Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi, bilimsel birikimlerini toplumla paylaşmak amacıyla düzenlediği Toplum İçin İletişim Eğitim Seminerlerinin ikincisini düzenledi. Bu kapsamda Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Doç. Dr. Esennur Sirer, “Türk Dizilerini Okumak: Kültürler ve Temsiller” başlıklı sunumuyla katılımcılarla buluştu. Sirer, dizilerin temel gücünün hikâye anlatımından geldiğini vurgulayarak televizyon ve dijital platformların modern çağın hikâye anlatıcılarına dönüştüğünü ifade etti. Türk dizilerinin masalsı bir dünya sunduğunu, bu dünyada kapitalist modernlik ile feodal unsurların bir arada işlendiğini belirten Sirer, dizilerin ülke ekonomisine sağladığı katkılara da dikkat çekti. Türk dizilerinin 170 ülkeye ihraç edilerek hem kültürel hem de duygusal bir etki oluşturduğunu söyleyen Sirer, bu durumun Türkiye’nin uluslararası yumuşak gücünün önemli bir göstergesi olduğunu dile getirdi.

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi, toplumsal katkı ve bilim iletişimi misyonu çerçevesinde hayata geçirdiği Toplum İçin İletişim Eğitim Seminerlerinin ikincisini düzenledi.
Çevrimiçi düzenlenen programa bu kez de ilgi yoğun oldu.
“Dizilerin temel gücü izleyiciye bir hikâye sunmasından geliyor”
Televizyon izleme alışkanlıklarının yüksek olduğuna vurgu yapan Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Doç. Dr. Esennur Sirer, dizilerin temel gücünün hikâye anlatımından geldiğini söyledi. Sirer; “Televizyon İzleme Araştırma Komitesinin verilerine göre Türkiye’de televizyon izleme alışkanlıklarının önemli bir bölümünü diziler oluşturuyor. Tüm türler içerisinde dizilerin izlenme oranı % 29 gibi oldukça yüksek bir seviyede. Bu da Türkiye’de günlük ortalama 1 saat 44 dakika, yani neredeyse iki saate yakın süreyle dizi izlendiğini gösteriyor. Günümüzde platform denildiğinde akla çoğunlukla Netflix, BluTV, Puhu TV gibi dijital yayın platformları geliyor. Ancak platform kavramı yalnızca bunlarla sınırlı değil televizyon da bir platform, internet de bir platform. Televizyonun kendi içinde her gün yayınlanan ve halk arasında pembe diziler olarak anılan içerikler bulunuyor. Dizilerin temel gücü ise izleyiciye bir hikâye sunmasından geliyor. İnsanlığın en eski dönemlerinden beri süregelen bir hikâye anlatma geleneği var. İnsanlar hem hikâye anlatmayı hem de hikâye dinlemeyi seviyor. Sözlü tarih dönemlerinde anlatıcılar, kendi deneyimlerini ve kendilerine aktarılan bilgileri harmanlayarak dinleyiciyi bu deneyime ortak ederdi. Hikâye anlatımının büyüsü tam da bu ortak deneyimden doğuyordu. Zamanla bu sözlü gelenek yazılı kültüre yani romana aktarıldı. Yazılı gelenekte hikayeler daha öznel bir deneyim alanına taşındı. Ardından sinema ve televizyonun hayatımıza girmesiyle modern hikâye anlatıcısı artık büyük ölçüde televizyon oldu. Böylece televizyon, hikâye aktarımında güçlü ve merkezi bir konum kazandı.” ifadelerini kullandı.

“Televizyon ve dijital platformlar modern çağın hikâye anlatıcıları haline geldi”
Hikayelerin duygusal ve düşünsel olarak besleyici olduğunu dile getiren Sirer; “Hikâye dediğimiz şey aslında bir büyü ve insan hayatında pek çok alanı dolduran temel bir ihtiyaç. Çoğu zaman bir hikâyeye ihtiyaç duyuyoruz çünkü hikayeler bizi hem duygusal hem de düşünsel olarak besliyor. Bazen çocuklara ve gençlere kızıyoruz çünkü daha büyük ve bütünlüklü bir hikâye kurma becerilerini geliştirmeleri zaman alabiliyor. Küçük küçük, parçalı hikayeler oluşturuyorlar fakat kapsamlı bir hikâye üretme yetisi zamanla kazanılan bir beceri. Hikâye anlatmak, nesilden nesile aktarılan güçlü bir gelenek. Bugün ise bu gelenek görsel mecralar ve ekranlar aracılığıyla devam ediyor televizyon ve dijital platformlar modern çağın hikâye anlatıcıları haline geldi. Peki, bu hikayeler neden bu kadar önemli? Çünkü hikayeler insana yalnız olmadığını hissettiriyor. İzleyici, anlatılan hikâyeye ortak oluyor, karakterlerle özdeşlik kuruyor ve yaşamın anlamını bu temsil üzerinden yeniden deneyimliyor. Kimi zaman merak duygumuzu tatmin ediyor, kimi zaman ise boş zamanımızı değerlendirdiğimiz bir aktiviteye dönüşüyor. Ancak her durumda hikayeler insanın varoluşsal ihtiyaçlarına dokunan güçlü bir araç olmayı sürdürüyor.” ifadelerini kullandı.
“Televizyon dizileri masalsı hayat sunuyor”
Dizilerde ataerkil kültürün baskın olduğunu dile getiren Sirer; “Televizyon dizileri masalsı hayat sunuyor. Bu yapımlara baktığımızda hem kapitalist modernliğin hem de feodal sistemin örüntülerini bir arada görüyoruz. Aslında iki uçta yer alan bu yapıların dizilerde birbirine yaklaştırılarak sunulmasının temel nedeni, hikâyenin toplumun tüm katmanlarına hitap etmesini sağlamak. İçerik üreticileri, 7’den 77’ye her izleyiciye ulaşmak istiyor. Dolayısıyla oluşturdukları dünya herkesi içine çekebilecek kadar geniş tutuluyor. Bu nedenle dizilerin büyük bölümü Prime Time kuşağında yayınlanıyor. Prime Time, gece haberlerinin ardından başlayıp gece yarısına kadar süren ve izleyici kitlesinin en yoğun olduğu zaman dilimi. Yaklaşık 120–140 dakikalık uzun bölümlerle izleyiciyi ekranda tutan diziler bu kuşakta ciddi bir izlenme potansiyeli taşıyor. Öte yandan dijital platformlarda ve sosyal medyada da sürekli izleme alışkanlığı sayesinde kullanıcılar günlük olarak birkaç saatlerini dizi içeriklerine ayırıyor. Bu masalsı dünyada neler görüyoruz? Çoğu dizide konaklarda yaşayan, modern giyimli ama geleneksel bir yaşam sürdüren kadın karakterlere rastlıyoruz. İlk bakışta tezat gibi görünse de modern kıyafetli bir kadının feodal bir düzenin içinde yaşaması, aslında içerik üreticilerinin oluşturmak istediği ortak alanın bir parçası. Lüks arabalar, ihtişamlı sofralar, geniş aile yapıları… Tüm bu unsurlar, herkesin kendinden bir parça bulabileceği ama aynı zamanda idealize edilmiş bir yaşamı temsil ediyor. Yabancı uzmanlar bu yapıyı ‘Türk dokunuşu’ olarak adlandırıyor. Türk dizilerinin çoğunda ataerkil model belirgin şekilde yer alıyor ve sahnelerin büyük kısmında aile reisinin otoritesi ön plana çıkıyor. Bu da Türk dizilerinin kültürel kimliğini oluşturan en karakteristik özelliklerden biri olarak değerlendiriliyor.” şeklinde konuştu.

“Türk dizileri ülke ekonomisine önemli katkılar sunuyor”
Dizilerin bölgesel kalkınmaya katkı sağladığını da kaydeden Sirer; “Bu katkıları yalnızca Türkiye özelinde değil uluslararası ölçekte de değerlendirmek gerekiyor. Türkiye’de dizi sektörünün gelişimi hem mal ve hizmet satışını artırarak iç pazarı canlandırıyor hem de sektörel anlamda bölgelerin kalkınmasına destek oluyor. Bunun yanı sıra dizilerin farklı ülkelere satılmasıyla elde edilen ihracat gelirleri ekonomiye ciddi bir katkı sağlıyor. Dizilerde mekân kullanımı da önemli bir unsur. Geniş açılı çekimler, şehir silüetleri ve sembol mekanlar sıklıkla kullanılıyor. Özellikle İstanbul, Türk dizilerinde en çok yer verilen şehirlerden biri. İstanbul’un romantik atmosferi, kültürel çeşitliliği ve estetik görüntüsü hem hikâyeyi zenginleştiriyor hem de şehrin hareketlenmesine katkıda bulunuyor. Film ve televizyon mecraları, aynı zamanda ortak bir kimlik oluşturma ve ortak zaman geçirme alanı olarak görülüyor. İzleyici, bir dizi boyunca İstanbul’dan Adana’ya, Mardin’den Karadeniz’e uzanan geniş bir coğrafyada karakterlerin yaşam alanlarını deneyimliyor. Bu da hem merak duygusunu besliyor hem de mekanlar üzerinden yeni hikayeler kurulmasına olanak sağlıyor. Bu durumun doğal bir sonucu olarak birçok bölge diziler sayesinde canlanıyor ve turist çekmeye başlıyor.” dedi.
“Hem kültürel hem de duygusal olarak dokunuyoruz”
Kültürel etkinin sınırları aştığına vurgu yapan Sirer; “Bugün Türk dizileri 170 ülkeye ihraç ediliyor. Bu da dünyanın öbür ucundaki insanlara hem kültürel hem duygusal anlamda dokunabildiğimizi gösteriyor. Diziler aracılığıyla hem ekonomik kazanç sağlıyor hem de turizmi canlandırarak ülkemize çok yönlü bir katkı sunuyoruz. Bu durumu tam anlamıyla bir kazan–kazan modeli olarak değerlendirebiliriz. Bu etki uluslararası literatürde ‘Yumuşak Güç’ olarak tanımlanıyor. Bir ülkenin kültürel ürünleri aracılığıyla dünya üzerinde etki yaratması ve görünürlük kazanması anlamına geliyor. Burada önemli olan elimizde böyle bir güç olduğunu fark etmek ve bunun bilincinde olarak hareket etmek. Bu gücün ne kadar etkili olduğuna dair çarpıcı örnekler var. Örneğin bir dönem ‘Adını Feriha Koydum’ dizisinin yüksek reytinglerinden dolayı Türkiye’de yeni doğan bebeklere ‘Emir’ adının konulma oranı belirgin şekilde artmıştı. Nüfus verileri incelendiğinde bu artış net biçimde görülüyordu. Benzer şekilde yurt dışında da Türk dizilerinden etkilenerek Türk isimlerinin kullanıldığını biliyoruz. Paraguay’da bugün Onur Juan Jose, Wilson Kemal, Salvana Mustafa gibi isimlerin yaygınlaşıyor olması, kültürel etkinin sınırları aşarak toplumsal hayata taşındığını gösteriyor. Bu tür örnekler, Türkiye’nin kültürel ürünler yoluyla dünya üzerinde nasıl bir iz bıraktığını göstermesi bakımından oldukça değerli ve gurur verici.” diyerek sözlerini sonlandırdı.






