Prof. Dr. Yunus Çengel: “Madde dışını da kapsayan daha geniş bir ontolojiye ihtiyaç var”

Beyin, zihin ve bilinç öteden beri bilim dünyasının tartışma konusu. Arizona Üniversidesinden biyoloji, sinirbilim, psikoloji, tıp, psikiyatri alanlarından bir grup bilim insanı yayımladıkları Post-Materyalist Bilim Manifestosu ile bilimsel zihinlerin materyalizmin ötesine geçmesi ve zihnin kâinatın önemli bir parçası olarak daha iyi anlaşılmasını savundu. Beyin, zihin ve bilinç bağlamında Post-Materayalist Bilim Manifestosunu değerlendiren ABD Nevada Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yunus Çengel, madde dışını da kapsayan daha geniş bir ontolojiye ihtiyaç olduğunu söyledi. Çengel, tüm duygu ve düşüncelerimizle fizik-dışı bir gerçeklikte yaşarken, ideolojik saplantılarımız ve önyargılarımızdan dolayı fizik-dışını yok saymak, rasyonel bir yaklaşımla bağdaşmamaktadır ifadelerini kullandı.

Üsküdar Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi, aynı zamanda ABD Nevada Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Çengel, beyin, zihin ve bilinç ekseninde bir grup bilim insanının Post-Materayalist Bilim Manifestosunu değerlendirdi.

Çengel şu değerlendirmelerde bulundu:

Bilinç olmadan varlığın farkında olmak söz konusu olamaz…

“Bilme ve bilinç birbirleriyle yakından ilişkili kavramadır, çünkü her ikisi de ‘farkında olma (awareness)’ ile ilgilidir. Bilinç, bir şeyin varlığını fark etme veya niteliklerini bilme niyetiyle o şeye yönlendirilen zihinsel bir olgudur. Biz bilincimizin bile bilincindeyiz, çünkü bilinç kendisini de kapsam alanı içine alır. Bilme olgusunun farkında veya bilincinde olmadığımız sürece, bir şey hakkında bilgi sahibi olduğumuzu iddia edemeyiz. Bilinç olmadan, varlığın farkında olmak ve bir varlıktan bahsetmek söz konusu olamazdı. O yüzden, denebilir ki, bilinç, hem somut hem de soyut şeylerin varlığının indikatörüdür. Herkes bilinç ile var edilen temsili varlıklardan oluşan ‘ben’ merkezli sanal bir dünya inşa etmekte ve kendine özel o dünyada yaşamaktadır.

Bilme ve bilinç doğrudan ilişkilidir…

Algılanan şeylere ancak bilinç yoluyla bir anlam yüklenebilir. O yüzden, kişinin iç aleminin farkındalığı hissi olan gizemli bilinç, ‘bilme’ olgusunun merkezinde yer alır. Yani ‘bilme’ olgusu, bilinç ile doğrudan ilişkilidir. Bu durumda bilgisayar, akıllı telefon ve robot gibi bilinçsiz varlıkların bir şey bildiği söylenemez, çünkü, insanlardan farklı olarak, bilginin farkında değillerdir ve farkındalık hisleri yoktur.

Yapay zeka insan zekasını geçebilecek mi?

Aynı şey mikroişlemcilerde ‘bilgi işleme’ ve yazılımdan ibaret olan yapay zeka için de söylenebilir. Günümüz yapay zeka gücünün 4 yaşındaki bir çocuğun zeka düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Ancak robotlar ve şoförsüz araç sürücüleri gibi en gelişmiş yapay zeka cihazlarında bile, bilinç, duygular ve hür irade gibi, bir çocukta var olan sübjektif niteliklerin hiçbir eseri yoktur. Bu nedenle, birçok önde gelen bilim insanı ve mühendis, tekillik denen ve yapay zekanın ileri bir zamanda (2040 yılı gibi) insan zekasını geçeceği ve dünyayı ele geçireceği düşüncesine katılmaz.

