6 Şubat depremleri yıldönümünde tarihsel, sosyolojik ve psikolojik yönüyle ele alındı
Üsküdar Üniversitesi İTBF Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Bu tür kitlesel travmalar unutulmuyor. Bir yerlerde, kolektif belleğin bir yerinde muhafaza ediliyor.” dedi.
Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Japonya’nın deprem yönetmeliği ile Türkiye’nin deprem yönetmeliği arasında çok büyük bir fark yok. Onların deprem riskleri daha yüksek olduğu için standartlar daha yüksek. Ama gel gelelim aynı standartların olmasına rağmen bizde nedense depremlerde çok daha fazla insan ölüyor.”
İTBF Tarih Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Özgün Deniz Yoldaşlar ise “(İstanbul depremi) nerede olacak ne zaman olacak ve ne kadar büyüklükte olacak, bu sadece tarihçiler arasında değil jeologlar arasında da tartışma konusu.” dedi.
İTBF Psikoloji Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Hazal Ayas: “Doğa olayı olarak ele alındığında deprem bir afetken, insan eliyle olan etikleriyle birlikte bir felakete dönüşüyor.”
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesince (İTBF) çevrimiçi düzenlenen “Depreme İnterdisipliner Bakış” toplantısı yapıldı.
Prof. Dr. Arıboğan: “Bu tür kitlesel travmalar unutulmuyor”
Toplantının açılışında konuşan Üsküdar Üniversitesi İTBF Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, kitlesel kayıplar verilen ve ağır bir travmaya uğradığımız 6 Şubat depreminin ilk yıldönümüne atıfta bulunarak, “Bu tür kitlesel travmalar unutulmuyor. Bir yerlerde, kolektif belleğin bir yerinde muhafaza ediliyor.” dedi.
Depremle ilgili toplumsal bir farkındalık yaratabilmenin önemine işaret eden Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Biz de öğrencilerimizi kaybettik, yakınlarımızı kaybettik. Türkiye’de hemen hemen her eve, her ocağa bir ateş gibi düştü 6 Şubat.” diye konuştu.
Dr. Nihan Kalkandeler Özdin: “Kelimelerle anlatması zor bir duygu bütünü içerisindeyiz”
İTBF Dekan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Nihan Kalkandeler Özdin yaptığı konuşmada, 6 Şubat depremlerinden beri acının hayatın merkezine yerleştiğini ifade ederek, “Aslında durdurulamaz bir boşluk ve kelimelerle anlatması zor bir duygu bütünü içerisindeyiz.” dedi. Dr. Özdin, depremi tarihsel, sosyolojik ve psikolojik bir perspektiften ele almak istediklerini dile getirdi.
Dr. Özgün Deniz Yoldaşlar: “Yaşadığımız coğrafyanın kaderi deprem”
İTBF Tarih Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Özgün Deniz Yoldaşlar da insanoğlunun çok unutkan bir varlık olduğunu, acıları da geride bırakıp geleceğe baktığını ifade ederek, geçmişte yaşanan depremlerden gereken dersin çıkarılmadığına dikkat çekti.
Dr. Yoldaşlar, yaşanmış İstanbul depremleri ve beklenilen İstanbul depremiyle ilgili tarihçilerin ve jeologların yaptığı çalışmaları anlatarak, “Yaşadığımız coğrafyanın kaderi deprem.” dedi.
Anadolu plakası denen yerin çok özel bir konumunun bulunduğunu ve güneyde Afrika ve Arap plakası, kuzeyde Avrasya plakasının tam ortasında ve üç taraftan hatta belki 4 taraftan sıkıştırılmış bir yapıyla karşı karşıya olduğunu kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Özgün Deniz Yoldaşlar, “Deprem bilimcileri şunu der; bir yerde deprem olduysa hep olacaktır. Bu da şunu gösteriyor aslında bu coğrafyada milyonlarca yıldır deprem oluyor ve maalesef milyonlarca yıl boyunca da deprem olmaya devam edecek.”
İstanbul depreminin nerede olacağı, ne büyüklükte olacağı tartışma konusu…
1939’da ki Erzincan depremi, 1999 Marmara depremine de dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Özgün Deniz Yoldaşlar, “İstanbul’da yaşadığımız için hepimizi ilgilendiren bir kısım var ki o da tam da Marmara denizinin ortasındaki boş kalan kısım. İşte beklediğimiz deprem aslında bu. Nerede olacak ne zaman olacak ve ne kadar büyüklükte olacak, bu sadece tarihçiler arasında değil jeologlar arasında da tartışma konusu.” diye anlattı.
“İstanbul’da 1509 yılında Kıyamet – i Sura olarak anılan yani Küçük Kıyamet olarak anılan deprem nerede oldu? Ya da 1754 yılında olan deprem ya da 1766 yılında olan deprem nerede oldu? Bunların faylar olarak bilinmediğini” ifade eden Dr. Yoldaşlar, tarihçilerin, jeologların sismologların, sanat tarihçilerinin, malzeme uzmanlarının bir araya gelip deprem tarihi konusunda interdisipliner bir şekilde çalışmaları gerektiğini söyledi.
Prof. Dr. Barış Erdoğan: “Hatay hala çok korkunç vaziyette. Bir savaş alanı gibi”
Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan da Hatay’dan katıldığı çevrimiçi toplantıda, sahada yaşadıklarına dikkat çekerek, “Sahayı görünce insan duygusal olarak değişiyor. İnsanlarla yüz yüze konuştuğumuz zaman depremin çok farklı boyutlarını da görmüş olduk. Birinci olarak şunu söyleyeyim Hatay hala çok korkunç vaziyette. Bir savaş alanı gibi. Ben depremden sonra ilk defa gördüm Hatay’ı. Ancak değişen hiçbir şey olmadığını söylüyorlar.” dedi.
Prof. Dr. Erdoğan: “Özellikle orta yaş ve üstü insanlar Hatay’a dönmeye başlamışlar”
Prof. Dr. Erdoğan, Hatay’daki anma töreninde çok duygusal anlar yaşandığını dile getirerek, “Ama diğer yandan da Hataylıların çok öfkeli olduklarını ben orada gördüm. Bu hem merkezi hükümete karşı bir öfke var hem de yerel yönetime karşı var. Herkes çok öfkeli, çok sinirli. Çünkü 1 yıldır çok fazla bir şey yapılmadığını söylüyorlar.” diye konuştu.
Kentin yaşam kıpırtılarının çarşıda pazarda başladığını, dükkanların açılmış olduğunu ifade eden Prof. Dr. Erdoğan, “Esnafla konuştum. Neden bu açılma başladı diye söyledikleri şu; Konteyner kentler yerleşmeye başlayınca özellikle orta yaş ve üstü insanlar dönmeye başlamışlar.” dedi.
Başka şehirlere gidenlerin yapamadıklarını, oralarda tutunamadıklarını, nefes alamadıklarını dile getirdiğini hatırlatan Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Tekrar dönmüşler. Böylece biraz çarşı pazar hareketlenmeye başlamış. Yaşlıların durumu en önemli sorunlardan bir tanesi gibi görünüyor bölgede.” şeklinde ifade etti.
Prof. Dr. Erdoğan: “Deprem cansız. Bir doğa olayı, bir canlı organizma değil”
Yaşlıların farklı konteyner bölgelerine dağıtıldığından sosyal izolasyona maruz kaldıklarını, sosyal izolasyon nedeniyle de bazılarının bilişsel faaliyetlerini kaybettiklerini, kendi öz bakımlarını dahi artık yavaş yavaş yapmakta zorluk çektiklerini anlatan Prof. Dr. Barış Erdoğan, şöyle devam etti:
“Deprem vurdu, yıktı... Daha doğrusu gazeteciler böyle yazıyorlar. Ama şunu dile getirmemiz gerekiyor. En büyük yanlışlarımızdan biri bu sanırım, deprem vurmuyor. Deprem dediğimizde karar verip, ben şu bölgedeki şu halkı öldüreceğim demiyor. Deprem cansız. Fay hattındaki bir kırılmanın sonucunda meydana geliyor. Yani deprem bir doğa olayı, bir canlı organizma değil. Ne bilişsel bir faaliyeti var ne bir aklı var ne herhangi bir topluma ne sınıfsal bir gruba ne bir milliyete ne bir dine karşı bir tavrı var.
Ama biz insanların duygusal yanı var. Depremi algılayışımız, onu yönetişimiz; içinde yaşadığımız toplum, dinsel inançlar, kültür vesairenin bir sonucu.”
Felaket sosyolojisiyle ilgili çalışmalarda ilginç sonuçlar var
Felaket sosyolojisiyle ilgili çalışmalarda ilginç sonuçların olduğunu kaydeden Prof. Dr. Erdoğan, şunları söyledi:
“Okyanusya’da bir halk var. Küresel ısınma nedeniyle sular yükseliyor ve bu adada yaşayan halk yakın bir gelecekte suyun altında kalacak. Ancak İncil yani inandıkları dinin inanışına göre Nuh tufanından sonra bir daha böyle bir felaketin olmayacağına inandıklarından herhangi bir eylemde bulunmuyorlar kendilerini korumak için, tedbir almak için.
Prof. Dr. Erdoğan: “Japonya’nın deprem yönetmeliği ile Türkiye’nin deprem yönetmeliği arasında çok büyük bir fark yok”
Bizim toplumumuzda da biraz böyle kültürel olarak bir adamsendecilik, bize bir şey olmaz duygusu ya da işte Allah’tan geliyor, onun gazabı vesaire gibi düşünceler var. Halbuki içinde yaşadığımız coğrafya evet bir kader olabilir. Şanssızız ama bu bir kader değil. Japonya’yı düşündüğümüz zaman… Daha ilginç bir şey söyleyeyim Japonya’nın deprem yönetmeliği ile Türkiye’nin deprem yönetmeliği arasında açıkçası çok büyük bir fark yok. Tek fark, onların deprem riskleri daha yüksek olduğu için standartlar daha yüksek. Ama gel gelelim aynı standartların olmasına rağmen bizde nedense depremlerde çok daha fazla insan ölüyor. İşte bunu anlamak gerekiyor.”
Prof. Dr. Erdoğan: “Japonya’da bu zamana kadar bir imar affı yok, bizde ise var”
Türk kültüründe aile ve yakın çevrenin her şeyden daha önemli olarak görüldüğünü, Japon kültüründe de bireycilikten çok toplumculuğun ve ailenin önemli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Erdoğan, şöyle dedi:
“Japonya’da bu zamana kadar bir imar affı yok. Bizde ise var. Bu konuda genelde siyasetçileri suçluyoruz ama bu imar affı talepleri kimden geliyor, halktan geliyor. Halktan geliyorsa siyaset de buna cevap veriyor. Yani Türk toplumu kültürel olarak hala geleneksel, duygusal davranış biçimlerine sahip bir toplum. Modernizmin bahsettiği akılcılık, yazılı kurallara riayet etme henüz maalesef tam da oturmuş değil. Zaten başımıza ne geliyorsa biraz da bundan geliyor.
Prof. Dr. Erdoğan: “Geleneksel ile modern düşünce ve davranış biçimlerinin sentezi gerekiyor”
Duygusal yanımız bir yanıyla iyi. Felaketler sonrası toplumca hızlı bir şekilde kenetlenmeyi biliyoruz. Birilerine yardım eli uzatabiliyoruz. Ama felaket öncesi için gerekli tedbirleri de yine bu duygusal davranışlarımız nedeniyle, aklı ön plana çıkarmamamız nedeniyle de çoğu zaman ihmal ettiğimizi düşünüyorum. Türk toplumunun varması gereken nokta şu olacak: duygusallık iyi güzel, geleneksel topluma özgü davranış biçimleri ama onu modern düşünce ve davranış biçimleriyle de sentezlememiz gerektiğini düşünüyorum.”
Dr. Hazal Ayas: “Hem bu travmayı birincil yaşayanlar için hem de ikincil yaşayanlar için tetikleyiciler var”
İTBF Psikoloji Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Hazal Ayas toplantıda yaptığı sunumda, travmatik yaşantıların yıldönümlerinin de travmatik yaşantıların kendisi kadar tetikleyici olabildiğini kaydederek, “Hem bu travmayı birincil yaşayanlar için hem de ikincil yaşayanlar için aslında hepimiz için tetikleyici şeylerin olduğunu biliyorum.” dedi.
Depremden 40 gün sonra hem gözlem hem de değerlendirme yapmak için Hatay’a gittiğini dile getiren Dr. Ayas, “Travmanın psikoloji literatüründe tanımı şu şekilde geçiyor, ‘Kişilerin beden bütünlüğünü tehdit eden, ölüm ya da ölüm tehdidi barındıran illa ölümün kendisinin olmasına gerek yok, bir tehdit de buna dahil, insanların baş etme güçlerinin ötesinde deneyimledikleri fiziksel örselenme, psikolojik örselenme ya da her ikisinin gözle görülebildiği, ani gelişen, olağandışı yaşantı’ olarak tanımlıyoruz. Sonrasında travmatik olaylar kendi içinde ayrılıyor. Bir doğa olayları var, doğal afet olarak tanımladığımız, bir de insan eliyle gelişen travmatik yaşantılar var.” diye anlattı.
Dr. Ayas: “Deprem, insan eliyle olan etikleriyle birlikte bir felakete dönüşüyor”
“Doğa olayı olarak ele alındığında deprem bir afetken, insan eliyle olan etikleriyle birlikte bir felakete dönüşüyor.” diyen Ayas, “Hem siyasiler hem toplum bilimciler hem bilim insanları 100 yılın felaketi lafını çok kullanıyor ama bu felaketin altında yatan aslında her ikisinin birleşimi var. Yani hem temelinde bir doğa olayı olan depremin afet yapısı hem de bunun insan eliyle birlikte maalesef bazı ihmallerle, bu kaybın, bu afeti felakete dönüştüren ve insan eliyle yapılan kısmı var.” dedi.
“Travmatik olaylardan sonra temel etkilenme de şu biçimde oluyor; depresyon, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu ve akut stres bozukluğu olmak üzere temel görülen bazı semptomlar karşımıza çıkıyor. Peki neden aynı travmatik olayları yaşayan bireylerin tamamı bunları yaşamazken, bazıları bunları yaşıyor?” diyen Ayas, bireylerin bilişsel anlamda olayı nasıl değerlendirdikleri ve olayı değerlendirme mekanizmaları, sosyal çevreleri, sosyal destekleri, baş etme becerileri ve kişilik özelliklerinin bunda etkili olduğunu ifade etti.
Ayas: “Hayalet şehri ilk defa Hatay’da gördüm”
Hayalet şehri ilk defa Hatay’da gördüğünü dile getiren Ayas, “Sadece tanık olmak bile korkunç bir olaydı. Bunun korkunçluğu da şurada, yani travmatik olaydan sonra hani bizim gibi kolektivist toplumlarda, ailenin önemli olduğu toplumlarda travmatik bir olay yaşadığınızda ne olur? Hemen cenaze evi, cenaze defin işlemleri, 7 gün, 40 gün o evin içinden gitmeyen yakın akrabalar, işte yemekler vesaire bunların hepsi birden yok olmuştu Hatay’da. Sağ kalan kişi apartmanı yıkılmış, bütün ailesini kaybetmiş, sokağını kaybetmiş, mahallesini kaybetmiş, şehrini kaybetmiş, çocukluk yaşantılarını kaybetmiş, fotoğraf albümlerini kaybetmiş, cenazeyi defnedemiyor. Cenazeyi bulup defnedebilse bile başsağlığına birileri gelemiyor, bir defin töreni gerçekleştirilmiyor. Dolayısıyla bu travmatik olayı daha da büyüten bir durum.” dedi.
Ayas: “Acı daha kolektif oldukça, daha çok kişi tarafından paylaşıldıkça daha ağır oluyor”
İnsan eliyle olan travmalara kıyasla, doğa olaylarına yönelik travmadan sonrasında gelişim sağlamanın daha kolay olabileceğini ya da o olaydan travmatik olarak daha az etkilenilebileceğini söyleyen bilimsel araştırmalar var olduğunu ifade eden Ayas, “İnsan eliyle yaşatılan travmatik yaşantıların iyileşme sürecinin daha uzun olduğuna yönelik bulgular da elimizde var. Ama dediğim gibi bu deprem hem bir doğa olayı hem de sonrasında insan eliyle ihmallerden kaynaklı bir felakete dönüştüğü için, biraz daha karmaşık hale geliyor. Aynı acıyı yaşayan çok sayıda insan var. Dolayısıyla yapılan araştırmalar travma üzerine bize şunu da gösteriyor. Acı daha kolektif oldukça, daha çok kişi tarafından paylaşıldıkça daha ağır oluyor insanların yükü ama sonrasındaki baş etme süreci diğer insanlarla birlikte o kolektif yaşantıda biraz daha kolay olduğuna yönelik de bilimsel bulgular var.” diye anlattı.
Sivil dayanışma devam etmeli…
Depremi birincil yaşayanlarda duygusal yük devam ediyorken, ikincil yaşayanlarda öfkenin daha çok görüldüğünü kaydeden Ayas, depremin daha ikinci günü ‘başına gitmediğimiz enkaz yok’ şeklindeki medya açıklamasına insanların öfkelendiğini anlattı.
Ayas, “İnsanların, ‘Bunun büyüklüğünün hepimiz farkındayız, tek başına ne kadar güçlü bir ülke olursak olalım, bütün enkazlara yetişilemeyeceğinin hepimiz farkındayız, öfkemiz neden yetişilemediğinden öte buraya hiçbir kimse girmediği halde ‘yetişemediğimiz enkaz yok’ açıklamasınaydı’ diyorlar.” dedi.
Sivil dayanışmanın önemine işaret eden Ayas, “Bu süreçte mümkün olduğunca bizlerin de ya da işte sivil dayanışma kuruluşlarının da bölgeden ayağını kesmemesi çok çok önemli.” diye konuştu.
Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)