Yaşayan ve Yaşatan Dört Temel İlke

2011 yılında Rektör Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kuruculuğunda ‘Çoğulculuk, Katılımcılık, Özgürlükçülük, Eleştirilebilirlik’ bu 4 ilke ile çıktığı yolda bugüne kadar önemli başarıları geride bırakan Üsküdar Üniversitesi, öğrencileri başta olmak üzere akademik, idari, uzman tüm aile üyeleriyle bu 4 ilkeyi her platformda yaşıyor ve yaşatıyor…

Tarhan’ın kaleme aldığı ‘Güzel İnsan Modeli ve Değerler’ kitabından da yer verilen 4 ilke, bireylerin, toplumların, kurumların ve ülkelerin özellikle de evrensel bilgilerin üretildiği üniversitelerin olmazsa olmaz, yaşatılması gereken önemli değerleri.

Tarhan kitabında bu değerleri şu şekilde ifade ediyor:

Çoğulculuk

İnsanın ve tabiatın varoluşuna baktığımızda çoğulculuk ilkesinin esas olduğunu görürüz. Bu münasebetle çoğulculuk sadece insanı değil, doğayı ve doğadaki diğer varlıkları da kapsayan bir değerdir. Eğer yaratılmış olanlarda totaliterlik söz konusu olsaydı, insanlar tek çeşit yiyecekle karınlarını doyurur ve atmosferde tek bir mevsim yaşanırdı. Çoğulculuk bu yönüyle doğallığı savunmak anlamına da gelir.

Çoğulculuğun olduğu yerde, hem çok seslilik hem de yarışma hissi vardır. Bu yarışmanın sonunda yetenekler gelişir ve insanlar yeni fikirler üretmeye başlarlar. Ancak tek sesli ortamlarda insanlar enerjilerini değişme ihtiyacı hissetmeden, mevcutla yetinmeye çalışarak harcarlar.

Katılımcılık

Çoğulculuğun olduğu yerde katılımcılığın da olması gerekir. Katılımcılığın olmadığı çoğulculuk uzun ömürlü olmaz. Çoğulculuk sadece herhangi bir fikir konusunda el kaldırıp rey vermek değildir. Çoğulculuğun var olduğunu söyleyebilmek için katılımın olması şarttır. Toplumda da ailede de bireylerin fikirleri dikkate alınmalıdır.

Hz. Ali “Yedi yaşına kadar çocuğunuzla oynayın; 7-15 yaşları arasında onunla arkadaş olun; 15 yaşından sonra onunla istişare edin, ona danışın” der. Bu örnekte “danışma”nın ne denli önemli olduğunu görmek mümkündür. 15 yaşından sonra çocukla istişare etmek, ona fikir danışmak katılımcılığın ilk aşamasıdır. Bu şekilde çocuk da elini taşın altına koyarak çözüm üretmeye çalışır, sorumluluk alır ve bu sayede aidiyet ve sahiplenme duygularını geliştirir.

Ailede farklı fikri olan çocuğun söylediği yapıldığı takdirde çocuk kendini değerli hisseder; alınan karara katkı sağladığını fark ettiğinde ise aidiyet duygusu artar. Bu sebeple, bir toplumda katılımcılık varsa, o toplumda sahiplenme artar diyebiliriz. Toplumda sahiplenmenin artmasıyla sosyal bağlar kuvvetlenir. Bir toplumun millet haline gelmesi, insanlar arasındaki bağların kuvvetli olmasıyla gerçekleşir. Toplumu millet haline getirmek, ortak kültürel değerlerle mümkündür. Bunun oluşması için ise insanların kendi kültürel bağ ve standartlarının oluşmasında söz sahibi olmaları gerekir.

Bireylerin susmayı tercih ettikleri toplumlarda katılımcılık söz konusu değildir. Böyle toplumlarda yalnızca hak ve görevler vardır; özgürlükler yoktur. Devlet görev verir, insanlar onu uygularlar. Bu totaliter bir tutumdur. Katılımcılığın olduğu, bireylerin sorumluluk hissettiği toplumlar; demokratik değerlerin topluma yerleştiği ve yaşandığı toplumlardır.

Özgürlükçülük

Özgürlüğün çeşitli tanımları vardır. Genel olarak özgürlük, bireyin kendi kararlarını verebilmesi, buna uygun planlar yapması ve hedeflediği sonuca ulaşması şeklinde tanımlanabilir. Özgür eylemin ne olduğu konusuna gelince, bunun başkalarını etkilemeyen davranışlar olduğu söylemi oldukça yaygındır.

Özgürlüğü tarif ederken bireyin canının istediği gibi hareket etmesinin “özgürlük” olup olmadığının ayırdına varmak gerekir. Bu ayırda vardığımız takdirde, mecbur olduğumuz kurallara uymamak gibi bir özgürlüğümüzün olmadığını rahatlıkla fark edebiliriz. Mesela hiçbirimizin yerçekimi kurallarına uymamak gibi bir özgürlüğü yoktur. O halde insanı sınırlayan bazı doğal, sosyal ve duygusal sınırlar mevcuttur. Bir insanın özgür olmasında bu üç sınırın varlığı göz ardı edilemez.

Kişinin itaat etmek zorunda olduğu kuralları çiğneme özgürlüğü var mıdır? Ya da itaat etme zorunluluğu bulunan bir kişiyi yok saymaya hakkı var mıdır? Özgürlük şiddeti mübah kılar mı? Ölümcül riske girmek özgürlük müdür? Bu soruların düşünsel ve duygusal olarak kabul görmüş cevapları, özgürlüğün ne olup olmadığı konusundaki belirsizlikleri ortadan kaldıracaktır.

Eleştirilebilirlik

Demokratik değerler kapsamında ele alınan çoğulculuk, katılımcılık gibi farklı fikirler, zaman zaman çarpışır. Bu çarpışmalar eleştiriden kaynaklanır. Eleştirinin hoşgörüldüğü yerlerde üreticilik ortaya çıkar. Bu üretkenlik aynı zamanda kendi karşıtını doğurur.

Demokratik sistemin bir gereği olarak, sizi eleştirene elinizi uzatmak, eleştirileri faydalı yöne çekecektir. Çok seslilikten uzak olan insan ve toplumlar, demokrasiyle tokalaşmak yerine, uzanan ele pençelerini uzatarak cevap verirler. Farklı görüşleri susturma isteği, sorgulamayı azalttığından demokrasinin gelişimini engeller.

Yüzleşmeyi göze alabilen toplumlarda gelişme süratle devam eder. Bir tohum tabiatla, rüzgârla, atmosferle yüzleşmeyi göze alabilirse çiçek olur. Eğer toprağın altında kalırsa çürüyüp gider. Fikir ve düşünceler ancak dış etkiyle temas ederek gelişebilir. Gelişmeleri için gizli kalmamaları gerekir.

Görünmeyen birçok işlemden geçen fikirler, bazen eleştirinin asidinde yanmak zorundadır -. Eleştiri, altınla bakırı birbirinden ayıran aside benzer; iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırmak için idealdir.

Demokratik değerler ve barışçıl yöntemler çerçevesinde yapılan tartışma, elmasla kömürü birbirinden ayırıp elması ortaya çıkaran ateşe benzer. Bu aşamada barışa eklenen katılımcılık da farkına varılması güç olan yetenekleri ortaya çıkarır. Sonuçta uzlaşma mücevheri doğar. En nihayetinde de barış hazinesi oluşur.

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)