Kimse toplumları değiştirme, dönüştürme hakkına sahip değildir

Üsküdar Üniversitesi’nin katkılarıyla gerçekleştirilen “1. İslamofobi Sempozyumu” uluslararası önemli akademisyenleri bir araya getirirdi. İslamofobi konusuna ilişkin önemli başlıkların ele alındığı sempozyumda Üsküdar Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Ömerustaoğlu da bir sunum yaptı. Ömerustaoğlu özgür toplumu anlattı.

Kimse toplumları değiştirme, dönüştürme hakkına sahip değildir

30 Haziran-1 Temmuz tarihleri arasında İstanbul Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen sempozyuma uluslararası akademisyenlerin yanı sıra Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan,  Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet ZELKA ile İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Adnan Ömerustaoğlu da katıldı.

İslamofobi konusunda önemli birçok başlığın ele alındığı sempozyumda Prof. Dr. Adnan Ömerustaoğlu katılımcılara özgür toplum adlı bir bildiri sundu. Bir bilinç formu olarak özgürlüğün özgür olma iradesine bağlı olarak ortaya çıkıp, geliştiğine dikkat çeken Ömerustaoğlu insanın özgürlüğü, kendi varoluş kategorisine dayandırdığı ilke olarak kurgulaması halinde özgürlüğün bir amaç olacağını söyledi.

Konuşmasında Prof. Dr. Adnan Ömerustaoğlu;

“Özgür toplum sorunların tartışılabildiği, alternatif düşüncelerin geliştirilebildiği toplumdur. Özgür olmayan toplum ya da totaliter rejimlerde neyin doğru, neyin yanlış olduğunu açıkça tartışma olanağı yoktur. Bu tür toplumlarda egemen görüş eleştirilemez. Tek bir doğru kabul edilir, farklı görüşlere yer yoktur. Oysa bilim, sanat ve felsefe ancak özgür toplumda gelişir.

İnsanlar tarih boyunca kötülükler karşısında hep birilerini, bir kültürü, bir ideolojiyi, bir inancı ya da bir sosyal grubu suçlamışlardır. Örneğin; Homeros’ta Truva’nın çevresinde ve kentin içinde kendiliğinden gelişen korkunç olayların sorumlusu tanrıların kıskançlığı ve gazabıdır. Odeysseus’un yanlış yola sapmasından da Poseidon sorumlu tutulur. Daha sonraki Hristiyan felsefesinde kötülüğün sorumlusu şeytandır. Marksizme göre kötülüğün sorumlusu sosyalizmin gelmesini ve cennetin dünyada yaratılmasını engelleyen kapitalistlerdir. Bunun gibi günümüzde de bazı çevreler için düşman İslam’dır.

Bin yıllardır insanların, toplumların ve ideolojilerin kendilerine düşman üreterek varlıklarını sürdürmeye çalıştıkları görülüyor. Oysa aynı ideolojiden, dinden, milletten, mezhepten, bölgeden olanların birbirine verdiği zarar düşman ilan ettiklerinin verdiği zarardan daha fazladır. Öyleyse insan bilinci çatışmanın yanında çözüm üretmeye yoğunlaşmalı. Dinler, mezhepler, ideolojiler vs. bu konuda kimse ötekini suçlamamalı, hiçbir sistem diğer sistemi günah keçisi ilan etmemelidir. Çünkü yaşanan olumsuzluklardan hepimiz sorumluyuz.

20. yy da insan hakları ile ilgili bir söylem gelişti, ancak uygulamaya baktığımız zaman durumun hiçte iç açıcı olmadığına şahit olunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında güçlü insani eğilimlerin boy gösterdikleri bir durum ortaya çıktı. Bu dönemin bir diğer özelliği de asıl amacı insani değerlere saygı göstermek olan politikaların görülmesinde savaş sonrasının psiko-sosyal atmosferi uzun sürmedi. Yeniden savaş tam tamları çalmaya başladı ve birincisinden daha geniş coğrafyada ve daha yıkıcı olan İkinci Dünya Savaşı yaşandı. Bu savaşın bitiminden sonra 10 Aralık 1948’ de Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini yayınladı. Bu bildirgeye pek çok devletin imza koymasına rağmen insan hakları ihlalleri önlenemedi.

Bosna’da, Irak’ta, Afganistan’da ve dünyanın diğer pek çok bölgesinde yaşananlar aydınlanmadan itibaren insanlığın öğrenmiş olması gereken şeyleri bir türlü öğrenemediğini göstermektedir. Yine ötekileştirme, düşman ilan etme sürüp gitmektedir. Demokrasi ve insan hakları söylemi ise haksızlıkların meşrulaştırılmasının aracı haline getirilmiştir.

