Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye Göre Üzüntüden Kurtulma ve Mutluluğa Erişme Yolları
İnsanda o kadar büyük bir aşk, hırs, arzu ve üzüntü vardır ki yüz binlerce âlem kendisinin malı olsa, bununla huzur bulmaz, rahata kavuşmaz. Uğraştığı her işte ve sanatta, tuttuğu her yerde ve öğrendiği yıldız bilgisi doktorluk ve daha başka şeylerde de sükûnet bulmaz; çünkü istediği şeyleri bir türlü elde edememiştir.
Mutluluk insanın aradığı, ulaşmak istediği ve kimi zaman kaybetmekten korktuğu bir duygu durumu olarak insanlık tarihi boyunca pek çok ilim dalının konusu olmuştur. Mutluluğun tanımı felsefe ve hikmet okullarının temel meselesi olduğu gibi, dini ve mistik geleneklerin de üzerinde söz söylediği temel mevzular arasındadır. İslâm tasavvuf geleneği de mutluluğu kendi metodolojisi ile ele almış; ilk dönemden günümüze kadar pek çok sûfi şair ve müellif, insanın mutluluk arayışı ve onu nihâi mutluluğa iletecek yöntemleri eserlerinde dile getirmişlerdir. Sûfi şairler içerisinde konuyu en kapsamlı ve sistemli bir şekilde ele alanlardan biri de şüphesiz Mevlânâ Celâleddin Rumi’dir (ö. 1270).
Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin eserlerinde insanı mutsuz eden nedenler ve mutluluğa iletecek etkenler farklı bağlamlarda ele alınır. Mevlânâ konuyu öncelikle ontolojik anlamda değerlendirir. Rûmî’ye göre insanın gerçek anlamda saâdet içinde bulunduğu varlık durumu, ilk olarak onun Allah ile bir ve beraber bulunduğu ruhlar âleminde iken gerçekleşmiştir. Allah’ın irade ve hikmeti ile bu madde ve çokluk âleminde vücud bulan insan, içinde bulunduğu varlık boyutunu sonsuza kadar ikamet edilecek bir menzil olarak gördüğü ve asıl vatanı olan mânâ âlemini unuttuğu taktirde mutsuzluk kaçınılmazdır. Ancak insan içinde duyduğu hasretin nedenini anlayarak, dikkatini birlik ve mânâya yöneltirse, her iki dünyada da mutluluğu yaşayabilecektir.
Mevlânâ Celâleddin Rumî, eserlerinde öncelikle insanı aslî durumu olan mutluluktan uzaklaştıran nedenlere dikkat çeker. Şiirlerinde ve sohbetlerinde birçok kıssa ve hikâye bağlamında ayrıntıları verilen bu nedenler, kısaca unutkanlık hali olarak değerlendirilebilir. Rûmi’ye göre insan temelde üç şey hakkındaki bilgisizliği ya da unutkanlığı nedeniyle mutsuzluğa düşer ki bunlar Allah’ı unutmak, dünya hayatının geçiciliğini göz ardı etmek ve insanın aslî kıymetini bilememek şeklinde özetlenebilir. Peki insan söz konusu bilgisizlik ya da unutma halinden nasıl kurtulacak, diğer bir deyişle ebedî mutluluğa hangi suretle erişecektir?
Mevlânâ Celâleddin Rûmi, her şeyden önce insanın dünya ve içindeki unsurlarla irtibatının sağlıklı bir zemin üzerine tesis edilmesi gerektiği kanaatindedir. Eğer insan dünya ve eşya ile ilgili olarak iki temel gerçeği hatırda tutar ve bunların gereği ile hareket ederse, sarsılmaz mutluluğa ulaşma yolunda güzel bir başlangıç yapmış demektir. Hatırlanması gereken birinci konu eşyanın değişken ve geçici bir tabiata sahip olduğu ikincisi ise hadiselerin “göreceli” olduğu gerçeğidir.
Dünya Sevgisine Kapılmamak
Eşyanın geçici tabiatına karşı uyanık olmak ya da tasavvuf literatüründeki geleneksel ifade ile dünya sevgisine kapılmamak, Rûmi’nin eserlerindeki temel meselelerden biridir. Mevlânâ’ya göre insan, dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren maddi ihtiyaçlar ile sarılmıştır ve enerjisinin büyük bir kısmını bu ihtiyaçları karşılamak için sarf eder. İhtiyaçların meşru ölçüler içerisinde temin edilmesi tabi bir durumdur. Ancak bu ihtiyaçlar, sonu gelmez arzu ve emellerle başbaşa vermişse, kişi bütün ömrünü maddi isteklerin tatmini ve rahat arayışı uğrunda heba edebilir. Zira dünyada tam olarak rahmete erişmek, yani istenilen herşeye ulaşmak mümkün değildir, Üstelik bir nimeti elde etmek için bin türlü zahmete girmek ve bedel ödemek gereklidir. Söz konusu gerçeği “Çünkü bütün zahmetler, sıkıntılar, üzüntüler bir şey istediğin zaman olmayınca meydana geliyor. Birşey istemezsen üzüntü de kalmaz” sözleriyle dile getiren Mevlânâ, kişiyi gereksiz yere üzen nefsani arzulardan kurtulmanın, mutluluk yolunda atılacak en önemli adım olduğuna işaret eder.
Gerçekten de Rûmi’ye göre, insanın bu dünyada yaşadığı bütün zorluk ve mutsuzlukların temelinde eşyanın geçici/yok olucu tabiatını göremeyerek ona sonsuz bir sevgi ile bağlanmak yatmaktadır. Mevlânâ bu gerçeği Mesnevî’sinde su ve testi örneği ile anlatır. Buna göre adamın biri su bulmak kastıyla eline testisini alır ve yola düşer; ancak çeşmeye vardığında su kaynağının kurumuş olduğunu görür. Bunun üzerine adam biraz daha yol alır ve başka bir çeşmeye tesadüf eder. Gürül gürül akan bu kaynaktan testisini doldurmak niyetiyle telaşla koşmaya başladığında, bir anda testi elinden düşer ve kırılır. Mevlânâ dünyada her isteğin tamam olamayacağını, her türlü metaın geçici olduğunu ve dolayısıyla kişinin mutluluğunu bu tür geçici unsurlara bağlamaması gerektiğini bu kısacık hikaye içerisinde son derece etkili bir şekilde ortaya koyar. Nitekim sufiler, ilk dönemden beri dünyaya gönül verilmesi halinde acı çekmenin mukadder olduğunu görerek bu konuda uyanık olmuşlardır. Esasen Rûmî’nin ortaya koyduğu bu yaklaşım, İslam dininin dünya ile ilgili temel yaklaşımının da veciz bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Zorlukların Arkasındaki Güzellik
Diğer yandan Mevlânâ, mutlak hayır ve şerrin bulunmadığına ve fakat hadiselerin neticeleri bakımından göreceli olarak değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapar. Mesnevî’de geçen “Sen burnunu kanatmak istemezsin ama burnun kanar. Bu kanayış sana sağlık verir” (Mesnevî, III: 3438) ifadesinde olduğu gibi. Ya da hastanın içmek zorunda kaldığı acı ilacın, sonrasında ona sağlık ve afiyet olarak dönmesi gibi. Mevlânâ bu ve benzeri örnekler içerisinde, esasen İslam inancının temel bir ilkesine, yani şer ve kötü görünen bir tecrübenin ardından, bir güzellik ve hayır geleceğine dair inancı hatırlatmaktadır. O halde insan, ilahi kökenine güvenmeli, Allah’a dayanmalı ve yaşadığı zorlukların onu üzmesine izin vermemelidir.
Üçüncü olarak Mevlânâ Celeladdin insanın kendi varlığının yani insanlığının kıymetini bilmesi gerektiğine dikkat çeker. Dünya ve içindekiler insan için yaratılmıştır. İnsan sırasında meleklerin gıbta ettiği aziz bir varlıktır. Aynı insan, kendi kıymetini bilmezse sırasında şeytan ve nefsin elinde yıpranıp zelil de olabilir. Dolayısıyla Rûmî, ister kayıp ister kazanç olsun, maddi dünyaya dair hiçbir unsurun insan üzerinde etkili olmaması gerektiği düşüncesindedir. Zira âlemdeki her şey insana hizmet için yaratılmış, onun iyiliği ve mutluğuna araç olarak tasarlanmıştır. O halde insan, kendisi için yaratılmış olan nesnelerin hükmü altına girmekten kaçınmalı, hadiselerin elinde oradan oraya savrulmaktan kendisini korumalıdır. Celâleddin Rûmî, insanın hadiseler karşısında çabucak infial ve alınganlık göstererek, içine kapanmasını, kendisine acımasını hoş görmez. Çünkü insan Allah’ın iki eliyle yarattığı, birçok ilahi isme mazhar olan bir varlık olduğundan, onda yüksek bir potansiyel vardır, bu potansiyeli gelip geçici dünyanın basit meseleleri için harcamamalıdır.
İnsaniyetin Kıymeti
Bunun için Mevlana’nın Mesnevi’sinde geçen, sivrisinek ve Süleyman’ın hikâyesini hatırlamak gerekir. Titrek bir şekilde Hz. Süleyman’a gelerek, rüzgârdan şikâyetçi olduğunu söyleyen sivrisinek üzgündür. Rüzgâr yüzünden, canı çekilmiştir. Yuvası habire dağılmaktadır. Süleyman (as.) durumu rüzgâra iletince Divanında, rüzgâr durumu hiç hoş karşılamaz, “Sultanım” der şöyle devam eder “Allah beni eseyim diye yarattı. ‘Bana es’, dedi. Ben eserim. Ama ona da söyleyin, benim karşımda sivrisinek olmasın güçlensin, sağlam dursun.” Rûmî diğer bir eseri Fihimâfih’te ise insanın kendindeki gücü ve kıymeti göremeyerek, o kıymeti yere düşürmesi ile ilgili çok anlamlı örnekler vardır. Buna göre, nasıl altın tencereler içinde, pislikli işkembeler kaynatmak abes ve hatta zulüm ise, insanın da kendi kıymetini bilmeyerek kalbinde olur olmaz işlerin gam ve kederini, tasasını tutması aynı şekilde insani cevhere bir tür haksızlıktır. Padişahın kendisine lütfettiği kılıcı duvara kakıp ona kabak asan kişinin durumuna düşmemek, hasılı insanı kendisi için yaratıldığı şeyin, hizmetçisi derekesine düşürmemek gereklidir. İnsan küçük meseleler için bu dünyaya gelmemiştir. Hakk’ın halifesidir. Azizdir. İzzetini yüce tutmalıdır.
Mevlânâ’ya göre, insan bu dünyada belli bir refah seviyesine ulaşıp ondan sonra da rahatını muhafaza etmeye çalışmakla ömür tüketecek bir varlık değildir. Mevlânâ’nın üzüntüden kurtulma ve mutluluk üzerine görüşlerini değerlendirdiğimiz yazımızı, yine onun sözleri ile bitirelim:
“İnsanda o kadar büyük bir aşk, hırs, arzu ve üzüntü vardır ki yüz binlerce âlem kendisinin malı olsa, bununla huzur bulmaz, rahata kavuşmaz. Uğraştığı her işte ve sanatta, tuttuğu her yerde ve öğrendiği yıldız bilgisi doktorluk ve daha başka şeylerde de sükûnet bulmaz; çünkü istediği şeyleri bir türlü elde edememiştir. Sevgiliye ‘Dilâram’ yani gönül dinlendiren derler. Gönül onunla dilenir, huzura kavuşur demektir. O halde o başka biri ile nasıl sükûnet ve karar bulur. Bu zevklerin, arzuların hepsi bir merdivene benzer. Merdiven basamakları oturup kalmaya elverişli değildir; üzerine basıp geçmek için yapılmıştır. Uzun yolu kısaltmak ve ömrünü bu merdiven basamaklarında ziyan etmemek için, çabuk uyanan ve durumdan haberi olan kimseye ne mutlu.”
Kaynaklar
CEVİZCİ Ahmet, Felsefe Tarihi, Thales’ten Baudrillard’a, Ankara: Say Yayınları, 2015.
ERAYDIN Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: İFAV Yayınları, 1994.
KUŞEYRÎ Abdülkerim, Kuşeyrî Risâlesi, çev. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yayınları, 2014.
RÛMÎ Mevlâna Celâleddin, Fihi Ma fih, çev. Meliha Anbarcıoğlu, İstanbul: Ataç Yay.2009.
RÛMÎ Mevlâna Celâleddin, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi İstanbul: Ötüken Yayıncılık, 1997.