Mutluluğun yolu insanın içten- dışa doğru çalışmasıdır, oysa Batı dünyası bunun tersini yapmıştır!



Bu sayımızın “Özel Röportaj” Konuğu, “Üniversiteyi bitirdiğim 1972 yılından beri mutluluk konusunu araştırmaktayım. İnsanların çoğu neden mutsuz? Nasıl mutlu olabiliriz? Kendimizin ve başkalarının mutluluğu için ne yapabiliriz? Başkalarının hayatında nasıl bir fark oluşturabiliriz?” gibi soruları yıllarca kendime sordum ve bunların cevaplarını araştırdım.” diyen değerli hoca, Doç. Dr. Zülfikar Özkan.

Saygıdeğer hocam, siz “İnsanın tekamulü ve manevi gelişimi” deyince akla gelen uzmanların, hocaların başında geliyorsunuz. İlk sorum: İnsanın manevi- psikolojik gelişimi alanında kaç yıldır çalışıyorsunuz?

Yaklaşık kırk yıldan beri, insanı maddi ve manevi yönleriyle tanımaya çalışıyorum. Bunun için yıllardan beri psikolojik ve manevi kitaplar okuyorum ve konferanslar dinliyorum. Yerli ve yabancı seminer çalışmalarına katılıyorum. Elde ettiğim bilgileri içselleştirdikten sonra kitaplar çıkarıyorum. Ayrıca dergilerde makaleler yayınlatıyorum.

Üniversiteyi bitirdiğim 1972 yılından beri mutluluk konusunu araştırmaktayım. İnsanların çoğu neden mutsuz? Nasıl mutlu olabiliriz? Kendimizin ve başkalarının mutluluğu için ne yapabiliriz? Başkalarının hayatında nasıl bir fark oluşturabiliriz? ” gibi soruları yıllarca kendime sordum ve bunların cevaplarını araştırdım.

İlk kitabım “ Mutluluk ve Başarı Yollar “ 1999 yılında yayınlandı.Sonra 12 kitabım daha yayınlandı.

Yazdığınız eserlere, yaptığınız çalışmalara bakınca uğraştığınız alanın sizi çok motive ettiği, mutluluk verdiği anlaşılıyor. Sizi bu alana iten ne oldu? 

Bizi bu alana sürekli gelişme ve geliştirme isteği itmiştir. İnsan, sürekli öğrenmeyi ve gelişmeyi kendine hedef alırsa o zaman enerjisi tükenmiyor. Hayatın akışı içinde pilleri her zaman dolduruluyor.

İnsanın saklı bulunan el değmemiş potansiyeline ulaşmaya çalıştığımız için hep heyecanlı ve istekli oluyoruz. Bu tür çalışmalar aklı kullanmanın yolunu açıyor ve bireye hedef gösteriyor. Bilindiği gibi akıl kullanıldıkça işlevini daha iyi yapıyor. “Kullan veya kaybet” yasası en çok akıl için geçerlidir. Gerçekten aklını kullanmayan zamanın akışı içinde onu kaybediyor. Bu sebeple aklımızı güçlendirmek için devamlı yeni bir şeyler üretmenin peşinde olmalıyız.

Varolmak değişmektir; değişmek olgunlaşmaktır. Stephen Covey, bu konuu da “baltayı bilemek” kavramını çok kullanıyor. Baltayı bilemek, kişinin, fiziksel, sosyal, zihinsel ve ruhsal alanlarda yeteneğini geliştirmek için yaptığı enerji yatırımıdır.

Covey'e göre, balta ile ağaç kesmeye o kadar yoğunlaşıyoruz ki, baltamızı bilemeyi yani yeteneklerimizi geliştirmeyi ihmal ediyoruz. İşte bizim çalışmalarımızın amacı, kişisel gelişmemizi ve yeteneklerimizi kullanma becerisini geliştirmektir.

