Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Dijitalleşme tehdit değil fırsattır”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a Ankara’da yoğun ilgi. İlk olarak Ankara Dost Kolejinde eğitimci ve velilerle buluşan Tarhan, “Dijital Dünyada Çocuk Eğitimi ve Ailede Mutluluk” başlıklı söyleşide dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Dijitalleşmenin bir tehdit değil fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Tarhan, çocuklara bilinçli dijital medya kullanımının öğretilmesi gerektiğini söyledi. Tarhan’ın Ankara’daki ikinci durağı ABC Okulları oldu. “Güçlü Aile, Güçlü Toplum: Değerlerin Rolü” başlığında konuşan Tarhan, bir anlamın parçası olmanın insanın en büyük motivasyon kaynağı olduğunu kaydetti. Tarhan aynı zamanda kişinin kendini aşan amaç ve anlamları sahip olması gerektiğini de vurguladı.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın Ankara’da ilk durağı Dost Koleji oldu.
Önce biz öğreneceğiz, sonra çocuklarımıza öğreteceğiz!
Muhammed Alpkent moderatörlüğünde “Dijital Dünyada Çocuk Eğitimi ve Ailede Mutluluk” başlıklı söyleşide Tarhan, dijitalleşmenin bir tehdit değil fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Tarhan; “Önce bizler öğreneceğiz, sonra da çocuklarımıza bilinçli dijital medya kullanımını öğreteceğiz.” ifadelerini kullandı.
“Sevgi ve iyi niyet varsa çözülemeyecek sorun yoktur”
İlginin yoğun olduğu programda Tarhan, evlilikte iletişim eksikliğinin oluşturduğu problemlere değindi. Tarhan; “Evliliklerde en çok görülen sorunlardan biri iletişim eksikliğidir. Eşler birbirini dinlemediğinde, anlamadığında ya da sürekli eleştirip suçladığında, zamanla aralarındaki bağ zayıflıyor. Bu durum boşanmalara neden oluyor. Evlilikte iyi niyet ve sevgi varsa, sorunlar daha kolay çözülür. Taraflar birbirine anlayışla yaklaşır problemleri büyümeden çözebilir. Sorunları görmezden gelmek yerine konuşmak evliliği güçlendirir. İletişim sorunları sadece çifti değil evdeki çocukları da etkiler. Anne ve baba arasında sürekli tartışma varsa, çocuk kendini evde güvende hissetmez. Eve korkarak gelir okulda da dikkatini toplamakta zorlanır. Çünkü çocuklar sadece anne babalarını değil aralarındaki ilişkiyi de örnek alır. Evde sevgi ve kurallar dengede olmalıdır. Aşırı baskı da aşırı serbestlik de çocuklar için zararlıdır. Sağlıklı bir ortamda yetişen çocuklar hem kendilerini güvende hisseder hem de sorumluluk almayı öğrenir. Yani evlilikte iletişim çok önemlidir. Sevgi ve iyi niyet varsa çözülemeyecek sorun yoktur. Her problem zamanında fark edilip çözülürse aile daha sağlam olur.” dedi.
“Niyet bozuksa, sonuç da bozuk oluyor”
Dijital çağda doğru niyetin önemini anlatan Tarhan; “Günümüzde dijital çağın tam ortasındayız. Her kuşak, teknolojiyi farklı bir araçla tanıdı. X kuşağı radyoyla, Y kuşağı televizyonla, Z kuşağı ise internetle büyüdü. Yeni nesiller dünyayı internet aracılığıyla tanıyor, öğreniyor ve anlamlandırıyor. Teknoloji bizatihi tarafsızdır. Onu nasıl kullanırsak ona göre şekillenir. Doğru kullanıldığında fayda sağlar, yanlış kullanıldığında zarar verir. Bu nedenle dijitalleşmeyi bir tehdit değil, bir fırsat olarak görelim. Bugün bilgiye ulaşmak çok kolay. Yapay zeka destekli araçlarla bir soruyu saniyeler içinde yanıtlayabiliyoruz. Bu sistemler doğru ve kaliteli bilgilerle beslendiğinde insanlara faydalı içerikler sunabilir. Bugün birçok insan, Kur’an-ı Kerim’i internetten okuyarak hakikati keşfediyor. Çünkü samimi bir arayışla yaklaşıldığında hakikat kendini açıyor. Niyet bozuksa, sonuç da bozuk oluyor. Dijital çağda doğru niyetle, doğru araçlarla hareket edersek hem kendimize hem insanlığa büyük katkılar sunabiliriz.” ifadelerini kullandı.
“Her zorbalık, aynı zamanda bir eğitim fırsatıdır”
Katılımcılardan gelen soruları da cevaplayan Tarhan, akran zorbalığının aynı zamanda bir fırsat eğitimi olduğunu dile getirdi. Tarhan; “Akran zorbalığı günümüzde sıkça karşılaştığımız önemli bir problem. Bu durumun temelinde genellikle çocuklar arasındaki iletişim ve ifade becerilerindeki farklılıklar yatar. Bazı çocuklar kendilerini rahatça ifade edebilirken bazıları duygusal ve sosyal açıdan daha içe kapanıktır. Hatta bu çocuklar sosyal iletişim güçlüğü yaşayabilir. Örneğin, matematikte çok zeki bir çocuk, sınıf içindeki esprileri anlayamayabilir ve bu da onun dışlanmasına yol açabilir. Anlamayınca gülmeyen bu çocuk, zamanla diğer çocukların alay konusu haline gelir. Bu da akran zorbalığına dönüşür. Akran zorbalığına en çok maruz kalan çocuklar, genellikle farklı, özel yetenekli veya takım çalışmasına uyum sağlamakta zorlanan bireylerdir. Hatta bu yüzden okula gitmeyi reddeden çocuklar bile var. Bu vakalarda detaylı inceleme yapıldığında, çoğu zaman arkasından akran zorbalığı çıkıyor. Ancak her zorbalık olayı aynı zamanda bir eğitim fırsatıdır. Çünkü çocuklar sadece akademik başarıyla değil, sosyal becerilerle de hayata hazırlanırlar. Hayatın her alanında farklı biçimlerde zorbalıklarla karşılaşmak mümkündür. Önemli olan çocuklara bu durumla nasıl başa çıkacaklarını, çözüm üretmeyi ve kendilerini korumayı öğretebilmektir.” ifadelerini kullandı.
Tarhan’ın Ankara’daki ikinci durağı ABC Okulları oldu. “Güçlü Aile, Güçlü Toplum, Değerlerin Rolü” başlıklı söyleşide Tarhan, bir anlamın parçası olmanın insanın en büyük motivasyon kaynağı olduğunu dile getirdi.
“Bu çağda anakronik olmamak gerekiyor”
Anne babalık pratiklerinin güncel olmasının önemine vurgu yapan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Bu çağın doğruları değişti. Eğer biz çocukları ve gençleri annemizden, babamızdan ya da büyüklerimizden öğrendiğimiz annelik babalık anlayışıyla ya da eski eğitim modelleriyle yetiştirmeye çalışırsak, onları kaybederiz. Bu nedenle, bu çağda anakronik olmamak gerekiyor. Anakronik, yani geçmiş bir döneme ait düşünce ve yaşam tarzıyla bugünü anlamaya çalışmak demektir. Zaman kavramını göz ardı ederek hareket edemeyiz. Bu durum sadece sosyal yapılar için değil, insan doğası için de geçerli. Günümüzde evrensel değerler var. Örneğin, 1993 yılında Chicago’da Küresel Ahlak Manifestosu açıklandı. Oradaki değerlere baktığımızda hepimizin kabul edebileceği evrensel ilkeler görülür. Mesela, ‘Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma.” gibi. Ancak biz bu çağda bu değerleri unuttuk. Unuttuk ve uygulamada da yoklar. Bunun bir bedeli olacak tabi ama şu anda bir insanı ayakta tutan en önemli şey onun bir anlamın parçası olmasıdır.” ifadelerini kullandı.
