Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan: “Kadınlar için pozitif ayrımcılık istemeyi bırakmak zorundayız”

DOI : https://doi.org/10.32739/uha.id.44547

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, İnsan Odaklı İletişim ve Uygulama Merkezi (İLİMER) ve Gazetecilik Kulübü işbirliği ile düzenlenen “Medya ve Kadın” başlıklı sempozyumun üçüncüsü gerçekleştirildi. Alanında önem isimlerin katılımıyla gerçekleştirilen sempozyumda kadının toplumsal hayattaki konumu ile medya sektöründe kadınlara yönelik bakış açılarının detaylıca ele alındığı programda Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Kadınlar için pozitif ayrımcılık istemeyi bırakmak zorundayız.” dedi. 

Sempozyum Güney Yerleşke Fuat Sezgin Konferans Salonunda iki oturum şeklinde gerçekleştirildi. Düzenlenen etkinliğin moderatörlüğünü Gazetecilik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gül Esra Atalay ve İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan yaptı.

Etkinliğin ilk oturumunda Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Ceren Saran Doğan, TRT Spor muhabiri Şeyda Şenürek ve Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Nil Çokluk konuşmacı olarak katılım sağladı.

Doç. Dr. Gül Esra Atalay: “8 Mart pırlanta, çiçek ya da mutfak aleti almanın günü gibi gösteriliyor”

Etkinliğin açılış konuşmasını gerçekleştiren Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gül Esra Atalay, medyanın kadınlara yönelik olumsuz değerlendirmeler yaparak kadının statüsünü değerlendirmede amacın ötesine geçtiğini vurguladı. Atalay; “Medya, kadının toplum içerisindeki konumunu belirleyen ve şekillendiren önemli bir yapıdır ancak medyanın kadına yönelik ürettiği olumsuz yargıları sürekli yeniden üretmeye de hizmet eden bir yapı arz ediyor, dolayısıyla sorumlu yanları aslında katkılarından daha fazla gözükmektedir. 8 Mart aslında kutlama gibi yaşanıyor tabiki bu durum kapitalist sistemin de getirdiği bir şey ama kadınlara pırlanta, çiçek ya da mutfak aleti almanın günü gibi gösterilebiliyor. Aslında 8 Mart bir mücadele günüdür. Kadınların yıllardır verdikleri mücadelede ve kazanımlarını kutladıkları bir gün bununda farkında olmak gerekiyor. O kapitalist sistem içerisindeki yönüyle değil o tarihsel perspektiften gelen o mücadeleci yanını hatırlamak gerekiyor.” dedi.

Dr. Öğr. Üyesi Ceren Saran Doğan: “Kadın hakları mücadelesi eşitsiz bir şekilde başlıyor”

Kadın hakları mücadelesinin ve medyanın gelişimindeki tarihsel süreçten bahseden Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ceren Saran Doğan; “Kadın hakları mücadelesinin tarihi 1840’lara dayanıyor. Bu dönemler çağdaş kapitalizmin geliştiği ve çağdaş toplumların oluştuğu zamanlar. O dönemki kadın hakları mücadelesinin taleplerinde temel haklar var. İnsanın insan olmasından ileri gelen anayasal hakları da içeren eğitim eşitliği, mülkiyet edinme hakkı, siyasal hayata katılma hakkı, eşit yurttaşlık talepleri, evlilik ve boşanma özgürlükleri gibi haklar talep ediliyor. Avrupa’nın Amerika’da sınıflar mücadelesinin başladığı 1840’larda Avrupa’da çeşitli eylemlerin, devrimlerin olduğu ve sınıfların karşılıklı konumlandığı işçi sınıfıyla burjuvazinin karşılaştırılarak konumlandığı bu dönemde kadın hakları mücadelesi eşitsiz bir şekilde başlıyor. 1800’lerin sonlarında gazetecilik oluşurken kadın gazetecilerin genel dünya sahnesine girdiği dönemde bugün bildiğimiz anlamda standart haber formu oluşurken de kadınlar orada kadınların ilgileneceği konularda moda, domestik konular, dekorasyon, mobilya, ev ekonomisi, mutfak idaresi gibi ilgili haberler ve köşe yazıları oluşturmak için istihdam ediliyor.” şeklinde konuştu.  

Şeyda Şenürek: “TRT Spor İstanbul’da çalışan tek kadın muhabirim”

Dijital medyanın gelişmesiyle kadın muhabirlerin arttığına dikkat çeken ve spor muhabirliğindeki kariyer yolculuğundan bahseden TRT Spor muhabiri Şeyda Şenürek; “2012 yılında İletişim Fakültesine girmemle spor alanında ilerlemeye karar vermiştim. Küçüklükten itibaren sporun her branşına ilgi duyuyordum. O zamanlar spor medyasında günümüzde olduğu kadar kadın olmadığı için çevremden çok tepki alıyordum. Üniversite birinci sınıfta gönüllü staj yaptım. Kariyer yolculuğum spordan çok uzak bir şekilde önce radyoda başladı. TRT Harbiye radyosunda sekiz ay çalıştım, orada program koordinatörlüğü yapmıştım. Sınıftaki arkadaşlarımdan öne geçtiğim nokta çok erken zamanda staja başlamam oldu. TRT spora geçtiğimde de üniversite ikinci sınıftaydım sekiz aylık serüvenimden sonra TRT sporda stajyer olarak göreve başladım. Benim ilerlemek istediğim alan hep saha oldu yani sporcularla iç içe olmak, onların heyecanlarını maç sonu adrenalini sahaya yansıtmak ve teknik direktörlerle, baş antrenörlerle birlikte olmayı hep çok hayal etmiştim. Şu anda TRT Spor İstanbul servisinde çalışan tek kadın muhabirim. Eskiden sahada çok fazla kadın muhabir olmadığı için varlığımız garip geliyordu, şimdi dijital medyada kadın muhabir arkadaşlarım çok fazla arttığı için birbirimize destek konusunda çok yardımcı oluyoruz.” şeklinde konuştu.

8 Mart Medya ve Kadın Sempozyumu'nun ikici oturumunun moderatörlüğünü ise İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan gerçekleştirdi.

İkinci oturumda Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Rektör Danışmanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile Yazar ve editör Sibel Öz görüşlerini dile getirdi.

Doç.Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan: “8 Mart bizim hak arama mücadelemizin sembolü”

Sempozyumun ikinci oturumunun açılış konuşmasını gerçekleştiren Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan, 8 Mart’ın hukuk mücadelesi olduğunun altını çizdi. Pehlivan; “8 Mart bizim için önemli çünkü hak arama mücadelesinin sembolü. Bu mücadele hem kadının ev içinde yaşadığı eşitsizliklerde hem iş hayatında hem de toplumsal yaşamda, hayatın her alanında karşılaştığımız zorlukları daha fazla duyurabildiğimiz ve hak aramak için önemli bir gün olarak değerlendiriliyor. Bugün eşitsizliğe karşı mücadelede daha fazla katkıda bulunmayı hedeflediğimiz için buradayız. ”dedi.

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan: “Kadınlar olarak çok dayanıklı varlıklarız”

8 Mart’ın toplumsal açıdan çok önemli olduğuna ve akademi dünyasında kadınların karşılaştığı istismar problemine dikkat çeken Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan; “8 Mart Dünya Kadınlar Gününün bir farkındalık yaratmak amacıyla kutlanmasını çok önemsiyorum. Akademi dünyasının kendi içinde zorlukları var. Kadınların karşılaştığı büyük bir istismar problemi var. Kadınlar üzerinde erkek akademisyenlerin yarattığı baskılarla yürüyen bir kariyer yolculuğu da var. Kadınlar olarak çok dayanıklı varlıklarız. Bu kariyer yolculuğunu avantaja dönüştüren kadınlar da oldu çevremde onlar bence kadın hareketine en ağır hasarı veren insanlar yani en az istismarcı erkekler kadar zararlı toksik bireyler.” şeklinde konuştu.

“Kadınlar için pozitif ayrımcılık istemeyi bırakmak zorundayız”

Kadınların sosyal hayatta zorluklarla karşılaşmasıyla birlikte kadınların güçlü ve özgür olduğunun altını çizen Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan; “Kadınlar için pozitif ayrımcılık istemeyi bırakmak zorundayız bu durum temel problemlerden biri. Artık erkekler için uygulanan gizli pozitif ayrımcılığı durdurmamız gerekiyor. Erkeklere her konuda zaten pozitif ayrımcılık uygulanıyor. Kadınlar erkeklere göre her konuda sürekli olarak daha iyi ve daha çok olmamız bekleniyor. Bu yüzden sürekli bir ispat halinde olmak zorunda kalıyoruz. Yol ne kadar engebeli ne kadar zor olursa antrenman kabiliyetimiz ve dayanıklılık oranınız o kadar yüksek oluyor. Burada karşımızda oturan her kadının çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Buralarda okuyabilmek, bu sohbetlere katılabilmek çok ayrıcalıklı. Her kadın meselesi gündeme geldiğinde bizler kadın hakları alanında rahatça çalışabileceğimiz imkânlar sunuluyor yani her kadın, kadın hakları alanında çalışabiliyor. Kadınlar için müthiş bir özgürlük olanı sunulmuş durumda.” ifadelerini kullandı.

Sibel Öz Arslan: “İlham verici figürlerle karşılaşmak umut verici”

Kadınların edebiyat dünyasındaki konumundan bahseden Yazar ve Editör Sibel Öz Arslan; “Yayıncılıkta kadın olmak, edebiyat dünyası çoğunlukla kadınların rol aldığı bir alan olsa da kademeler yükseldikçe kadınların sayısının azaldığını görmek beni düşündürüyor. Bu durum sektörde yükselme konusundaki zorluklara ve kadınların yönetici pozisyonlara yükselmelerinin önündeki engellere işaret ediyor. Ancak son zamanlarda tanıştığımız bazı kadın genel yayın yönetmenleri gibi ilham verici figürlerle karşılaşmak umut verici bir gelişmedir. Kadın yazarların edebiyat sahnesinde önemli bir varlık gösterdiğini söylemek mümkündür. Ancak bu varlığın altında yatan koşulları anlamak ve değerlendirmek, kadınların yazma süreçlerini ve yazdıkları eserlere olan etkilerini anlamamıza yardımcı olabilir. Virginia Woolf'un ‘kendine ait bir oda’ konsepti, kadın yazarların yaratıcılıklarını sürdürebilmeleri için bağımsız bir alanın önemini vurgular. Bu kadınların yazma süreçlerini ve eserlerini geliştirebilmeleri için sağlanması gereken temel bir gerekliliktir.” şeklinde konuştu.
 

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)