Bunu başaramazsak kısa zamanda köreliriz. Bu şekilde de hayatımızı boşuna harcanmış oluruz. Bu dört alanda dengeli ve uyumlu gelişebilmek mutluluk ve başarı üretir. Bu süreç de kişiyi bilgelik yoluna götürüyor.

Efendim, İnsanı nasıl tanımlamak ve nerede konumlandırmak gerekiyor? Hz. Ali gibi ,” Sen alemi kebirsin” diyenler mi haklı, Sadi gibi ”insan bir damla mutluluk, bir damla kederdir diyenler mi? Veya da maharet, bu ikisinin arasında bir yerde olabilmek midir?
 İnsanı tanıma konusunda Hz. Ali'de, Sadi'de haklıdır. Derinlemesine düşündüğümüzde aslında her iki ustamızın aynı şeyi söylediğini fark ederiz.

Bu dizelerinde insanoğlunu yüceltmiştir. Şeyh bardağın sırf dolu tarafına bakarak, güzel düşünüp güzel konuşmak istemiştir. İmam Gazâlî gibi mutasavvıflar da insanı “Allah'ın halifesi” olarak görmek istemişlerdir. Bu kadar önemli bir varlığın mutlu olması da çok önemlidir. İnsan beyninde yüz milyar nöron vardır. Evren de de yüz milyar galaksi vardır. Evren de uçsuz bucaksız, insan da. Hatta bir tek hücre de.

İnsan gerçekten Sadi'nin dediği, gibi bir damla mutluluk, bir damla kederdir. Şu anekdot bu gerçeğe vurgu yapmaktadır:

Önemli olan, insanı ve evreni anlamaya çalışmak ve sürekli gelişmektir. Başka bir ifadeyle tekâmül yolculuğuna çıkmaktır.

Batı ile doğu mefküresi arasında insanı ve “insanın mutluluğunu” ele alış yöntemleri nasıl olmuş? Batı'nın insanı maddileştirip mutsuzluğa mahküm ettiği söylenir ama, Hegel'den Marks'a Luther'den Alexis Carl'a kadar hep insanın mutluluğu- erginleşmesi “ ne kafa yoran çok değerli isimlerde var?

 Gerçekten batı dünyası insanını mutlu olması için üretime ağırlık vermiştir. Bu düşünceyle üretim ve tüketim toplumu oluşmuştur. İnsanın iç dünyası ihmal edilmiştir. Mutlu olmak için, kişinin kendi üzerinde, içten- dışa doğru çalışması gerekir. Oysa batı dünyası bunun tersini yapmıştır.

Tüketim toplumunun insanları mutlu etmediği artık iyice anlaşılmıştır. A.B.D, Japonya, Almanya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde yapılan araştırmalar, bu ülkelerde kişi başına gelir yükseldiğini, ama insanların mutluluk seviyesinde çok hafif bir artış olduğunu gözler önüne sermiştir.

İnsanların, toplumların en büyük arayışı belki de mutluluk olduğuna göre, o halde ne yapmak gerekiyor? Bunun bireysel çaba yönü kadar bir Devlet politikası yönü de var anlaşıldığı kadarıyla, değil mi?

Leo Buscaglia'ın “Yaşamak, sevmek ve Öğrenmek” kitabında ifade edildiği gibi, 65 ve daha ileri yaşlarda olan binlerce kişiyle bir anket yapılmış ve bu insanların sadece %20 si “mutlu” olduğunu söylemiştir. Diğerleri kendilerine kurban adını vermişlerdir.

 Hayatın amacı nedir? Sonunda haksızlığa uğrayıp acı çekmek için mi yaşıyoruz?

