Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç: “Felsefenin Ortamı Kültürdür”

İslam felsefesi alanında ABD’de ve ülkemizde önemli çalışmalar yürüten Üsküdar Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç ile akademik hayatı, çalışmaları ve eserleri hakkında geniş bir röportaj gerçekleştirdik.  Çalışmaları arasında felsefe-kültür İlişkisinin de bulunduğunu belirten Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, “Felsefenin ortamı kültürdür.  Her kültüre has bir felsefe etkinliği vardır.  Her felsefe oluştuğu ortamın izlerini taşır. Felsefe, yine de mahiyeti itibariyle evrensel bir insan etkinliğidir. Felsefe ile kültürün kesiştiği alan dildir. Felsefe ile kültürün ayrıldıkları alan mantıktır. Kültür ortamındaki dünya görüşünü sistemleştiren felsefedir” diye konuştu. 

 

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

1952 yılında Erzurum’un Şenkaya ilçesinde doğdum. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden 1974 yılında mezun oldum. Milli Eğitim Bakanlığı bursu kazanarak Amerika’ya doktora için gittim. Wisconsin Üniversitesi’nde (Milwaukee) Yüksek Lisans eğitimimi Eskiçağ Yunan Felsefesi üzerine 1978’de tamamladım. Chicago Üniversitesi’nde 1983 yılında Sadra ve Heidegger ontolojilerinin karşılaştırması üzerine yazdığım bir tezle doktora yaptım.

Yurda döndükten sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak ders vermeye başladım. 1988 yılında doçent, 1994 yılında ise profesör oldum. Kısa bir süre Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde görev yaptıktan sonra Malezya’da Uluslararası İslam Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsünde 1994–1999 yılları arası ders verdim.

1999 yılından itibaren Fatih Üniversitesi’nde Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanlığı ve 2006-2010 yılları arasında Rektör Yardımcılığı görevlerinde bulundum. Ekim 2010 tarihinden itibaren Yıldız Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesi olarak göreve başladım ve aynı zamanda Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yaptıktan sonra 2015 yılında emekli oldum.

Bu tarihten itibaren çeşitli üniversitelerde ve Üsküdar Üniversitesi’nde ders vererek ilmi çalışmalarını yürütmekteyim. Bilimsel dergilerde yayınlamış 200’den fazla İngilizce ve Türkçe makale ve ilmi toplantılarda sunularak yayınlanan bildirilerim bulunmaktadır. İnsan Yayınları tarafından 8. Baskısı yapılan Bilgi Felsefesi kitabımın yanı sıra altı yayınlanmış kitabım bulunmaktadır.

Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde başlayan lisans eğitiminizi yüksek lisans ve doktorada felsefe tarihi ile tamamladığınızı biliyoruz. Bu alana yönelmenizin sebebi neydi?

Lise yıllarımdan itibaren soyut bilimlere karşı ilgi duyuyordum. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde aradıklarımı buldum. Benim İlahiyata devam ettiğim yıllarda Türkiye'nin en iyi felsefe Hocaları derslerimize geliyorlardı ve o zamanlar 3. sınıfta felsefe tarihi bölümü vardı, ben bu bölümü tercih ederek çalışmalarıma devam ettim. Hocalarımdan merhum Hamdi Ragıp Atademir, Hilmi Ziya Ülken, ve Necati Öner beni çok etkilediler. Felsefe anlatmaları çok çekici idi ve en soyut kavramların anlaşılmasını kolayca aktarabiliyorlardı. Bu şekilde felsefeye ilgim daha çok arttı. Millî Eğitim Bakanlığı da bize felsefe tarihinde yurt dışı doktora bursu verince imtihanlara girip bunun için hak kazandım ve Amerika'da Chicago Üniversitesinde doktoramı tamamlayarak. Orta Doğu Teknik Üniversitesine atanmam ile orada göreve başladım.

