Mutluluk Sosyolojisi

Mutluluk ne iktisatçıların ortaya koyduğu gibi basitçe ekonomik faktörlere indirgenebilir ne de psikologların incelediği gibi sadece bireysel süreçlerle ilgilidir. Toplumsal olguları yine başka toplumsal olgularla inceleme eğiliminde olan sosyoloji mutluluğu diğer sosyal süreçlerle, toplumsal ağlar ve ilişkilerle birlikte inceleyebilir.

Mutluluk olgusu kişiye özgü bir ruh hali olarak görülse de bu bireysel iyi oluş hali içinde yaşadığımız toplumsal çevreden tamamen bağımsız değildir. Bizi sarmalayıp çevreleyen, destekleyen yakın sosyal bir çevreden yoksunsak, ailemiz, komşumuz, yakın dostlarımızı mutsuz eden olaylar yaşanıyorsa, yaşam kalitemizi etkileyen eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetlerde aksaklıklar varsa bizler ne kadar mutlu olabiliriz, hayattan ne kadar tatmin alabilir, kendimizi ne kadar iyi hissedebiliriz ki? Sosyolojinin en önemli kurucu isimlerinden Emile Durkheim, biz sosyologlara toplumsal olguları yine toplumsal olgularla açıklamayı öğretmiştir.  O halde nasıl ki işsizlik, hastalık, yoksulluk, intihar, işten hayattan tatmin alamama gibi bireysel görünen sorunların arkasında bir takım toplumsal dinamikler varsa kişinin mutluluk düzeyinin oluşmasında da içinde yaşadığı toplumsal çevrenin ve yapıların güçlü bir etkisi vardır.
Bu kısa makalede ben önce sosyoloji disiplinin mutluluk gibi öznel bir durumla olan sorunlu ilişkisini açıklamaya çalışacağım daha sonra da sosyolojinin mutluluk çalışmalarına ne gibi katkılar sağlayabileceğini tartışacağım. 
 
Toplumsal fenomenleri inceleyen bir bilim dalı olarak sosyoloji mutluluk olgusuna bugüne kadar neredeyse tamamen kayıtsız kalmıştır. Sosyoloji ders kitaplarında bir iki istisna dışında mutluluk olgusu bir başlık altında incelenmemektedir. Psikologlar ve iktisatçılar mutluluk üzerine bilimsel eserler üretirken literatürde sosyolojik açıdan mutluluğu inceleyen makalelerin sayısı iki elin parmaklarını yeni yeni geçmektedir. Sosyoloji açısından çizdiğimiz bütün bu kara tabloya karşı dünyada mutluluk üzerine çalışan en önemli bilim insanının yine bir sosyolog olması ise bu disiplin adına mutluluk ve umut verici bir durumdur.  Ömrünün elli yılından fazlasını mutluluk üzerine çalışmaya adayan Hollandalı sosyolog Ruut Veenhoven göre sosyologların mutluluk konusuna kayıtsız kalmalarının üç temel nedeni vardır. Bunlardan ilki ideolojik önyargılar, ikincisi kuramsal sorunlar ve sonuncusu pragmatik nedenlerdir. 

İdeolojik nedenlerle başlayacak olursak Veenhoven’a göre sosyologların önemli bir kesimi sosyal eşitlik, tabakalaşma ve sosyal uyum gibi konular üzerine çalışmaktadırlar. Bu çalışmalardaki temel beklenti bir toplumda refah düzeyi düştükçe o toplumdaki diğer olumlu durumlar gibi mutluluk düzeyinin de düşüşe geçeceğidir. Ancak en zengin toplumlar en mutlu toplumlar olmadığı gibi ekonomik refahtan bağımsız olarak yoksul kesimlerin içinde de mutlu bireylerin olması sosyologların kafasını karıştırmaktadır. Bu ideolojik beklentiler ile sahada ortaya çıkan veri arasındaki çelişkili durum sosyologları mutluluk çalışmalarına karşı bu zamana kadar mesafeli bir pozisyon almaya, bu konuyu görmezden gelmeye itmiştir. 

Mutluluk üzerine toplumsal bir çalışma yapmak sosyologlar açısından zor ve kuramsal yönden de bir takım sorunları içinde barındırmaktadır. Bu nedenle çoğunlukla sosyologlar, mutluluğu objektif olarak ölçülemeyen, salt fikirlere dayanan ve Auguste Comte’un tabiriyle zihinsel biyoloji’nin yani psikolojinin ilgi alanına girecek değersiz bir konu olarak bulma eğilimindedirler.

