Filozofların Gözünden Mutluluğa Bir Bakış
Sokrates’e göre yaşamın amacı ve herkesin yaşam boyunca peşinden koştuğu en yüksek iyi mutluluktur. Mutluluğa erişmenin yolu ise bilgidir; insana ve yaşama ilişkin bilgi, çünkü doğru bilgi insanı doğru eylemlerde bulunmaya götürür.
İnsan genel olarak eylemleri, yaşamı, yaşamın amacı, başına gelenler, diğer insanlarla ilişkileri ve tüm hayatı boyunca gerçekleştirdiği eylemleriyle peşinden koştuğu şeyler üzerine düşünmeye başladığında, kaçınılmaz olarak temas edeceği başlıca konulardan biri mutluluktur. Filozoflar da mutluluğun ne olduğu, insanın nasıl mutlu olabileceği, bir ruh hali olarak mutlulukla bir değer olarak mutluluk üzerine incelemeler yapmaktan kendilerini alıkoyamamıştır. Özellikle mutluluğun ahlak felsefesi alanının temel tartışma konularından biri olduğunu söylemek mümkündür. Hatta neredeyse bir bütün olarak Antik Yunan döneminde filozofların ahlak felsefesi alanında ortaya koydukları görüşlerin temel odağının mutluluk olduğunu söyleyebiliriz. İyi bir yaşam sürmek ve ahlaklı olmak, insan hayatının temel amacı olarak gördükleri mutlulukla ilişkilidir. Fakat hem Antik Yunan’da hem de genel olarak felsefe tarihinde filozoflar mutluluğun ne olduğu konusunda birbirlerinden oldukça farklı görüşler geliştirmişlerdir. Hem bu farklılığı açmak hem de genel olarak mutluluğun ne olduğunu anlayabilmek için, öncelikle Antik Yunanlıların mutluluk için kullandıkları terime bakmak faydalı olacaktır. Antik Yunanlıların mutluluk için kullandıkları terim eudaimonia’dır; genel olarak bu terimin karşılığının iyi olma hali olduğunu söyleyebiliriz.
Eudaimonia teriminde yer alan “eu” “iyi”yi ifade etmektedir. Terimin diğer bileşeni daimonia’daki “daimon”u az da olsa felsefeyle ilgilenmiş olanlar Sokrates’ten hatırlayabilirler. Sokrates, kendisine yol gösteren, daha ziyade onu aşırılıklardan alıkoyan ya da yanlışlıklar yapmasını engelleyen içsel bir sesin ya da gücün olduğunu söyler. Bu sesi ya da gücü vicdan ya da ahlaki bir sezgi olarak da düşünebiliriz. Böyle bir daimon’a, yani iyi bir daimon’a sahip olma, kişinin iyi bir yaşam sürmesiyle, dolayısıyla mutlu olmasıyla ilişkilidir. Bilindiği üzere Sokrates insanın kendisini tanıması, yaşamını sorgulaması gerektiğini; sorgulanmayan bir yaşam sürmenin yaşamaya değer olmadığını düşünür. Günlük rutinler ve toplumsal yaşamın temel belirleyicileri içinde bir yaşam sürmek, bu rutinler ve belirlenimler içinde kaybolmuş kişinin, yaşamını kendisinin belirleyemediği bir şekilde sürüklenmesine neden olur. Öte yandan kişinin kendini tanıyabilmesi için, yaşamı bireysel ve toplumsal olarak tüm çerçevesiyle birlikte sorgulaması, aslında ona erdemli bir yaşam sürmesinin kapılarını da açar ve bu, insan olmanın bir gerekliliğidir. Sokrates’e göre yaşamın amacı ve herkesin yaşam boyunca peşinden koştuğu en yüksek iyi mutluluktur. Mutluluğa erişmenin yolu ise bilgidir; insana ve yaşama ilişkin bilgi, çünkü doğru bilgi insanı doğru eylemlerde bulunmaya götürür.
Sokrates erdemli olmanın, yani mutlu olabilmenin doğru eylemler yoluyla kişinin kendisini gerçekleştirmesinde yattığını düşünüyordu. Doğru eylemlerde bulunmak da kişinin özellikle pratik konularda bilgili olmasına dayanıyordu. Oysa böyle bir durumda kişinin kötülük yapması ya da kötü eylemlerde bulunması, tamamen onun bilgisizliğinden kaynaklanacaktır; çünkü bu anlayış çerçevesinde insan bilerek ve isteyerek kötülük yapmaz. Sokrates’in bu yaklaşımı kendisinden sonra gelen filozoflar tarafından sert bir eleştiriye tutulmuştur. Fakat Sokrates’in hayatın amacının mutluluk olduğu biçimindeki görüşü kendisinden sonra gelen düşünürler üzerinde derin bir etki bırakmıştır.