Bilme hissi, hisseden varlık için söz konusudur…

Bilinç, halihazırdaki farkındalığı ifade eder ve o anda beş duyu yoluyla deneyimlenen fiziki olguları, düşünce yoluyla gelen zihni olguları ve hissetme yoluyla varlığı bilinen duyguları kapsar. Duygular, düşünceler, hatıralar, ve dış dünya kaynaklı algılar bu kapsama dahildir. Bilme hissi, sadece insanlar ve üşt düzey hayvanlar gibi ‘hisseden’ varlıklar için söz konusudur. Bir varlığın öğrenme kapasitesi, bilinç seviyesiyle orantılıdır. Bitkiler, bilinçleri olmadığı için, bilgi sahibi de değillerdir. Yapraklar fotosentezle güneş enerjisini kimyasal enerjiye çeviren ultramodern bir kimya fabrikasını andırıyor olsa bile… Fotosentez ile ilgili bilgi, insan gibi bilinç sahibi varlıkların zihinlerinde bulunur.

Hepimizin içten gelen bir sezgisi ve herkesçe paylaşılan genel bir bilinç anlayışı olmasına rağmen, bu büyüleyici ancak kavraması zor olguya net bir tanım vermek zordur. Bilinç, kişinin kendisi ve başkalarına yönelik farkındalık, deneyim, hissetme, iç gözlem, bilme, dikkatlilik, zindelik, tepki verebilirlik, düşünme, kavrama, istem, niyet, algılama ve tanımayla yakından ilişkili bir zihinsel durum ve niteliktir. Kısaca ifade etmek gerekirse bilinç, kişinin kendi varlığının ve dış dünyanın farkında olması ve tecrübe etme, hissetme, algılama ve bilme yeteneğidir. Bilinçli bir varlıkta benlik duyusu ile birlikte kendi varlığının, iç aleminin ve dış dünyanın farkında olma hissi vardır. Belli bir anda farkında olduğumuz (1) görme, işitme, dokunma, tatma, zevk, acı ve hatta gıdıklanma hissi gibi beş duyu organımızla algıladığımız fizik alemi ile ilgili şeyler ile (2) akıl (düşünceler, fikirler, bilgi, hayal gücü, bellek), kalp (duygular, ilhamlar, inançlar, içgüdüler) ve arzular (başarılı olma, zengin olma, ebedi yaşama) gibi fizik-dışı alemle ilgili şeyler, o andaki bilinç alemimizi oluşturur. Örneğin su içmek istemek, su içme arzumuzun bilincine varmamızın doğal bir sonucudur.

Zihinsel özürlülük kısmî zekâ ve bilinç yokluğudur…

Buna karşın, örneğin hayali bir zombi ya da uyurgezer biri gibi bilinçsiz bir kişinin, fizyolojik olarak tam işlevsel olmasına ve bilinçli bir insanla aynı davranışı sergilemesine rağmen, kendi benliği, duyguları ve davranışları hakkında bir farkındalığı yoktur. Başka bir deyişle, orada bilen ve yaşayan kimse yoktur. O yüzden, bir konuşma esnasında dinleyicinin daldığını ve dikkatinin bizden kaydığını fark ettiğimizde, ‘Alo, burada mısın?’ sorusunu sormak yaygındır. Yani ışıklar açıktır ama evde kimse yoktur. Ayrıca, bayılan bir insanın, artık kendinin ve etrafında olup bitenin farkında olmadığı için bilinçsiz olduğu ifade edilir. Aynı şey, gördüğü ve uyandıktan sonra hatırladığı rüyalar sayılmazsa, derin uykuda olan ya da anestezi etkisi altında bulunan kişiler için de söylenebilir. Zihinsel özürlülük (ve Alzheimer gibi akıl hastalıkları), özür seviyesine bağlı olarak, kısmî zekâ ve bilinç yokluğudur.

Bilincin bir seviyesi var mı?

Yeni doğan bebeklerin çok sınırlı bir bilinci vardır ve gelişim yılları boyunca tam bilincin gelişimini gözlemleme fırsatı sunarlar. Kişi, dikkatini belli bir alana yönelterek ve sübjektif şeyler dâhil, belirli bir şey veya şeylere odaklanarak, bilincinin kapsam alanını kasten sınırlayabilir. Bilinç seviyesi, zihnî canlılık seviyesine bağlı olarak, önemli ölçüde değişkenlik gösterir. Örneğin, yorgun ve uykulu bir kişinin, etrafında olup bitenlerle ilgili düşük bir farkındalık seviyesi ve dolayısı ile düşük bir bilinç seviyesi olur.

Bilincin görünürdeki sadeliği ve herkesin aşinalığı onun gizeminden ve müphemliğinden bir şey kaybettirmez. Son yarım yüzyıldır felsefeciler, nörologlar ve psikologlar tarafından bilinç üzerine önemli sayıda disiplinler arası araştırmalar yapılmıştır. Ama bilincin kaynağı ve mahiyeti üzerine yapılan bu araştırmalar, tatmin edici cevaplar bulmaktan çok, bilinçle ilgili daha çok kafa karıştırıcı sorular sorulmasına yol açmıştır. Sıkça sorulan soruların bazıları şunlardır:

Bilimin cevap aradığı sorular…

- Bilinç var mıdır?

- Bilinç fiziksel bedenin bir uzantısı mıdır, yoksa ruh gibi fizik-dışı ayrı bir varlığın parçası mıdır? 

- Bilincin kaynağı nedir?

- Bilinç, beyindeki nöron aktivitesinin doğal bir sonucu mudur?

- Bilinç olarak nitelendirilen şeyler nedir ve bilincin temel özellikleri nelerdir?

- Farkındalık denen şeyin özü ve esası nedir?

- Bütün bedenimizin ve etrafındaki dış dünyanın farkında olan o ‘şey’ nedir?

- Nerede ikamet eder?

- Beyin, hayat, akıl ve bilinç arasındaki ilişkiler nelerdir?

- Akıl, akılsız maddelerin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkabilir mi?

- Bilinçsiz maddeden bilinç meydana gelebilir mi?

- Kablodan geçen bir elektrik akımının etrafında manyetik bir alan üretmesi gibi, beyindeki elektrik sinyalleri, öz-farkındalık dâhil bir akıl ya da bilinç aorası üretebilir mi?

- Eğer üretebiliyorsa, elektrik akımı ve manyetik alan aletlerle hissedilip hassas bir şekilde ölçülebilirken, akıl ve bilinç niye hiç ölçülemiyor?  

- Yoksa akıl ve bilinç beynin tüm yapısına nüfuz eden bağımsız ve dışsal bir şey midir?

- Neden herkes kendini ‘ben’ olarak algılıyor? Bu ‘benlik’ hissi nereden geliyor?

- Hayal gücü ve rüya gibi fizik-dışı şeyleri nasıl yaşayabiliyoruz?

- Algılama merkezleri beynin her tarafına yayılmış olmasına ve beyinde bir ‘merkez’ olmamasına rağmen, bilinç nasıl oluyor da birleşik, bütün, parçalara ayrılamaz ve bütünleşik hissediliyor?

- Beyinle ilintili olan ve kişide birlik ve bütünlüğü sağlayan fizik-dışı bir ‘benlik’ var mıdır?

Bilinci olmayan canlı bir varlık sadece anı yaşar…

Bilinci olmayan canlı bir varlık sadece anı yaşar. O yüzden, çok dar ve sınırlı bir gözlem alanı ve kısıtlı bir yaşam tecrübesi vardır. Ancak, sağlıklı ve uyanık bir insan gibi bilinçli bir varlık, hafızasında bulunan zengin tecrübe birikimine sürekli erişerek geçmişe; ve hayal aleminde bulunan planlar, umutlar ve arzulara sürekli erişerek geleceğe uzanan çok geniş bir hayat diliminde yaşar. Bu durum, bir kişinin aynalarla donatılmış küçük bir odada durması ve aynalardaki birçok yansımanın her yönden sonsuzluğa uzanmasından dolayı kendisini sınırı olmayan geniş bir odada hissetmesi gibidir.

Bilinç, sihirli bir elektrik anahtarı gibidir…

Geceleri, elinde yanan bir mum olan bir kişi sadece yakın çevresini aydınlatırken, bir şehrin sokak lambaları anahtarına erişimi olan bir kişi, bir anahtarı çevirmesiyle şehirde geceyi gündüze çevirebilir ve bütün şehre canlılık getirebilir. Benzer şekilde bilinç, açıldığında, geçmişi canlandırıp geleceği aydınlatarak hem geçmiş hem de geleceğe sanal gerçeklik ve görünürlük veren sihirli bir elektrik anahtarı gibidir. Bu yüzden, bilinçli bir varlık, fiziksel olarak mevcut anda var olup anı yaşarken, geçmiş ve geleceği de bütün zevkleri ve acılarıyla birlikte hayalen yaşar. Bu kapsamlı yaşam tecrübesinden dolayı denebilir ki, bir saatlik bilinçli hayat yıllar süren bilinçsiz bir hayata – zombilerin ya da komadaki insanların hayatı gibi – bedeldir. Ayrıca, yaşanan tecrübelerin derinliği, zenginliği ve yoğunluğundan dolayı, insan hayatının bir saati, hayvan hayatının bir ömrüne bedeldir denebilir. Abraham Lincoln’ın ifadesiyle, ‘En sonunda, önemli olan hayatındaki yıllar değil, yıllarındaki hayattır.’

Beyin, iyon denilen elektrik yüklü parçacıklar içerir ve her elektrik yüklü parçacık, etrafında yüke olan mesafeyle gücü değişen bir elektrik alanı oluşturur. Hareket eden yüklü bir parçacık ve dolayısıyla hareket eden bir elektrik alanı, hemen çevresinde manyetik alan oluşturur. Elektrik ve manyetik alanlar, tıpkı akıl ve bilinç gibi, maddesel şeyler değildir ve bu sebeple görünmezler. Bu benzerlik, akıl ve bilincin beyindeki elektriksel aktiviteyle üretilmiş alanlar olabileceği fikrini akla getirebilir. Ancak burada temel farklar vardır ve elektrik akımıyla elektrik ve manyetik alanların üretilmesi, hayat, akıl ve bilincin tezahür etmesiyle karıştırılmamalıdır. Çünkü elektrik ve manyetik alanlar maddî olmasalar da fizikseldir, varlıkları ölçüm cihazlarıyla teyit edilebilir ve güçleri kolaylıkla ölçülebilir. Hayat, akıl ve bilinç ise fiziksel varlıklar değillerdir ve dolayısı ile fen bilimlerinin çalışma alanı dışındadır. Bu yüzden hayat, akıl ve bilinç gibi fizik-dışı şeylerin varlıkları direkt ölçüm cihazlarıyla teyit edilemez ve güçleri ölçülemez. Sonuç olarak, elektrik veya manyetik alanlarla bilinç arasında kurulmaya çalışılan analoji geçerli değildir, çünkü elektrik ve manyetik alanlar fizikî şeyler iken bilinç fizik-dışıdır.

