idadî ve yüksekokullarda) hem niceliksel hem de niteliksel anlamda dikkat çekicidir. Zira Cumhuriyeti kuran kadrolar o program ve müfredatların bir sonucudur.
2002 – 2015 yılları arasında da açılan yeni üniversite ve öğrencilerin teknoloji donanımı için yapılan devlet harcamaları açısından benzerlik dikkat çekicidir. Yine, imar ve bayındırlık projelerinin hayata geçirilmesi bağlamında bir tür bağımsızlık projeleri düzleminde benzerlikler şaşırtıcı kabul edilebilir.
Dış politika çerçevesinde uzun süre belirli dengeleri gözetme ve sorunlardan uzak durma politikası da 1876 – 1909 arası ile 2002 – 2015 dönemi arasında bir benzerlik ilişkisi kurulabilir.
Bugün Güneydoğu’da yaşanan bölücü ve taşeron örgütlerin yaptıkları siyasal ve huzur bozucu eylemler ile Selanik Postanesi’nde Şemsi Paşa’nın vurulması ve Balkan kökenli komitacılık eylemleri arasında da uluslararası siyaset eksenli ya da kaynaklı korelasyon ilişkisi okunabilir. Bu eylemlere teslim olunma süreci sonunda Osmanlı koskoca bir Balkan coğrafyasını kaybetti. Mustafa Kemal’in annesi bile bugün Suriye’den göç eden milyonlarca insan gibi Balkanlardan payitahta göç edenler arasındaydı.
Kaybedilen bu coğrafyada İttihatçı – İtilafçı kavgası ibret vericiydi. İktidarda olan İttihatçıların itibar ve iktidar kaybetmesi için adeta orduda paralel bir yapı kuran İtilafçılar propaganda ve yeraltı çalışmalarıyla orduyu zafiyete uğratıyor ve Osmanlı dünkü uyruklarına mağlup oluyordu.
Tarih, döngüsel (cyclical) hareket yapmıyor. Zira her farklı süreçte zaman ve mekan koordinatları farklı oluyor. Ancak farklı koordinatlara rağmen çoğu kez benzerlikler okuyabiliyoruz. Onlar, eski Osmanlı vatandaşlarıydı. Tanzimat hareketi ile bir Osmanlılık projesi bağlamında bir şemsiye kimlik altında toplanmak istenmişti. Tanzimat’ın en önemli siyasal projesi, milliyetçilik akımının yükselişe geçtiği bir tarihsel zeminde, ayrılıkçı hareketleri pasifize ederek, yepyeni bir kuşatıcı ve sarmalayıcı kimlikle vatandaşlarını kucaklayabilmek, yepyeni bir hukukî açılımla özgür ve güvenli bir iklim oluşturabilmekti.
Ancak küresel ve bölgesel çıkarlar, o dönemde var olan emperyalist ve kolonyalist projeler Osmanlı’yı tarumar etti. Osmanlı bakiyesi üzerinde kurulan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti de bazı sorunlarını erteleyerek ya da bastırarak bugünlere geldi. 2002 – 2015 yılları arasında da çoğu kez İslam ortak paydasında, bazen milliyetçilik damarlarında, bazen kimlikler ve hürriyet ekseninde, bazen de neo-Ottomanist yaklaşımlarla bugünlere geldi. Ancak, sorun bugün büyük gözüküyor. Bölge ile ilgili farklı stratejileri olan Batı ülkeleri fena halde bir terör örgütü destekçisi ve savunucusu olarak Türkiye bekasına abanmış durumda.
Buradan çıkabilmek ve yeniden yükselinebilecek bir güzergaha girebilmek için yepyeni bir ruha ihtiyacımız var. Bu ruh, Türkiyelilik veya Türkçülük gibi işlevsel olamayan bir ruh olmamalı. Bu ruh, tam da 101. yılını kutladığımız “Çanakkale ruhu” olmalı. Zira bu “Çanakkale ruhu” öyle bir ruhtur ki, her türlü etnik ayrışmanın ötesinde, bu coğrafyada olabilmenin bereketini hisseden, birlikte yaşayabilme iradesini ve itibarını isteyen; İslam, Hıristiyan, Türk, Kürt, Çerkez, Arnavut herkesin kümülatif bir ruhudur.
Ancak yeniden içimize bilerek ve isteyerek üfleyeceğimiz bu ruh Türkiye’yi yeniden salah ve selamete götürecektir.”