Mutluluk Öğrenilir
Uzunca bir zaman sonra Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile yine tatlı bir sohbetteyiz ve konumuz yine insan. İnsanın çocukluğundan yaşlılığına dek olan dönemdeki bitmeyen arayışları, yalnızlığı, çatışmaları, değişen duygu halleriyle hayat kolay da, biz mi zorlaştırıyoruz yoksa gerçekten zor bir iş mi şairin dediği gibi “Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” diyebilmek…
Nasıl koşturuyoruz, sanki son yıllarda zaman daha bir hızlandı; Bilgi çağı, 4.0 endüstriyel devrim, dijital dönüşüm derken sanki bedenlerimiz, ruhlarımızın çok önünde anlamsızca koşturuyoruz. Bazen en sevdiklerimizi bile günlerce, hatta aylarca görmeden işlerimizin doluluğu, gönüllerimizin boşluğu içinde sağa sola çarpa çarpa yol almaya çalışıyoruz.
Sonra yoruluyoruz ve başlıyoruz kendimizi, geçmişi sorgulamaya. Bir bakıyoruz çocuklarımız bizsiz büyümüş, ebeveynlerimiz çoktan yanımızdan gitmiş, dostlar azalmış. Başlıyoruz neyi yanlış yaptım demeye. Mutluluğumuzu sorgulamaya, mutsuzluk kaynaklarımızı araştırmaya.
İşte bu nokta da Nevzat Hocam, “Entropi yasasına göre evrende düzenden düzensizliğe doğru bir denge vardır ve bu yüzden mutsuzlukla savaşmak yerine kendimizi mutlu etmeye gayret etmeliyiz” diyor ve başlıyor sohbetimiz.
Hocam, “aslında yalnızlık hiç insana göre bir şey değil,” öyle değil mi?
Elbette, insan yaradılış olarak ilişkisel bir varlıktır ve yalnız yaşamaya kodlanmamıştır. İletişim insan türü için bir zorunluluktur. Öyle ki, yalnızlığın güçlü bir travma etkisi vardır. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü’nün çeşitli çalışmaları ve yapılan deneyler var. 15 gün hiçbir uyaran vermediğinizde kişide şizofreni belirtileri ortaya çıkıyor ve kişinin akıl sağlığı bozuluyor. Yani zihinsel, ışık vb. hiçbir uyaran olmadan kişiyi tüm iletişim araçlarından uzak tuttuğunuzda bu durum bir çeşit işkence kabul ediliyor. Yaşlıların işte bu nedenle en büyük psikososyal sorunu yalnızlık. İngiltere’de 8,5 milyon civarı yaşlının yalnız yaşadığı biliniyor ve devlet bu problemi çözmek için çalışıyor. Bu nedenle İngiltere’de “Yalnızlık Bakanlığı” kurulması için uğraşılıyor. Yaşlılık sürecinde, sosyal ve psikolojik bir izolasyon var. Bu nedenle ileri yaşın travması yaşlılık. Tüm insanların ilişki ihtiyacı vardır.Yapılan araştırmalarda 16-24 yaş arasındaki gençlerde de bir yalnızlık durumu olduğu tespit edildi. Bu yalnızlık, “kalabalık içindeki yalnızlık.” Sosyal ve psikolojik izolasyon var.
Eskinin geniş aile modeli bakıldığında ne kadar önemli.
Günümüz koşullarında belki zor ama büyükanne ve babaların torunlarını çok sevmesinin, onlara düşkünlüklerinin altında bu durumun etkisini görebiliyoruz. Onların birbirleriyle çok iyi anlaşmalarının nedeni, büyükanne ve büyükbabaların iletişim kurma ihtiyaçlarına çocukların sorup öğrenme, paylaşma ihtiyaçlarının karşılık bulmasıdır. Bu ilişki her iki tarafa da çok iyi geliyor. Anne ve babalar artık çok yoğunlar. Günlük hayat ve iş telaşından, çoğu zaman ne aile büyüklerine ne de, çocuklarına yeteri kadar vakit ayırabiliyorlar. İşte geniş aileler, tam da bu nedenle iki tarafı da mutlu ediyor. “Baba bu konuda ne düşünüyorsun” diye fikrinin alınması yaşlıyı mutlu ediyor. Değer duygusu oluşturuyor. Yaşlının, çocuğun, sorularına cevap vermek, fikrini almak, onunla ilgilenmek yatay ilişkidir. Değer duygusu oluşturur.