Eski Sovyetler Birliğinin başını çektiği komünist dünya da insanın mutlu olması için dış dünyanın değiştirilmesi gerektiğini savunmuş ve bu düşünceye uygun toplum oluşturmaya çalışmıştır. İnsanın manevi yönü ihmal edilmiştir. Bu rejim mutluluk getirememiştir. İslam dini insanın içten- dışa doğru gelişmesini ve insanın tekâmül etmesini esas alır. Bu sebeplerle mutluluk arayışı içinde olan batı dünyasında son yıllarda İslâm dinine ve tasavvuf felsefesine ilgi her gün artmaktadır. Mutlu kişi, iyi hisseden, hayatından zevk alan, iyi uyum sağlamış olan insan anlamlarına geliyor. Ancak hayattan zevk almanın, sürdürülebilir ve kalıcı olması gerekir.

Mutluluk bir süreçtir, ulaşılması gereken bir yer ve hedef değildir. Mutluluk başarıyı getiriyor. Başarı, sürekli mutluluk getirmiyor.

Günümüzde bilimsel yöntemlerle mutluluk araştırmaları yapılıyor. Bu araştırmalar da yukarıda sıralanan düşünürlerin hepsinden faydalanılıyor.

Mutluluk seviyemizi neler belirliyor? Mutluluk konusuna yönelmiş en önemli araştırmacılardan biri olan Sonja Lyubomirsky' ye göre, mutluluğumuzun bir kısmı genetik ve değişmiyor. Genetik faktörler, mutluluk seviyemizin yüzde 50'sini belirliyor. Mutluluğumuzun % 40' nı amaçlı faaliyetlerimiz, başka bir ifadeyle kendi davranışlarımız ve kalan % 10'u da yaşama şartlarımız belirliyor.

Kendi elimizde olan % 10' luk hayat şartların kapsamına, yaşımız, cinsiyetimiz, medeni durumumuz, eğitim seviyemiz, yetiştirilme biçimimiz, gelir durumumuz ve yaşadığımız yerleşim yeri gibi değişkenler giriyor. Bunları değiştirmemiz de kolay değildir. Ancak bu faktörlerin mutluluğumuza etkisi çok azdır.

Amaçlı faaliyetler ise, önemli ölçüde öğrenilebilir ve geliştirilebilir. Bu faaliyetlerin en önemlileri, farkındalık oluşturma, bilinci yükseltme, sosyal ilişkileri geliştirme, hayatına anlam verme, yardımseverlik, maneviyatı zenginleştirme iyimserlik bakış ve olumlu düşünmedir.
Bu % 40 lık faktörleri değiştirmek mümkündür. Hepimiz istersek, algılarımızı niyetimizi, hislerimizi ve yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamları olumlu düşünce çalışmalarıyla mutluluğumuz doğrultusunda değiştirebiliriz.
Sizinde ifade ettiğiniz gibi, Hegel'den Marks'a, Luther'den Alexis Carrel'a kadar olan pek çok bilim adamı ve düşünür, Batı düşüncesinin insanı maddileştirip mutsuzluğa mahkûm ettiği fark etmiş ve yeni arayışlar içine girmişlerdir.
Özellikle Alexis Carrel' in “İnsan Bu Meçhul” kitabı bu alanda bir şaheserdir.

Tasavvuf ile NLP ve Nefs terbiyesi ile kişisel gelişimin ortak noktaları hep vurgulanagelmiştir. Sizce böyle bir ilişki ve etkileşim var mı? Konunun bazı önemli uzmanları, milyonlarca kişinin takip ettiği bu iki sistemin “çatışık “ olduğunu iddia ederler, sizin değerlendirmenizi almak istiyoruz?