Son olarak pragmatik nedenlere gelecek olursak; sosyologlar, toplumsal hayatta diğerleriyle etkileşim içinde olan insanların nasıl hissettiklerinden çok onların eylemleriyle ilgilenirler. Mutluluk gibi kişisel, ölçülmesi sorunlu ve değişken bir durumu açıklamaya çalışmaktansa sosyal davranışı açıklamak daha pratik ve kolaydır. Bir başka pragmatik neden, Durkheim’dan beri sosyologlar toplumsal hayatın içinde sistemin akışını sekteye uğratan patolojik olgularla, düzeni bozan norm dışı durumlarla ilgilenme eğilimindedirler. Sosyolog aldığı eğitim nedeniyle iyilik durumuna değil öncelikle bireylere yaşamlarında ızdırap veren sorunlara, kötülük durumuna odaklanır. Sosyolog gözü mutluluk ve iyi bir yaşamın nasıl tanımlanabileceğini, bunların nasıl deneyimlendiğini görmekte zorlanır. Bu nedenle sosyoloji camiası içinde sosyalleşen sosyoloğun düşünme, algılama ve eylem pratikleri toplumdaki iyi bir hali daha iyi hale getirmek üzerine çaba harcamaya yatkınlık göstermez. 

Sosyolojinin Mutlulukla Entelektüel Bağlantısı

Yukarıda dile getirdiğimiz üç temel nedenden dolayı sosyolojinin bu zamana kadar mutlulukla hiç bir ilişkisinin kurulmadığı anlamına da gelmemelidir. Sosyolojinin bizzat mutluluğun kendisini bir kavram olarak ele alıp tanımlamadığı bir gerçektir. Ancak disiplin ilk kuruluş aşamasından beri insanları mutsuzluğa götüren süreçleri anomi, yabancılaşma gibi kavramları kullanarak incelemektedir. Yani sosyoloji mutsuzluk üzerinden mutluluğa dair söz söyleyecek bir entelektüel bagajı olduğunu her zaman göstermiştir. 
Örneğin Durkheim 1893 yılında yayımlanan Toplumsal İşbölümü kitabında toplumların mekanik işbölümünden organik işbölümüne geçerken bireysel bakış açısı ve duygusal özerkliğin gelişimine değinir. Durkheim bu dönüşüm sonucu toplumda patolojik bir durum haline gelebilen aşırı bireyciliğin bireylerin huzurunu giderek daha fazla tehdit eden bir güç haline geldiğinin altını çizmektedir. Bu patolojik durumdan yola çıkarak toplumsal bağları kopuk bireylerin egoist intihara,  toplumsal düzenlemelerin kontrolünden çıkan bireylerin ise hayal kırıklığı, arzularının tatmin olamaması, alışmış oldukları hayat konforunun ani değişikliği gibi nedenlerle anomik intihara sürüklendiğini tespit etmektedir. Durkheim, arzuları sınırsız olan ve gerçekçi talepleri olmayan bireyin huzuru için, bunu mutluluk olarak da okuyabiliriz, toplumsal sınırlamaların ve kurallarının varlığını gerekli görmektedir.  Yine Durkheim Dinsel Hayatın İlksel Biçimleri adlı çalışmasında (1912) kolektif ibadetlerde olumlu duyguların canlandığını ve güçlendiğini, bu güçlü olumlu duyguların daha sonra tüm topluma yayıldığını dile getirmektedir.
Durkheim yapıcı kaliteli sosyal ilişikler ve ortak rızaya dayalı ahlaki değerlerin bireye huzur vereceğini dikkat çekerken sosyolojinin bir diğer önemli ismi Karl Marx ekonomik ilişkilere ve üretim sistemlerine odaklanmıştır. Marx ve takipçileri kapitalist sistemde bireyin ürettiği ürüne, çalıştığı mekana, doğaya ve bedenine yabancılaştığı ve fiziksel olduğu kadar akıl sağlığını da kaybettiğini iddia etmektedirler. Bu nedenle onlara göre kapitalist sistem içinde bireyin mutlu ve huzurlu olması mümkün değildir. Bu bakış açısına göre mutluluk ancak özel mülkiyetin kalktığı bir toplumda gerçekleşebilir.
Sosyolojinin kurucu babalarından Max Weber ise modern toplum karşısında karamsar ve mutsuzdur.  Weber çeşitli dinler üzerine yaptığı çalışmalarda ölüm ve kaçınılmaz acı çekme hali karşısında bireylerin yaşamlarını nasıl anlamlı hale getirme mücadelesi verdiklerini göstermeye çalışmıştır. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu (1905) isimli eserinde insanların ebedi bir mutluluğu yakalamak için bu dünyada nasıl çok çalıştıklarını ve çileci bir hayata yöneldiklerini göstermiştir. Weber maksimum verim için her şeyin rasyonelleştiği, insani duyguların ve mucizelere inançla dolu dinsel düşüncenin kaybolduğu modern dünyanın geldiği halden mutsuzdur. Ancak Weber’e göre insanı hapseden bu çelik kafesten kaçış imkanı da yoktur. 