İnsanları daha mutlu kılmak amacıyla yönetmek, batılı için her zaman soylu bir ideal olma özelliğini korumuştur. Oysa insan ilişkilerinde karşındakini eşit kabul edip onu hiçbir şeye zorlamayacaksın, hatta mutlu olmaya bile zorlama hakkı kimsenin olmamalıdır. Kendini uygar kabul eden batıyla vahşi kabul ettiği batı dışı arasındaki ilişkide batı gelişmemiş kabul ettiği toplumlarla kendisini eşit görmemekte. Onların dönüştürülmesini kendisi için bir ahlaki görev kabul etmektedir. Oysa Hegel köle-efendi diyalektiğinde benin özgür olması için ötekinin de özgür olması gerektiğini savunur. Yani önce ötekini kendinle eşit kabul edeceksin, bunu ancak özgür bir bilinçle yapabilirsin. Eşit kabul etmediğin insanın itaati egemen olanın da özgür olmasını önler.

Sokratesci yaklaşım da güçlü olmak için haklı olmak gerektiği düşüncesinin yerine haklı olmak için güçlü olmak anlayışını önce çıkaran tarihsel, sosyal, politik durum batı ile batı dışı toplumlar arasındaki ilişkide gözlemlenmektedir.

Özellikle aydınlanmadan sonra modern toplum kendi yaşam biçiminin en ideal hayat tarzı olduğuna inandı. Aydınlanma öncesi de başka kültürlere ve inançlara karşı olan tavır aydınlanmayla başka bir yola girdi. Onu diğer insanlara da sunmayı ahlaki bir görev bildi.

Sonuç olarak, insan haklarına saygılı bir dünyada hiç kimsenin varlığına, kültürel değerlerine, inançlarına, düşüncelerine karşı düşmanlık, saldırı, taciz, aşağılama olmamalıdır. Belirli bir değer, inanç, ideoloji vb. dayatılmamalıdır. Her türlü toplum mühendisliği, insanların özgür iradelerini yok sayma, insani değildir. Bütün bunları insanların yararına yaptığını iddia etse hatta öyle olsa bile bu hakkı kendilerinde göremezler. Yani kimse toplumları istediği yönde değiştirme ve dönüştürme hakkına sahip değildir. Belirleyici olması gereken özgür toplumda, vatandaşın özgür iradesidir. Yalnıza bunun bir ahlaki zemini vardır. Kimsenin diğerini ötekileştirip düşman ilan etmemesi, tam aksine ötekiyle birlikte yaşamayı başarma çabası esas ilke olmalıdır. Bu ancak eğitim yoluyla başarılabilir.

Oysa eğitim programlarının özellikle batı ülkelerinde, batı dışı toplumlarla ilgili negatif bir algı oluşturduklarına şahit oluyoruz. Bu algının değiştirilmesi de kolay olmamaktadır. Özgür topluma ulaşılabilmesi için buna yönelik bir eğitimin başta okullarda verilmesi gerekir. Temel eğitimde oluşan algı daha sonra kolay değişmediğine göre özellikle bu eğitim kademesinde dinlere eşit bakılmalı. Bilinçaltına olumsuz imgeler yerleştirilmemeli.

Özgür bir toplum belirli bir negatif algı oluştuktan sonra inşa edilebilir mi?

Birileri öteki ve kötü ise çocukta daha sonra demokrasi anlayışı, birlikte yaşama arzusu gibi insana söylenince hoş gelen konularda çalışma yapmanın ne kadar faydası olacağı tartışmalıdır. Bu bir samimiyetsizlik olarak görülebileceği gibi yanlış bir yöntemle sorun çözme çabası olarak da nitelendirilebilir.

Politik özgürlük kişisel sorumluluk duygumuzun ve insanlığımızın ön koşuludur: Daha iyi bir dünyaya ve daha iyi bir geleceğe doğru adım atma yolundaki her deneme bir temel değer olan özgürlük tarafından yönlendirilmelidir. Yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla bugün ve geleceği hep birlikte belirlemiş olacağız. Yalnız bugün için değil gelecekte olacak olanlar için de hep birlikte sorumlu olacağız

Esas olan başka uluslara veya ülkelere belirli bir proje sunabilirsiniz ancak onları bu projeyi uygulamaya zorlamak emparyel bir davranıştır. Siz ancak model olarak onların karşısına çıkarsınız. Sizin modelinizi ya benimserler ya da benimsemezler. Bu onların seçimi olur. Herkesin istediğini seçmesi ve istediği gibi yaşamasını istemek ama bunu bir strateji olarak hedefe giden en iyi yol diye düşünmemek, bir bilinç olarak bunu benimsemek ve davranış olarak içselleştirmek gerekir. Herkesin birlikte yaşayabileceği kimsenin kimseyi düşman veya tuhaf görmediği bir anlayışın yaygınlaşması gerekmektedir. İnsanın seçimine saygı duymak gerekir.

İnsan kendi değer alanını ne kadar makul, makbul ve haklı bulursa diğer insanın kendi değer alanını da istediği gibi inşa etme veya görme hakkı vardır. Kendi değer alanını savunma, yayma, yerleştirme de hakkıdır. Tıpkı diğerinin hakkı olduğu gibi özgür toplum bunun gerçekleşmesine en yakın toplum modelidir. Özgür toplum fanatizmi reddeder. Sevmediklerimizle de yaşama olanağı sunar.”