Bu manevi çalışmaları temelinde kişinin bilincinin yükseltilmesi vardır. Bunların hepsinin amacı insanın tekâmül etmesidir. Birbirlerinin aynısı değildirler, ama birbirlerine benzerler. Kişisel gelişim de insanın mutluluğunu ve tekâmülünü hedef alan çalışmaları içermektedir.
Sufiler, Kur`an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerine dayanarak, insan nefsinin yedi mertebesinin olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bular,1. Nefs-i Emmâre, 2. Nefs-i Levvâme,

3.            Nefs-i Mülheme, 4. Nefs-i Mutmainne, 5. Nefs-i Radiye , 6. Nefs-i Mardiyye , 7. Nefs-i Sâfiye. Sizin de ifade ettiğiniz gibi bu çalışmalar birbiriyle çok benzerdir. Her merhalede bilincin yükselişi ve farkındalığın artırılması vardır. (Bu konuda zihinsel Terapi adlı kitabımızda geniş bilgi verilmektedir). Bu konuya biraz daha yakından bakalım:

Amerikalı kişisel gelişim yazarı ve öğretim görevlisi Ken Keyes (1921 1995) sevgiyi sistemleştirerek, yüksek bilince doğru gelişimi ölçmek için yedi basamaklı bir ölçek yapmıştır. Bu ölçekte üç düşük bilinç merkezi ve dört yüksek bilinç merkezi vardır. Bu bilinç merkezleri ile tasavvuftaki nefsin mertebeleri birbirine çok benzemektedir.

Düşük bilinç ve yüksek bilinç kavramlarını çok sık kullandınız. Bunların, bahsi geçen Nefs mertebeleri ile çok alakası var galiba?

Elbette... Düşük bilinç merkezleri, güvenlik, duygu ve güç merkezleridir. Dört yüksek bilinç ise sevgi, bolluk, bilinçli farkındalık ve kozmik bilinç merkezleridir. Güvenlik merkezi, kişisel güvenlikle ilgilidir. Bu merkezde bilinç, güvenlik için gerekli olduğuna inandığı şeylere takılır kalır. Bu merkez, Nefs-i Emmâre'ye yakındır.

Duygu merkezi, içinde olan insan da varlığının ancak küçük bir bölümüyle ilişki içindedir. Bu tür insanların hayatı boş görünür. Duygu merkezinde enerji biraz daha artmış ve daha çok insanla ilişkiye girilmiştir; ama hedeflenen duyusal zevk ve heyecanlar kişiyi bir türlü mutlu etmeye yetmez. Bu merkez, Nefs-i Levvâme ye yakın düşer.

Güç merkezi de düşük bilinç merkezlerindendir. Bu merkeze odaklanan kişinin bilinci insanları yönetme, prestij, zenginlik, gurur, statü ve politik güçle meşgul olur. Bu merkezde bilinç, önceki iki merkeze göre biraz daha yükselmiştir. Bu merkez Nefs-i Mülheme'ye yakındır.
Sevgi merkezinde, insan başkalarını yargılamaz. Onları olduğu gibi kabul eder. Eğer insanların yaptıklarını onların uyanış yolculuklarının bir parçası olarak görür. Herkesi şartsız olarak sever. Kendisini daha çok insana açar. Bu merkez nefs-i mutmainneye benzer. İkisi de mutluluk mertebesidir.

Bolluk merkezi kişiye büyük bir bereket sunar. Bu merkezde bağımlılıklardın kurtulan insanın enerjisi gittikçe artar. Bolluk merkeziNefs-i Radiye' yakındır.

Bilinçli farkındalık merkezinde insanları yargılama ve değerlendirme yoktur. Bu merkeze ulaşanlar yalnız kendilerini gözlerler. Bu merkez de Nefs-i Radiye' yakındır. Son merkez kozmik bilinç merkezidir. Bu merkezde kişi her şeyle bir olur. Kişi artık kendini gözlemez. Beden, zihin duyular ve bilinçli farkındalık bir bütündür.

Ken Keyes'in “Yüksek Bilinç Kılavuzu” adlı kitabında her bilinç seviyesinde tekâmüle vurgu yapmaktadır. Bu kitapta bahsedilen prensiplerin çoğu, binlerce yıldır denenmiş ve büyük bilgeler tarafından onaylanmıştır.

Kaynak: Business Türk