Burada beden dili de son derece önemlidir. Örneğin çocukla aynı hizaya gelerek iletişime geçmek ilişkiye güven katar. Açıklık getirir. Dikey ilişkiler ise “emir- komuta” ilişkileridir. İtaat kültürü vardır ve hiç sağlıklı değildir. Çocuk böyle bir ilişkide kendini geliştiremez.
Aile içi ilişkilerde iç çatışmalar nasıl yönetilmelidir?
Her ailede, aile içi koalisyonlar vardır. Bazı ailelerde, baba- oğul, anne-kız veya anne-oğul, baba-kızın birlikte oluşturduğu dayanışma ilişkileri görülür. Biz bunlara koalisyon ilişkisi diyoruz. Bu ilişkiler çok sağlıklı değildir. Bu tip ilişkilerde kutuplaşma olur. O zaman da adalet duygusu zayıflar. Çatışmalar ortaya çıkar. Doğru olan, anne ve babanın bir koalisyon, çocukların bir koalisyon oluşturmasıdır. Ebeveynler ortak dil konuşmalı, ortak bir tutum sergilemelidir. Çocukların yanında, birisinin “evet”” dediğine, diğeri hayır” dememelidir. Çocuklar sorunlarını kendi aralarında çözmelidirler. Çözemediklerinde anne ve babaya gelmelidirler. Ancak ebeveynler tartışmalarda taraf olmamalı, kıskançlığa neden olacak ortam oluşturmamalıdır. Kısacası ilişkilerde adalet duygusu olmalıdır. Bu konularda zorlanan aileler için anne - baba olgunluk testleri var.
“İletişim mi, itişip didişme mi halimiz” bilemiyoruz sanırım zaman zaman
Üç tip iletişim var; sağlıklı iletişim, çatışmalı iletişim bir de iletişimsizlik. Sağlıklı iletişimde güven ve değer duygusu vardır. Çatışmalı ilişkide hiç olmazsa çatışma iletişimi var. Bir konuşma, kavga vardır. Yine de adam yerine koyma, kavga etmeye değer görme vardır. Hatta bazen çocuk anne babayı kızdırır ve der ki “hiç değilse varlığımın farkındalar.” Çocuğu yok saymak en büyük travmadır. Büyük bir duygusal ihmaldir. Çocuk, yaşlı veya eş, “ne kadar değersizim ki yok sayılıyorum” der. Bu nedenle yetim çocukların en büyük travmasıdır, iletişimsizlik. Çocuk travmalarında araştırılan konulardan birisi de fiziksel, sözel istismarın yanı sıra, (çocuğu aşağılamak, değersizleştirmek), “çocuğu yok saymak” konusudur. Aynı şey çalışma hayatı içinde geçerlidir, “kişiyi yok saymak” iletişim sorunlarının en başında gelenlerinden birisidir.
Sağlıklı iletişim ortamında büyüyememiş olmak, bu çocukların gelecekteki hayatlarına nasıl yansıyor?
Bu çocuklar yetişkinlikte genellikle özgüven eksikliği içinde ve inatçı oluyorlar. Böyle ortamlarda büyüyen çocuk, hayat senaryolarında ayakta kalabilmek için, “ kendimi savunmam lazım” diye sürekli kendini ispat edebilmek için “sen haklısın, ben haklıyım” diye hep bir çaba hatta inatlaşma içinde oluyor. Güç savaşlarına, kişilik mücadelesine giriyorlar. Hatta bazı hastalarım var, her şeye itiraz ediyorlar. Onlara diyorum ki “hiçbir konuda anlaşamadığımız konusunda anlaşıyoruz.” Öncelikle iletişime “pozitif” anlam katmamız gerekir. Yani kişinin öncelikle güçlü yanlarına odaklanarak iletişim kurmalıyız. Ortak yanlara odaklanmamız gerekir. Öncelikle zayıf yana odaklanmak, çatışmaların boyutu artırır. İletişim, “felsefesi” olan bir iştir. Bunu bilirseniz ve pozitif hedef koyarsanız iletişim sağlıklı olur.
O halde iletişim kurmaya yatırım yapmak gerekir diyebilir miyiz?
