Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “İdeal öğretmen akla değil, kalbe girendir”

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği (İGEDER) tarafından düzenlenen “ Eğitimcilerin yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte Tarhan, 21. yüzyıl becerileri ışığında yeni eğitim metotları hakkında dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Öğrenme metodunda akıl ve duygunun bir arada olduğu yöntemlerin kalıcı öğrenme sağladığını aktaran Tarhan, öğretmenin öğrencinin aklına değil kalbine girmesinin öğrenmeyi kalıcı hale getirdiğini ifade etti. Tarhan; “Beyin duygular işin içine girdiği zaman kalıcı olarak kaydediyor. Eğitimciler öğrencilerin aklına, beynine girmeye çalışmayın; kalbine girmeye çalışın. İdeal öğretmen akla girmez, kalbe girer.” dedi.  

“Pandemi öncesi hiçbir dönemde bu kadar ergen hastaneye yatmamıştı”

Pandemi sonrası post-pandemik hastalıkların artacağını öngördüklerini aktaran Tarhan, dünya genelinde pandemiden en çok etkilenen yaş grubunun ergenlik çağındaki gençler olduğunu vurguladı. Tarhan; “Pandemi geçtikten sonra bütün dünyada post-pandemik psikiyatrik hastalıklar artabilir diye pandemi sürecinde hep uyardık. Gerçekten pandemi sonrası psikiyatrik hastalıklar arttı. Şu anda dünyada psikiyatrik hastalıklarda yüzde yirmi beş artış var ama en büyük etkisi ergenlerde oldu. Biz en büyük etkiyi ileri yaştakilerden bekliyorduk fakat ileri yaş daha güçlü kaldı, dayandı. Pandemi öncesi hiçbir dönemde bu kadar ergen hastaneye yatırdığımız olmamıştı. Hastanenin açıldığı dönemden beri pandemi sonrası ilk defa neredeyse bir kliniğin tamamı ergenlere ayrılıyor, o derece hastalıklar ortaya çıktı ergenlerde. Ben baktım literatürde de Amerika’da özellikle ergen intiharları artmış durumda. Yani burada okullar etkilendi, tam böyle sosyalleşme dönemiydi onların. Ergenlik dönemi ‘ben kimim, nereye yönelmeliyim, niçin varım’ sorularının sorulduğu, sosyalleşmenin ve arkadaşların aileden daha önemli hale geldiği bir dönem. Özellikle erken ergenlik döneminde Covid-19 olanların iletişim kurdukları tek araç akıllı telefonlar oldu. Bir de evlerinde huzur yoksa o çocukların çoğunun ruh sağlığı bozuldu. Evlerinde sıcak bir ortam varsa, sağlıklı bir ilişkileri varsa onlar çok etkilenmedi.” dedi.

“Öğretmenler öğrencilere kılavuz kaptanlık yapmalı”

