Yapay zekâ empati geliştirebilir mi?
Günümüzde kuantum bilinç çalışmalarının dikkat çektiğini ifade eden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İnsan beyni normal bir bilgisayardan çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Beynin bir gramı, dünyadaki tüm telekomünikasyon merkezlerinden daha fazla bağlantı içerir ve sadece 20 Watt saat enerjiyle çalışır.” dedi.
İnsan beynindeki programın kendini güvende hissetmeye odaklı olduğunu kaydeden Tarhan, “O güveni hissetmediği zaman insan mutlu olamıyor. Güvende olma duygusu çok önemli. Güvende olma duygusunu sağlamayan bir toplumda, ülkede huzur olmaz. Onun için toplumlarda yüksek güvenin olmasının sebebi adil bir hukuk düzeninin olmasıdır. Bir toplumda hukuk ve özgürlük bir arada varsa, mutluluk olur, güven olur, barış olur.” dedi.
Yapay zekânın duygusal ve sosyal becerileri öğrenme konusunda şimdilik sınırlı olduğuna dikkat çeken Tarhan, insani duyguları ve empatiyi içselleştirmesinin şimdiki teknolojiyle mümkün görünmediğini söyledi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Fatih Altaylı Teke Tek Bilim” YouTube kanalında, Altaylı’nın sorularını cevapladı.
Nörobilimde mükemmelik merkezi olarak tanındır…
Üsküdar Üniversitesi’nin çalışmalarına ilişkin soru üzerine bilgi veren Prof. Dr. Tarhan, “13. kuruluş yılını geride bırakırken, öğrenci sayımız 24 bin civarına ulaştı. Bu yıl 8 bin mezun verdik ve şu anda yaklaşık 3 bin 500 uluslararası öğrencimiz var. Üniversitemiz tematik bir yapıya sahip; sağlık, mühendislik nörobilim, davranış bilimleri sentezi gibi alanlarda odaklanıyoruz.” dedi.
Tematik odaklanma sayesinde, nörobilim alanındaki çalışmaların ilgi çektiğini ifade eden Tarhan, “UNICEF tarafından Nörobilimde mükemmellik merkezi olarak tanındık. Bu durum, post-doktora öğrencileri ve uluslararası öğrencilerin ilgisini çekiyor. Üniversite olarak bir konuyu seçip o alanda derinleşmeye çalışıyoruz. Bizim odaklandığımız alan ise nörobilim. Nörobilim, nöropsikiyatri, sağlık ve davranış bilimleriyle mühendislik alanlarını birleştiriyoruz.” diye konuştu.
Astronotların genlerini inceleniyoruz
“AR-GE projeleri için ihtiyaç duyulan fonları kendi imkanlarımızla sağlamaya çalışıyoruz. Şu anda uzay misyonuna katılan astronotlardan birinin kan örneklerini genetik hocalarımız analiz ediyor. TÜBİTAK'tan aldıkları bu proje ile düşük basınç ve mikrogravite altında genlerde ne gibi değişiklikler olduğunu inceliyorlar. Tüm bu çalışmalar, üniversitemizin kurduğu güçlü altyapı sayesinde gerçekleşiyor.” diyen Tarhan, “Uzaya gidip gelen Alper Gezeravcı’nın kanında, genlerinde değişiklik var mı, ne gibi değişiklik var? O projeyi yapıyor şu anda arkadaşlar.” dedi.
Din ve bilimi bir araya getiren bütüncül bilim anlayışı…
"İnanç Psikolojisi ve Bilim" kitabının İngilizceye çevrildiğini ve İngilizce baskısının üçüncüsünün yapıldığını kaydeden Tarhan, şöyle devam etti:
“Türkiye'de olduğu gibi, dünya genelinde de ‘bilim ve din birbirine karşıtıdır ve bir arada olamaz’ şeklinde bir yaklaşım var. Ancak bu, olması gereken bir durum değil. Son dönemdeki bilimsel gelişmeler, bilimlerin bir bütün olduğunu ve bu bütüncül yaklaşımın önemini ortaya koydu. Geçen yıl düzenlediğimiz uluslararası bilim kongresinde de bu konuya değindik. Washington DC ve Arizona'dan katılan hocalarla birlikte, din ve bilimi bir araya getiren bütüncül bilim anlayışını ele aldık. 2014 yılında ABD’de Arizona, Columbia Üniversitesi ve Chicago'dan hocaların bir araya gelerek yayınladıkları ‘Post-Materyalist Bilim Manifestosu’ da bu yaklaşımı destekliyor. Manifesto, ruhani beyin kavramını ve din bilimleri ile fen bilimlerinin birbirini tamamlayan unsurlar olduğunu vurguluyor. Bu manifestoyu Türkçeye çevirip web sitemizde yayınladık.”
