Prof. Dr. İbrahim Öztek: “Her Türk genci Aziz Sancar gibi çalışmalar yapmalı”



Hocalı, Karabağ gazisi madalyalarının sahibi, Türk spor dünyasının “Aksakallısı” olarak bilinen, spordan tıbba, federasyon başkanlığından antrenörlüğe, fikir adamlığından kitap yazarlığına kadar birçok branşta söz sahibi olan Prof. Dr. İbrahim Öztek Üsküdar Haber Ajansı muhabiri Şüheda Damgacı’nın sorularını yanıtladı. “Ben 50 senedir zamandan kazanabilmek ve çalışmalarımı sürdürebilmek için her gece 3 saat uyuyorum” diyen Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Başkanı Öztek son olarak “İlhanlı Azerbaycan Döş Nişanı”na layık görüldü. Öztek, ülkemizin kalkınması için her bir Türk gencinin Aziz Sancar gibi Nobel ödüllerine layık çalışmalar içerisine girmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

“Türk milliyetçiliği üzerine kurulmuş çalışmalar yapıyoruz”

Bize kendinizden biraz bahseder misiniz?

“1996 yılında GATA Haydarpaşa Askeri Eğitim Araştırma Hastanesinden emekli oldum ve Tıp profesörüyüm. Serbest olarak hekim olarak da çalışıyorum ve dört yıldan beri Üsküdar Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı Başkanı olarak görevimi sürdürmekteyim. Eski bir milli sporcuyum. Yirmi seneye yakın Türkiye Judo, karate, aikido, wushu, kungfu federasyonlarının başkanlıklarını yaptım. Ve şu anda da sportif olarak Dünya Geleneksel Sporlar Federasyonu’nun ve Dünya Aba Güreşi Federasyonunun başkanıyım. Dünya Uyuşturucu ile Mücadele Eden Sporcular Federasyonu’nun da onursal başkanıyım. Yine Türkiye-Azerbaycan dev kardeşlik, candaşlık ve strateji platformunun başkanıyım. Yanı sıra Türkiye Anadolu Aydınlar Ocağı genel başkanıyım. Tabi bunlar her şeyden önce kültür ve spor esaslı kuruluşlar ve aynı zaman da Türk milliyetçiliği üzerine kurulmuş çalışmalar yaptığımız sivil toplum örgütleridir.”



“Azerbaycan ve Türkiye ikiz kardeştir”

“Ben yirmi beş yıldan beri özellikle Türkiye’nin kültürel dertleriyle dertleniyorum. Azerbaycan’da yaşayan Türk halkının 1880’lerden beri uğradıkları soykırımlar var. Bu soykırımlar Ruslar ve Ermeniler tarafından uygulanan soykırımlardır. Biz oradaki halkımızın yanındayız. Çünkü oradakiler de Türk halkıdır. Aynı soydan geliyoruz, aynı dindeniz, kan kardeşiyiz. Türkiye için dış dünyaya karşı yapacağımız müdafaamızı Azerbaycan için de yapmak zorundayız. Çünkü o da bir Türk devletidir ve bugün her iki devlette birbiriyle kardeştir. İkiz kardeşler birlikte acı çekerler, birlikte sevinç paylaşırlar. Onun için de bizim de bu acıları paylaştığımız gibi sevinçlerimizi de paylaşmak zorundayız. Bunlar hem kandaşımız, hem Candaş’ımız, hem de dindaşımız.”

“Yaptığım çalışmalar sonucunda birçok ödüle layık görüldüm”

“Benim Hocalı Soykırımı ile ilgili yaptığım çalışmalar sonucunda orada bana “Sen Hocalı Gazisisin, sen Karabağ Gazisisin” diyorlar. Sağ olsunlar. “Biz savaştık, bizim için silahlı savaş bitti. Ama siz hala savaşıyorsunuz. Onun için siz Karabağ Gazisisiniz.” dediler. Karabağ Gazisi madalyası takdim ettiler bana. Bu madalyanın adı da “Vatan Namına”. Yakın zamanda bir başka madalyaya daha layık görüldüm. Bu ise “İlhanlı Azerbaycan Döş Nişanı”. Döş demek, göğsümüzü kabartan demek. İlhanlı da Cumhurbaşkanı’nın müsaadesiyle yapılmış bir şey olduğu için oradan geliyor. Orada birçok milletvekillerine de takdim edilmiş bu nişan. Bu ödüllerin en büyük nedeni yaptığım çalışmalardır.”



“Hocam, ülkemize benim aracılığımla bir sınav kazandırdı”

Ülkemizde pek çok bilimsel dereceler ve ödüller kazanmış olup, 10 adet TÜBİTAK teşvik ödülü sahibisiniz. Çalışmalarınızdan biraz bahsedecek olursak neler söylemek istersiniz?

“İstanbul’daki ilk görev yerim Çamlıca Askeri Hastanesi’ydi. Oradaki Patoloji Bölümü’nün şefiydim. Sonra GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi kurulunca beni de oraya kurucu üye olarak aldılar. O sırada Ankara’da Gülhane’nin başında Genel Cerrah hocamız Tümgeneral Necati Köral vardı. Ben oraya gittiğim zaman uzmandım. Bilimsel etkinlik için Yardımcı Doçent, Doçent veya Profesör olmak lazımdı. Bizi o zaman çalışmalarımızdan dolayı Yardımcı Doçent ilan ettiler. Çünkü Patolog olarak çok fazla hizmetimiz vardı. Sonra Necati Köral hoca bana “Hazırlanıyor musun?” diye sordu. Ben de “Bir bakıma hazırım, ama aynı zamanda da hazırlanamıyorum.” dedim. Çünkü yabancı dil sınavını geçmem lazımdı ve benim yabancı dilim de Rusçaydı. Doçentlik sınavında da Rusça seçeneğimiz yoktu. Bu olay benim bilimsel hayatımda dönüm noktamı oluşturur. Kendisi YÖK’te görevliydi ve benim Rusçadan Doçentlik dil sınavına girmemi sağladı. Aynı zamanda ülkemize bir sınav kazandırdı. Ve buna Bulgaristan’dan gelen arkadaşlarımız da çok sevindiler. Hepsi sınava bu şekilde girdiler. Yoksa Batı dillerinden sınava girmek mümkün değildi. Belki İngilizce vardı ama yeterli değildi.”



“Yaptığımız çalışmalarla askeri nizamda değişiklik yaptık”

“Doçent olduğum zaman 40’a yakın çalışma yapmışım. Hatta yaptığım tez çalışmam dünyada nadir çalışmalardan birisiydi. Derinin içindeki ter bezi, yağ bezi, kıl kökü gibi organizmaları çıkartıp mikroskop altında dağıtıp derinin içindeki organelleri tek tek görebilmenizi sağlıyor bu. Çok ses getirdi asistanlığım sırasında. Bu çalışmalarımın hepsini yayınlamıştım. GATA bilimsel açıdan çok önemli bir yerdi. Çok değerli arkadaşlarım vardı. Birlikte çok güzel deneysel çalışmalar yaptık. Bu çalışmalarımızdan bir tanesi Dünya Kongresi’nde birincilik elde etti. Ve onun üzerine Amerikan Anjiyoloji Koleji bizi bilimsel konsey üyeliğine seçti. O konseyin halen üyesiyim. Bu üyelikle Amerika’da çalışma hakkı elde ettik. Araştırmamızın konusu da köpeklerde kopan damarları iç içe geçirerek kaynatma esasına dayalıydı. Bir de Dünya üçüncülüğü alan çalışmamız var. Gözlerde kornea çizilerek göz numarası küçültme olarak yapılan bir icattı. Bu ameliyatı geçiren kişiler pilot olamıyordu, denizaltı alanlarında çalışamıyorlardı. Biz şunu ispat ettik, bu ameliyatı geçiren kişilerin gözleri eskisinden daha keskin görüyordu. Bu bir askeri kanundu. Kanunu değiştirdik biz bu şekilde. Bu çalışmamız dünya kongresinde yayınlandı. Ben emekli olduğumda toplamda 360 tane yayınım vardı. Bu Türk bilim hayatında büyük bir sayıdır. Halen de önüme çıkan fırsatlar oldukça bilimsel çalışmalar yapmaya devam ediyorum.”

“Üsküdar Üniversitesi bilimselliğini ortaya koymuş durumda” 

“Bilimsel hayatıma hala devam ediyorum. Bu bilimsel hayatımızı da inşallah bundan sonra Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde devam ettireceğiz. Çünkü üniversitemizin Rektörü Sayın Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile biz GATA Haydarpaşa’da beraber çalıştık. Bilime son derece düşkün, bilimselliğini ortaya koymuş durumda. Nöropsikiyatri İstanbul Hastanesi ve Türkiye’nin ilk beyin hastanesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesini kurmakla da bunu ispat etmiş oldu. Bu yüzden Üsküdar Üniversitesinin istikbali parlak gözüküyor.”
Türk spor dünyasının “Aksakallısı” olarak biliniyorsunuz, spordan tıbba, federasyon başkanlığından antrenörlüğe, fikir adamlığından kitap yazarlığına kadar birçok branşta söz sahibisiniz 2017 yılında verdiğiniz bir röportajda “Ben 50 senedir zamandan kazanabilmek ve çalışmalarımı sürdürebilmek için her gece 3 saat uyuyorum” ifadelerini kullandığınızı görmekteyiz. Çalışmalarınızdaki motivasyon kaynağınız nedir? Neler söylemek istersiniz?

“Her Türk genci Aziz Sancar gibi çalışmalar yapmalı” 

“Evet, toplamda 23 tane kitabım var. İki kitabım da şu anda baskıya hazırlanıyor. Bunlardan bir tanesi sigara alkol uyuşturucu ve spor kitabı, bir tanesi de ergoterapi ve psikopatoloji kitabı. Maksadımız üniversitemize bir bilimsel katkımız olması. Ülkemizin bilimsel anlamda çok eksikleri var bu esikleri tamamlamak lazım. Bilim aşığı, çalışma aşığı bilim adamlarımızın olduğundan çok daha fazla gayret göstermesi lazım. Bu gayreti gösterebilmeleri için de gecede 3-4 saat uyumak bana yetiyor, zamandan anca böyle kazanmış olabiliyorum. Zaman kısa, ömür kısa ve bize bir emir var “Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış” diye.  Biz hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyoruz. Herkesin bu bilinçle hareket etmesi gerekir ki ülkemiz bir an evvel daha ilerilere gitsin. Öğrencilerimiz bilimin her dalında şimdiden ödül getirmeli. Bizim temennimiz her bir Türk gencinin Aziz Sancar gibi Nobel ödüllerine layık çalışmalar içerisine girmesi.”

Aynı zamanda bir Tıp doktorusunuz ve hayatınızı spora vakfetmişsiniz insanları kötü alışkanlıklardan korumak için çalışmalar yapıyorsunuz, hem tıbbi çalışmalarınızı sürdürüyor, paneller düzenliyor hem de federasyonlardaki görevlerinizi yürütüyorsunuz. Sizce tıp ve spor dalları arasında nasıl bir bağlantı var açıklayabilir misiniz?

“Sporcu gençlik, yarının akıl küpüdür”

“Benim yaptığım spor dalları çok geniş. Bunların içinde yüzme var, kürek çekme var, boks var karate, judo, futbol, hentbol gibi sporlar da var. Fırsat buldukça yapabildiğim her sporu yapmaya çalıştım. Sporun her dalındaki 20 yıla yakın bir federasyon başkanlığı, yıllarca Türkiye olimpiyat başkanlığı milli olimpiyat komitesinde 30 yılı aşmış hizmet… Bunlar birçok spor dalının inceliklerini bildiğimi gösteriyor. Bir de Türk sporunun kalkınması için spor bilincinin ve spor kültürünün yerleşmesi lazım. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Sporcu gençlik, yarının akıl küpüdür. Akıllı insanlar olacak. Köhne bir şekilde geçen gençlikten çok fazla şey bekleyemeyiz çünkü spor, beden sağlığı verdiği gibi akıl ve ruh sağlığı da kazandırır.”

Türkiye Cumhuriyeti ülkelerine ciddi bir hassasiyetiniz var bu konuyla ilgili neler söylemek istersiniz? Gençlere ne tavsiye edersiniz?

“Milliyetçiliği kavimcilikle karıştırmayın”

“Türk milleti Dünyada en çok soykırıma uğrayan millettir. Son 200 yıldır balkanlarda 5 milyon insanımızı kaybettik. Bu insanları çoğu belki bizlerin ailelerinden. Selanik’ten Bulgaristan’dan Yunanistan’dan göçen bir sürü insan var. Oradaki düşmanlarımız onların kaçmasına bile müsaade etmediler, hepsini öldürdüler. Kırım’da aynı şeyleri yaşadık. Bugün Çin’de Uygur Türkleri hala Çin’in zulmüne uğruyor. Herkes kendi milletinin milliyetçisi olmak zorunda. Milliyetçiliği kafatasçılıkla, kavimcilikle karıştırmayın. İkisini birbirinden ayırmak lazım. Ben Türk’sem Türk’ü sevmek zorundayım.”

“Devletlerarası sınırlar var ama insanların yüreklerinde sınır yok”

“Dünyanın her yerindeki Türklerin rahat yaşamasından, dilini, dinini rahatlıkla kullanmasından yanayım. Benim onlara sempatim buradan geliyor ve bu sempati öyle bitecek bir sempati de değil. Dünyanın neresinde Türk varsa, ne şekilde bir ıstırap çekiyorsa bende o ıstırabı hissetmeliyim. Türk olmak Dünya’da zor bir iş çünkü herkes Türk deyince düşman gözüyle bakıyor. Onun için hepimizin görevi öncelikle ailemiz bildiğimiz Türklüğümüzü, vatanımızı korumak. Devletlerarası sınırlar var ama insanların yüreklerinde bu sınır yok. Bu sınır o devletlerarası sınırı aşıyor.”

Röportaj: Şüheda Damgacı
Fotoğraf: Esra Gül Batal
 
 

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)