Kaliforniya Sendromu ve Türkçe

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan,  Akademik Akıl platformunda yer alan köşesinde bu hafta “Kaliforniya Sendromu ve Türkçe" konusuna ilişkin bir yazı ele aldı.


Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Kendi kültürümüzü terk ederek modernleşmek; şehircilikte betonlaşma, Türkçemizde plaza dilini doğurdu."

Dünyevileşme ya da psikoloji terminolojisinde kullandığımız tabiriyle sekülarizm. Türk dil kurumu Sekülarizm’i dünyacılık olarak Türkçeye çevirdi. Bence de çok uygun felsefi anlamı ifade ediyor. Her şey dünyada olup bitiyor hayatın sonunda hesap verme yok düşünce ve oluşan duygu ciddi zihinsel dönüşüm yapmaktadır. 

Bir problemi çözmek için farkındalık gerekiyor, farkındalığın arkasından daha sonra konuyla ilgili çözüm üretmek gerekiyor. Şu anda sadece İslam dünyasının değil, dini duyarlılığı olmayan insanların da en büyük derdi şu an “dünya nereye gidiyor?” Sekülarizm sonrasında modernleşme ne kazandırdı ne kaybettirdi tartışması yapılıyor.

Tarım toplumunda ne kadar çok arazin varsa o kadar zengindin. Endüstri toplumunda ne kadar mal üretiyorsan ne kadar fabrikan varsa o kadar güçlüydün. Şimdi bilgi toplumundayız. Ne kadar bilgiyi yönetebiliyorsanız o kadar güçlüsünüz. Onun için arama motorları gibi tarayıcılara ya da çeşitli internet yollarına ve platformlara hâkim olan kişiler dünyaya hükmedebilecek, egemen olabilmek için bunu yapabilecekler ve hatta bununla zihinleri bile etkileyebilecekler.

Bu nedenle dünyevileşme, kötülerin en büyük silahı bu şu anda. Yaratılışı görmemesi için ve yaşam felsefesini değiştirmesi için dünyevileşmeyi bir norm olarak kabul ediyorlar ve bunun üzerine dünyayı inşa etmeye çalışıyorlar. Sonuçlarına baktığımız zaman, insanlık tarihinde görülmediği kadar çok benmerkezcilik yaşanıyor. Kaliforniya sendromu ile batılılar, hedonizm, egosantrizm, yalnızlık ve sonucunda da mutsuzluk yaşıyorlar. Duygusal çıkarlardan ziyade menfaatin ön plana çıktığı ilişkiler giderek artıyor. “Batı bununla ilgili önlem almazsa kendi kendini çökertecek”, diyorduk. Bu hastalık şimdi tüm dünyayı sarmış durumda. Çünkü çalışacak nesil kalmayacak ve sosyolojik çürüme yaşanıyor olacak.

İngiltere’de yalnızlıktan sorumlu bir Bakanlık kuruldu. 9 milyon İngiliz yalnız yaşıyor, yani bir evde tek başına ve ani ölümler oluyor. Yalnız yaşaması bir insana günde 1 paket sigara içiyor gibi ona zarar veriyor ve bu sorunu çözemedikleri için bakanlık kuruyorlar.

Modernizm ne ekti de böyle bir meyve topluyor, ne biçiyor?

Egoizm ekti, bunun sonucunda yalnızlık ortaya çıktı, diyebiliriz. Egoizm aslında dünyevileşmenin temelindeki kritik bilgidir. Yalnızlık, Batının sorunu olarak ortaya çıktı ve Norveç’te de yalnızlık bakanlığı kurulmasıyla ilgili böyle bir çalışma var. Bu aslında bu toplumların mutsuz olduğunu gösteriyor.

Kötülükten zevk alan insanlar türedi.