“İnançların da akla uygun olması gerektiğini savunuyorum”
“Bilim ölçülebilirlik üzerine kuruludur. Ama buna mukabil tanrı bir tanedir. Ölçülebilirliği yok. Nasıl oluyor?” şeklindeki soru üzerine de Tarhan, bulanık (Fuzzy) mantığın yapay zekada kullanılan bir yöntem olduğunu ve bu yöntemi ilk olarak 1965'te makalesini yazan bir Azerbaycanlı bilim insanının geliştirdiğini, “Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine dair kesin bir ‘evet’ veya ‘hayır’ yerine, ara dereceler gibi olasılıklar kullanıldığını anlatarak, şöyle devam etti:
“Hakikate ulaşmada dört ana yol vardır: Deney ve gözlem (pozitif bilimin yöntemi), akıl yürütme, rasyonel sezgi ve rasyonel inanç. Japonya'da gördüğüm ‘karga tapınağı’ örneği gibi, bazı inançlar akla uygun olmayabilir. Hegel'in dediği gibi, ‘Gerçek olan her şey akla uygundur. Akla uygun olan her şey gerçektir.’ Bu nedenle, inançların da akla uygun olması gerektiğini savunuyorum. Şimdi 4 bin 300 tane din var ortada. Ve insanın ‘maneviyat nedir’ sorusuna şu cevap veriliyor: ‘Maneviyat insanın kutsal bir değeri ararken hissettiği sübjektif duygu. Bu duygu bilimsel olarak ölçülebiliyor ve evrenseldir yani beyin sadece düşünce organı değil aynı zamanda inanç organıdır.
Budist rahipleri üzerine yapılan araştırma var. Başına 256 tane elektrot yerleştiriliyor. Meditasyona girdiği zaman beyni nasıl çalışıyor diye bakıyorlar. Beynin frontal bölgeye yakın bir bölgesine bakılıyor. ‘Evrenle bütünleştim’ diye söyleyince bütün korkuları gidiyor kişinin ve ilginçtir, uyuşturucular da beyin aynı bölgesini uyarıyor.”
İnsan, akıl yürütme yöntemleri ve rasyonel inançla yaratıcıyı bulabilir…
Hayvan beyinlerinin seküler olduğu ve insan beyninin, diğer canlılardan farklı olarak seküler bir yapıya sahip olmadığını dile getiren Tarhan, insan beyninin zaman ve mekandan bağımsız düşüncelere yatkın olduğunu ve bu nedenle kutsallık ve din arayışı içinde bulunduğunu kaydeden Tarhan, anlam arayışı geni, ölüm algılama geni, geçmiş ve gelecek sorgulama geni ve yenilik arayışı geninin bulunduğunu veya öngörüldüğünü söyledi.
Tarhan, “İnsanın doğasında bir kutsal arayışı vardır. Tıpkı midemizin yiyeceklere olan ihtiyacını hissetmemiz gibi, bu arayış da bir ihtiyaçtır. Yeme içme duygusu, yiyeceklerin varlığını gösterir; aynı şekilde insanlarda da bir sonsuzluk arzusu bulunur. İnsanlar yaşlandıkça daha çok yaşamak ister ve bu ölümsüzlük isteği belirginleşir. Yaşlı birine geçmişteki zamanı sorduğunuzda, ‘Bir gün gibi geçti’ derler. Ölüm ötesi deneyimlerle ilgili birçok literatür de mevcuttur. İnsanlardaki bu sonsuzluk arzusu, aslında içimizdeki bir ihtiyacın yansımasıdır; tıpkı midemizin yiyecek ihtiyacını hissetmesi gibi.” dedi.