Görüldüğü gibi sosyolojik gelenek mutluluktan çok modern ve kapitalist dünyadaki mutsuzluğa odaklanmıştır. Ancak tersten bir okumayla toplumsal yapıdaki bu patolojik durumları tedavi edecek tespit ve önerileriyle sosyoloji bireylerin ve toplumun iyi oluşu ile ilgi dolaylı bir mutluluk çalışması yapmaktadır diyebiliriz. 
Sosyoloji camiasının salt mutluluk konusuna büyük çapta kayıtsız kalmasına rağmen bu disiplinin mutluluk çalışmalarına yeni bir boyutlar kazandıracağını düşünmekteyim. Çünkü mutluluk ne iktisatçıların ortaya koyduğu gibi basitçe ekonomik faktörlere indirgenebilir ne de psikologların incelediği gibi sadece bireysel süreçlerle ilgilidir. Toplumsal olguları yine başka toplumsal olgularla inceleme eğiliminde olan sosyoloji mutluluğu diğer sosyal süreçlerle, toplumsal ağlar ve ilişkilerle birlikte inceleyebilir. Örneğin ekonomik sermayenin ötesinde bireylerin sosyal, kültürel ve sembolik sermayelerinin yaşamlarına verdiği tatmin ve hazları incelemek mutluluk çalışmalarında yeni ufuklar açabilir. Bu yaklaşımlar mutluluk çalışmalarına teorik olarak önemli katkılar sunacaktır.  Ayrıca sosyolojik perspektifler Marc Cisek’in de altını çizdiği gibi “mutluluk araştırmalarına mutluluk deneyimini eleştirel bir şekilde incelememize, onu değişen güç ilişkilerine ve kültür, politika ve ekonomideki değişimlere göre konumlandırmamıza izin veren yararlı bir araç seti”  sunması açısından da oldukça kullanışlıdır. 
 Gerçekten de son yıllarda yapılan bir çok çalışma ekonomik refahtan öte kaliteli sosyal ilişkilerin olduğu toplumların mutluluk düzeylerinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu nedenle dünyanın en mutlu toplumları en zengin değil insanlar arası kaliteli,  güvene dayalı ilişkilerin olduğu toplumlar olduğunu göstermektedir. 2012 yılından beri her yıl açıklanan Dünya Mutluluk Endeksi’nin ilk sıralarında sürekli ekonomik refahın toplumun tabanına yayıldığı kadar, devlete, topluma ve insanların birbirlerine güvenin en yüksek olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinin olması bir rastlantı değildir. Finlandiya’nın ilk sırayı aldığı 2020 yılındaki durumu açıklayan raporda mutluluk düzeyinin belirlenmesinde kullanılan altı faktörden dördünün sosyal çevrenin farklı yönleri ile ilgili olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu faktörler, “güvenecek birine sahip olmak, önemli yaşam kararlarını verme özgürlüğü, cömertlik ve güven”dir. Raporun dikkat çektiği en önemli konulardan biri ise özellikle eleştirel sosyologların üzerinde çalıştığı eşitsizlik olgusu ile kişinin mutluluğu arasındaki ilişkidir. Rapor iyi bir sosyal çevrenin eşitsizliğin etkilerini azaltacağını bunun da toplumsal mutluluğu artırabileceğini tartışmaktadır.  Gerçekten de C. Bjørnskov  Amerika Birleşik Devletleri’nde 48 eyaletteki verileri inceleyerek yaptığı çalışmada da sosyal güven düzeyi ile mutluluk arasında pozitif bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır .
Mutluluğa giden yol kaliteli bir hayattan geçmektedir. Yaşam kalitesinin ölçümünde kullanılan bireyin maddi yaşam standardı, sağlık hizmetlerine ulaşımı, eğitim olanakları, iş dahil kişisel faaliyetleri, demokratik katılım imkanları, sosyal bağlantıları ve ilişkileri, ekonomik ve fiziksel olarak kendini güvende hissetmesi gibi temel etmenler kuşkusuz sosyologların çalışma konuları içindedir. Sosyologlar  bu faktörlerle mutluluk arasındaki ilişkiyi nitel ve nicel araştırma yöntemleri ile tespit edip, toplumsal derinliği olan analizler yapabilme imkanına sahiptirler. Bu nedenle üretim ve tüketim ilişkilerinin bireyleri yalnızlaştırdığı, nesneleştirdiği, sosyal bağların niteliğini zayıflattığı modern toplumda mutluluk sosyolojisine hiç olmadığı kadar ihtiyaç vardır.

Doç. Dr. Barış Erdoğan
Doç. Dr. Barış Erdoğan

Tüm Yazıları

Paylaş: