İnsanları Anlama ve İnsan İlişkilerinde Ustaca Davranma: Sosyal Zekâ

İnsanları anlamanın ve bu çözümleme üzerinden tasarlanan davranışlar ile yapılandırılan sosyal ağın inşasında asıl görevi sosyal zekâmız üstlenmektedir.

Dâhilerin asıl yarattıklarında mutluluğu yaşadıkları varsayımından yola çıkarsak, Kafka’nın “Kimi zaman yalnız kalabilmek mutluluğun ilk koşuludur” sözleriyle yalnızlığı, mutluluğun koşulu olarak öne sürmesi anlaşılırdır. 

Diğer yandan Mevlana’nın “Yalnızlık, adam olmayanların vereceği sevgiden, saygıdan yeğdir” deyişi farklı bir pencereden değerlendirildiğinde, yalnızlığı tercih etmenin değil de doğru insanları hayatımıza katmanın önemini vurguladığı sonucu çıkarılabilir. Yine Bukowski “Yalnız olmak yanlış bir kalpte olmaktan iyidir” derken belki de doğru kalpleri bulamadığına, kişilerarası ilişkilerinde duygusal ihtiyaçlarını karşılayamadığına vurgu yapmıştır. 

Rönesans çağı İngiliz filozof Francis Bacon’ın “Gerçek dostu olmamak, yalnızlığın en kötüsüdür” yorumuyla; toplumda en sık görülen psikiyatrik rahatsızlıklardan biri olan depresyonun hem etyolojisinde hem de risk faktörlerinde yer alan yalnızlığın zemininde “iyi yönetilememiş insan ilişkilerinin” yattığına dikkat çektiğini söylemek mümkün. Diğer bir ifadeyle; insanları anlamanın ve bu çözümleme üzerinden tasarlanan davranışlar ile yapılandırılan sosyal ağın önemine. İşte bu sosyal yapının inşasında asıl görevi sosyal zekâmız üstlenmektedir.

İnsan Biyopsikososyal Bir Canlıdır
İnsan; psiko-biyolojik olduğu kadar sosyal bir canlıdır ki her birinin bütünlüğü diğerinin sağlam varlığına bağlıdır. Kabul, anlaşılma ve onaylanma kadar kabul etme, anlama ve onaylama da psiko-sosyal ihtiyaçlarımız arasındadır. Bu gereksinimlerimizi ancak iyi örülmüş sosyal bir yapının içinde karşılayabileceğimizi söylemek doğru olur. Ne var ki sınırların bulanıklaştığı çağımız dünyasında bireysel sınırlar katılaşmakta, diğer bir ifadeyle kişilerarası ilişkiler zayıflamaktadır. Neticede toplumlar, temel psiko-sosyal ihtiyaçlarını bile karşılamaktan vazgeçmeye programlanmış bireylerden oluşmaya doğru sürüklenmektedir. Bu noktada gelişmiş sosyal zekâlar, dünyanın; yalnız, mutsuz, iletişimsiz, desteksiz bireylerden oluşan toplumların doldurduğu bir gezegene dönüşmesini engelleyecektir. 

Sosyal Zekâ Nedir?
Sosyal zekâ ilk olarak 1920 yılında Thorndike tarafından “İnsan ilişkilerinde bilgece/ustaca hareket ederek erkekleri ve kadınları anlama” şeklinde tanımlanmıştır. Zamanla sosyal zeka kavramının tanımı genişlemiş ve alt boyutlarla incelenmiştir. 

Goleman başlarda; insan değerini ve saygınlığını merkeze alarak kişiler arası ilişkilerin etkili yürütülmesiyle ilişkili erdem boyutu olan insaniyetin altında yer alan ve evrensel karakter güçlerimizden biri olan sosyal zekâyı, yaratıcısı olduğu duygusal zekâ modeli içinde incelemiştir. Bunun nedenini; hangi insan yeteneklerinin sosyal, hangilerinin duygusal olduğu konusunun net olmaması, bu iki alanın, beyindeki sosyal ve duygusal merkezlerin çakıştığı gibi birbirine karışmasına bağlar. Açıklamasına Richard Davidson’un gözlemini rehber gösterir: “Tüm duygular sosyaldir. Bir duygunun nedenini ilişkiler dünyasından ayıramazsınız; duygularımızı sosyal etkileşimlerimiz yönetir.” Böylece sosyal zekâ ilk başlarda, duygusal zekâ modelinin “sosyal beceriler” bileşeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu modelde sosyal beceriler; duygusal zekânın önemli unsurlarından sayılır ve insanlarla etkili, sağlıklı ilişkiler kurmamızı sağlayan sosyal yeteneklerimiz olarak tanımlanmaktadır. Bu yetenekler; kişinin çevresi ile ilişkilerini biçimlendirmesini, yakın ilişkileri sürdürebilmesini, özellikle zorlu yaşam olaylarında destek alabileceği sosyal ağını oluşturmasını sağlar. Ancak Goleman zamanla, sosyal zekâyı, duygusal zekânın içinde sunmakla yetinmenin; insanlara özgü ilişki yeteneği ile ilintili yeni düşüncelerin gelişimini körelttiğini, etkileşim esnasında olup bitenlerin gözden kaçırıldığını fark etmiştir. Kendi sözleriyle bu tespitini şöyle ifade ediyor: “Bu miyopluk, zekanın ‘sosyal’ kısmını dışarıda bırakıyor.” Böylece 2006 yılında “insan ilişkilerinin yeni bilimi” dediği sosyal zekâyı; “insanları anlama ve insan ilişkilerinde ustaca davranma” şeklinde tanımlamış ve iki boyutta incelemiştir. Bunlar “sosyal farkındalık” ve “sosyal beceri” boyutlarıdır.  

Sosyal farkındalık; diğer kişilerin içsel yaşantılarını anında sezmekten duygu ve düşüncelerini anlamaya, kompleks sosyal davranışları kavramaya kadar uzanan bir spektrumu tanımlamaktadır. Dört alt boyutu vardır, bunlar: 

1. Temel Empati: Başka bireylerin duygularını paylaşabilmek, sözel olarak ifade edilmeyen   duygusal göstergeleri okuyabilmek.

2. Uyum: Etkin dinlemek, karşımızdaki bireye uyum sağlayabilmek. 

3. Empatik İsabet: Başkalarının düşüncelerini, duygularını ve eylemlerindeki hedeflerini doğru anlayabilmek.
 
4. Sosyal Biliş: Sosyal dünyanın nasıl işlediğini kavrayabilmek.

Sosyal beceri ise efektif iletişim kurabilme yetisi olarak tanımlanmaktadır. Dört alt boyuta sahiptir, bunlar ise: 
1. Eşzamanlılık: Sözsüz iletişimde etkililik. 

2. Benlik Sunumu: Kendini etkili ve doğru biçimde sunabilmek. 

3. Nüfuz: Sosyal etkileşimlerin sonuçlarına yön verebilmek. 

4. İlgi: Diğer insanların ihtiyaçlarını önemseyerek uygun şekilde davranmak.

Sosyal farkındalık başkalarıyla ilgili sezgilerimiz, sosyal beceri ise bu farkındalıkla ne yaptığımız ile ilgilidir. Sosyal zekâda yol alırken karşımızdaki bireyin ne hissettiğini sezmek ya da ne düşündüğünü, planladığını bilmek ilk adımdır ancak verimli bir etkileşimi garantilemez. Saydığımız bu yetenekleri ifade eden sosyal farkındalık boyutuna dayanan sosyal beceriler, kusursuz ve etkili ilişkilere ulaştıran adımdır.  

Daniel Goleman’ın, kitabının sosyal zekâyı anlattığı bölümünün başında öykülediği hikâyeyi sizlerle paylaşmak isterim: “On iki yaşlarındaki üç çocuk, beden eğitimi dersi için futbol sahasına doğru ilerlemektedir. Arkalarından yürüyen iki atletik vücutlu oğlanlardan biri, alaycı bir ifadeyle ‘Demek sen futbol oynamayı deneyeceksin, ha?’ diyerek, biraz tombulca olan çocukla dalga geçer. Ortaokul öğrencilerinin sosyal kuralları gereği, kolaylıkla kavgaya dönüşebilecek bir durumdur bu.  Tombul çocuk sanki kendisini bekleyen yüzleşme için metanetini toplamak istiyormuş gibi, bir an gözlerini kapatıp derin bir nefes alır. Sonra yanındaki iki arkadaşına dönerek sakin bir sesle ‘Evet deneyeceğim, ama iyi oynayamıyorum’ der. Biraz durakladıktan sonra ‘Fakat resimde çok iyiyimdir. Bana herhangi bir şey gösterirseniz mükemmel bir resmini yaparım’ diye ekler. Sonra, kendisini taciz eden çocuğa dönerek ‘Sana gelince… Gerçekten harika futbol oynuyorsun! Ben de günün birinde senin kadar iyi oynamak isterim ama şimdilik yapamıyorum işte. Belki denemeyi sürdürürsem biraz daha iyi oynayabilirim’ diyerek onu yanıtlar. Bunun üzerine, küçümseyici tavrı artık tamamen değişmiş olan çocuk, dostane bir ses tonuyla ‘Canım o kadar da kötü değilsin. Belki sana birkaç şey gösterebilirim’ diye karşılık verir.” Kolaylıkla kavgaya dönüşebilecek bir durumun nasıl ustaca yönetildiğini anlatan bu kısa etkileşim öyküsü, sosyal zekânın pratikte nasıl işlediğine örnek teşkil etmektedir. Kendisiyle dalga geçilen çocuk, yüksek sosyal zekâsının avantajıyla öfkesine yenik düşmek yerine karşısındakini kendi yarattığı pozitif duygu alanına çekmiştir.  

Yapılmış birçok çalışmada, düşük sosyal zekâ seviyesinin; akademik, profesyonel ve sosyal alandaki başarıya olumsuz etkisinin olduğu, bu bireylerin kişilerarası ilişki örüntülerinin daha karmaşık ve sosyal adaptasyonlarının daha zor olduğu ortaya konmuştur. Ortalamanın üstünde sosyal zekâya sahip bireylerin, iletişim halinde oldukları insanların davranışlarından isabetli yorumlarla, nerede nasıl tepki vereceklerini önceden tahmin edebildikleri, sözsüz iletişimlerinin daha kuvvetli olduğu saptanmıştır. Sosyal zekânın ana boyutlarından olan sosyal becerilerin, mutlulukla en bağlantılı bileşeni olduğu ortaya konan başka bir bulgudur. Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir çalışmada ise; depresyon seviyesi yüksek olan öğrencilerde sosyal farkındalık ve sosyal beceri seviyelerinde düşüş olduğu tespit edilmiştir.   

Tüm bu bilgilerin ışığında, düşük sosyal zekâlı bireylerin; gündelik basit kişiler arası anlaşmazlıkların bile çözümsüz problemlere dönüştüğü sosyal ortamlar yaratacağı açıktır. Bu da zamanla sosyal izolasyonu getirecektir.  

Çoklu zekâ kuramına göre her zekâ alanı belirli bir noktaya kadar öğrenilebilmekte ve geliştirilebilmektedir. O halde psikolojik iyi oluşumuzu tehlikeye sokacak çatışmalardan, getireceği yalnızlıktan sakınmak için kolları sıvayıp; aktif dinleyici olmak, başkalarının duygu, ihtiyaç ve haklarını dikkate almak, karşımızdaki bireylerin duygu ve düşüncelerini doğru tahmin ederek aksiyon almak, iş birliğine açık olmak, risk değerlendirmesi, kriz yönetimi yapabilmek, çözüm odaklı kararlar verebilmek gibi sosyal özellikleri öğrenerek ve geliştirerek sosyal zekâ egzersizlerine başlamak gerekir.

Her İnsan Eşsiz ve Özeldir
Ustalık seviyesine ulaşılması gereken en önemli sosyal becerilerdendir ilişkiler; ilişkiyi başlatabilmek, sürdürebilmek ve gerektiğinde sonlandırabilmek. Dostluklar, hayat yolculuğunun en güzel etkileşimlerindendir ve emek ister. Hayatımızda derin ve sürdürülebilir ilişkiler istiyorsak, her insanın eşsiz ve özel olduğunu unutmamalıyız. İnsanlarla içtenlikle ilgilenmeli, sıkça gülümsemeli, dürüst ve içten övgülerimizi esirgememeliyiz. Kullandığımız dile dikkat edip, tek bir sözcüğün derin yaralar açabileceğinin farkında olmalıyız. İyi birer dinleyici olmalıyız. Diğerlerinin öyküleriyle ilgilenmeli, yüreklendirmeli, desteklemeliyiz. Anlayışlı ve sabırlı olup, insanların hassasiyetlerine özen göstermeliyiz. Duygularımızı yönetmeyi öğrenmeliyiz. Hatalarımızı içtenlikle kabul edip, gerektiğinde özür dileyebilmeliyiz. Anlaşmazlıkları ve farklılıkları olumlu karşılamalı, saygı duymalıyız. En önemlisi sevgide cömert olmalıyız.

Evet, aşk kokan, ancak konumuz açısından değerlendirildiğinde sosyal zekâya nükteli övgü yaptığını düşündüğüm Nazım Hikmet’in “Yalnızlık insana çok şey öğretirmiş. Ama sen gitme, ben cahil kalayım” dizelerinden anladığım; sosyal zekâyı entelektüel zekâya yeğ tutmanın, en azından sevgiliyi elde tutmaya yarayacağıdır.

Yalnızlığınızı bile paylaşacak sosyal ağlar yaratacağınız sağlıklı bir hayat dileklerimle…  

Dr. Öğr. Üyesi Remziye Keskin
Dr. Öğr. Üyesi Remziye Keskin

Tüm Yazıları

Paylaş: