İki Gözüm İki Kamera…
TRT Yayın Denetleme ve Koordinasyon Kurulu Başkanı, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve İletişim Bölümü Öğr. Gör. Adem Özkan Zafer Dergisi Ekim sayısında “Medya, Din ve İletişim” konusunu kaleme aldı.
İşte Özkan’ın o yazısı…
İletişim gözüyle: “Maliki Yevmiddin”
İletişim Fakültesi öğrencilerine 5 yıldır “Medya, Din ve İletişim” dersi veriyorum. Bu ders, Türkiye’de bir ilk. Her yıl hiç ummadığım kadar Z kuşağı nesli bu dersi seçiyor. Son iki yıldır İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi öğrencileri de bu derse dâhil oldular. Dersin öğrenciler tarafından ilgi görmesi beni mutlu ediyor ve gelecek için taşıdığım umutlarımı daima taze tutuyor.
Öğrencilerime bu dersi niçin seçtiklerini sorduğumda: Medya-Din ilişkisini yakından tanımak ve anlamak istediklerini, hatta ne alakası olabileceği gibi hususları merak ettiklerini ifade ediyorlar.
“Allah bizimle nasıl iletişim kurar?”
“Kutsal Kitaplar ve Peygamberlerin Allah ile iletişimimizdeki yeri”
“Hayatla İletişimde Dinin rolü nedir?”
Gibi başlıklarla başlayan derslerimiz, yeni sorular ve yaklaşımlarla yeni yeni açılımların oluşmasına vesile oluyor.
“Besmele ve Fatiha Suresindeki İletişim Şekli” açılımlarımızda; Yaratıcının öyle üst perdeden iletişim kurmadığını, daha ilk başlangıçta Kendisini ‘şefkat ve merhamet’ sahibi olarak takdim ederek, iletişimde ‘sevgi ve güven’ unsuru oluşturduğunu, insana verdiği değerden dolayı; onun hem dünyası, hem de ebedi hayatı için kocaman bir Kitapla onunla konuşarak yol haritaları sunduğunu, örnek ve model olsun diye de en güvenilir insanı peygamber seçerek iletişimin en temel argümanlarıyla yaklaşım gösterdiğini anlatıyorum. İlk defa duydukları bu ifadeler, öğrencilerimle sıcak bir iletişimin kapılarını aralıyor.
‘Hatırlatma ve Hazırlık’ için iletişim diliyle onlara ‘Maliki Yevmiddin’ penceresinden iletişimin dünya sınırlarını aşan ve devamının geleceğini belirten yeni bir bakış açısı sunuyorum:
“Yevmiddin”; Dünyada yaptığımız her türlü iyilik ve kötülüğün küçük-büyük fark etmeksizin karşılığının mutlaka verileceği, yeniden bir diriliş ve hesaplaşma günüdür. “Maliki Yevmiddin,” “O Gün’ün sahibi ve hâkimi olan Allah’tır.” Dünya misafirhanesinde her insan bir yolcudur. Zengin-fakir, amir-memur, zalim-mazlum olarak buradan geçip gitmektedir. Helalleşmeler ve hesaplaşmalar yapılmadan veya yapılamadan gidilmektedir. Bu bir eksiklik değil midir? Herkese her yaptığının karşılığı mutlaka verilmesi gerekmez mi? Bütün akıllar ve vicdanlar elbette ki bu soruya ‘herkesin yaptıklarının karşılığını görmesi’ yönündedir.
Yapılanların karşılığının âdilce görülmesi yönünde Yaratıcı her türlü tedbiri almıştır. İki gözümüz iki kamera gibi; bir ömür x24 saatlik çekimleri ‘flash bellek’ olan hafızamıza eksiksiz kaydetmektedir.
Bugün itibarıyla insan gözü, en yüksek çözünürlüklü kameradan çok çok daha yüksek çözünürlüğe sahiptir. Gözlerimizin ideal durumda yaklaşık 2 milyon farklı rengi tanıyabileceği tahmin ediliyor. Kamera netlik ayarları yapılmış olduğundan, kayıtlarımız son derece net ve pürüzsüzdür. Herhangi bir fluluk söz konusu değildir. Çekimler için iki adet muhteşem göz kamerası ve hafıza kartı herkese eksiksiz teslim edilmiştir.
Bu vesile ile gözlerimizdeki bir mucizeyi de belirtmek gerekir; tek objeye iki gözle bakıp, tek bir görüntü olarak görmek hiç aklımıza gelmeyen büyük bir rahmet eseri ve göze vurulan bir tevhit mührüdür. İlk insandan günümüze bu daima böyle devam etmekte ve kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Günümüzde ise kamera teknolojisi devi firmalar bunu daha yeni yeni denemeye başladılar. Fakat hala iki kameranın aynı görüntüye bakıp, aynı anda tek görüntü elde etmesini başaramadılar.
İki gözümüzün iki kamera olarak yaptığı çekimler; başrolünde daima kendimizin yer aldığı görsel-işitsel belgelerimizdir. Bunlara; kendi filmimiz veya belgeselimiz de diyebiliriz.
“O gün ruh ve melekler saf halinde duracaklardır. Rahmanın izin verdiğinden başkaları konuşamazlar. O da ancak doğruyu söyler. İşte bu hak gündür…” (Nebe, 38-39)
O gün, hesaplaşma başlayıp filmimizin düğmesine basıldığında; bütün canlılığı, netliği ve renkliliği ile bir ömrün hikâyesi ‘time-lebs’ tekniğindeki gibi hızla eksiksiz olarak mahşer halkı tarafından izlenecektir.
‘O gün’ için kimseye haksızlık olmasın diye ‘iki gözlü kameramız’ dışında bir başka çekim daha yapılmıştır. O da, ‘Yazıcı Melekler’ tarafından. Eskiden kayıt altına almak sadece yazmakla mümkündü. Onun için ‘Yazıcı Melekler’ denilmiş. Günümüzde modern çağın ürettiği görsel teknoloji bu nitelemeyi de değiştirdi. İnsan yaratılışından ilham alınarak göz ve hafıza arasındaki ilişkinin taklit edilerek yapıldığı kamera kayıt sistemleri ‘Yazıcı Meleklere’ yeni bir isim çağrıştırıyor: ‘Kayıt Melekleri.’
‘Kayıt Melekleri’ Yüce Yaratıcının özel olarak bu işle görevlendirdiği melekler. İyi-kötü, doğru-yanlış, kâr ve zararın iyice anlaşıldığı yaştan itibaren son nefese kadar gece-gündüz demeden bizim için çekim yaparlar. Sebep, gayet açık ve nettir; hiç kimseye, yapmadığı hiçbir şeyin hesabı sorulmayacak, karşılığı verilmeyecektir. Bu gerçeklikle insan; Yaratıcısının ne kendisine ne de bir başkasına en küçücük bir haksızlığın yapılmasına asla izin vermeyeceği huzur ve güveni ile yaşamaya devam edecektir.
Başlangıç jeneriğinden, sonundaki roll captiona kadar her şeyi ile bize ait olan bu filmin; izleyicisi de, ödülü de, karşılığı da dünyada olanlarla hiçbir zaman kıyaslanamayacak boyutlardadır. Çünkü bu film, o güne kadar böylesi büyük bir izleyiciyi kitlesinin önünde, kamera önü-arkası denmeden ve sansürsüz olarak hiçbir zaman vizyona sokulmamıştır.
Bu dünyada bile ulusal ve uluslararası film festivallerinde jüri heyetlerince beğenilerek ödül almak, en çok izleyici rekorlarına ulaşmak isteyenler; bu başarı için en küçük detayı bile atlamadan, hiçbir şeyi tesadüfe bırakmadan büyük bir titizlik ve akıl almaz çabalarla çalışırlar. Sonuç; insanların beğenip alkışlaması ve maddi bir ödüle sahip olmak.
Bizim filmimizin jürisi ve izleyicisi ise: Yerlerin ve göklerin sahibi Allah, peygamberler, veliler, melekler ve gelmiş-geçmiş bütün insanlar.
Ödülü; ebedi ve sonsuz bir Cennet. Güzelliğini ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de hiçbir insanın hayalinden bile geçmemiştir.
Cezası da; adı gibi huzursuz edip can yakan Cehennem’dir.
Finale kadar hiç kimseye en küçük bir baskı yapılmamış, akla kapı açılıp ihtiyarı elinden alınmamıştır. Herkes ödüle de cezaya da hür iradesiyle talip olmuştur. Bu durumda denilebilir ki: “Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil.”
Şimdi kendimize dönerek; akıl ve hayallerimizi zorlayan o ‘izlenme günü’ ve ‘final’ için filmimizi bugünden nasıl bir dikkatle ve incelikle hazırlamamız gerektiği ortadadır.
Evimizde ya da sinemada izlediğimiz bir film ‘mutlu son’la bitiyorsa, bizi de mutlu etmeye yetiyor. Onun bir senaryo gereği olduğunu bilsek bile bundan keyif alıyoruz. Kendimize ait olan hayat filmimizin ‘O gün’ de ‘mutlu son’la bitmesi en çok beni ve seni mutlu edecek. Tersi ise, yine en çok beni ve seni üzecek.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Yüce Yaratıcının insanla iletişim kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in daha ilk sayfasında Fatiha Suresi’nde “Maliki Yevmiddin” ile final sahnesi için hatırlatma yapması, insana olan engin sevgisi ve şefkatinden başka bir şey değildir. Çünkü O, “En güzel şekilde yarattım” dediği insanı Cennete layık görüyor. Cennet ise insandan ona layık bir ‘film’ bekliyor.