Doğrudur, iletişim kurmaya yatırım yapmak gerekir. Şöyle ki rekabetin olduğu ilişkilerde de iletişim vardır. Örneğin futbol maçlarında, takımla ve karşı tarafla iletişim vardır. Burada “rekabet iletişimi” devrededir. Rakip ile iletişim ve takım içinde, takım ruhunu geliştirecek iletişime ihtiyaç vardır. Takım ruhu oluşturmazsanız, “top hep bende olsun” derseniz, uzun vadeli bir başarı elde edemezsiniz.
Karşı tarafla iletişimde, doğru ve zamanında hızlı karar vermeye ihtiyaç vardır. Rekabet iletişimi, “satranç gibi kurgulanması gereken bir şeydir”. Stratejik hedeflerinizin, bir planınızın olması gerekir. Yani “zihinsel bir yatırım” da vardır iletişimde. Doğru iletişim için ihtiyaç analizi yapılmalıdır. Doğru propagandalar olmalıdır. Örneğin reklam iletişimi, bir malın propagandası olarak algılanır ama karşı tarafın, sosyal, zihinsel, fiziksel psikolojik ihtiyacını bilmezseniz doğru karşılığı veremezsiniz. Karşı tarafın duygularını anlamanız gerekir. Harvard’da, “Davranış İktisadı” derslerinde insanlar, önceleri temel ihtiyaçlarına göre “homo ekonomikus” kabul ediliyordu. Ancak şimdi bakılıyor ki, insanlar kabul görmek için, güven duygusuna göre alışveriş yapıyor ve artık “homopsikolojikus” kabul ediliyor. Günümüzde nöropazarlama da buradan etkileniyor. Nöroiletişim onlara, “bir insan sadece mantıksal değil, duygusal bir varlıktır ve onun önce duygularını harekete geçirirsek, mantıksal zekâ da harekete geçer” diyor. Kişinin söylediği sözlerden değil de beden dilinden, sözün söyleniş şeklinden, söyleyiş şeklinden duygu aktarımı anlaşılıyor. İnsan sadece rasyonel değil, duygular olan bir varlıktır. “Beynimiz karar verirken, neye göre karar veriyor?” diye sorduğumuzda ön beyin, sağ ve sol beyninin kararlarını gözden geçiriyor, sezgilerini katıyor ve güven duygusu da oluşmuşsa davranış ortaya çıkıyor. Burada karşılıklı aynı nöronlar devreye giriyor, aynı duygularla birbirlerinden etkileniyorlar.
Bir iletişimin en önemli duygusu nedir?
Güvendir. Güven oluşmadan hiçbir şey uzun süreli olmaz. Güven, ailede, işte, okulda, arkadaşlık ilişkilerinde en önemli duygudur. İnsan beyni inanç organıdır. Güvenmediği zaman hep eski deneyimlerini akla getirir ve karşı tarafın verdiği mesajlara inanmaz. Güvendiğimiz bir kişi bir şey söylediği zaman bu bilgiyi beynimizin kalıcı bilgiler dosyasına kaydederiz. Eskiden “düşünüyorum o halde varım” diyordu, sonra “hissediyorum o halde varım” dendi. Şimdi “inanıyorum o halde varım” demeye başladı. Duygusal Zekâ çalışmalarının bilinen ismi, Psikolog Daniel Goleman, “Descartes’in Yanılgısı” diye yazmıştır bu durumu.
İletişimde bir de özgüven var.
Evet, ancak özgüven ile öz beğeniyi karıştırmamak lazım. Kendine hayran olmak, beğenmek özgüven değil, narsisimdir. Böyle kişiler kendi negatif yanlarını yok sayarlar ve adeta kendilerine hayrandırlar. Öz beğenileri çok yüksektir. Oysaki özgüvende, kişinin kendi güçlü- zayıf yanlarını bilmesi vardır. Özgüvenli kişilerin sosyal güvenleri de yüksektir. Diğer insanlarla sağlıklı, güven dolu ilişki oluşturabilirler. Duygular arabanın motoru gibidir, akıl da direksiyondur. İkisi de önemlidir. İşle beslenen, başarılı ve narsis yöneticiler, kapitalist sistemin başarılı insanlarıdır ama bu kişiler yalnızdır. En ağır dönemleri de emeklilikleridir. Yaptıkları işler sevilip, kendileri hiç sevilmeyen kişilerdir. İşleri ellerinden gidince onlar için hiç bir şey kalmaz ve depresyona girerler.
Mutlu olmayı nasıl başarabiliriz?
