Prof. Dr. İbrahim Özdemir: “Gelecek Kuşaklara Temiz ve Yaşanabilir Bir Dünya Bırakmak En Önemli Ahlaki Görevimiz Olmalı”

Üsküdar Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özdemir ile Üsküdar Üniversitesi Türk Dünyası Felsefe Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin çalışmalarını konuştuk. 


Çevre felsefesi ve çevre ahlakı alanında önemli çalışmalar yürüten ve bu alanda dünya çapında projelere destek veren Prof. Dr. İbrahim Özdemir, sonraki kuşaklara daha güzel bir dünya bırakabilmek gerektiğinin altını çiziyor.

Soru: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: 1960 yılında Gaziantep'te doğdum. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesinde, Yüksek Lisans ve Doktorayı ise ODTÜ Felsefe Bölümünde tamamladım. Akademik çalışmalarım sırasında dünyaca ünlü üniversitelerde “misafir öğretim üyesi” olarak bulundum. Başta ABD’deki üniversiteler olmak üzere G. Afrika, Endonezya, Avustralya, Rusya, İsveç, İsviçre, Almanya, G. Kore gibi birçok ülkede bilimsel toplantılara katıldım.

Rusya Bilimler Akademisi ile İsveç Bilimler Akademisinde çevreyle ilgili davetli konuşmacı olarak konferanslar verdim. Bu benim için büyük bir onurdu. Misafir öğretim üyesi olarak bulunduğum ABD'den 2003 yılında döndükten sonra, MEB Dış İlişkiler Genel Müdürü olarak atandım. Bu görevi yaklaşık yedi yıl sürdürdüm. Akademik ve idari çalışmalarım yanında başta UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu, YÖK Bilim Adamı Yetiştirme Kurulu, OECD, CERİ (Eğitim, Araştırma ve Yenilik Merkezi) Yönetim Kurulu ve Fulbright Yönetim Kurulu gibi kuruluşlarda yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptım.

Gazikent (Hasan Kalyoncu) Üniversitesi Kurucu Rektörü olarak görev yaptım (Ocak 2010-Temmuz 2013). Memleketim Gaziantep’e böyle bir ilim kurumu kazandırılmasındaki katkım bundan sonraki en büyük ödül olacak. 2016 yılından bu yana Üsküdar Üniversitesinde çalışıyorum.

Soru: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde başlayan lisans eğitiminizi yüksek lisans ve doktorada felsefeyle tamamladığınızı biliyoruz. Bu alana yönelmenizin sebebi neydi?

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: Benim alanım çevre felsefesi ve çevre ahlakı. Master ve doktoramı etik konusunda yaptım. Bunun özellikle çevreyle alakalı olmasının sebebi, gelecekte bu konunun hepimizin gündemine geleceğiyle ilgili kanaatimdi.  Çocukluğumda yaşadığım dünyadan farklı bir dünyaya gittiğimizi; çocuklarımın ve torunlarımın dünyayı benim yaşadığım gibi temiz, bozulmamış bir şekilde göremeyecekleri endişem vardı. Geçen 30 yıl maalesef bunu doğruladı. Yani sularımız eskiye göre azaldı ve kirlendi. Derelerimizde, nehirlerimizde, çaylarımızda balık yok. Sık sık nehirlere akıtılan aşırı kimyasallardan dolayı toplu balık ölümleri haberlerini okuyoruz.

Nedeni hiçbir sorumluluk hissetmeyen; kendi menfaati ve karı için her şeyi yapabilen açgözlü iş adamlarının fabrikalarından çıkan atıklar.