İnsanın, doğuştan gelen bir ölüm korkusuna sahip olduğunu dile getiren Tarhan, “Bu onu bir arayışa iter. Kur'an-ı Kerim'in ilk ayeti olan ‘Oku’ emri de aslında ‘ara’ anlamına gelir; yani hakikati bulmayı teşvik eder. İnsan, akıl yürütme yöntemleri ve rasyonel inançla yaratıcıyı bulabilir.” diye konuştu.
“Tanrıya bilimsel olarak inanıyorum”
Bir anısını da anlatan Tarhan, bir arkadaşının “Tanrıya inanıyor musunuz?” sorusuna "Bilimsel olarak inanıyorum" yanıtını verdiğini ve bir hipotez varsa yalnızca doğrulamanın yetmediğini, yanlışlamanın da kanıtlanması gerektiğini söylediğini ifade ederek, “Eğer şu odada bir toplu iğne olduğunu iddia etsem, bunu kanıtlamak kolay. Ancak, odada olmadığını kanıtlamak için her yeri aramak zorundasın. Evrenin herhangi bir yerinde Tanrının olmadığını nasıl iddia edebilirsin?" dedim. Arkadaşım bu iddiayı bilimsel olarak kanıtlayamayacağını kabul etti.” diye konuştu.
Bulanık mantık (fuzzy logic) kavramını da kullanarak, tanrının var olma ihtimalinin, olmama ihtimalinden daha yüksek olduğuna işaret eden Tarhan, evrenin tesadüfen var olma olasılığının imkansız derecede çok düşük olduğunu dile getirdi.
Evrim derslerine alternatif olarak akıllı tasarım dersleri okutuluyor
Tarhan, “Matematikte olasılık hesapları var. Olasılık hesaplarında 10 üzeri 50'nin ilerisindeki olasılıklar matematikte sıfır yani imkânsız kabul ediliyor. Matematikte olasılık hesaplarına göre; spermle yumurta birleştikten sonra devamlı bölünüyor. Her bölünmede devamlı kararlar veriliyor. Hep doğru kararlar verilerek sadece DNA'nın, telomerin, amino asitlerinin kendi kendine oluşabilmesi için olasılık hesapları yapılmış. Aminoasitlerin tesadüfen havada uçuşarak bir araya gelmesinin olasılık hesapları 10 üzeri 652 çıkmış. Halbuki, 10 üzeri 50'nin üzerindeki olasılıklar imkânsız. Kuantum ortaya çıktıktan sonra evrim derslerine alternatif olarak şu anda akıllı tasarım dersleri okutuluyor. Tasarım bazlı varoluşta; yaşam mücadelesidir tezinin yerine, yaşam uyumdur tezi. Doğal seleksiyon yerine, kurallı seleksiyon. Bir seleksiyon var ortada ama kontrollü bir evren var. Kontrolsüz değil.” dedi. Özetle evrimin de evrime uğradığını görebiliyoruz, Darwin bugün yaşasaydı evrim teorisini yeniden yazardı görüşünü Bilgelik Psikolojisi kitabında savunmaktadır.
Bilgi ve veri tabanı, tüm evrenin temelini oluşturuyor
Şu anda kuantum elektrodinamiğine göre, önce bilgi, ardından evrensel bir veri tabanı olduğunu kaydeden Tarhan, şöyle devam etti:
“Bu bilgi ve veri tabanı, tüm evrenin temelini oluşturur. Matematik, bu yapı taşlarının merkezinde yer alır; çünkü matematik tüm bilimlerin temelidir, bu yüzden matematiğe Nobel Ödülü verilmez. Matematikten sonra geometri gelir, geometri ise tasarımın temelidir. Daha sonra fizik, kimya, biyoloji gibi bilimler sırasıyla evrenin yapı taşlarını oluşturur. Eğer 4 bin 300 tane din varsa bunun bir tanesi doğru olmalı. Doğru olacaksa hangisi akla yakındır? Tevhit inancı en akla yakın. Eğer tanrı olacaksa tanrının sıfatları neler olmalı? Her şeyi bilen, mutlak ilim sahibi, mutlak irade sahibi, mutlak güç sahibi, mutlak hikmet sahibi olursa ancak bu evreni tıkır tıkır işletir. Mesela, entropi yasası da şöyle diyor. Entropi, termodinamiğin ikinci yasası. Bu entropi yükseldiği zaman düzensizlik oluyor. Evren, düzenli bir şekilde düzenden uzaklaşıyor. Bunun için devamlı dış kontrol lazım. Şu anda evren, çoklu evren mi tartışılıyor. Hawking; ‘Siz tanrıya inanmıyorsunuz diyor. ‘Öleceksiniz’ diyor. ‘Ne olacak orada’ diyor. ‘Ümit varsa hayat vardır’ diyor. Diyor ki; ‘benim matematiksel aklıma göre bu koca evren şu küçücük dünyada, nokta gibi dünyada bu kadar canlı, bu kadar hareketli, çeşitlilik var. Bu kadar büyük bir evren benim matematiksel aklıma göre boş olmaz’ diyor.’ Veya yüksek bilgisayar teknolojisi kullanan üstün topluluklar var. Onlar bizim Amerika'yı istila ettiğimiz gibi bize istila edecekler’ diyor. Böyle bir görüşü var.”