Beyin büyük ölçüde gizemini korumaktadır…

İnsan beyni söz konusu olduğunda, akıl durgunluğu ile birlikte daha ziyade hayranlık, şaşkınlık ve kaybolmuşluk duyguları ağır basıyor. Alanındaki en iyi zihinler tarafından on yıllarca süredir yapılan nörolojik araştırmalar ve 1990’lardaki ‘Beyin On Yılı’ ve 2013’teki ‘Beyin Girişimi’ gibi beyin araştırmaları üzerine başlatılan önemli girişimlere rağmen, nöron adı verilen milyarlarca sinir hücresinden oluşan beyin, hala büyük ölçüde gizemini korumaktadır. İnsanlık olarak, beyinle ilişkilendirilen akıl, zekâ, düşünce, bilinç, hayal gücü, yaratıcılık, hisler, duygular, ağrı, zevk ve motor becerileriyle birlikte sindirim, kalp atışı ve nefes alışverişi gibi bilinçsiz olarak yapılan bedensel fonksiyonların düzenlenmesi gibi kafa zonklatıcı gizemleri anlamaya yaklaşmış bile değiliz.

Beynin asla yapamayacağı şeyler…

Fizyolojik olarak bakıldığında, mucizevi organ beyin, yüzde 60’ı aşan yağ oranıyla, bedenin en yağlı organıdır. Bu yağlı et külçesinin yapıtaşları da diğer organlar ile aynıdır. Yani beyin ve tüm diğer organlar aynı atomlardan oluşmaktadır. Ama işlevsellik bakımından beyin, bilen, düşünen, hisseden, farkında olan ve tüm fiziksel aktiviteyi planlayan, koordine eden ve denetleyen bir organ olarak sunulmaktadır. Bu işlevler, amaçsız elektrik sinyalleri de içeren bir et parçasının asla yapamadığı şeylerdir.

Beynin yaptığı zannedilen şeyleri aslında ne, kim yapıyor? 

Hareketli elektrik yüklü parçacıklar, elektrik ve manyetik alanlar ile bu alanların ışık hızında hareketinden ibaret olan elektromanyetik dalgalar dışında hiçbir şey üretmez. Beyindeki elektriksel aktivitenin bilgi, zeka ve irade sahibi olan ve zihin denen hayaletimsi sübjektif bir dirayetli varlık yaratması ve bu akıllı, bilgili ve güçlü hayaletin bedenin iç çalışmalarıyla birlikte dış hareketlerini de koordine edip yönettiği iddiası, tamamen hayal ürünü bir iddiadır ve bu idia bilimsel dayanaktan yoksundur. Bu zorlama iddianın arka planında yatan şey ise materyalist düşünceye olan inanç ve bağlılık ve dolayısıyla her şeyi maddeye (zihin, bilinç, irade, hissetme durumunda beyine) indirgeme zorunluluğudur. Bu durum, televizyon gerçekliğini televizyon aleti dışında bir şeye (dışarıdan elektromanyetik dalgalarla gelen televizyon yayınlarına) bağlamayı reddeden ve televizyon aleti bozulduğunda görüntünün gitmesini buna kanıt olarak gösteren önyargılı kişilerin durumundan farksızdır. Televizyon aletleri televizyon programları üretmezler; sadece ekranlarında gösterirler. Bünyesinde elektrik aktivitesi içeren hiçbir şey – akıllı telefonların pilleri ve mikroişlemcileri dahil – akıl, bilinç, his, hayal ve irade gibi sübjektif özelliklerin en küçük bir emaresini dahi üretmiş değildir ve üretmesi olası da görünmemektedir. Zaten bu yüzden, beyin her zaman derin bir gizem ile ilişkilendirilmiş ve beynin yaptığı zannedilen şeyleri nasıl yaptığının kafaları zonklattığı ifade edilmiştir. Örneğin göz yoluyla karanlık beyne gelen elektrik sinyallerinin hiç yoktan sürekli olarak apaydınlık üçboyutlu görüntüye dönüştürülmesi (ki biz dış dünyayı değil, zihinde oluşan o sanal görüntüyü görüyoruz) ve ortalıkta fiziki hiçbir mekanizmanın görünmemesi, baya düşündürücüdür. Burundan gelen sinyallerle kokular, ağızdan gelen sinyallerle tatlar ve kulaktan gelen sinyallerle de sesler imal edilmektedir ki hepsi fizik-dışı yani sanaldır. Tüm duygu ve düşüncelerimizle fizik-dışı bir gerçeklikte yaşarken, ideolojik saplantılarımız ve önyargılarımızdan dolayı fizik-dışını yok saymak, rasyonel bir yaklaşımla bağdaşmamaktadır.

Madde dışını da kapsayan daha geniş bir ontolojiye ihtiyaç var!

Önyargılardan arındırılmış mantıklı düşünce, maddeye hapsedilmiş dar varlık anlayışının gözlemlenen gerçeklikten kopuk olduğunu açıkça ortaya koymaktadır ve gözlemlenen gerçekliğin gerçekçi olarak modelleyen ve dolayısıyla madde-dışını da kapsayan daha geniş bir ontolojiye ihtiyaç vardır.

ABD’de önde gelen bazı neuroscientistlerin (beyinbilimci/ sinirbilimci?) 2019’da Galileo Commission Report’ta dile getirdikleri post-materialistic science (materyalizm sonrası fenbilim), fenbilimin materyalist önkabullerden kaynaklanan bu kısıtlardan özgürleşmesini önermektedir. Psikoloji bilimi, önerilen bu paradigma değişimini büyük etapta gerçekleştirmiştir. Psikolojik rahatsızlıkların teşhis ve tedavisinde, fiziki beyin ile birlikte fizik-dışı ‘iç alem’e de bakılmakta ve hastaların ifade ettikleri sübjektif duygu ve düşünceler ve mindfullness gibi zihinsel yaklaşımlar teşhis ve tedavide önemli rol oynamaktadır.

(Ontoloji/varlık ile ilgili detaylı bir makale: Çengel, Y. A. “On emergent quantities, mental perceptions and constructs, and agencies: A holistic view of existence.” J Neurobehav, Sci. 2021, Vol. 8, No. 2, pp. 157-170. https://doi.org/10.4103/jnbs.jnbs_33_21)

Ontolojik olarak objektif olan beyin ile sübjektif yani madde-dışı olan bilinç ilişkilidir. Ancak ilişkili olmak, yapmak veya kaynak olmak demek değildir. Televizyon aleti de ekranda seyrettiğimiz programlarla ilişkilidir ve eğer alette bir arıza oluşacak olursa ekrandaki görüntü ve ses gider. Ancak bu demek değildir ki ekranda ilgi ile izlediğimiz programları yapan şey televizyon aletidir. Eğer gözle görünmeyen elektromanyetik dalga olarak evimize ulaşan yayınlar olmasaydı, televizyon aleti teknolojik bir parça yığınından başka bir şey olmayacaktı ve çöpe atılacaktı.

Tv-Beyin benzerliği…

Milyonlarca elektrik devreli mikroişlemcisi dahil yüksek teknolojili birçok parça içermesine rağmen, televizyon aletinin özniteliğinde bir televizyon programı yapıp ses ve görüntüsüyle ekranda bize o programı seyrettirme yetkinliği yoktur. Ve hiç kimse böyle bir şeyin gelecekte olmasını da beklememektedir. Çünkü tüm fiziki varlıkları oluşturan atom ve moleküller (hatta atomların da temel yapıtaşları olan elektron, proton ve nötronlar), bir avuç kumdaki tanecikler gibi, ne kendilerinden ne de etraflarından haberi olmayan pasif varlıklardır.

Televizyon aleti ve program yayınları ile ilgili her şey bugün sıradan bilgi niteliğindedir. Eğer faraza televizyon yayınlarının kaynağının dışarıdan elektromanyetik dalgalarla gelen yayınlar olduğu bilinmeseydi, ekranda seyrettiğimiz yayınların sırrını çözmeye çalışan birçok araştırmacı, sorunun cevabını televizyon aletinin içinde aramayı bırakıp aletin dışına bakmaya başlayacaktı. Çünkü, akıl yürütme ile televizyon aletinin bu programların kaynağı olamayacağı kolayca görülebilir. Televizyonun gerçekliği de ancak program yayınları fark edilip ortaya konunca anlaşılacaktı.

Bilinç, zeka, hür irade, hayal etme beyine indirgenemez…

Televizyon aletine benzer şekilde, beyni oluşturan atom ve moleküllerde de bilinç gibi sübjektif nitelikler oluşturma özelliği yoktur. Çünkü beyin ile televizyon aletinin temel yapı taşları aynıdır hepsi aynı atomlardan oluşmaktadır.  Nasıl seyrettiğimiz programlar televizyon aletine indirgenemezse, bilinç, zeka, hür irade, hayal etme, rüya görme, ağrı hissetme ve zevk alma gibi sübjektif olgular da bir et parçasına indirgenemez. Bunun aksini ima eden hiçbir bulgu yoktur. O yüzden birçok beyin araştırmacısı,  zihnimizin nasıl çalıştığının sırlarını bir gün açığa çıkarabileceğimiz düşüncesine her zaman temkinli bir şüphe ile yaklaşmışlardır. Belli ki beyin, fiziki olarak görünenden çok daha fazlasını içermektedir. Kafatası zırhıyla korunan jölemsi ve ceviz içi şeklindeki bu kıvrımlı et parçasının varlığı, bizim işlevsel bir insan olarak varlığımızı sürdürmemiz için gereklidir, ancak yeterli değildir. Fiziksel olan beyin ile fizik-dışı hayal gücü, akıl ve bilinç gibi nitelikler arasındaki ilişkiler ağı çok çetrefillidir ve beynin gizeminin kaynağıdır.

Beyin - Davranış arasında nasıl bir ilişki var?

Bu zamana kadar keşfedilenlere dayanarak, beynin bir görevle ilişkili belirli bölümlerinin aktivite seviyesinin artışının, o görev boyunca beynin o bölümlerindeki elektrokimyasal sinyal iletimi, oksijen tüketimi ya da metabolizma seviyesiyle yakından ilişkili olduğu konusunda bir şüphe yoktur. Beyin aktivite haritasını yürümek, yemek, dokunmak, mutlu hissetmek, düşünmek, uyumak, empati kurmak, vb. durum ve eylemlerle eşleştirmek, bize beyin aktivitesi ve yapılan işler arasındaki bire bir karşılığı verir. Bu bilgiye dayanarak, korkmak gibi belirli hisler yaşandığında veya eylemler yapıldığında, beynin hangi bölümünün aktifleşeceğini tahmin edebiliriz. Veya beyin aktivitesini gözlemleyerek, kişi tarafından yapılmakta olan eylemleri ya da hissedilen duyguları belirleyebiliriz.

Bu, bir arabanın sürücü mahallinde gördüğümüz LCD ekranlı kontrol paneli gibidir. Burada da arabanın durumu ve gördüğü işlevler ile LCD ekranındaki ‘ışığı yanan pikseller’ arasında bire bir ilinti vardır. Örneğin, klima açıldığında, görüntüleme ekranında klimanın çalışmasıyla ilgili pikseller ekranda ‘A/C’ (air conditioner) sembolünü oluşturacak şekilde yanar. Klima kapatıldığında ve pasif hale getirildiğinde ise bu pikseller söner ve A/C sembolü ekrandan yok olur. Eğlence sistemi aktive edildiğinde de ekranda bu sistem ile ilgili pikseller aktif hale gelir. Elbette klima veya eğlence sistemini açmaya karar veren LCD ekranı değil, arabayı süren şofördür. Ekranda görülen semboller haritası, şoförün eylemlerinin başkalarının da görebileceği şekilde ekrana yansımasından başka bir şey değildir.”

Post-Materyalist Bilim için Manifestosu için:



 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)