Gençlerin hayatı öğrenmeleri için öğretmenlerin kılavuz kaptanlık yapmaları gerektiğinin altını çizen Tarhan, ergenlik döneminde yapılan hataları normal karşılamak gerektiğini aktardı. Tarhan; “Öğretmenlik mesleği öğretmen açısından bir meslek iken öğrenci açısından öğretmen adeta bir hayat kılavuzudur. İlkokuldaki öğretmenlik daha önemli. Diğerlerinde de o alanda uzman bir kişiyi dinliyorlar. Burada öğrenciler öğretmenin üç şeyini örnek alıyorlar. Birisi anlattığı ders, bir diğeri kişilik yapısındaki özellikler yani karakterini örnek alıyorlar son olarak da sosyal ilişkilerini örnek alıyorlar. Öğretmen sınıfa girdiği zaman sınıf yönetiminden sorumludur. Sınıfın psikolojik üstünlüğü öğretmendedir. Ergenlik dönemi ‘ben kimim, nereyi öğrenmeliyim, kim için’ sorularının sorulduğu dönemdir. Hatta bizim bazı kitaplarda ‘normal şizofrenik dönem’ deniyor. Psikoloji ekolleri normal şizofrenik dönemden ergenliğe. Bu şu anlama geliyor yani ergenliğin ani çıkışları, hareketleri, birçok yanlışları olacak. Hayatı denemek için yapıyor bunu. Sosyallik becerileri öyle kazanılıyor. Hatta ben buna normal şizofrenik dönem diye tanımlarken bir dostumuz bana Hadis-i Şerif söyledi; ‘Buluğ çağı deliliğin bir şubesidir.’ diyor Peygamber Efendimiz. Yani o kadar enteresan ki bu resmen akıl hastalığının şubesidir derken bu ergenlerin hatalarını hoşgörün manasındadır. Delikanlı, delişmen kız sözü de oradan geliyor. O hatayı yapacak ondan sonra öğretmenin tepkisine göre o böyle durumlarda tepkisine bakıp hayatı öğrenecek. O yüzden biz karşımıza alıp düzeltmek değil yanımıza alıp birlikte yürümek diyoruz, liderlik budur. Yani kılavuz kaptanlık yapacak öğretmenler. Anne- baba da aynı şekilde. ‘Kılavuz kaptan’ nedir? Kaptan gemiyi yürütür. Sorumludur. Kılavuz kaptan ona şöyle yaparsan şöyle olur böyle yaparsan böyle olur diyerek hayatı öğretir. Anne baba ya da öğretmen kılavuz kaptan olacak.” şeklinde konuştu.

“İdeal öğretmen akla değil kalbe girendir”

Öğrenme metodunda akıl ve duygunun bir arada olduğu yöntemlerin kalıcı öğrenme sağladığını aktaran Tarhan, öğretmenin öğrencinin aklına değil kalbine girmesinin öğrenmeyi daha kalıcı hale getirdiğini ifade etti. Tarhan; “Öğrenme piramidinin en tepesinde sadece duydukların vardır. Duyarsın sınıfta, dinlersin unutursun sonra. Peki ikinci piramidin ortalarına doğru duyduklarından anladıkların vardır. Anladıkların daha kalıcı olur ama tekrarlamazsan onları da kaybedersin. Ama bir de kişide yaşadıkları ve hissettikleri vardır. Onları katiyen unutmaz. Tekrara bile lüzum yok. Beyin duygular işin içine girdiği zaman kalıcı olarak kaydediyor. Onun için eğitimciler öğrencilerin aklına, beynine girmeye çalışmayın; kalbine girmeye çalışın. İdeal öğretmen akla girmez, kalbe girer. Kalbe girdiği zaman o öğretmen öğrencinin kahramanıdır artık. Her dediğini kaydeder. En güzel yöneticilik iyi örnek olmaktır. Yani sınıfta öğretmenin iyi örnek olması, öğrencinin onu sevmesi gerekiyor ki, dersi öğrenebilsin. Dersi severse iyi öğreniyor. Peki dersi sevmesi için ne yapması lazım. Öğretmeni sevmesi çok işe yarıyor çocuğun. Öğretmeni severse dersi de seviyor çocuk. Daha kolay öğreniyor. Dersi de sevmesi için öğretmenin ne yapması lazım. Öğretmenin öğrenciyi sevmesi lazım. Öğretmen öğrenciyi sevdiği zaman, öğrenci dersi de seviyor, hocayı da seviyor ve öğreniyor.” dedi.  