Dış nedenle, mutluluk yakalanmaz. Mutluluk istendiği zaman kaçar. “Şunum olsun, bunum olsun” derseniz, mutluluk kaçar. Oysaki iç nedene bağlı mutluluk kalıcıdır. Bunun için sıradan şeylerden mutlu olmayı öğrenmek gerekir. Dünyada artık minnettarlık eğitimleri yapılıyor. “Git sana iyilik yapan birisine karşılıksız iyilik yap, teşekkür edeceğin insanları listele” deniyor. Karşı taraf mutlu olunca sende mutlu oluyorsun. Yani iki taraflı mutluluk oluşuyor. Beyinde mutluluk ile ilgili alanlar ne zaman aktif hale geçiyor diye, Budist rahipler ve Amerikalı gençler kıyaslanarak, beyin elektrotlarıyla bir deney yapılıyor. Deneklere yüzü yanmış bir insan gösteriliyor. Ortalama Amerikalı ’da korku, tiksinme, rahiplerde ise merhamet, mutluluk hormonu salgılanıyor. İçsel mutluluk budur işte. Yardım etme duygusunun oluşması, aynı zamanda mutluluk duygusu da oluşturuyor.
Oysaki insanın başına her an her şey gelebilir ve toplumun ciddi bir kısmı dezavantajlı.
Öyle. Yaşam felsefesi olarak “ben dünyaya bir defa geldim, hastayla yaşlıyla uğraşamam” diyebilirsiniz. Ancak toplumların % 50 si dezavantajlıdır. Yani yaşlı, çocuk, işsiz, hasta vb. İşte insan da zaten bu nedenle ilişkisel bir varlıktır. Ömrümüzün bir kısmında hepimiz dezavantajlıyız. Bir toplum düşünün ki dezavantajlı, yani engeli kesimi yok sayarak ne kadar mutlu olabilir? Evde engelli, hasta bir kişiniz varsa siz ne kadar mutlu olabilirsiniz?
Ama maalesef değerler değişiyor. Merhamet, minnettarlık bir değer olarak unutuldu. “Teşekkür etmek” ahmaklık olarak görülüyor. Materyalist sistem, bencil insan yetiştiriyor. Egoizm, benmerkezcilik, mutsuzluğun en büyük sebebi; aslında bu da narsisimin bir ayağıdır.
Nasıl yani?
Bazı insanlar narsis gözükmez. Bazı insanlar hem mütevazı hem de egoist olabilir. Görünüşte mütevazıdır ama bunu çıkar elde etmek için, araç olarak kullanır. Aşırı mütevazılık, gizli kibirdir. Aşırı mütevazı görünen kişilere, ne kadar samimi diye eleştirel olarak bir bakmak lazım. Bu tevazu, güç toplamak için mi? yoksa kişi gerçekten mütevazı mı? Bir parça narsisim herkeste vardır. Hatta en narsis varlık çocuktur. Dünyanın kendi merkezinde döndüğünü zanneder. Herkes onu sevmelidir; adeta, sevgi yatırımını kendine yapar. Ancak büyüdükçe kendine yaptığı sevgi yatırımını çevreye, kardeşlerine, vatanına, yaratıcıya adil bir şekilde dağıtır. Sadece kendini severse buna “tanrı kompleksi” diyoruz. Tam güçlülük duygusu (hominopotens ) , “ben bilirim, güç bende” diyen narsis kişilikler etraflarını mutsuz ederler.
O zaman mutlu çocuklar yetiştirmek için ne yapmalıyız?
İnsanların hayata karşı üç sorumluluğu vardır. Birincisi yasalara karşı, ikincisi sosyal normlara, üçüncüsü de vicdana karşı. Hesap verme duygusu kalktığında kişi her şeyi yapar. Çocuklara daha çok küçük yaşlarda değerleri öğretmeliyiz. Kişiliğinin temeli atılırken değerler eğitimi vermeliyiz. Minnettarlık, teşekkür, mahremiyet gibi değerleri çok küçükken verilir. Etik değerler, iyi insan olmak küçükken öğretilir. İyi insan olmak için daha çocukken hayata anlam katmak gerekir. Hayata anlam katacak yüksek bir değerin, pozitif bir anlamın parçası olmak gerekir.
Kaynak: Milliyet Gazetesi / Betül Altınbaşak
Haberin linki: http://www.milliyet.com.tr/pembenar/betul-altinbasak/mutluluk-ogrenilir-2907811