Karanlığın 5 atlısı…

Karanlığın 5 atlısı diyoruz: “Kin, Öfke, Nefret, Kıskançlık, Düşmanlık”. Modernizm bu duyguları arttırıyor. Bu duygularda beyinde aşırı stres hormonu salgılanıyor, omuz, boyun, bel, sırt kasları kasılıyor, damar direnci artıyor, tansiyon yükseliyor, mide-bağırsak spazmı artıyor, bununla ilgili hastalıklar ortaya çıkıyor, birçok psikosomatik hastalıklar sayılabilir. Birkaç saat içinde geçerse vücut kendini dengeliyor, fakat birkaç saat değil, kronik stres varsa vücutta hasar başlıyor ve birçok hastalık bu şekilde ortaya çıkıyor.

Kapitalist sistem, modernleşme varoluşun, yaşamın amacını değiştirdi, ego idealini değiştirdi. Gençlere şu anda uğrunda yaşanılacak bir ego ideali veremiyoruz. Gençlere idealin nedir? diye sorduğumuzda, evim olsun, arabam olsun, param olsun, zengin olayım, varlıklı olayım, meşhur olayım diyor. Halbuki soğuk savaş öncesi dönemde, gençler hangi dünyevi görüşte olursa olsun sosyal idealler ve hedefler vardı. Şimdiki gençlerde sosyal hedef yerine ben merkezci hedefler var. Şu anda popüler kültür konformist kişiler yetiştiriyor.

Hedonizm insanlara zevk peşinde koşmayı idealize ediyor.  Japonya bu durumun farkında olarak ilk 4 yıl çocuklara kültür şoku veriyorlar ve kendi kültürlerini yoğun bir şekilde öğretiyorlar ve daha sonra sosyal medya, televizyon vs. serbest bırakıyorlar. Bu şoku aldıktan sonra çocuk sarsılmıyor, daha dayanıklı oluyor. Biz de bu yapılmıyor. Çocuklar doğduğu andan itibaren, ilkokulda dahi popüler kültürün etkisine açık ve böyle olunca hedonizmi çocuk yaşam amacı olarak görüyor. Çocuklar daha sonra benmerkezci olarak yetişiyor. Popüler psikoloji bu tür durumlara Kaliforniya sendromu diyor. Depresyon artıyor acaba virüs mü çıktı diyorlar? İnsanları dünyevileştirdiler, sekülarizm arttı. Sadece dünyayı düşünmek, zevk peşinde koşmak depresyonu arttırdı.

Mutluluk bilimi çalışmaları pozitif psikoloji kapsamında da ele alınıyor. Duchenne Gülümsemesi deniliyor. Hatta “gerçek gülümsemenin anatomisi” olarak ifade ediliyor. Bazen gülmek içimizden gelmez, gülüyor gibi yaparız. Bundan farklı olarak, Duchenne gülümsemesi, içten gelen gülümsemeye verilen addır. Pozitif duygu durumunda olunması. Pozitif psikolojiye bu yönüyle referans olmuş bu gülümsemeye sahip kişiler hayattan daha fazla doyum alıyor, istatistiklere göre daha fazla yaşıyorlar. Bu gülümsenin elbet iletişim ayağı da var; gülümseme, aynı zamanda sözsüz sosyal iletişimin en önemli araçlarından biridir. Kişinin benlik algısında ve sosyal kimliğinde oldukça büyük öneme sahiptir. Gülümsemenin diğer bir rolü ise, insanları daha güvenilir göstermesidir.

Gülümseme, mimikler ve buna dahil olan jestler sözsüz iletişimin bir parçasıdır. Ya sözlü iletişimde “bizlerin” yerini “benlerin” alması? Yeterince açıklayıcı, zengin kelime kaynaklarının kullanıldığı ifade edişlerimizin hızlı akıp giden popüler kültürün getirdiği gündelik yaşantıda yerini kısa mesajlara, kısaltmalara ve hızlıca oluşturulan ses kayıtlarına bırakması. Kimsenin kimseye ayıracak vaktinin kalmaması ve sosyal, duygusal zekanın bertaraf olması… Tüm bunlar ruh sağlığımızı ne yönde etkiliyor? Kaliforniya sendromunun adeta bir virüs gibi yayılmasında konuşmama, yazmama, çevrimiçi iletişim sayesinde beden dilini kullanmama ve toplumun ortak duygu ve düşüncelerinin bir aktarım aracı olarak dili, yani Türkçeyi kullanmamanın rolü elbet vardır.