“Değerler değer içerikli eğitimle öğrenilir”
Haz peşinde koşmak yerine anlam peşinde koşmanın önemli olduğunu söyleyen Tarhan; “İnsanın kendini aşan amaçlarının olması gerekiyor. Bu tür yüksek değerlere dayalı hedefler olmadığında, yaşamın anlamı sorgulanır. Şu anda hedonizm küresel olarak idealize edilmeye başlandı. İnsan beyninde mutlulukla ilişkili iki temel hormon var dopamin ve serotonin. Dopamin, örneğin çikolata yediğinizde salgılanır. Ancak dopaminin özelliği kısa vadeli etkisidir. Hemen bir sonraki dozu ister ve bu bağımlılığa neden olur. Öte yandan serotonin, beynin anlamla ilgili mutluluk kimyasalıdır. Bu aslında yeni bir bilgi değil. 2 bin 500 yıl önce Aristoteles, iki tür mutluluktan bahsediyor biri hedonistik mutluluk diğeri ise ödomanik mutluluk. Bu, hayatının sonunda nasıl anılmak istediğinle ilgili. İnsan, anlam üzerinden mutlu olmayı öğrenirse ve çocuklarına da anlam peşinde koşmayı öğretirse o çocuk daha sağlam bir yaşam kurar ve kolay kolay kötü yollara sapmaz. Çünkü bir amacı ve anlamı vardır. Eğer bir insanın hayatında anlam ve amaç varsa değerler onun için trafikteki yol işaretleri gibidir. Değer yargılarımız bizi yönlendirir. Değerleri özellikle ilkokulda öğretmeliyiz. Değerler konferansla ya da vaazla öğretilmez. Değerler değer içerikli eğitimle öğrenilir.” ifadelerini kullandı.
“Zihinsel bir dönüşüm olmadan sosyal bir dönüşüm bekleyemeyiz”
Ailede rol paylaşımının nasıl olması gerektiğini anlatan Tarhan; “Nasıl ki bir binada, apartmanda ya da komşuluk ilişkilerinde sınırlar, kapılar, duvarlar varsa aynı şekilde sosyal ve duygusal sınırlar da vardır. Ancak bu sınırlar somut değil gözle görülmez soyuttur, zihinseldir. Zihinsel bir dönüşüm olmadan sosyal bir dönüşüm bekleyemeyiz. Ailede iyi bir çocuk yetiştirebilmek için önce zihinlerimizdeki modelleri düzeltmemiz gerekir. Kafamızdaki annelik rolü, babalık rolü, eş rolü... Bütün bu rol paylaşımını doğru şekilde yapmalıyız. Çünkü rol paylaşımı demek sınırların tanımlanması demektir. Bir iş yerinde nasıl görev tanımı varsa ve bu tanım sayesinde sınırlar netleşiyorsa ailede de böyledir. Bu yüzden biz bir problemi çözerken, önce problemi yazılı hale getirmekle başlarız. Aslında Türkiye'de bir problemi yazmak, onun yüzde ellisini çözmek demektir. Herkes yazarak ilerlerse, sınırlar da netleşir. Aile içindeki sınırları öğrenmek için de ben ailelere, haftada bir aile içi oturum yapmalarını öneriyorum.” şeklinde konuştu.
“Teknoloji dünyasında sınırlar koymakta daha çok zorlanıyoruz”
Dijitalleşmeye kural koymanın zorluklarından bahseden Tarhan; “Teknoloji dünyasında sınırlar koymakta daha çok zorlanıyoruz. Çünkü bu alanda kuralları çiğnemek daha kolay oluyor. 0-6 yaş arasında eğer anne bir gün evet, bir gün hayır diyorsa ya da anneyle baba farklı şeyler söylüyorsa, çocuk kuralları ciddiye almaz. Kuralları esnetmek için açık kapı arar. Bu durumda anne baba evdeki liderliklerini kaybeder çocuk evin lideri olur ve ortaya kuralsız bir ortam çıkar. Dijitalleşme ise kurallar koymayı ciddi biçimde sabote ediyor. Yürümeye yeni başlamış bir bebeğin rüyasında bile parmağıyla ekran kaydırma hareketi yaptığını gördüm. Yani daha bebek ama dijital alışkanlık oluşmuş bile. Bazen çocuklar konuşma geriliğiyle psikiyatriye geliyor. Bakıyoruz ki evde elinden tablet düşmüyor ya da sürekli televizyon açık. Anne ev işleriyle ilgilenmek için çocuğa ekran veriyor. Çocuğun beyninde sözcük üretme alanı çalışmadığı için çocuk dinliyor, anlıyor ama konuşamıyor. Hemen ekranı kapattırıyoruz, konuşma eğitimine başlıyoruz. Genellikle hızlı öğreniyor ama 4 yaşını geçerse bu süreç çok zorlaşıyor. Çünkü beynin sözcük üretme ve anlama alanları 4 yaşından sonra yavaş yavaş kapanıyor. Biz bazen çocuğun yaptığı şeyleri yaramazlık sanıyoruz. Oysa çocuk yer çekimine karşı kaslarını geliştiriyor. Bu o yaşın doğal davranışı. Özellikle 0-6 yaş arasında çocuk her şeyi anneden ve babadan öğreniyor. Burada sözle değil davranışlarla, tutumlarla öğreniyor. Çünkü çocuk, anne babasının sözünü değil izini takip eder.” dedi.
“Aynı hatayı defalarca yapanlar bir türlü ders çıkaramazlar”
Katılımcılardan gelen soruları da cevaplayan Tarhan, zihinsel esnekliğin kazanıldığında sosyal ve duygusal esnekliğin gelişeceğini belirtti. Tarhan; “Çocukların öğrendiği olaylar, davranış kalıpları, düşünce yapıları ve sosyal öğrenmelerin tamamı birer hayat senaryosudur. Bu senaryo, kişinin yaşamı boyunca gelişerek devam eder. Çocuk okula başladığında hayatına yeni aktörler dahil olur işe başladığında başka aktörler, evlendiğinde ise bambaşka roller girer devreye. Yani kişi hayat sahnesinde değişen oyunculara göre senaryosunu güncellemeyi öğrenmeli. Ancak bazı insanlar hayat senaryosunu hiç değiştirmezler. Bu kişiler öğrenmekte zorlanan, esneklik gösteremeyen bireylerdir. Öğrenmenin üç temel biçimi vardır. Birincisi deneme yanılma yoluyla öğrenme. Her şeyi yaşayarak öğrenmeye çalışmak ama bu yavaş ve zahmetli bir süreçtir. İkincisi akıllı öğrenme. Başkalarının deneyimlerinden faydalanarak öğrenmektir en etkili yöntem budur. Aynı hatayı defalarca yapanlar bir türlü ders çıkaramazlar. Bu sosyal ilişkilerde büyük sorunlara neden olur. Evlilik gibi derin ilişkileri sürdüremeyen kişiler genellikle bu gruptadır. Bu tarz insanlar çoğunlukla inatçı ve bencildir. Zihinsel esneklik kazandıklarında, sosyal ve duygusal esneklik de gelişmeye başlar.” ifadelerini kullandı.
“Sosyal duygusal becerilerin 4-6 yaş aralığında öğretilmesi büyük önem taşıyor”
4-6 yaş aralığının değerleri öğrenme açısından kritik bir dönem olduğunu dile getiren Tarhan; “Bu yaşlarda çocuk henüz okula başlamamıştır ve çevresini gözlemleyerek dünyayı anlamlandırmaya çalışır. Beyin gelişimi açısından da önemli olan bu dönemde çocuk soyut ve somut kavramları ayırt edemez. Genellikle 6-7 yaş arasında çocuklar bu farkı öğrenmeye başlar. Örneğin 4 yaşından küçük bir çocuğa bir video gösterildiğinde oradaki canavarları gerçek zannedebilir. Çünkü beyninde soyut somut ayrımı henüz gelişmemiştir. Bu durum çocuğun gelişen bilişsel yapısıyla ilgilidir. Ayna nöronlar da bu süreçte önemli bir rol oynuyor. Ayna nöronlar, beynimizde başkasının hareketini veya duygusunu ayna gibi yansıtabilen hücrelerdir. Birisi elini kaldırdığında biz de farkında olmadan o hareketi zihnimizde canlandırırız. Aynı şekilde karşımızdaki kişi güçlü bir duygu hissediyorsa biz de bunu hissederiz. Bu, beyinler arası telsiz gibi bir iletişim sağlar. Ancak otistik bireylerde bu ayna nöronlar sağlıklı çalışmaz. Bu yüzden empati kurmakta zorlanabilirler. Hayvanlarda da bu nöronlar yok sadece insanda var. Empati zamanla öğrenilen bir beceridir. Zamanla çocuk başkasının acısını fark edip ona yardım etmeyi öğrenir. Bu da ancak deneyim aktarımıyla yani yaşantı yoluyla mümkündür. Bu nedenle değerlerin ve sosyal duygusal becerilerin 4-6 yaş aralığında öğretilmesi büyük önem taşıyor. Çünkü çocuk bu dönemde somut düşünce sistemine sahiptir ve bu yaşta öğrendiği her şey onun hayatı boyunca kullanacağı çok değerli araçlar haline gelir.” şeklinde konuştu.
“Empati insanın öğrenmesi gereken ilk değerlerden biridir”
Empatinin önemine dikkat çeken Tarhan; “Kötülükle ilgili literatüre baktığımızda en çok empati yoksunluğu ile karşılaşıyoruz. Tüm kötülükleri bir odaya toplasanız, kapısını empati yoksunluğu açıyor. Bu kadar belirleyici bir konudur empati. Empati insanın öğrenmesi gereken ilk değerlerden biridir. Çünkü insan sosyal bir varlıktır ve bu sosyal beceriler, özellikle beyin gelişimiyle yakından ilişkilidir. Beynimizde empatiyle ilgili alanlar doğuştan eğilim taşır, ama bu eğilimlerin nasıl kullanılacağını öğrenmemiz gerekir. Burada bir karışıklık da empati ile sempati arasındaki farkta ortaya çıkar. Örneğin, birisi ağlıyorsa ve siz de oturup onunla ağlıyorsanız, bu empati değil, sempatidir. Empati, karşımızdakinin duygusunu anlayıp ona uygun tepki verebilmektir; duyguyu aynen yaşamak değil. İletişimin sadece yüzde 20’si sözel, yani kelimelerle yapılan aktarımken; yüzde 80’i ise sözel olmayan yani ses tonu, mimik, jest ve eşik altı duygular gibi unsurlardan oluşur. Tüm bu unsurlar da empatinin parçalarıdır. Gerçek bir empati, tüm bu unsurları fark edip doğru şekilde işlemeyi gerektirir.” dedi.
“Hem özgürlük hem sorumluluk duygusunu dengede tutmak gerekir”
Sevgi ve disiplin dengesinin önemine vurgu yapan Tarhan; “Şu anda aile yapıları çocuk erkil aile yapısında dönüştü. Yani evin küçük patronu çocuk olmuş durumda. Anne baba otoriteyi elinden bırakmış kurallar çocuk merkezli şekilde belirleniyor. Çocuk küçükken bu durum sevimli gelebilir ama ergenliğe girince işler değişiyor. Çocuk evdeki eski saltanatını sürdürmek istiyor. Sınır konduğunda ise çatışmalar başlıyor. Öyle ki bu durumu kontrol edemeyen ailelerde, fiziksel şiddete varan vakalar yaşanabiliyor. Ancak sorun sevgisizlikten değil kuralsızlıktan ve disiplinsizlikten kaynaklanıyor. Çocuğa ne kadar sevgi verilirse verilsin sınırlar yoksa anne baba tutarlı davranmıyorsa sağlıklı gelişim olmaz. Özellikle anne bir şey söylerken baba başka bir şey söylüyorsa çocuk bu çelişkiden faydalanır ve kuralları ciddiye almaz. Sevgiyle birlikte disiplinin eksik olduğu ailelerde sorumsuz ve sınırsız çocuklar yetişir. Disiplinin olup da sevginin eksik olduğu ailelerde ise çocuk baskı altında büyür. Bu da antisosyal ya da suç eğilimli kişiliklerin ortaya çıkmasına neden olur. Sevgi de disiplin de yoksa çocuk sokakta büyür ve aidiyetsizlik hisseder. Bu noktada sevgi ve disiplin dengesi, bir ailenin çocuğa verebileceği en önemli eğitimdir. Evrendeki merhamet ve adalet dengesi, aile yapısında sevgi ve disiplin olarak karşılık bulur. Merhamet dozunda olmazsa adalet zarar görür. Aşırı adalet ise özgürlüğü yok eder. Tıpkı bunun gibi çocuklara hem özgürlük hem sorumluluk duygusunu dengede tutmak gerekir.” ifadelerini kullandı.
“Sibernetik düzen, denge ve yönetimle ilgili bir ilimdir”
Sibernetik ile ilgili soruya da cevap veren Tarhan, evrenin mükemmel bir düzene sahip olduğunu söyledi. Tarhan; Sibernetik 1970’lerde tanımlanmış olsa da gerçek anlamı yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Aslında sibernetik düzen, denge ve yönetimle ilgili bir ilimdir. Tıpkı bir geminin rotasını küçük bir dümen hareketiyle değiştiren kaptan gibi hayatta da küçük farkındalıklar büyük yön değişimlerine sebep olabilir. Bu da bize sistemlerin işleyişini anlamanın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Evren mükemmel bir düzene sahiptir. Kaos gibi görünen şeyler bile aslında daha büyük bir sistemin içinde anlamlıdır. Evrenin ilk yasası bilgiyle başlar. Maddenin gaz, sıvı, katı halleri dışında bir hali daha vardır bilgi hali. İlk olarak bilgi oluşur, ardından matematik devreye girer, sonra geometriyle tasarım şekillenir. Enerji, kimya ve madde sırayla oluşur. En son ise biyolojik yapı gelir. Evren bu anlamda altı basamaklı bir sistem üzerine kuruludur. Bu aşamalar Kur’an-ı Kerim’deki altı günde yaratılma ifadesine bile bir yorum olabilir. Bu sistem teorileri bize şunu anlatıyor: Evren bir düzendir, ama bu düzen kendi kendine korunmaz. Tıpkı ekilmeyen bir bahçeyi otların kaplaması gibi, evrenin de sürekli bir ilgiye ihtiyacı vardır. Bugün evrenin giderek soğuduğu, gelecekte ısı ölümü denen bir sona ulaşabileceği öngörülüyor. Tüm bu fiziksel gerçeklikler insan davranışları için de geçerli. Nasıl ki karanlık ışığın olmaması, soğuk, sıcağın olmaması kötülük de iyiliğin olmamasıdır. Bir çocuğun iç dünyasında kötülüğün yer etmesini engellemek istiyorsak, ona sadece ‘Kötülük kötüdür.’ demek yetmez. Onun dünyasında iyilik ve güzellik çoğaltılmalıdır. Çünkü iyi olan arttıkça kötü kendiliğinden azalır.” dedi.
Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)