“Öğretmen korkutan değil güven veren lider olmalı”

Eğitimcilere korkutarak değil güven vererek öğretme metodunu kullanmalarını tavsiye eden Tarhan, ikna ve sevdirme metodunun 21. yüzyıla daha uygun olduğunu vurguladı. Tarhan; “Öğretmen sınıf lideridir. En güzel liderlik duygusal liderlik olacak. Psikolojik üstünlük bu, hiyerarşik liderlik buyurgan liderlik değil. Korkutarak öğreten liderlik değil, güven vererek öğreten liderlik. Sevgi çoğaldığı zaman korku azalır, güven artar. Korkunun olduğu yerde sessiz bir disiplin vardır. Hoca olmadığı zaman hepsi dağılır gider. Yani eski kültürlerde baskı, tehdit, korkutma ve sindirmeyle eğitim sağlanırmış. Şu anda o yöntem zaten ideal bir yöntem de bu zamanın yöntemi de değil. 21.yüzyıl becerisi de değil. Bu zamanda da kimseye korkutarak hakikati öğretemezsin ancak vahşi kabilelerde sözden anlamayana zorlama yapılır. Yani şu anda eğitimli bir insan ikna, inandırma ve sevdirme yöntemini kullanmalı. Yani öğrenci en güzel öğrenme metodu Sokratik sorgulama yaptırmak sınıfta. Sokratik sorgulama da bir konu atılır ortaya, sosyal bir mesele problem bir şey olabilir. Herkes bu konuda ne diyor. Bu en iyi metottur. Nobel alıyor matematikçi. Tabi insanlar soruyorlar Nobel’i neye borçlusunuz diye? Matematikçi diyor ki ben bu aldığım matematik Nobel’ini anneme borçluyum. Annenizin nasıl bir rolü oldu diyor. Ya bütün anneler çocuk okula gittiği zaman hoca sana ne sordu, sen ne cevap verdin derler diyor. Benim annem sen bugün hocaya ne sordun diye sorardı diyor. Böyle olunca doğru soru sormak için sorgulardım kendimi diyor. Bu bende her şeyi sorgulama becerimi kazandırdı diyor. Sorguladıktan sonra beyin kuluçka dönemine yatıyor yeni fikirler yakalıyor, çıkarıyor ortaya. Bu sorgulayan beyinlerde oluyor, hayal kuran beyinlerde oluyor.” şeklinde konuştu.  

“Çocukların düşünen beynini değil hisseden beynini de çalıştırmamız lazım”

Onun için gençlere emin olun, örnek olun ve emin olun o çocuklara yapılan en büyük yatırım onlara anlatılan bilgi değil, onlara değer verilmesi. Onların sevildiğinin anlaşılması. Çocuklar sorun yaşadığında onunla konuşup asıl nedeni öğrenmek gerekiyor. Orada öğretmen bir tebeşir fırlatsa, kafasına bir şey atsa ne dalıyorsun ki dese çocuk bir şey öğrenemeyecek ama öğretmen onun yanına gidip ya sen böyle değildin neden durgunsun, yapacağımız bir şey var mı dediği zaman çocuk birdenbire aidiyet duygusu hissedecek. Hatta bununla ilgili liderlik de vardır. Çobanlarda hakiki lider olan çoban sürü gelirken karşıdan, hangi koyun hasta, hangisi zayıf pat diye anlarmış. Topallayan varsa onun içinde bakar tedavi eder. Liderlik budur. Madem sınıf yönetimi sizde, bunu yaptığınız zaman emin olun gençlerimize en büyük fayda yatırım budur. Bize emanet edilen o gençleri hayata hazırlamak her şeyden önemli. Bunlar hepsi duygusal zekâ çalışmaları. Yani mantıksal zekanın başarıdaki rolü yüzde 20 ama diğer çoklu zekâ türlerinin rolü yüzde 80. Duygusal zekâ başta olmak üzere sosyal zekâ bunların rolü yüzde seksen. Yüzde yirmi sadece bilgi aktarımı ama duygu aktarımı ve davranış aktarımı örnek olma yüzde seksen. Onun için çocukların düşünen beynini değil hisseden beynini de çalıştırmamız lazım. Atalarımız akıl kalp birlikteliği demiş işte buna.” ifadelerini kullandı.

“Üstün zekâ veya üstün yetenekli çocuk kavramı yanlış!”

Bilim ve Sanat Merkezleri (BİLSEM)’nin çok güzel etkinlikleri var. 21.yüzyıl eğitim becerilerinden birisi de teknik ve akademik beceriler yanında sosyal ve duygusal becerilerin öğretilmesi çocuklara. Şimdi BİLSEM’ler buna dikkat ediyorlar. Mesela bizim Osmanlıcada ki dört kelimenin yerine bir kelime kullanıyoruz. Mesela keşif ayrı, icat ayrı, half etmek ayrı, inşa ayrı. İnsandaki keşfedici özellikleri bulmak için çok güzel çalışmalar yapılıyor bu okullarda. Oraya girmek için yapay bir zorlamaya lüzum yok. Artık üstün zekâ ve üstün yetenek kavramını kullanmıyoruz, onu kullananlar varsa bu işe biraz ticari bakıyor demektir. Özel yetenekli çocuk diyoruz, bazı çocuklar çan eğrisinin bir ucunda oluyor, yüksek oluyor. Birde çan eğrisinin en altında olanlar var ’lar. Bir de en tepede olan %2-%3’ler var, bunlar özel yetenekli çocuklar. Bu özel yetenekli çocuklar eğer yanlış eğitilirse harcanıyorlar. Diğer çocuklar da nasıl özel eğitim almazlarsa harcanıyorlar, bu çocuklarda sınıfta ortalama öğrencilerin arasında rahatsız oluyorlar, kendilerinin egosunu şişiriyor, benim çocuğum üstün yetenekli deyince. Böyle olunca sadece akademik başarıya odaklanıyor, sadece teknik konulara odaklanıyor. Bu konuda beyinde deha dağı oluşuyor ama, sosyal olarak berbat. İyi evlilik yapamıyor mesela, şirkette keşifler yapıyor mesela ama yanına 3-5 kişi verse yönetemiyor, iş birliği becerisi ve sosyal becerisi yok. Onun için akademik becerileri, duygusal ve sosyal beceriler ile birleşebilecek bir eğitimi verilmesi lazım bu çocuklara yoksa o zekalar boşa gidiyor. Çünkü insan ilişkisel bir varlık, insan tek başına yaşamaya göre yaratılmamış. İnsanda psikolojik bağlanma ihtiyacı var, bir yere bağlanıp sosyalleşip öyle kendini güvende hissediyor. Bir adaya koysanız insanı, orada yaşayamaz tek başına.” ifadelerini kaydetti.  

“Türkiye’de bilim festivallerinin öncüsü Üsküdar Üniversitesi”

Bilim ve kültür alanında yapılan çalışmaların önemine değinen Tarhan; “Üsküdar Üniversitesi olarak Bilim ve Fikir Festivali’ni başlattığımızda, Türkiye’de hiçbir üniversitede yoktu. Dünyada da bir üniversitede vardı. İl Milli Eğitim müdürlüğü ile beraber yürüyoruz hala, bu sene dokuzuncusunu yapacağız inşallah. Bu proje fikri daha sonra TEKNOFEST’e dönüştü. O proje fikri bizimdir. Millî Eğitim Bakanlığı’na resmi bir yazı yazdık hatta bununla ilgili, bütün okullarda yapılmalı diye. TÜBİTAK Başkanı ziyarete geldiğinde TEKNOFEST’İ çok iyi yaptıklarını ama bizim bunu 2013 yılında İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile başlattığımızı ifade ettik. Domatesin festivali var ama bilimin festivali yok, yeni öğrenme modeli bu festivallerle oluyor. Onun için Bilim ve Fikir Festivali yaptık, daha sonra o TEKNOFEST’e dönüştü. Telif istemiyoruz ama, en azından bizim bir fikrimiz olduğunu da bu vesileyle hatırlatmış olalım. Bunlar çok güzel çalışmalar.” ifadeleriyle bilim festivallerinin önemine dikkat çekti.

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)