Bir halk psikoterapisti Hz. Mevlana…
Heykeltıraş mermere, marangoz ahşaba şekil verir, âlim kişi de diğer insanlara. Bilge kişi ise öncelikle kendine, arif olan insansa hem kendine hem de başkalarına şekil verir.
İşte Hz. Mevlana da bilgeliği aşarak Ariflik makamıyla sadece döneminde değil günümüz insanına şekil vermiş, şekil vermeye de devam etmektedir. Alim Arif makamından sonra Hikmet makamı da vardır ki yapılan işin uygun yerde uygun zamanda ve uygun biçimde yapılabilmesi demektir. Hz. Mevlana özellikle son yıllarında Hakîm sıfatı ile yaptığı hizmetleri nedeniyle bu zamana kadar uzayan etkisini sürdürebilmiştir. Vefatında sonra daha çok anlaşılmış ve aktardığı bilgiler kayıt haline daha dikkatli alınmıştır. Moğol ordularına karşı geliştirdiği tutum ve müstehcen gibi anlaşılan ifadeleri nedeniyle çok yanlış anlaşılmış ama güç odaklarına ve şehevani arzulara nasıl davranacağını, ‘Zarar Azaltıcılık’ (Harm Reduction) yöntemini uygulayarak hikmet dolu bir örnek olmuş.
Anadolu’dan Mevlana gibi Allah dostları çıkarılsa yüzyıllar içinde Türklük bile kalmazdı…
Sadece yaşadığı yüzyılı değil bugünü bile aydınlatan bir güneş olmaktadır. Çünkü Anadolu’dan Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş, Hacı Bayram, Ahi Evran, Emir Sultan, Piri Baba, Somuncu Baba gibi değerleri kaldırırsak bu topraklarda hem Müslümanlık hem de Türklük kalamazdı diye düşünüyorum.
‘Halk içinde Hakk ile beraber olmak’ tarzındaki bilgeliğiyle adeta bir halk psikoterapisti gibi görev yapmıştır Hz. Mevlana. 747. Vuslat Yıldönümünde Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi, anlattığı hikayelerinin travma çözücü etkisiyle anmakta da fayda var. Mesnevi Terapi kitabımda Hz. Mevlana’nın bu yönünü etraflıca ele aldım burada da Hz. Mevlana’nın bu yönüne dikkat çekmek isterim.
Psikoterapide “halk terapisi” denilen bir teknik vardır. Bu terapide kişiye hikâyeler verilir ve hikâyeler üzerinden o kişinin zihinsel dönüşümü sağlanmaya çalışılır. Bir bakıma hikâyelerin pedagojik anlamları üzerinde durulur. Hikâyeler kullanılarak yapılan psikoterapi yöntemine “bibliyoterapi” deniyor. Bu yöntem psikologların kullandığı ve bilimsel olarak tavsiye edilen bir yöntemdir.
Mesnevî’nin bazı ciltlerinde “Ruhlara şifadır, sevgilileri sevdiğine, hastaları çaresine kavuşturur” gibi ibareler mevcuttur. Yani Mesnevi aslında insanlardaki içsel onarımı sağlamak amacıyla kullanmış. Mesnevi’de anlatılan hikâyelerin çeşitli işlevleri vardır:
Birincisi ayna görevi görmesidir. Yani kişi hikâyeyi okuduğu zaman bir farkındalık kazanmış oluyor. Kendi ruhsal profili ve psikolojik durumuyla ilgili bir yansıma görüyor. Böylece hikâye, kendini tanıma noktasında bir ayna işlevi görüyor.
İkinci olarak da hikâyelerin model fonksiyonu var. Hikâyeler üzerinden sembolik ve kavramsal düşünceyle ve sosyal normlarla ilgili bir bakış açısı ortaya konuyor. Böylece insanî gelişime katkı sağlanıyor.
Bir de bu anlatıların “geleneği taşıma” noktasında katkıları var. Yani bazı değerleri, kültürel birikimi geçmiş kuşaklardan yeni kuşaklara aktarma görevini de ifa ediyorlar. Bütün bunların ışığında Mevlana’nın üzerinde en çok durulması gereken özelliği halk psikoterapisti gibi işlev görmesidir.
Mevlana’nın eserleri sadece bir sanat eseri değil. O toplumsal düzeyde göz ardı edilemez bir dönüşümün mimarı. Aynı zamanda Mevlana’nın hikâyelerinin tedavi açısından çok özel bir yeri var.
Peki, bunu nasıl yapıyor?
- Korku ve kaygı giderici öyküler anlatıyor.
- Özgüven artırıcı örneklere yer veriyor.
- Önyargıları ortadan kaldıran hikâyeler sunuyor.
- Yanlış düşünceleri düzelten, alternatif düşünmeyi öğreten hikâyeleri var.
- Kişiye yeni bir tutum sergilemeyi öğreten örnekler kullanıyor.
Toplumda var olan kıssadan hisse anlayışını bir halk terapisi gibi kullanıyor. Öykülerde metaforik düşüncenin kullanılması, modern psikoterapinin uyguladığı yöntemlerden biridir. Kişi, bu metaforları kullanarak analoji yapar. Yani kendi yaptıklarıyla metaforu kıyas ederek bir değişim sağlaması, sorununu aşması beklenir. Mevlana’nın eserlerine baktığımızda da metaforları analoji yaparak kullanmış olduğunu görüyoruz. Bunları kullanarak tedaviye dönük değişimi sağlamış oluyor. İnsanlara yeni düşünme yolları öğretiyor.
Bir insan sadakatsizliğe maruz kaldı diyelim. Bu durumda verilen ilkel tepki şiddettir ama tepki kişiden kişiye çeşitlenir. Bazı insanlar içlerine kapanır, bazıları doktora gider, bazılarıysa intikam alacağım diye intihar etmeye kalkışır. Aslında çözüme ulaşabilmek için önce o olay hakkında konuşabilmek gerekir. Mevlana’ya baktığımızda onun bizlere konuşabilmeyi ve tartışabilmeyi öğrettiğini görüyoruz.
Bibliyoterapide bir hikâye üzerinde analiz ve çıkarım yapılır ve elde edilen çıkarımla sorun oluşturan konu derinlemesine incelenir. Kişinin çözüm sürecinin içinde olması, çıkarımlarda bulunabilmesi ona tartışarak sorunlarını çözmeyi öğretir. Travma böyle çözülür. O hâlde Mevlana’nın anlattığı hikâyelerin travma çözücü etkisi de var.
Nasıl ki bir su damlası sürekli damladığında mermeri oyabiliyorsa, insan da sürekli aynı şeyleri düşündüğünde zihinsel yapısında bir zayıflama meydana gelir. Beyindeki ağsal yapıda bozulmalar ortaya çıkar. Mevlana’nın böylesi tekrarlayan düşüncelerden de uzaklaştırıcı etkisi var. Çünkü Mevlana hikâyelerle öğrenmede sağ beyni ön plana çıkarıyor. Sağ beynin öğrenmesinde müzik, resim gibi sanat alanları, sezgisel öğrenme gibi olgular devreye girer. Yani duygu ile öğrenme gerçekleşir. Bir şeyi sadece sol beyinle öğretmeye çalışırsanız, sadece ezber yapmış olursunuz. Ama hem sağ beyin hem de sol beyin bir arada işletilirse eğlenceli ve disiplinli bir öğrenme gerçekleşmiş olur. Mevlana’nın hikâyeler aracılığıyla öğrenmede sağ beyni aktif hâle getirmesi öğrenmeyi kalıcılaştırıyor.
6 boyutlu düşünmemizi sağlıyor…
Hayatımızın içinde bulunduğu resmin bütününü görmemizi sağlıyor. Buna da literatürde “altı boyutlu düşünce” deniyor. Altı boyuttan ön-arka, sağ-sol ve aşağı-yukarı kastediliyor. Yani insan bir şeyi analiz ederken onu gelecek-geçmiş, tehditler-fırsatlar ve güçlü yönler-zayıf yönler bakımından ele alıyor. Kısacası, Mevlana’nın bibliyoterapi tekniğini hayata geçirmiş olduğunu görüyoruz.
O aynı zamanda sosyal normları pekiştirmiyor, güncelliyor da. Verdiği cevaplar zamana göre yorumlanıp güncellenebiliyor. Bizim yapmaya çalıştığımız da aslında bir bakıma bu güncellemeye katkıda bulunmak.
Halk psikoterapisi zor bir iştir. Yeri gelir, insanın hayatı boyunca kullandığı düşünceleri değiştirmek gerekir. Bazı insanlar yenilikten, değişimden ölesiye korkarlar. Özellikle belli bir yaştan sonra değişmek daha da zorlaşır. Mevlana adım adım giderek kişiyi önce korkusuyla yüzleştiriyor, sonra onunla baş etmesini sağlıyor.
İnsana iyi sıfatlarıyla kötü sıfatlarını ayırarak yaklaşıyor…
Mevlana’nın öyküleri çoğu kez “ben dili” ile anlattığını görüyoruz. Eğer bir kişiye “sen” diye cephe hücumu yapılırsa o kişi de aynı yoğunlukta karşı cephe savunmasına girişir. Böylece ego savaşları başlar. Mevlana’da bunun olmadığını görüyoruz. Hiç kimseye tam olarak iyi ya da tam olarak kötü diye nitelendirmiyor. İnsana iyi sıfatlarıyla kötü sıfatlarını ayırarak yaklaşıyor.
Mevlana’nın üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen inandırıcılığının yitirmemesinin bir nedeni de anlattıklarını kendi hayatına uygulamış olması. Bunun İmam-ı Azam’ın hayatında geçen bir örneği de vardır: Bir gün İmam-ı Azam’a (ra), bir çocuk getirilir. Babası çocuğunun çok bal yediği için her tarafının yara içerisinde kaldığını, şifanın Allah’tan (cc) olduğunu söyler ve İmam-ı Azam’dan çocuğu okumasını rica eder. İmam-ı Azam (ra) çocuğun babasına dönerek, 40 gün sonra gelmelerini söyler. Baba çaresiz geriye döner ve tam 40 gün sonra büyük imama gelir. İmam-ı Azam çocuğa dönerek başını okşar: “Bir daha bal yeme evladım” der, çocuk da “Olur amca, yemem” der. Çocuğun babası şaşkın, İmam-ı Azam’a “40 gün evvel bu dediklerini deseydin ya” der. Ebu Hanife hazretleri bunun üzerine, “40 gün evvel ben bal yemiştim, eğer o gün deseydim sözümü dinlemez, bal yemeye devam ederdi. Ben tam 40 gün bal yemedim, biiznillah çocuğun bir daha bal yemeyecek ve vücudundaki yaralar kapanacak” der. Gerçekten de çocuk bir daha bal yemez ve yaraları kapanır.
Mevlana da aynen böyle anlattıklarının bilgeliğini yaşamıştır. Bilgi sahibi ve bilge olan kişi ilmi önce kendisine uygular. Bu noktada, âlim-bilge-arif kişi özelliklerini de iyi bilmek gerekir. Âlim kişi ilim sahibidir ve ilmini başkalarına anlatır. Heykeltıraş mermere, marangoz ahşaba şekil verir, âlim kişi de diğer insanlara. Bilge kişi ise öncelikle kendine şekil verir. Arif olan insansa hem kendine hem de başkalarına şekil verir.
Mevlana’ya bakacak olursak, onun bilgeliği de aşarak Ariflik ve Hikmetlilik makamına yükseldiğini görürüz. Onun bilgeliği “Halk içinde Hakk ile beraber olmak” tarzındaki bilgeliktir. Bu daha kalıcı olan bilgelik türüdür. Asırlara damga vurmasının sebeplerinden biri de budur.