Ortak iletişim araçları sosyal medya oldu…

Sosyal medya gençliği, şimdilerde ekran başında hareketsiz bir şekilde oturarak sosyalleşmeyi tercih ediyor, ortak iletişim araçları sosyal medya oldu. Kendine özgü özellikleri ile sosyal medya doğru kullanılırsa yazmayı, okumayı hatta kendini ifade etme biçimini geliştirebilir. Faydalı kullanımı pek çok örnekte, edebiyatı, hatta dil öğrenmeyi destekliyor. Kötü kullanım ise, ters etki yaparak uzun süre vakit geçirmeye bağlı konuşma bozukluklarını, kısaltma ve emojilerin aşırı kullanımında ise yazmadaki bozuklukları gündeme getiriyor. Ben dilinin sosyal medyada en yaygın kullanımı, sıklıkla günlük olarak kendini ön planda tutacak paylaşımların yapılması. Özçekimler, altına hızlıca yazılmış birkaç cümle, daha geniş kitlelere yayılması için kullanılan bazı özellikler (hashtag, mention vb.) ile bütün gün konuşmadan iletişim kurmak mümkün hale geliyor.

Tehlikeli dil ‘Ben Dili’

Toplumsal bir aralık sağlanamadığında anomi hastalığı ortaya çıkar.  Sosyal normların değişmesi ve yeni kavramlarla konuşmanın teşvik edilmesinin arkasında zihinlerimizin anomisi  yani normalini bozulması çok büyük rol oynar. Kişi sosyal medyada sürekli vakit geçirdiği zaman, yüz yüze iletişim sağlama becerileri yok olur ve ortak duygu ve düşünce alışverişinin gerçekleştiği konuşma alanını kişilerle bir süre sonra yaratamaz hale gelir. Günümüzün en büyük sorunlarından birisi de iletişimsizliktir. Anlaşmazlıklar, hedonizm, ben merkezcilik, egoizm, gibi hastalıkların kaynağında bencillik ve buna bağlı olarak kullanılan “ben dili” yatar.

“Ben tiryakiliği” diye isimlendirenler var. Biz olmak yerine ben olmayı tercih edenler için. Bunların temelinde iletişimsizlik vardır. Kişi baktığınız zaman aslında kendi iç dünyasıyla iletişim kuramıyor. Akıp giden popüler kültür yaşantısı içinde konuşmuyor, gülmüyor ve hatta yazmıyor. Önceleri güzel yazı yazma için bir çaba vardı, şimdilerde Türkçe’nin bir bileşeni olan yazma biçimlerinin de bozulduğunu görüyoruz. Uzun uzun yazmak yerine kısaltmalar, emojiler ya da eş zamanlı olmayan ses kayıtları türedi. Bunun da altında “ben” merkezci bir iletişim yatıyor. Kişi kendi istediği zamanda kendi istediği tarzda iletişimi mobil telefonlar aracılığıyla yapıyor ve yine kendi istediği şekilde dönüt almayı bekliyor. Buna “empati körlüğü” diyoruz; karşısındaki kişinin duygu ve düşüncelerinin dikkate alınmaması.

Her birey değerlidir, kişinin ruhsal iyi oluşunda değerli olduğunu bilmesi önemli rol oynar. Bu aynı zamanda yalnızlığın da panzehridir. Bu değeri karşımızdakine doğru bir şekilde ifade etmemizi sağlayacak şeylerden birisi ise, düzgün bir Türkçe kullanımıdır. Buna duygu ve düşünce aktarımını yani beden dilini katabilirsiniz. Karşınızdakine bazen de bir gülümsemeniz yetecektir.

Kendi kültürümüzü terk ederek modernleşmek şehircilikte betonlaşma, Türkçemizde plaza dilini doğurdu… Şunu unutmayalım! Yerel olmadan evrensel olmaya çalışırsak ve kendi dilimize yabancılaşırsak yani başkasına öykünmeyi modernizm olarak alırsak imrendiğim insanlar nazında ikinci sınıf oluruz.

AKADEMİK AKIL