Mutsuzluk depresyon mu demek?

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, TGRT Haber’de yayınlanan ‘Yeşim Salkım ile Şeffaf Masa’ programının konuğu oldu. ‘Aile içi iletişim nasıl olmalı, boşanmalar neden arttı, neden depresyona giriyoruz, stres ve kaygı yönetimi nasıl olur, takıntı ve vesveselerle nasıl başa çıkılır?’ gibi onlarca sorunun cevap bulduğu programda Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kişide yaşanan depresyon ve depresif ruh halinin iki farklı durum olduğunu vurguladı. Tarhan; “Depresif ruh hali depresyondan farklıdır. Depresif ruh hali hepimizde zaman zaman oluyor. Üç günden fazla sürerse böyle durumlarda uzman yardımı tavsiye ediliyor ama on beş günden fazla sürerse muhtemelen ilaç gerekiyor. Depresyon ile depresif ruh halini karıştırmamak lazım. Herkes zaman zaman öyle olur ama mutsuzluk depresyon değildir.” dedi. 

“Şu anda fiziksel güç değil zihinsel güç ön planda”

TGRT Haber’de Yeşim Salkım’ın canlı yayın konuğu olan Tarhan programda, şiddet, baskı ve tehdidin Mezopotamya kültürü olduğundan bahsetti ve ekledi: “Orta Doğudaki şiddet aslında Mezopotamya kültüründen geliyor. İslamiyet’in doğuşundan itibaren ilk 50 sene hiç şiddet yaşanmamış. Hz. Peygamberin hayatında hiç şiddet yok, ses tonunu yükseltme dahi yok. Ama ondan sonra döneme Mezopotamya kültürü hâkim oluyor. Bizlerde onu geleneğimiz, kültürümüz haline getiriyoruz. Aslında bizim kültürümüzde bu yokmuş. Mesela Orta Asya’da da yok. Oradaki kadınlar için evin sultanı demişler. Bunlar tamamen Mezopotamya kültürünün sorun çözme yöntemi olarak şiddet, baskı ve tehdidi kullanması. Onlar için güçlü olanın dediği önemlidir. Fiziksel güç ön planda. Erkekte fiziksel olarak üstün olduğu için onun hâkimiyetiyle bu zamana kadar gelmiş. Ama şu anda fiziksel güç değil zihinsel güç ön planda. Erkek zihni de bunu kabullenemiyor. Çünkü orada kadın ve erkek eşit. Biyolojik olarak eşit değiliz ama ana hak ve fırsatlarda eşitiz bakış açısına kendi içinde direnç oluşturuyor. Zaten çoğu da ‘bunu bana nasıl dersin, bana nasıl karşı çıkarsın, bana nasıl hayır dersin?’ diyerek ortaya çıkıyor.” şeklinde konuştu.

“Sadece haz peşinde koşan insan gelişemiyor”

Z kuşağında konfortizm ve egoizmin yaygınlaştığını dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Bizim toplum olarak aile içi yapılarda koruyuculuğumuz fazladır. Eski kuşaklar daha büyük zorluklar içinde büyüyerek olgunlaşıyorlardı fakat şimdiki kuşak, varlık içinde olgunlaşıyor. Anne, babalar kendi yaşadıkları üzerine ‘Biz sıkıntı çektik, onlar çekmesin’ diyor ve çocuklara çok verici davranıyorlar. Rastlanan aile patolojilerinde en çok kolayı elde ederek büyüyen çocuklar var. Konfortizm ve egoizmin yaygınlaştığı bir kuşak Z kuşağı ama çok da sevimliler. Bu noktada sadece haz peşinde koşan insan, gelişemiyor. Onun için antik çağdan beri Sokrates, Aristo, Eflatun ve Thales dönemindeki mutluluk haz mutluluğu değil, anlam mutluluğu. Anlam mutluluğunu tavsiye etmiş. Ama daha sonra haz mutluluğu ortaya çıkarılmış. Antik çağın ilk başlangıcında Sokrates’in açtığı o çığır da anlam mutluluğu olmuş. Şimdi onu unuttuk.” dedi.

“Türkiye krize alışkın olduğu için bir şekilde aşıyor ve ilerliyor”

Yüksek ve düşük güvenlikli toplumların yatırım şekillerinden bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Fukuyama’nın ‘Güven’ isimli bir kitabı var. Orada toplumu ikiye ayırıyor. Yüksek güvenlikli toplumlar ve düşük güvenlikli toplumlar. Yüksek güvenli toplumlarda, uzun vadeli yatırım daha kolay oluyor. Düşük güvenlikli toplumlarda, geleceğini tahmin edemeyen insanlar olduğundan yatırım duruyor. İnsanlar bütün enerjilerini savunmaya harcıyorlar. Kısa vadeli harcıyorlar. Orta ve uzun vadeli yatırıma girmiyorlar. O yüzden büyüme duruyor. Biz şu anda düşük güvenli bir toplumuz. 2000’li yılların başında öyle değildik. Orta ve uzun vadeli görebiliyorduk. Ama insanlar hep kısa vadeli düşündüğü için çeşitli krizler ve nedenlerde olunca ister istemez ekonomide daralma yaşanıyor. O konuda yatırım gücü zayıflıyor. Türkiye, krize alışkın olduğu için bir şekilde aşıyor ve ilerliyor.” şeklinde konuştu.

“Bağımlı olan kişi kendi kimlik ve kişiliğini bağlandığı nesneyle birleştirir”

Bağlılık ile bağımlılığın farkını örnekleriyle izah eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Mutlu olan bir kimse niye maddeye yönelsin ki? Mutsuz olduğun zaman beyinde seratonin azalıyor. Kişi kendini rahatlatmaya çalışıyor. Kişinin bununla ilgili bir eğitimi yoksa haz tuzağına düşüyor. Geçici bir şekilde rahatlıyor, etkisi geçince tekrar alıyor, sonra aldığı doz yetmemeye başlıyor ve doz artımına geçiyor. Bu şekilde sonu kötüye gidiyor. Bağlılık ile bağımlılığın farkını fareler üzerinde yapılan bir deneyde çok güzel anlatıyorlar. Fareleri madde bağımlısı yapıyorlar. Fare maddeyi ölünceye kadar içiyor. Pedala basıyor içiyor, pedala basıyor içiyor. Daha sonra madde bağımlısı olmuş fareyi alıp kendi sosyal ortamına koyuyorlar ve madde bağımlılığından vazgeçiyor. Tedaviye gerek bile kalmıyor. Demek ki tek kaldığı zaman mutsuz oluyor. Önünde onun mutsuzluğunu gideren ne varsa ona yöneliyor. Ama doğal çevresi varsa sosyal destek alabiliyorsa maddeye yönelmiyor. Doğal ortamında tatmin oluyor. Yani hayvanda bile böyle olduktan sonra insanda da böyle olur. Bağımlı ile bağlılık arasında bağımlı olan kişi kendi kimlik ve kişiliğini bağlandığı nesneyle birleştirir. Ama bağlı olan kişi ben kalarak biz olur, kendi kimliğini değiştirmez. Kendi sınırlarını korur, gerekiyorsa sevdiği kişiyi kırıp dökmeden hayır diyebilir. Kendi doğruları ve sınırları vardır. Kişi böyle durumlarda eleştiriye açıktır.” dedi.

“Mutsuzluk depresyon değildir”

Kişide yaşanan depresyon ve depresif ruh hali arasındaki farklara dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Depresif ruh hali depresyondan farklıdır. Depresif ruh hali hemen hemen hepimizde zaman zaman oluyor. Üç günden fazla sürerse böyle durumlarda uzman yardımı tavsiye ediliyor ama on beş günden fazla sürerse muhtemelen ilaç gerekiyor. Depresyon ile depresif ruh halini karıştırmamak lazım. Herkes zaman zaman öyle olur ama mutsuzluk depresyon değildir. Mesela yalnızlığın sonunda mutsuzluk oluyor. Bu küresel bir salgındır. İnsanlar kendini yalnız hissediyor, yalnız hissedince bu durum madde kullanımından tutun da fazla alışverişe kadar gidiyor. Beyindeki bağımlılığa ‘Ödül Eksikliği Sendromu’ deniyor. Beyin doymuyor bir türlü. Daha çok aldıkça da hata yapıyorsun sonra pişman oluyorsun. Eve alıyorsun, ev butik gibi açılmamış paketlerle dolu. İnsan birçok şeyi deneme yanılmayla öğreniyor. Aslında bunlar insanın bir rahatlama tekniğidir. Hafif streslerde gerek yoktur. Bu yüzden kontrol edilebilen stres faydalı, kontrol edilemeyen stres zararlıdır.” ifadelerini kullandı.

“Ben kalarak biz olabilmek bu açıdan önemlidir”

Evliliğin bir takım çalışması olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Evliliğin 3 terimi var. Her evlilikte bir romantik dönem vardır. Birincisi balayı dönemi. Birkaç aydır ve geçer, gider. Zaten o dönem 6 ay ya da en fazla 2 sene içinde buharlaşıyor. Ondan sonra güç savaşları ya da kişilik savaşları meydana geliyor. Kişiler şanslıysa ya da akıllıca çözümler bulabiliyorlarsa o güç çatışmaları, kimlik ve kişilik çatışma günlerini atlatabiliyorlar. Ondan sonra ise olumluluk dönemi başlıyor ve ömür boyu aşklar böyle çıkıyor. Bunun da formülü sevgi artı iş birliğidir. Onun için evlilikte önemli olan bir takım olabilmektir. Evlilikte evde bir kişinin patronluğu yoktur. Önemli olan takım olabilmektir, takım çalışmasıdır. O yüzden ben kalarak biz olabilmek bu açıdan önemlidir.” şeklinde konuştu.

“Anne-baba rahatsa çocuk böyle durumlarda onları taklit eder”

Savaş psikolojisinin çocuklar üzerindeki etkilerini dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yetişkinlerin bu gibi durumlarda nasıl davranması gerektiğini anlattı. Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Savaş psikolojisinde çocuklar anne ve babaya bakarlar. Deprem afet gibi durumlarda da aynı şekildedir. Bu yaş grubuna göre değişir. On yaşından önceki çocuklar genellikle bireyselleşme yolunda tam başarılı değillerdir. Ama on iki yaşındaki çocuklar ergenlik öncesi ya da erken ergenlik de dediğimiz o dönemden önce anne ve babaya bakarlar. Anne-baba rahatsa çocuk böyle durumlarda onları taklit eder. Bazıları bu gibi durumlarda çocuğu uzaklaştırır. Bu çok yanlıştır. Böyle durumlarda çocuğun anne, baba veya aileden birisiyle birlikte olması daha önemlidir. Anne baba ikisi de vefat etmiş olabilir o ayrı bir durumdur. Çocuğun güven verdiği, güvenli ilişki kurabileceği bir kişiyle beraber olması ideal olandır. Bu yüzden o savaştan anne baba rahat çıkarsa çocuklar da öyle çıkıyor. Savaş durumunda çocuklar için çok endişelenmemek gerekiyor. Orada insan eliyle oluşmuş genel bir afet, felaket var. Çocuklar onu anlayamaz. Bu yaşına göredir. ‘Neden oluyor, neden yapıyorlar?’ diye soruyorlar. Mesela Suriye’de oldu, burada da oldu. Çocukların söylediği sözler benzerdir. Mesela Suriyeli bir çocuk, ‘Ben sizi Allah’a şikâyet edeceğim’ demiş. Bunun gibi birçok şey oldu.” dedi.

 

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)