Son Güncellenme Tarihi : 08.12.2021 10:32
Mesajları sesle topluma iletebilme avantajına sahip önemli bir kitle iletişim aracı olan radyonun ilk yayınları 20. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşmiştir. Ancak radyo ile ilgili çalışmaların tarih olarak çok daha gerilere gittiğini ve pek çok bilim adamının çalışmalarının ve buluşlarının “radyo”nun ortaya çıkmasında önemli bir yere sahip olduğunu belirtmek gerekir.
Radyoyu Yaratan Buluşlar
1700’lü yılların ikinci yarısına kadar, daha çok elle tutulur, gözle görülür nesneleri açıklamaya çalışan bir bilim olan fizik, elektrik enerjisinin keşfiyle birlikte elektromanyetik kavramı üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Özellikle Faraday’ın elektrik yüklerinin yalnız birbirlerini değil, çevrelerini de etkilediğini keşfetmesi, radyo dalgalarının bulunması sürecinin ilk adımını oluşturmaktadır.
Radyo teknolojisinin gelişmesindeki en önemli adım 1800’lerin başında fizikçi Savory tarafından atılmıştır. Savory elektrik şeraresindeki demir iğnelerin kendiliğinden mıknatıslandığını bulmuştur.
Bu buluştan sonra Amerikalı bilim adamı Joseph Henry, Elektrik akımının uzaktan indüklenebildiğini (kontrol edilebildiğini) keşfetmiş ve güçlü bir elektrik boşalmasının etkisiyle 13 km uzaktaki bir iğneyi mıknatıslamayı başarmıştır. Bu deney, radyo dalgalarının uzak mesafelere gönderilmesinin ilk uygulaması veya radyo teknolojisinin ilk habercisi sayılabilir.
Sayıları daha fazla olmakla birlikte radyo tekniğinin gelişmesi ve toplum hizmetine sunulmasında, dört bilim adamının önemli katkısı vardır: James Clark Maxwell, Heinrich Hertz, Guglielmo Marconi, Lee de Forest. Elekromanyetik bir sinyalin havada taşınabileceğine ilişin teoriyi İskoç matematikçi ve fizikçi Maxwell ortaya atmıştır. Alman fizikçi Hertz bu radyo dalgalarını bulan ve ileten ilk bilim adamı olduğu için, bu önemli buluşunu izleyen yıllarda frekans birimi de onun ismiyle anılmıştır. Bir mucit ve aynı zamanda bir işadamı olan Markoni ise Hertz’in buluşunu ele almış, geliştirmiş ve 1896’da ilk telsiz sinyalini iletmeyi başarmıştır. O zamanlarda radyo “telsiz” olarak adlandırılmaktadır. Ülkesinde umduğu ilgiyi bulamayan Marconi önce İngiltere’de bir şirket kurmuş, ardından Amerika’ya açılmış, I. Dünya Savaşı ile birlikte de tam bir ticari başarıya kavuşmuştur. Markoni’nin telsizi deniz, denizaşırı iletişimin ve de savaş sanayiinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Radyonun insanların hizmetine sunulmasında verilen ses ve müzik sinyallerinin bir alıcı tarafından kesintisiz alınarak izleyiciye ulaşması gerekiyordu. Bu konuda Fransız Lee de Forest 1907 yılında, radyodan gelen ses sinyallerinin devamlı olmasını sağlayan “boşluk tüpü”nü (vacuum tube) bularak, radyo yayıncılığına geçişi sağlamıştır. İngiliz Ambrose Fleming’in buluşu “radyo lambası”nın geliştirilmiş şekli olan “boşluk tüpü”, radyo yayıncılığına geçişi sağlamıştır. Bir klasik müzik tutkunu olan De Forest, 1908’de Eiffel Kulesi’nden yaptığı yayınla bir klasik müzik konser kaydını Parislilere dinletmiş, İki yıl sonra, ünlü tenor Caruso’nun konserini opera binasından canlı olarak New York’lulara aktarmıştır. Ancak, bu ilk deneme yayınları çok küçük bir dinleyici grubuna ulaşabilmiştir.