Genel olarak insanlara mutluluktan ne anladıklarını sorduğumuzda, birçoğumuzun mutluluğu hazla ilişkilendirdiğini görmek hiç de zor olmaz. İnsanın fiziksel ihtiyaçları veya arzuları vardır ve bu ihtiyaçlarını tatmin ettiğinde, bu tatmini haz takip eder. Hiç kuşkusuz bu tarz bir tatmin oldukça kısa süreli bir doyumdur. Böyle bir tatminin ne kadar yoğun olursa olsun mutluluk olduğunu düşünebilir miyiz? Kısa süreli ama yoğun bir haz, hatta belki de peşini acının takip ettiği bir haz. Fiziksel hazlar ne kadar yoğun olursa olsunlar kısa sürelidir ve tatmini hazza neden olan fiziksel ihtiyaç veya arzu bir süre sonra kendisini yeniden doğuracaktır. Fiziksel ihtiyaç veya arzu hazza neden olacaktır, haz veya fiziksel tatmin de fiziksel ihtiyaca veya arzuya; asli ya da nihai bir doyum olmaksızın bu dairesel devinim sürüp gider ve insan da arzu ve hazzın bu dairesel oyununda yaşamını tüketir. Mutluluğu fiziksel ihtiyaçların doyumundan kaynaklanan hazlara indirgeyen ve böyle hazların peşinden gitmemizi salık veren filozoflar vardır. Mutluluğun, yani en yüksek iyinin haz (hedone) olduğunu iddia eden filozoflardan biri aynı zamanda Sokrates’in de öğrencisi olmuş olan Aristippos’tur (M.Ö. 435-356). Aristippos hazlar çeşitliliği içerisinde ayrım yapmaksızın hazcılığı (hedonizm) savunmuştur. Fakat hazlar arasında şiddet ve derece bakımından ayrım yapmanın da mümkün olduğunu düşünmüştür.
Mutluluk Hazzın Varlığı ve Acının Yokluğudur
Mutluluğun hazza indirgenebileceği ya da doğrudan haz olduğu şeklindeki görüşü, Aristippos’tan uzun bir süre sonra yaşamış olan Jeremy Bentham’da da (1748-1832) buluyoruz. Bentham çok yüzeysel bir ifadeyle iyiyi hazla, kötüyü de acıyla ilişkilendirmiştir. Fakat Bentham Aristippos’tan farklı olarak haz ve acı konusunu sadece bireysel olarak değil, aynı zamanda toplumsal olarak da değerlendirmiştir. Onun dikkate aldığı bir eylemin ahlaki ölçütü, sadece kişinin gerçekleştirdiği eylem sonucunda kendisi için edindiği haz değil, olanaklı olduğu ölçüde diğer kişiler için ne kadar iyiye vesile olduğudur, yani toplumsal olarak mutluluğu ne kadar çok sağladığı ya da arttırdığıdır. Hazzın niceliğine, yani daha ziyade fiziksel arzulara odaklanan Bentham’dan farklı olarak, John Stuart Mill (1806-1873) hazzın niteliğini ön plana çıkarmış ya da başka bir ifadeyle, niteliksel hazların esas olarak insanın mutluluğunda rol oynadıklarını vurgulamıştır. Bentham için olduğu gibi, Mill için de mutluluk hazzın varlığı ve acının yokluğudur, ayrıca bir kişinin eylemiyle erişeceği sonucun toplumsal olarak ne kadar çok kişiye mutluluk yarattığı, Mill için de ahlaki bir eylemin temel ölçütüdür. Fakat dediğimiz gibi Mill, mutluluk için fiziksel hazlardan ziyade, daha kalıcı ve sürekli olan niteliksel hazları, yani zihinsel/entelektüel hazları temel almıştır.
Antisthenes’e Göre Haz İnsanı Köleleştirir
Mill’in mutluluk konusunda niteliksel hazlara yaptığı vurgunun benzerini Epikuros’un (M.Ö. 341-270) yaklaşımında bulmak mümkündür. Epikuros da fiziksel/bedensel hazlardan ziyade, niteliksel/zihinsel hazların insanın mutlu olmasında temel bir rol oynadığını düşünür, çünkü bedensel hazlar söz konusu olduğunda insanın tam bir doyuma ulaşması hiçbir zaman mümkün değildir. Öte yandan Sokrates’in öğrenci olmuş ve onun ölümüyle kendi okulunu kurmuş Antisthenes’e (M.Ö. 445-365) göre de insan yaşamının amacı mutluluğa erişmektir. Fakat Antisthenes insanın mutluluğa erişebilmesi için, hazzın peşinden koşmaması gerektiğini düşünür. Haz insanı köleleştirir. Bu nedenle o, dünya nimetlerinden uzak duran ya da bunlara kayıtsız kalan, içsel bağımsızlığı engelleyen her türlü şeyden kaçınmayı ve kişinin kendi kendisine yetmesini öğütleyen bir yaşam biçimi önermiştir; ona göre ancak böyle bir yaşam biçimi insanı mutlu kılar.