Bilimsel anlamda yazmış olduğunuz, uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan pek çok makale, kitap, bildiri bulunuyor. Bu çalışmalarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

 

Yayınlanmış olan kitaplarım şunlardır:

  • Bilgi Felsefesi: İslam Bağlamında Bilgiden Bilimden Sistem Felsefesine (İstanbul: İnsan Yayınları, 1992, 8. baskı 2020).
  • Being and Existence in Sadra and Heidegger: A Comparative Ontology (Kuala Lumpur: International Institute of Islamic Thought and Civilization, 1993). Farsçaya çevrildi.
  • Kavram ve Süreç Olarak Bilginin İslamileştirilmesi (İstanbul: Nesil Yayınları, 1998);
  • Scientific Thought and its Burdens (Istanbul: Fatih University Publications, 2000).
  • İslam Medeniyetinde Bilgi ve Bilim (İstanbul: İSAM, 2006). Bu eser Boşnakça, Bulgarca ve Arnavutça’ya çevrildi.
  • Islamic Scientific Tradition in History (Kuala Lumpur: IKIM, 2014). Bu kitap Malezya’da 2014 yılında yılın bilim kitabı ödülünü aldı.
  • Islamic Thought and Education in the Ottoman Period (Saarbrücken: LAP LAMBERT Academic Publishing, 2017).

Bu kitaplarda ele alınan konular umumiyetle bilgi, bilgi yeteneklerimiz ve bilgi sistemimiz yanında bilim felsefesi üzerine yoğunlaşmaktadır. Islamic Scientific Tradition in History isimli kitabım yıllar süren çalışmalarımdan sonra geliştirmiş olduğum bilimsel süreç teorisinin İslam bilim tarihine uygulamasıdır. İslam'ın doğduğu yıllardan başlayarak 20. yüzyıla kadar olan gelişmelerde İslam medeniyetinde bilimsel sürecin nasıl doğduğu ve geliştiği işlenmektedir. Bunun için bilim epistemolojisi yanında yine geliştirdiği tarihsel epistemoloji yaklaşımları kullanılarak kuş bakışı ile İslam bilim tarihi yazılmıştır. Tarihte olan bu gelişmelerden hareketle gelecekte İslam bilim geleneğinin yönünün ne olması gerektiği hususu da bu eserin takibi niteliğinde adeta 2. cildi olarak basılacak olan kısmı üzerinde halen çalışmaktayım.

Felsefe alanında yaptığınız çalışmalardan bahsedebilir misiniz?

Bilimsel gelenek uzun süre yapılan bilimsel çabalarla oluşan bir birikimdir. Rastgele bir bilgi kümesi olmadığından bu birikimin, önemli bir takım epistemolojik özellikleri vardır. Bunlardan en önemlisi, böyle bir geleneğin bilimsel süreçle doğmasıdır. Bilimsel süreç belli bir medeniyet içerisinde o medeniyetin hâkim dünya görüşünü yansıtarak gelişir ve belli noktalarda bilimlerin doğmasına ve bu bilimlerdeki faaliyetler de bilimsel geleneğin doğmasına yol açar. İslam medeniyetinde de durum böyledir; önce bu medeniyetin hâkim dünya görüşü kavramsal ve yapısal açıdan güçlenmiş, böylece bilimsel faaliyetleri destekleyecek zihinsel zemini oluşturmuştur. Bu zemin üzerinde önce kelam veya felsefe, tefsir, tarih, hadis, dilbilim ve hukuk gibi bilimler doğmuş sonra fizik, kimya, matematik, astronomi ve tıp gibi diğer bilimler gelişmiştir. Bu birikim ise 400 yıl gibi bir süreçten sonra yaklaşık 5.H./11.M. yüzyılda İslam’da bilimsel geleneğin doğmasına yol açmıştır. Çalışmalarım bu sürecin epistemolojik açıdan nasıl işlediğini ele almaya çalışmıştır.

Ayrıca Bilgi Felsefesi olarak, "İslam Bağlamında Bilgiden, Bilimden Sistem Felsefesine" ana hatlarıyla belirtildiği üzere felsefi bir yolculuk yapmaktayım. İlk ilmi seyahatim, bilgi kavramını genel anlamda tanıtma ve ardından bunu İslami bağlama uygulama girişimidir. İslam medeniyetinde, özellikle bu medeniyetin ana kaynaklarında bilginin umumi olarak algılanma biçimi ve algılanma biçimi; Kuran ve hadisler açısından incelenmektedir. Üçüncü olarak, önceki tartışmalarda geliştirilen görüşlerin Kur'an'da ele alınan bir konuya uygulanmasıdır: "Allah'ın varlığı".

Kuran'ın verdiği delilleri üç aşamada geliştirdiği ileri sürülebilir: Birincisi, kişinin uyarıldığı ve önyargılarını gidermeye hazırlandığı öznel adımdır. Bu bağlamda bireye duygusal bir durumla hitap edilir, böylece o fikre hazırlanabilir. İkincisi, evrendeki Allah'ın "ayetlerine" işaret eden nesnel adım olarak adlandırılır. Bu adımda felsefede tasarım ve mükemmellik delili olarak bilinen Allah'ın varlığı için kullanılan ispatlar tanıtılır. Birey hazırsa, burada “nesnel olarak öznel” adım olarak tanımlanan üçüncü adıma geçilir. Burada Kur'an, aynı anda hem öznel hem de nesnel bir ruh hali veren takva kavramını ortaya koymaktadır. Devam eden fikri ve felsefi seyahatim bilim ve felsefe fikrini İslami perspektiften tanıtır ve böyle bir bakış açısının nasıl mümkün olduğunu göstermeye çalışır. Nihayet ulaştığım bir sonraki aşama, önceki tartışmalara dayanan bir bilgi teorisinin ana hatlarını oluşturmaktadır. Altıncı ve son adımda, bilgi kavramına dayanan İslami dünya görüşünün ana hatları çiziliyor. Aslında böyle bir dünya görüşü ancak bu kavram (yani "ilim" kavramı) temelinde mümkündür. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in doktriner terimiyle ifade edilen bu kavram üzerine İslam medeniyetinin doğduğu rahatlıkla söylenebilir.

Felsefe bilimi ile ilgili Türkiye ve dünyada ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?

İngilizce olarak yayınlanan doktora tezimde Sadra ile Heidegger’in varlık kavramlarını karşılaştırdım. Eser,  Giriş ve Sonuç Bölümü dışında dört bölümden oluşmaktadır. Giriş Bölümü’nde her iki filozof hakkında genel bilgiler verilmekte ve konunun genel bir tanıtımı yapılmaktadır. Varlık konusunda neden Heidegger’le Sadra’nın seçildiği, konusu açıklanmaktadır. Buna göre, Heidegger, Çağdaş Varoluşçular arasında felsefi açıdan bir ontoloji geliştirmek isteyen tek filozoftur. Sadra ise, İslam felsefesinde bunu yapmayı amaçlamıştır. Bu bakımdan ikisinin karşılaştırılması ilginç olacaktır. Ancak bu karşılaştırmada bir sorun vardır;  her iki filozof da farklı geleneklere sahip olduklarından, karşılaştırmada nasıl bir yöntem izlenmelidir ki, benzerliklerin görünüşte bir benzerlik olup olmadığı ortaya konabilsin.

Birinci Bölüm’de bu yöntem, “paralel yorum yöntemi” olarak tanımlanmakta ve ayrıntıları geliştirilmektedir. Paralel yorum yöntemine (interpretative method of parallelism) göre, farklı geleneklerden hareket eden iki filozofun benzer görüşleri, aynı amaç ve anlamı gütmeyebilir. Bu durumda her iki filozofun görüşüne benzer değil, paralel demeliyiz. Bu kurama göre, paralel görüşler, aynı amaç ve konuma oturtulamayan benzer görüşlerdir. Bundan sonraki bölümlerde Sadra ve Heidegger’in benzer ve paralel görüşleri sergilenmektedir.

“The Problematic of Being” başlıklı İkinci Bölüm’de Heidegger ve Sadra’nın varlık kavramı incelenmektedir. Bu arada varlık-öz, varlık tanımı, varoluş, varlık modları, Heidegger’in fenomenolojik yöntemi, Sadra’nın metafizik yöntemi ve varoluş kavramı gibi birçok soruna her iki filozofun getirdiği çözümler incelenmiştir.  Paralel yorum yöntemi ilk olarak bu bölümde uygulanmış ve aradaki benzerlikler-paralellikler ortaya konmuştur. Özetle benzer yönler, varlığın tanımlanamaması, varlığın özden öncel olması ve varlığın modlarının bulunması gibi konular olarak belirlenmektedir. Paralel konular ise, varlığın temel boyutunun insan olması olarak belirlenmektedir.

Bunun sebebinin, Heidegger’in varlıkta varoluş (özellikle insan varoluşu-Dasein) boyutu aramasından, Sadra’da ise, varlığı kozmoloji kurma yönünde yorumlamasından kaynaklandığı şeklinde açıklanmıştır. Böylece, Heidegger’in varlık öğretisi, “antropomorfik”; Sadra’nın ki ise,  “kozmolojik” olarak nitelendirilmiştir.

Üçüncü Bölüm’de Varlığın modlarına göre, nasıl bir hareket içinde bulunabileceği araştırılmaktadır. Böylece, hem Sadra’da hem Heidegger’de varlığın, bir faaliyet olarak anlaşıldığı önemli bir benzerlik olarak saptanmıştır. Varlığın, faaliyet olarak anlaşılması, felsefe tarihinde önemli yeni bir gelişme olduğundan, bu anlayış, faaliyet içerikli varlık anlayışı olarak adlandırılmıştır. Varlığın, modlarına ilişkin hareketi Sadra’da kozmolojik bir hiyerarşi doğurduğu halde; Heidegger’de insanın varoluş düzeyini sergiler. Her iki filozofun paralel bir yönü de varlıkta üç mod saptamalarıdır: Bunlar Sadra’da, 1. kuvve, 2. çokluk, 3. birlik (tevhid) modlarıdır; Heidegger’de ise, 1. benlik (self), 2. varoluş (actuality), ve 3. imkan modlarıdır. Bu konular içerisinde yine önemli bir paralellik arzeden her iki filozofun zaman ve gerçeklik kuramları incelenmiştir.

Dördüncü bölümde tamamen ayrıldıkları yönü inceledi

“The Existential Characterizaton” olarak adlandırılan Dördüncü Bölüm’de her iki filozofun tamamen ayrıldıkları yön incelenmiştir. Bu yön Heidegger’de “hermeneutic of being”, Sadra’da “teşkik el-vücud” olarak belirlenmiştir. Teşkik, varlığın belirsizlik ilkesine sahip olduğunu ifade ettiğinden, bu belirsizliğinden dolayı, varlığın her türlü varoluş düzeyinde tezahür edebileceğini dile getirmektedir. Hermeneutic ise, varlığın devamlı insan varoluşu içerisinde yorumlanması gerektiğini ifade etmektedir. İşte bu yüzden Heidegger’in varlık öğretisi, “antropomorfik”; Sadra’nın ki ise, “kozmolojik” olarak nitelendirilmiştir. Bu açıklamalar çerçevesinde, Heidegger’in Sadra’dan ayrıldığı yönler olarak yorum kuramı, hakikat ve varoluş anlayışı, zamansallık ve tarih anlayışı gibi onun varlık öğretisini ilgilendiren konular açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan Sadra’nın Heidegger’den ayrıldığı yönler olarak da teşkik el-vücud, varoluşsal hareket, Tanrı’ya ulaşma ve sezgisel yöntem gibi onun da varlık öğretisini yakından ilgilendiren konular başarı ile yorumlanmış ve açıklığa kavuşturulmuştur.

Son olarak da Sonuç Bölümü’nde Sadra ve Heidegger’in ayrıldıkları konular, benzer ve paralellik arz eden görüşleri, yedi başlık altında özetlenmiştir: 1. Varlık sorununu ön plana çıkarma; 2. Heidegger’in ontolojik ayırımı, Sadra’nın kozmolojik veya ontolojik yöntemi; 3. Ontoloji, antropoloji ayırımı; 4. Varlıksal hakikat ve yapısal varlık anlayışları; 5. Varlık, bilgi ve hakikat; 6. Varlık ve öz; 7. Varoluşsal hareket.

İslami bilim mümkün müdür? 

Diğer çalışmalarımda günümüzde tartışılan ve bilim felsefesini de yakından ilgilendiren bir konu yani İslâmî bilim mümkün müdür sorusu ele alınmıştır. ”İslâmîlik” (Islamicity) kavramınını ele alarak bu kavram, dünya görüşü anlayışı içerisinde tanımlanmıştır.

İngilizce olan şu makalemde ise "The Doctrine of Contradiction in the Hegelian Dialectic" İnsan Bilimleri Dergisi  (Journal of Human Sciences), O.D.T.Ü., 2 (1985), çelişki kavramının, Hegel Dialektiğinde önemli bir yer tuttuğu ileri sürülen bu makalede çelişki ilkesi değişik bir açıdan incelenmekte ve Hegel’e bazı önemli eleştiriler getirilmektedir. Hegel’in, idealism, ayrılık-içinde-benzerlik gibi diğer bazı önemli doktrinlerinin çelişki ilkesi üzerine kurulduğu ileri sürülerek bu konular da ele alınmakta ve yorumlanmaya çalışılmaktadır. Bunlara ek olarak Popper gibi bazı önemli Hegel eleştirmenlerinin görüşleri de incelenmektedir. Sonuçta çelişki ilkesi, özgün eleştirilerle reddedilmektedir. Böylece Hegel Dialektiğinin de çökmüş olacağı savunulmaktadır.

Bunlara ilaveten Nasiruddin Tusi’nin varlık doktrinini inceleyen çalışmamda, önce Aristoteles, İbn Sina ve Farabi gibi Tusi’den önceki bazı önemli filozofların görüşleri özetlenmektedir. Sonra, varlığın tanımlanmazlığı, varlığın ilkeleri ve varlık-mahiyet ilişkileri gibi önemli sorunlar çerçevesinde Tusi’nin varlık nazariyesi başarılı bir şekilde sergilenmiştir. Bundan da Tusi’nin kendinden önceki filozoflara dayandığı anlaşılmaktadır.

Yine bir makalemde "Sadreddin Şirazî'nin Hareket Nazariyesi" incelenmiştir. Cevherin değişmeyeceği fikri, Aristo’dan beri felsefede âdeta soruşturmadan kabul edilen genel bir hakikat olarak kabul edilmekte idi. Bu fikir, her türlü değişimde, değişmeyen bir şeyin var olması gerektiği varsayımına dayanmaktadır. Aksi halde her şey değişirse, hiçbir şey kendi benliğini koruyamaz. Sadra, ilk defa cevherin değişkenliğini savunan filozoftur. Hatta ona göre, değişimi bizzat cevher üstlendiği için değişme vardır. Bu görüşünü savunabilmek için Sadra, teşkîk el-vücûd  adlı kuramını geliştirmektedir. Buna göre, varlık teşkîk özelliğine sahiptir. Bu yüzden her türlü değişim ve harekette varlık, her çelişik özelliği yüklenebilir. Sadra’ya göre, yine varlığın, azalıp-çoğalabilir olduğunu bir şekilde ortaya konmaktadır. Bundan sonra Sadra’nın, cevherde hareket olarak da adlandırılan hareket anlayışı özgün bir yorumla işlenmiştir. 