Hiçbir filtreleme yapmadan; doğal çevreyi korumak için ek bir yatırım yapmadan atıkları nehirlere akıtıyorlar. Bizim de bunun karşısında sessiz kalmamız. Bu kimyasallarla, zehirlerle sadece balıklar değil, bütün canlılar ölüyor. Nehirlere ve denizlere karışan zehirli atıklarla deniz ve okyanuslar kirleniyor; deniz ürünleri zehirleniyor. Deniz ürünlerini tüketmeye başladığımız anda bu zehir bize geri dönüyor. Aşırı kimyasal ilaçlarla zehirlenmiş sebzeler ve meyveler soframıza geliyor. Bu konularda bilinçli ve dikkatli olmanız lazım. Bütün bu endişeler ile bu konuda çalışmaya başladım.  Bu çerçevedeki çalışmalarımla bütün dünyadan olumlu cevaplar gördüm. 70’ten fazla ülkeye gittim Üsküdar Üniversitesi olarak BM İslam Çevre Deklarasyonunu hazırlayan ekipte yer aldım. Önümüzdeki sene bu belge Birleşmiş Milletler’e sunulacak. Böylece bizim çabalarımız Üsküdar Üniversitesi çerçevesinde uluslararası bir belgenin oluşmasına katkı yapmış olacak.

Soru: Dünyaca ünlü pek çok üniversitede misafir öğretim görevlisi olarak görev yaptınız. Buradaki deneyimlerinizden biraz bahseder misiniz?

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: Bunu bir sebebi bir taraftan felsefeci, diğer taraftan çevre felsefecisi olmak. Buna eğitimci olmamı da ekleyebiliriz. Benim eğitim anlayışım Allah’ın insanları sınırsız yetenekler ile yarattığıdır. Bu yeteneklerimiz ancak eğitimle ortaya çıkar. İyi ve kaliteli bir eğitimle bu yetenekler gelişir. Tıpkı sağlıklı tohumları verimsiz bir toprağa atarsanız çiçek veya filiz vermeyeceği gibi çok yetenekli çocuklarımızın iyi tasarlanmamış bir eğitimde başaralı olma ihtimalleri az. Geçenlerde kurucu rektörümüz Nevzat Tarhan bir açıklanma yaptı: ‘Türkiye’den Amerika’ya gidenler Nobel ödülü alıyor. Almanya’ya gidenler Covid-19 aşısını buluyor.’ Prof. Dr. Aziz Sancar da, Almanya’da Covid-19 aşısını bulan Türk bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Türeci’ye göndermelerde bulundu. Bu göndermelerde bulunmakla eğitim sisteminde sorunlarımız olduğunu ima etti. Yani çocuklarımızı sorunları çözecek bir eğitimle yetiştirmemiz lazım.

Ben dünyaya gidip çeşitli yerlerinde ders verdiğimde, oradaki insanlarla karşılaştığımda onlardan çok şey öğrendim: Benim onlara verdiklerimin sonuçlarını görmek de beni çok mutlu etti. Bir örnek vermek gerekirse, Güney Afrika’ya ders vermek üzere ilk kez 1998 Temmuz’unda gittim. Bir ay ders verdim. 15 yıl sonra bir bilimsel konferansa davetli olarak tekrar gittim. Benden önce sizler gibi genç Afrikalı siyahi bir hanımefendi tebliğini sunmak üzere kürsüye çıktı.

Konuşmasına “Ben bugün çok mutluyum. 15 yıl önce bizim üniversitemizde ders veren Prof. Dr. İbrahim Özdemir’i burada görüyorum İbrahim Özdemir’in derslerinde ilk defa çevrenin anlamını ve önemini duymuştum. Bunun üzerine bütün çalışmalarımı çevre üzerine yaptım. İbrahim Hocam ben şuanda çevre doktorası olan bir çevre kadını olarak konuşuyorum” diyerek başlaması beni çok duygulandırdı. Bence bir bilim adamı için bu bir Nobel Ödülü’dür.

Şunu da ifade edeyim. Her sorun iyi anlaşılır ve yönetilirse aynı zamanda bir fırsattır.

Covid-19’un bize verdiği dersi iyi anlamamız lazım.

Hem kendimize, hem ailemize ve hem de diğer insanlara karşı sorumluklarımız var. Bu sebeple maske takıyoruz; takmayanları uyarıyoruz.

Aynı şey çevre için de geçerli: Torunlarımız sağlıklı bir dünyada yaşayacak mı? Onların geleceğinin tehditte olduğunu kimse düşünemiyor. Günlük geçim derdi ve sıkıntılarla kimse ilerisini düşünmüyor.

Hâlbuki her gün havamız, suyumuz, doğal güzelliklerimiz, doğal kaynaklarımız tükeniyor. Tehdit ediliyor, kirletiliyor. Kimisi bundan büyük karlar elde ediyor. Büyük şirketler bazı sanayi ürünleri elbette kalkınmamız için gerekli. Doğal kaynaklardan yararlanacağız ama doğal kaynakları sürdürülebilir bir şekilde kullanmamız gerekiyor. 1980 yılına kadar sürdürülebilir kalkınma sürdürülebilir ekonomi kavramını bilmiyorduk.

Çünkü doğal dünyanın bozulacağını düşünmüyorduk. Biz zannediyorduk ki hiç denizler kirlenmez, asla tükenmez. Ormanlar tükenmez, ormanlardaki av hayvanlarının nesli tükenmez. Şimdiden nesilleri tükenmiş bazı hayvanların.  Hiçbir geçim derdi olmadan avlayanları görünce çok üzülüyorum.  Bundan çok büyük ıstırap duyuyorum. Peygamber efendimiz derki ‘Ancak ihtiyaç olduğu zaman avlanabilirsin.’ Bugün birçok bilinçsiz Müslümanın sırf spor olsun diye bazı duygularını tatmin etsin diye avlanması kabul edilemez.

Onun için mesajım açık ve net: Covid-19 bize bir daha gösterdiği gibi,  2040, 2050 ya da 2060’ta ömrümüz olup çocuklarımıza, torunlarımıza bir bayram günü buluştuğumuzda maskesiz görüşebilecek miyiz? Bir derenin suyunu içebilecek miyiz? Onlarla balık tutmaya gidebilecek miyiz? Veya bir ormanda geyik görebilecek miyiz?  Vahşi hayvanlar görebilecek miyiz?

Bu ve benzeri sorular üzerinde düşünürsek bence mesaj yerine ulaşacak. Ben şunu gördüm; Dünyanın her tarafında bunu kendine dert edinmiş duyarlı insanlar var. Mesela Amerika’da bir toplantıda Mevlana’nın çevre felsefesini anlattıktan sonra boynuma sarılan bir Kızılderili’nin dediklerini hiç unutamıyorum: “Biz de Mevlana gibi düşünüyoruz”.

Mevlana bize diyor ki “Tabiat bizim annemizdir, bir çocuk annesini emerken memesini ısırırsa annesi ona bir fiske vurur. Biz de eğer tabiat annemizi incitirsek tabiatı tahrip edersek sonucunu görürüz; bunun cezasını çekeriz.”

Kızılderili bana “Biz de aynı anlayışı paylaşıyoruz; aynı şekilde düşünüyoruz” dedi. İbrahimî dinlerden, ayrıca Hindu, Budist, Şinto, kısaca birçok dinden çevreci arkadaşlarım var. Âlem tasavvurlarımız farklı olsa da, dünyanın geleceği ve gelecek nesiller için duyduğumuz endişelerimiz aynı.

Soru: Başta Amerika’daki üniversiteler olmak üzere Güney Afrika, Endonezya, Avusturalya, Rusya, İsveç, İsviçre pek çok ülkede bilimsel toplantılara katılıyorsunuz. Bu bilimsel toplantılarda hangi çalışmaları yapıyorsunuz?

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: Bir kısmını söyledim. Benim daha önceki çalışmalarım çevre sorunlarını doğru olarak algılaya biliyor muyuz? Nasıl ki şuanda hala bu Covid-19 tehdidini kabul etmeyen insanlar var. Bir hemşirenin söylediği yaşlı bir hanım Covid-19 olduğunu kabul etmiyor ‘Bu bir komple teorisi’ diyerek ilaçları da kullanmayıp vefat etti. Şimdi böyle komplo teorisi üretmek bence bir zihin sapmasıdır.

Biz felsefeciyiz. Bilimi esas alırız, ispatlanmış bilimsel konular karşısında şüphe etmeyiz.  Bir sonuca ulaşmak için yüzlerce binlerce araştırma yaparız. Şuanda aşı aşamasını görüyorsun hemen ‘Aşı bulduk’ deyip piyasaya süremiyorlar. Bazılarının yaptıkları gibi ‘Şunu yap iyi gelir şunu iç gelir’ diyen kişiler gibi bilim adamları öyle çalışmıyor. Biz çevre sorunlarını nasıl anlayabiliriz? Farklı ülkelerden farklı farklı dinlerden farklı kültürlerden gelen insanlar olarak bunları tartışıyoruz. Arkasından neler yapılabilir?

Yine bu çalışmalarımız sonucu gittiğimiz yerlerde sizin gibi gençlerle buluşuyoruz onlara sorunları anlatıyoruz. Bu konuda siyasilere yüzde 100 güvenme; her şeyi onlara bırakma doğru mu değil mi diye tartışıyoruz. Siyaset bir meslektir. Her siyasinin amacı bir daha seçilmektir.

Amerika Birleşik Devletlerinde bir seçim oldu. Nasıl bir rekabet oldu görüyorsunuz. Bizim seçimlerimizde görüyoruz: Herkes seçilmek, kendi partisinde aday olmak için bir mücadele veriyor. Daha sonrasında yeniden seçilmek için de bir mücadele var. Bu anlaşılabilir. Bu kişilerin tekrar seçilmesi için çaba harcaması ve önceliklerinin bu olması bu da anlaşılabilir. Ama bizim eleştirel düşünme ve denetleme hakkımızı korumamamız lazım. Siyasetin neler yaptığını ve ufkunun nereye kadar gittiğini izlememiz lazım. Bizim daha da önemlisi siyasete çözümler sunmamız lazım.

Mesela biz çevreciler dünyanın birçok yerinde sürdürülebilir enerji kaynakları ve yaşam biçimleri için alternatif çözümler üretmek için çalışıyoruz. Mesela ormanlarımızı, doğal kaynaklarımızı nasıl sürdürebiliriz?

Fosil yakıtlara yatırım yapmaktan vazgeçip;  güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi gibi alternatifler sunulması, yenilenebilir ve bize zararı olmayan enerjilere yatırım yapılması konularında ne yapılabilir, bunlar üzerinde düşünüyoruz. Fosil yakıtlar geçmişe ait bir alternatifti; bize ve doğal kaynaklar için maliyeti açı ve net. Delişmiş demokrasiler bunu terk ediyor. Biz geleceğe odaklamalı; sürdürülebilir kaynaklara yatırım yapmalıyız.

Çevreciler olarak biz bu konularda fikir alışverişi yapıyoruz. Bunu uygulayanlar var uygulamayanlar var. Mesela Hollanda Hükümeti fosil yakıtları gittikçe azaltacağını taahhüt etti. 2015 yılında bütün ülkeler Paris’te 189 ülke Paris İklim Şartına imza attılar. Amerika başta olmak üzere Hindistan ve Çin gibi bazı ülkeler imzasını geri çekti. ‘Neye mal olursa olsun; biz kalkınmak için fosil yakıtlar kullanmaya devam edeceğiz’ dediler.

Hollanda’da ilginç bir şey oldu. Hollanda’da sizin gibi gençler bir kampanya başlattılar. Sekiz yüzü aşkın imza toplayarak anayasa mahkemesine başvurdular; “Fosil yakıtlarla ilgi bir tedbir alınmıyor, bizim geleceğimiz tehlike altında. Bu bir insan hakkıdır. Bugün ve gelecekte sağlıklı bir çevrede yaşamak insan hakkıdır” dediler. Bu talebi değerlendiren Anayasa Mahkemesi hükümete alternatif yenilenebilir projelerde kullanılmak üzere 3,5 milyar Avro yatırım yapma cezası verdi.