Şimdiye kadar ele aldığımız filozoflar açısından yaşamın temel amacının mutluluk olduğunu, fakat bu filozofların mutluluğa nasıl erişilebileceği ve mutluluktan ne anladıkları konusunda birbirlerinden farklı düşündüklerini gördük. Fakat ele aldığımız görüşlerin neredeyse tamamı, bir eylemin ahlaki değerinin, o eylemin varacağı sonuca göre belirlendiği konusunda kesişirler. Yani ister niceliksel ya da niteliksel hazza indirgensin ister indirgenmesin, mutluluk kendimizi gerçekleştirirken ortaya koyduğumuz eylemlerimiz sonucunda erişmemizin mümkün olabileceği bir iyi olma hali olarak düşünülür. Mutluluğu tüm hayata yayılan bir iyi olma hali olarak ele alan diğer bir filozof ise Aristoteles’tir (M.Ö. 385-323).
Aristoteles’e Göre Mutluluk
İnsan eylemleri yoluyla kendisini gerçekleştirir. Eylemlerde bulunmak, kişinin diğer varlıklarla, diğer insanlarla ve nesnelerle ilişki içine girmesini ifade eder. Yani eylemler yoluyla kişinin kendisini gerçekleştirmesi, kişinin kendisini ilişkiler içine sokması anlamına gelir. Aristoteles’e göre ilişki içerisine girmek, yani eylem bir tercih meselesidir. Bir şeyin tercihin konusu olabilmesi için, ruhun o şey üzerine düşünüp taşınması ve o şeyin diğer şeylerden ayrımını – farkını ortaya koyması gerekir; yani herhangi bir belirli eylem, belirli bir iyiyi gerçekleştirecekse, bu belirli eylemin gerçekleştirmeye çalıştığı şeyin (belirli bir amacın), bir iyi olup olmayacağını, bir iyiye vesile olup olmayacağını iyice düşünüp taşınması gerekir. Başka bir ifadeyle, belirli bir eylemle belirli bir iyiye ulaşılmak isteniyorsa, o gerçekleştirilmek istenenin iyi olup olmadığı üzerine, yani tercih edilen şeylerin koşullarının ve sonuçlarının bir iyiyi doğurup doğurmayacağı üzerine düşünüp taşınmak gerekir. Düşünüp taşınma, ruhun elinde olup yapabileceği şeyler, yani olduğundan başka türlü olabilen, koşulları değişen, nasıl olacakları belirlilik kazanmamış şeyler üzerine bir düşünüp taşınma işlemidir. Düşünüp taşınma amaçlara ulaştıracak şeyler, yani araçlar üzerine bir düşünüp taşınmadır. Asıl amaç ise, tüm bu gerçekleştirdiğimiz eylemlerimizle hayatımızın bütününe yayılan, dolayısıyla etkinlik olarak düşünebileceğimiz mutluluktur. Yani düşünüp taşınarak, tercih ederek gerçekleştirdiğimiz her eylemimiz bizim bir iyiyi elde etmemizi olanaklı kılar. Sürekli olarak bu iyileri elde etmeye yönelik etkinlikler içine gireriz. Tüm bu iyilerin yöneldiği nihai iyiye ise Aristoteles, tüm hayatımıza yayılan iyi olma durumu ya da hali olarak mutluluk der. Esasen ona göre mutluluk, bir durum ya da halden ziyade bir süreçtir, eylemlerimizin yöneldiği iyilerin elde edilmesinin tüm hayata yayıldığı bir süreçtir.
Kant’a Göre İyi Olma
Bu yazıda özellikle insan yaşamının nihai amacının mutluluk olduğunu iddia eden filozofların, mutluluğun ne olduğu, insanın nasıl mutluluğa erişebileceği konularındaki görüşlerini ana hatlarıyla ele almaya çalıştık. Öte yandan başta Immanuel Kant (1724-1804) olmak üzere bazı filozoflar, insanın etik bir varlık olabilmesinin hiç de mutlulukla ilişkili olmadığını düşünür. Kant’a göre, bir eylemin ahlaki değeri, o eylemin yöneldiği ya da o eylem yoluyla elde etmek istediğimiz sonuca göre belirlenmez. Eğer eylemde bulunurken, arzularımız, tutkularımız, eğilimlerimiz tarafından ya da bunların nesneleri tarafından belirleniyorsak, o zaman bağımsız ya da özerk bir şekilde eylemiyoruzdur. Yani kendi eylemimizi kendimiz belirlemiyoruzdur. Bu nedenle Kant bağımsız ya da özerk olabilmemiz için, aklımızın, pratik aklımızın, eylemlerimizin nasıl olacağını belirleyecek ilkeyi bizzat kendisinden hareketle koyması gerektiğini düşünür. Yani eylemlerimizin ahlaki değerinin, eylemlerimiz yoluyla varmak istediğimiz sonuçta değil, eylemlerimizi önceleyen ve eylemlerimizin temel niteliğini belirleyen ilkede aranması gerekmektedir. Eğer hiçbir koşul tarafından belirlenmeksizin aklımızın koyduğu ilkeye göre istememizi belirliyorsak ve bu ilke yasa, yani her kişi, durum ve şart için geçerli olabiliyorsa, böyle bir isteme iyi istemedir. Dolayısıyla Kant’a göre, istememizin iyi olmasının mutlulukla bir ilgisi yoktur, hatta çoğu zaman iyi bir insan olmak, bizi mutsuzluğa bile götürebilir.