"Varoluş Teorileri" adlı bir çalışmamda, ontoloji tarihini tahlil ederek bazı ontolojik sorunların öncelliğini savunmaktadır. Ancak ‘niçin’ sorusunun, ‘ne’ sorusundan daha önemli ve böylece daha öncel olduğu konusunda yazar, önemli ipuçları sunmaktadır: ‘Niçin’ sorusu, Heidegger’in “niçin hiçlik değil de varlık?” sorusu ile ifade edilmektedir. ‘Ne’ sorusu ise, “neler vardır?” sorusu ile dile getirilmiştir. Ontoloji tarihini sürekli meşgul eden bu iki soru, filozofları uzun süre uğraştırmıştır. Birçok filozof bu iki sorudan hangisinin daha öncel, hangisinin daha önemli olduğuna karar verememiştir. Bunun sebebi ise, her iki sorunun çok yakından birbirine bağlı olduğudur.

İslami Bilim ve Felsefe anlayışını ele aldı

Çalışmalarımın yoğunlaştığı diğer bir konu da "İslamî Bilim ve Felsefe Anlayışı" konusudur.

İslam dünya görüşüne dayalı, bilim ve felsefe faaliyetlerini, “İslamî Bilim ve Felsefe Anlayışı”  olarak tanımlayan çalışmam, dört temel sorunun tartışılmasından oluşmaktadır; birincisi, genel olarak felsefe tarihinde felsefeden ne anlaşıldığı özetlenerek bu anlayışlar içerisinde yeni bir felsefe tanımı çıkarılıp çıkarılamayacağı araştırılmıştır. İkincisi, aynı inceleme bilim kavramı ile ilgili olarak yapılmıştır. Üçüncüsü ise, İslamîlikten ne anlaşıldığı işlenmiştir. İslamîliğin Kur’anîlik anlamına gelip gelmediği araştırılmıştır. Nihayet dördüncüsü, bu bilim, felsefe ve İslamîlik anlayışları çerçevesinde bilim ve felsefe kavramlarının, İslam dünya görüşüne uygulanması tartışılmıştır. Böylece İslam dünya görüşü çerçevesinde geliştirilebilen her bilim ve felsefe anlayışının, İslamî olarak tanımlanabileceği savunulmuştur.

Kalkınma Felsefesi, kalkınmada öncelikli bir alan

Ele aldığım farklı bir konu ancak ülkemizin de can alıcı bir sorunu olan kalkınma felsefesidir. "Kalkınmada Öncelikli Bilgi: Kalkınma Felsefesi" olarak kalkınma sorununa felsefi bir çözüm aramakta, teknik bir soruna, felsefi açıdan tamamen kuramsal bir çözüm bulmaya çalışması açısından ilginç ve özgün bir araştırmadır. Bunun için konu ile ilgisi görülen kalkınma sosyolojisi ve ekonomik kalkınma kuramlarını da inceleyen bu makale; çağdaşlaşma ve bağımlılık kalkınma kuramlarını eleştirerek “toplumsal kalkınma kuramı” adını verdiği yeni bir kalkınma kuramını geliştirmeye çalışmıştır. Toplumsal kalkınma kuramı’na göre, gerçek kalkınma, insan unsuruna hak ettiği önemi vererek kalkınmayı ekonomik-teknolojik parametrelerle ölçmeye çalışmak değil de; toplumun ulaştığı medeniyet seviyesi ile belirlemeye çalışmaktır. Bu açıdan, gerçek kalkınma, teknoloji ve ekonomiye önem vermekle olmaz; aksine, toplumu medeniyete yönelten bilim, felsefe ve bunlar gibi diğer toplum ve insan bilimleri ile olur. Ancak bunu savunmak demek, ekonomi ve teknolojinin kalkınmadaki işlevlerini tamamen yok saymak demek değildir. Elbette ki ekonomi ve teknolojinin kalkınmada bir işlevi olabilir, fakat medeniyete yönelten bilim, felsefe ve bunlar gibi diğer toplum ve insan bilimlerinde yeterli ilerleme sağlanırsa zaten ekonomi ve teknolojide de kalkınma için gerekli ilerleme elde edilebilir. Fakat bunun tersi asla doğru olamaz; yani ekonomi ve teknoloji gibi medeniyete yöneltmeyen insan etkinliklerinde yeterli ilerleme sağlanırsa, medeniyete yönelten bilim, felsefe ve bunlar gibi diğer toplum ve insan bilimlerinde bir ilerleme olacağı da söz konusu olamaz. O halde makalenin ulaştığı sonuç şudur; teknoloji ve ekonomi için bilim, felsefe ve bunlar gibi diğer toplum ve insan bilimleri zorunlu ön şart iken tersi söz konusu olmadığından, medeniyet düzeyine ulaşmada ve sonuçta kalkınmada bilim, felsefe ve bunlar gibi diğer toplum ve insan bilimleri zorunlu ön şarttırlar.

Müslüman düşünürlerin hayat ve eserlerini inceledi

Bunların dışında belli düşünür ve filozoflar üzerine çalışmalarım olmuştur: Fazlur Rahman gibi önemli bir Müslüman düşünürün hayatı, eserleri ve görüşleri incelenmiş, yer yer felsefi açıdan değerlendirilmeler yapılmıştır. Kant ve Whitehead’in felsefe anlayışlarını karşılaştıran bu makale, “sistem bilimi” olarak tanımladığı felsefe anlayışının, Kant ile Whitehead’de de bulunduğunu başarılı bir şekilde ortaya koymuştur. Konuya, önce felsefe kavramının felsefe tarihinde geçirdiği anlam farklılıkları incelenerek girilmiştir.

Böylece, felsefenin bu tarihsel gelişimi içerisinde kazandığı anlam, onun bir sistem bilimi olduğunu göstermektedir. Sistemden ne anlaşıldığını da ayrıntılı bir şekilde ortaya koyan bu çalışma, Kant ve Whitehead’in de sistem anlayışlarının bu yönde olduğunu bu filozoflardan yapılan uzun alıntılarla göstermiştir. Buna ek olarak, Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı, düşüncesi ve eserleri üzerine ayrıntılı bir çalışmam bulunmaktadır. Bunun dışında önemli Müslüman düşünürlerden Ahmed Avni Konuk, Syed Muhammed Naquib al-Attas, Ebubekir Efendi (Güney Afrika) gibi düşünürler üzerine aynı şekilde çalışmalarım oldu.

Günümüzün önemli meseleleri ile de felsefi açıdan ilgilendim. Örnek olarak şunları söyleyebilirim: "Yabancı Dille Öğretim: Felsefî Açıdan Bir Değerlendirme", Yabancı dille öğretimin, bir kültüre getireceği zararlar felsefe açısından tartışılmaktadır.

“İslam Felsefesinde Varlık Öğretilerinin Öncüleri, İslam felsefesinde Kindi, Farabî ve İbn Sina gibi önemli filozofların varlık öğretileri bu makalede incelenmektedir.

 “Kur'an Bağlamında Bir Felsefe Kavramı”, Felsefe kavramının tarihi içerisinde geçirdiği anlam farklılıkları incelenerek genel bir felsefe tanımına gidilmiş ve İslam felsefesi açısından bu tanım irdelenmiştir.

 “Transcendent Rationality, Ibn Rushd and Kant: A Critical Synthesis”, Kant ve İbn Rüşd felsefelerinde akılcılık sorunu karşılaştırmalı olarak tartışılmaktadır.

“The Framework for a History of Islamic Philosophy”, İslam Felsefesi tarihinin hangi çerçevede ele alınması gerektiği tartışılmakta ve buna çözüm olarak da yeni bir çerçeve önerilmektedir.

"Bilim, Teknoloji, Kalkınma ve Felsefenin Toplumdaki Yeri" Bilim, teknoloji ve kalkınma gibi ülkemizin temel sorunları haline gelen bazı sosyal ve bilimsel olgular felsefi açıdan incelenmekte ve değerlendirilmektedir. Bunlara ilaveten konu, felsefi olarak değerlendirilmekte ve felsefenin, kuramsal bir bilim olmasına rağmen bu konularda katkısı olduğu savunulmaktadır.

 "Tefsir Usulünde Bütünlük Sorunu", İlk bakışta felsefi bir çalışma olarak görünmeyen bu araştırma, aslında Kur’an yorumlamasında takip edilecek yöntemi belirleme hususunda önemli bir felsefe araştırmasıdır. Bilindiği gibi günümüzde, yoruma yönelik çalışmalar epeyce gelişmiş bir durumdadır. Bu açıdan, buradaki bildiri, yorum (bir bakıma ‘tefsir’) felsefesi açısından önemli bir çalışma olarak karşımıza çıkmaktadır. 

"İbn Sina Felsefesi Açısından Din-Felsefe İlişkisi", İbn Sina felsefesinde din-felsefe ilişkisi incelenmekte ve bu filozofun görüşleri değerlendirilmektedir. Savunulan ana sav şudur: İbn Sina’nın, hem felsefe hem de din anlayışı birçok açıdan bugün için geçersiz bir anlayış durumuna gelmiştir. Bunun temel sebebi ise, adı geçen filozofun bilgi kuramıdır. Zira İbn Sina, hem din hem de felsefe anlayışını kendi bilgi kuramı üzerine kurmuştur. Onun bilgi kuramı ise artık geçerliğini yitirmiş bir kuramdır. Bu çerçevede İbn Sina’nın bilgi kuramı özetlenmekte ve neden geçersiz kalığı gösterilmeye çalışılmaktadır. Bundan çıkarılan sonuç ise, din-felsefe ilişkisinin daha geçerli bir temele oturtulabilmesi için artık İbn Sina’nın aşılması ve yeni felsefi kuramların geliştirilmesine ihtiyaç olduğudur.

"The Role of Philosophy in Islam: A Qur'anic Perspective" Kur’an açısından bir felsefe kavramının geliştirilip geliştirilemeyeceği incelenmektedir. Yazar, bunun mümkün olduğunu savunmuş ve bu yönde bazı önemli fikirler geliştirmiştir.

"İslam Felsefesinde Özgünlük Sorunu", İslam felsefesinde özgünlük mümkün mü, değil mi sorusunun tartışıldığı bu bildiride İslam felsefesinde özgünlüğün mümkün olduğu savunulmuştur. 

                       

"Felsefe-Kültür İlişkisi", Felsefenin kültüre bir katkısı var mı, yok mu? Bu soruya bir cevap arayan bu bildiri, felsefenin kültüre katkısı olduğunu savunmuş ve bu katkıların neler olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Ulaşılan sonuçlar yedi madde halinde sunulmuştur:

1. Felsefenin ortamı kültürdür;

2. Her kültüre has bir felsefe etkinliği vardır;

3. Her felsefe oluştuğu ortamın izlerini taşır;

4. Felsefe, yine de mahiyeti itibariyle evrensel bir insan etkinliğidir;

5. Felsefe ile kültürün kesiştiği alan dildir;

6. Felsefe ile kültürün ayrıldıkları alan mantıktır;

7. Kültür ortamındaki dünya görüşünü sistemleştiren felsefedir.

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)