Şimdi böyle olunca bilim adamları bu konuyla ilgi yeni projeler geliştirecekler. Çevreciler olarak yaptığımız şey böyle ortak bir bilinç oluşturmak. Bunu belirli bir noktaya kadar yaptık. Müslüman çevreciler olarak bunu belirli bir noktaya kadar yaptık; ancak daha yapacak çok işimiz var. Örneğin Müslüman Çevreciler Uluslararası İslam Çevre Etiği Platformu’nu Üsküdar Üniversitesi’nde kurmayı teklif ettiler. Bunu kurma çalışmalarımız devam ediyor. Bunu yaptığımız gün Üsküdar Üniversitesi bütün dünyada Müslümanların çevre etiği konusundaki çalışmalarının merkezi konumuna gelecek. Bunun kuruluş çalışmalarını hazırlıyorum.

Soru: Felsefe bilimi ile ilgili Türkiye’de ve dünyada ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Bu çalışmaların haricinde yürüttüğünüz bir çalışma var mı?

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: Üsküdar Üniversitesi olarak yaptığımız en güzel şeylerden bir tanesi eleştirel düşünce dersini vermemiz. Üniversitemizde yalnız felsefe bölümü öğrencilerinin değil, diğer bölüm öğrencilerinin bu dersi alması. “Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez” diyor Sokrates. Felsefenin babası olarak kabul edilen bir filozofun bu tespiti önemli. Biz bu ruhla felsefenin anlaşılabilmesi için çalışmalar yapan mütevazı bir bölümüz.

Arkadaşlarımın ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanan makaleleri var. Farklı görüşlerimizi, felsefe anlayışlarımızı zenginlik kabul ederek; çoğulcu bir ortamda öğrencilerimizle birlikte çalışıyoruz. Diğer bölümlere de servis dersleri veriyoruz.

Bir de 2014 yılında kurulan Üsküdar Üniversitesi Türk Dünyası Felsefe Araştırmaları Merkezimiz var. Burada yaptığımız etkinlikler var. Bunlardan birini Sosyoloji Bölümü ile birlikte Eylül ayı içerisinde yaptık. Türk Dünyası Felsefecileri Paneli gerçekleştirdik. İkincisi ise Özbekistan Bilimler Akademisi ve Kazakistan Bilgi Üniversitesi ve Bilimler Akademisi iş birliğiyle 23-24 Ekim tarihlerinde yapılan uluslararası bir sempozyumdu.

Soru: Türk Dünyası Felsefe Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezinden biraz bahseder misiniz?

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: Türk Dünyası Felsefe Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi kurulduğu 26 Ekim 2014 tarihinden bu yana çalışmalarına devam ediyor. Üsküdar Üniversitesi’nin kurulduğu ilk yıllarda kurulan merkezin temel amaçları, “Felsefe, bilim ve eğitim alanlarında araştırma ve uygulama yapmak, Türk Dünyası ve kültür coğrafyasında bulunan üniversiteler, araştırma ve uygulama merkezleri, sivil toplum kuruluşları, kamu ve özel kurumları tarafından sözü edilen alanlarda yapılacak olan araştırma ve uygulamaları desteklemek ve koordinasyonu sağlamak.” Bu çerçevede şu ana kadar birçok çalışma yapıldı.

Son olarak öğretim üyemiz ve TÜBA Onursal Üyesi Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç hocayla Özbekistan Bilimler Akademisi ve Taşkent Milli Üniversitesi’nin 23-24 Ekim 2020 tarihlerinde düzenlediği “Sürdürülebilir Kalkınmanın Bir Koşulu ve Garantisi Olarak Küresel İş Birliği Sempozyumu”na katıldık. Sempozyumun amacı, 20. ve 21. yüzyılların dönüşü, dünyanın her yerinde meydana gelen derin sosyal değişimlerle karakterize edilir. Halkın bilincinde, insanlığın keskin bir gerileyici dönüm noktasında olduğu fikri, yalnızca sosyal felaketlerle değil, aynı zamanda yaklaşan bir çevresel felaket, kaynakların tükenmesi, uyuşturucu bağımlılığı ile ifade edilen küresel krizin de kanıtladığı gibi giderek daha fazla onaylanıyor.

İnsanın ahlaki değerlere yabancılaşmasında olduğu gibi, ailenin ve bireyin yozlaşma eğilimleri, insanlığı kişiliğin yok edilmesine yaklaştırmıştır. Bu da bizleri birlikte düşünmeye ve çözüm yolları aramaya sevk etmektedir. Sempozyuma “Sürdürülebilir Kalkınma için Eğitimin Rolü” tebliği ile katıldım. Böylece Üsküdar Üniversitesi Türk Dünyası Felsefe Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi olarak öneli bir toplantıya katkı yapmış olduk.

Soru: Son soru olarak dünya çapında sizi etkileyen, bir hikâyenizi ya da yaşanmışlığınızı bizimle paylaşmak ister misiniz? Bir Finlandiya örneğiniz var.

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: Şimdi anılar çok gerçekten. Biraz önce Güney Afrika’da yaşadığın bir anımı paylaşmıştım. Bir diğer ise Finlandiya’ya iki yıllığına misafir öğretim üyesi olarak gittiğimde karşılaştığım misafirperverlikti. Büyük bir ilgi ve saygıyla karşılaştım. Bunun nedenini sorduğumda “Siz Türkiye’ye çevre konusunda araştırıma yapmak için gelen bir öğrencimize çok yardımcı olmuştunuz. Sizi bize anlattı” dedi.

Ben öncelikle bir yanlış anlaşılma olduğunu düşündüm. Hiç bir şey hatırlamıyordum. Daha sonra benim adıma bir yemek verdiklerinde yardımcı olduğum hanımı da davet etmişler. (şimdilerde Helsinki Üniversitesi’nde öğretim üyesi). Biz 2,5 saatlik mesafede bir şehirdeydik. Yemekten önce bu akademisyen arkadaşa sordum. “Bir yanlışlık olmasın; doğrusu ben sizi hatırlamıyorum. Galiba yaşlanıyorum. Bana söylenenler doğru mu?”

“Evet” doğru dedi.

“Siz Gaziantep’te rektörken İstanbul’a bir araştırma için geldim. Müslümanların çevreye bakış açısını çalışıyordum. Sizi aradığımda “ister Gaziantep’e gelin sorularınızı cevaplayayım, ister önümüzdeki hafta İstanbul’da bir toplantım var orada cevaplayayım” dediniz.  İstanbul’a geldiğinizde toplantının olduğu otele beni davet ettiniz; sorularımı cevapladınız ve başka kimlerle konuşmama gerekli diye bana öneriler verdiniz. Ben bunu hiçbir zaman unutmuyorum.”

Hâlbuki ben vazifem olarak ona yardımcı olmuştum. Böyle yaptığımız güzellikler bir yerde karşımıza çıkınca insan mutlu oluyor. Bunun gibi birçok anılarım var, karşılaştığım olaylar var. Bir de çevreyle ilgili küresel ısınmayla ilgili, bunu kendinize dert edindiğinizde ortak kaderimizin olduğunu fark ediyorsunuz. Yani bizler için güneş tek, atmosfer tek. Temiz havanın ve denizlerin sağlıklı olması lazım. Oksijen olmazsa ya da su olmazsa hiçbirimizin yaşayamaması söz konusu. Ben su kıtlığının olduğu yerlere gittim. Tuvaletlere gidemiyorsun; ellerinizi yıkayamıyorsun; pis kokudan geçilmiyor. Su kıtlığının olduğu yerler de var. Ama bizim insanlarımız suyun değerini bilmiyorlar.

Kısaca söylemek gerekirse: Hepimiz dünya denilen aynı gemideyiz. Bu geminin başına bir şey gelirse hepimiz batarız. Titanik filmi gibi batarken bir yandan orkestra çalıyor bir yandan kaptan sorun yok diyor olabilir. Aslında orada çok önemli bir mesaj veriliyor:

Hiçbir sorun yokmuş gibi hareket etmek hepimize zarar verir. COVİD-19 pandemisinden gerekli dersleri çıkarabilirsek; çevre konusunda daha somut adımlar atabiliriz.

Soru: Sağ olun hocam teşekkür ederiz.

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: Ben teşekkür ederim.

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)