Elektromanyetik dalgalar (Hertz dalgaları) enerjisi aracılığıyla bir iletinin (söz-müzik) topluma ses yolu ile aktarılması şeklinde tanımlanan radyo yayınlarının kitleye ulaşması ise ancak I. Dünya Savaşı ertesinde olmuştur. Radyonun ticari potansiyeli Amerikalılar tarafından keşfedilmiştir. Radyo üretimi, bir sanayi dalı olma yolunda gelişmiş, radyo yayınlarının reklam iletmek için de kullanılabileceğinin farkına varılmıştır. ABD’de Pittsburg’da, KDKA adlı radyo kanalı, Batı kaynaklarında, düzenli yayın yapan ilk radyo yayınlarını başlatan kanal olarak radyoculuk tarihine geçmiştir. KDKA adlı kanaldan seçim haberleri verilmeye başlandığında yayının ulaştığı kişi sayısı 500-2000 iken, radyo cihazlarının satışlarının artmasıyla birlikte yayınlar kısa sürede milyonlarca ulaşmış, 1923 yılına gelindiğinde, Amerika’da yayın yapan radyo istasyonlarının sayısı 600’ü bulmuştur. Ülkelerde egemen olan siyasal ve ekonomik düzen, yayınların nasıl örgütlenip, yönetileceğini de belirlemektedir. Bu bağlamda, Amerikalılar radyoya tamamen ticari bir meta olarak yaklaşıp, radyo istasyonlarının kurulmasından radyo yayınlarının yapılmasına kadar tüm süreci özel sektörün eline bırakırken, Avrupa’da farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. Devletler genellikle radyoculuğa müdahale etme gereği duyarken, verici-alıcı istasyon ağından oluşan altyapı, çoğunlukla PTT’ler tarafından kurulmuştur. Yayıncılık işi bir süre özel şirketler tarafından yürütülse de kısa zaman sonra ülkeler kendi sınırları içerisinde yapılan yayınları çeşitli biçimlerde devlet kontrolüne almıştır. Avrupa’da bir yanda İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin kamu yararını gözeten, bağımsız ve tarafsız yayıncılık anlayışının yer aldığı, diğer yanda Sovyetler Birliği’nin rejim propagandasını yürütmekle görevlendirdiği partizan radyoculuğun yer bulduğu bir çeşitlilikte yayıncılık modelleri ortaya çıkmıştır.
Radyo “ses” öğesini kullanan, dolayısıyla da hedef kitlesine sözlü iletişimle ulaşan bir kitle iletişim aracıdır ve bu özelliği de radyo yayınlarına yansımaktadır. Radyoda ana öğe sestir ve diğer kitle iletişim araçlarında görülen yazı, resim, görüntü gibi görsel nitelikli bir iletim yoktur. Ses ise akılda görüntü yaratan bir unsurdur. Diğer bir deyişle, radyo dinleyici üzerinde bir etki yaratabilmek için, daha çok hayal gücüne seslenir ve programların da bu özelliği göz önünde tutan bir içerikte hazırlanması gerekir.
Programların içeriğindeki yapım malzemelerine ve yapım öğelerinin niteliğine göre, “söz” ve “müzik” olmak üzere iki grupta toplanabilecek radyo program türlerini, eğitme, kültürlendirme, haber verme, eğlendirme, mal ve hizmetlerin tanıtılması gibi program amaçlarını göz önünde tutarak, farklı başlıklar altında gruplandırmak da mümkündür. Bu bağlamda, eğitim programları, kültür programları, haber programları, drama programları, müzik-eğlence programları, spor programları, reklam ve tanıtım programları amaca uygun olarak yapılan sınıflandırmada yer alan temel program türleridir.
Radyo yayınlarının en temel özelliklerine bakıldığında ise ilk olarak “mikrofon” öne çıkmaktadır. Çünkü radyoda temel unsur ses olduğu için, kullanılan en önemli araç mikrofondur. Her türlü ileti bu araçla radyo izlerkitlesine aktarıldığı için, mikrofonun özellikleri ve hangi programda nasıl bir düzenlemeyle daha iyi mesaj aktarılabileceği iyi bilinmelidir.
Radyo yayınlarında “zaman” bir diğer unsurdur ve farklı açılardan önem taşımaktadır. Radyo izleyicisinin, hangi programın hangi saatte yayınlanacağını bilmesi ve kendini bu yayınları izlemek üzere hazırlaması gerekir. Yanı sıra, gerek programların planlanan süreyi aşması, gerekse planlanan süreden az olması yayınların kaymasına ya da tersi olarak yayınlar arasında boşluklar olmasına neden olacağı için, yayında zamanlamaya dikkat edilmesi şarttır.
Radyo adeta izleyici ile konuştuğu için, mesajı aktaran sesin, içeriğin yanı sıra sesleniş biçimiyle de izleyicinin dikkatini çekmesi gerekmektedir. Bu nedenle programda kullanılacak sesin o programa, yayına uygun sesle verilmesinin yanında, söz mesajının, yazılı metinden okunsa bile, okunur biçimde değil, anlatır biçimde olması gerekmektedir.
Radyo yayınları toplumun tümüne seslendiği için genellikle her izleyici kümesinin istek, beğeni ve gereksinimini karşılayacak programlara yer verilmesi zorunludur.
Yani yayınlar içerisinde konuların dengelenmesi gerekmektedir. Özellikle, devlet yönetim ve denetiminde olan kamu yararına yayın yapmakla görevli olan radyo yayınlarında farklı izleyici kümelerinin farklı gereksinimlerini karşılayıcı, onlara yanıt verici programlara yer verilir. Ancak, FM radyo yayınlarının yaygınlaşmasıyla özel yayıncılığın çoğalması, izlerkitle rekabetini artırmış ve küçük topluluklara seslenen ya da tematik içerikler hazırlayan radyo yayınları da yapılmaya başlanmıştır.