Kuantum fiziği sadece teorik bir kavram olmaktan çıkıp somut bir gerçeklik haline geldi
Newton fiziğinin, evreni katı ve kesin kurallarla açıklayan bir sistem olduğunu belirten Tarhan, “Ya var ya da yok gibi net bir yaklaşımı vardı ve bu o dönemde mutlak kabul edilen bir anlayıştı. Ancak, Einstein'ın Görelilik Teorisi ile birlikte bu kesinlik değişti. Einstein, evrenin göreceli olduğunu ve her şeyin mutlak olmadığını ortaya koydu. Daha da önemlisi, 2022 yılında kuantum dolanıklığın kanıtlanmasıyla, kuantum fiziği sadece teorik bir kavram olmaktan çıkıp somut bir gerçeklik haline geldi. Bu, evrenin daha karmaşık ve birbirine bağlı bir yapıya sahip olduğunu gösterdi. Eğer Spinoza bu dönemde yaşasaydı, belki de Newton fiziğinden farklı olarak bu yeni bilimsel anlayışları da benimserdi.” dedi.
Beyin sadece 20 Watt saat enerjiyle çalışıyor
Günümüzde kuantum bilinç çalışmalarının dikkat çektiğini ifade eden Tarhan, “Kuantum bilinç, insan beyninin kuantum bilgisayar gibi çalıştığı fikrini ifade eder. Yani, insan beyni normal bir bilgisayardan çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Beynin bir gramı, dünyadaki tüm telekomünikasyon merkezlerinden daha fazla bağlantı içerir ve sadece 20 Watt enerjiyle çalışır. Bu, beynin ne kadar verimli ve güçlü bir yapıya sahip olduğunu gösterir.” şeklinde konuştu.
Fuzzy mantıkla Tanrıya inanmak insanın yararına…
Kuantum bilincin ve insan beyninin işleyişine dair yapılan çalışmaların, beynimizin adeta küçük bir evren gibi çalıştığını ortaya koyduğuna işaret eden Tarhan, “Düşünce, zaman ve mekândan bağımsız bir şekilde var olabiliyor ve beynimiz bu düşüncelerin ötesinde, çok daha büyük bir organ olarak karşımıza çıkıyor. Fuzzy mantıkla gittiğimiz zaman Tanrıya inanmak insanın yararına. Neden? Çünkü insanın ölüm duygusu var. Tanrı'ya inanmak, iyilik ve kötülük arasındaki dengeyi kurma çabasında bir anlam kazandırıyor. İnsanın ölüm korkusu ve hesap verme duygusu, Tanrı inancının insan yaşamında güçlü bir yer edinmesine neden oluyor. Bu inanç, insanın daha büyük bir amaç doğrultusunda yaşamını sürdürmesine katkıda bulunuyor.” dedi.
İslamiyet şiddeti değil, merhameti ve barışı teşvik ediyor
İnancın şiddeti değil, barışı ve merhameti teşvik etmesi gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kuruluş dönemindeki İslamiyet’in, barış ve merhamet üzerine kurulu olduğunu, fakat zamanla bu ilkelerden sapıldığını, özellikle Mezopotamya kültüründen alınan şiddet unsurlarının İslamiyet’e adapte edildiğini, Emeviler döneminde Arap ırkçılığının güçlenmesiyle birlikte İslam’ın özünden uzaklaşıldığını anlattı.
Tarhan, Hz. Peygamber’in merhametli ve şefkatli tutumlarının, Kur'an’ın Rahman ve Rahim sıfatlarıyla başlıyor olmasının, İslamiyet’in gerçek yüzünün şiddeti değil, merhameti ve barışı teşvik ettiğini gösterdiğini söyledi.
Ev güvenli alan olursa, sağlıklı çocuk yetişiyor
Gazeteci Fatih Altaylı’nın toplum psikolojisi konusuna ilişkin de sorularını cevaplayan Tarhan, “Toplum küçültülmüş bir aile, aile de büyütülmüş bir toplum diyebiliriz. Bir ailede anne bir çocuğu tutuyorsa, baba bir çocuğu tutuyorsa yani buna dikey koalisyon diyoruz ailede, dikey koalisyon varsa, o ailede huzur olmaz. Çünkü çocuk evine geldiği zaman adil bir ortamda olmadıklarını düşünür. Adalet yoksa güven de yok. Fukuyama diyor ki, ‘özgürlüğün daha çok olduğu toplumlar, toplumsal güvenini artırıyor’. Özgürlük ve kurallı bir ortam olursa, adaletli ortam olur. Belirsizlik ortaya çıkınca insan gelecek kaygısı yaşıyor. Toplumda şimdi gençler sorguluyorlar. Çocuğa sus diye büyütüyor aileler. Böyle büyütüldüğü için sorgulamayan bir çocuk ortaya çıkınca ne oluyor? İçine atıyor, atıyor ergenliğinden sonra ilk fırsatta kafa tutmaya başlıyor. Eğer ailede dikey koalisyon yoksa, yatay koalisyon varsa anne baba bir koalisyon kurmuş, ortak hareket ediyor, ortak karar veriyorsa bir ailede, o ailede herkes kendi güvende hissediyor. Eve gelirken severek gelirler. Evden çıkarken rahatlamış olarak çıkarlar. Sığınak gibi olur ev. Ev güvenli alan olursa, sağlıklı çocuk yetişiyor.” şeklinde konuştu.
Korku kültürü toplumu hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yozlaştırıyor
Prof. Dr. Tarhan, Hitler’in kötülüğün sıradanlaşmasını sağladığını dile getirerek, propaganda ve korku kültürünün, toplumu hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yozlaştırdığını, özgürlüğü ortadan kaldırarak insanları münafıklaştırdığını söyledi.
Münafıklaşmadan kastın ne olduğunu da açıklayan Tarhan, “Münafıklaşmada menfaat için sömürüyorlar. Yani iki yüzlü insanlar çoğalıyor. Her şeye ‘evet’ diyen, farklı masada farklı konuşan, riyakârlığın çoğaldığı insan tipleri ortaya çıkıyor. Kan emicidirler bunlar. Kanser hücresi gibi. Kendisiyle birlikte dokuyu da öldürür. Vücudu öldürür. Bu kişiler de rüşvetle zenginleşiyor. Özel bir imtiyazlı bir sınıf oluşuyor.” dedi.
Ailede ve toplumda adalet olmazsa huzur olmuyor
Ailede sevgi ve adalet olmadığı zaman çocukların da anne babaya düşman olduğunu kaydeden Tarhan, “Adalet çok önemli. Ailede, adalet olmazsa huzur olmuyor. Toplumda adalet olmazsa, huzur olmuyor. Kuzey Avrupa'da intihar artıyor evet ama yine de mutlu çıkıyorlar. Çünkü hukuk düzeni var. Kurulu düzen var. Mahkemeye gittiğin zaman hakkını alacağına emin olma duygusu varsa adalet vardır. Bu duygular yoksa adalet yoktur.” şeklinde konuştu.
Gelişmiş toplumla gelişmemiş toplumu ayıran en önemli şeyin hukuk, haklar, hukuk düzeni olduğunu, insanın o zaman kendini güvende hissettiğini anlatan Tarhan, şöyle devam etti:
“Adalet olan yerde adalet bir çadır gibi onun altında güvenli oluyor insan. İnsan mutsuz olunca ne oluyor? Bütün beyni savunmaya çalışıyor. İnsan beynindeki program kendini güvende hissetmeye odaklı. O güveni hissetmediği zaman insan mutlu olamıyor. Güvende olma duygusu çok önemli. Güvende olma duygusunu sağlamayan bir toplumda huzur olmaz. Bir ülkede huzur olmaz. Onun için toplumlarda yüksek güvenin olmasının sebebi hukuk düzeninin olması. Özgürlük varsa o toplumda, mutluluk olur, güven olur, barış olur.”
Zihinsel sığınağı varsa insan rahatlıyor…
Mutsuzlukla baş etme yöntemleri konusunda da bilgi veren Tarhan, “Zihinsel sığınak, bireyin karşılaştığı zorluklar karşısında dayanıklılık kazanmasını sağlar. Bu kavram, 3. nesil psikoterapilerdeki ‘yüksek bir inanca teslim olma’ fikriyle de örtüşüyor; bireyler, kontrol edemedikleri durumlarda, bu tür inançlar sayesinde huzur bulabiliyorlar. Zihinsel sığınağı varsa insan rahatlıyor. Yüksek bir gücün, değerin parçası olma duygusu varsa güvende hissediyor, yolunu bulabiliyor.” dedi.
Herkes kendi alanını temiz tutarsa toplum düzeleceğine işaret eden Tarhan, “Ben karamsar değilim o konuda. Gençler çok iyi. Gençler, Z kuşağı… Biz gençleri bencil zannediyoruz. Konformist zannediyoruz. Öyle gözüküyorlar ama çok sevimliler. Ve gençlerin en güzel özelliği masumiyet duyguları yüksek. Adalet, özgürlük beklentileri yüksek. Bu beklentiler yüzünden gençler sorguluyorlar. Sorgulayan gençten korkma. Susup, pısırık pısırık olan gençten kork. Sorgulayan hakikati bulur.” diye konuştu.
İngilizceden sonra yazılım dilini öğrenin!
Tarhan’a gençlere yönelik önerileri ve tavsiyelerini de soran Altaylı’ya Tarhan, “Yapay zekâ ezberleri bozdu. 2018'de Davos'ta ‘beyinlerimiz hacklenebilir’ diye bir tez ortaya çıktı. Ve o zaman daha Covid başlamamıştı. O zaman yapay zekâ, metaverse ondan sonra ortaya çıktı. Küresel sermayenin toplantı yeri orası. ‘Dijital diktatörlük ortaya çıkıyor’ diye itiraz edildi. Covid'den sonra dijital platformlar bir temelden kurtuldu. Rusya'nın, Çin'in kendi dijital platformları var. Türkiye o zaman halka tablet dağıtmak yerine birkaç bin yazılımcı yetiştirseydi Türkiye için daha iyi olurdu. Yapay zekâ geleceğimizi şekillendirecek. Daha önce ‘her şey veridir’ derken şu anda ‘veri her şeydir’ diyoruz. Big Data'nın en büyük güç olduğu bir dönemdeyiz. Böyle bir durumda bunu en iyi şekilde kullanabilmek çok önemli. Biz eğer toplum olarak, millet olarak, devlet olarak bir büyük datanın öznesi olursak nesnesi olmazsak aktör oluruz. Eğer nesnesi olarak -şu anda öyleyiz maalesef- kalırsak kullanılır, devam ederiz. Yönetiliriz. Onun için gençlere de muhakkak ikinci dil öğrenmek istiyorsanız ‘İngilizceden sonra yazılım dilini öğrenin’ diyoruz.” şeklinde konuştu.
Yapay zekâ ile geleceğin mesleklerinin de tartışıldığını ifade eden Tarhan, “Yapay zekânın yapabileceği şeyler var. Mesela duyguları öğretmeye çalışıyorlar yapay zekâya. Cilt ısısı değişikliğini algılıyor yapay zekâ. Cilt direnci değişikliğini, yani ciltteki ısı rutubet değişikliğini algılıyor. Beyin dalgalarını algılıyor. Nörobiyofeedback yöntemi var. Onunla da algılıyor. Bunu öğretiyorlar ama o sevgi duygusunun subjektif şeyini öğretemiyorlar bilgisayara. Çünkü hesaplanabilir alanda değil o. Özgür iradeyi yapay zekâya öğretmesi mümkün gözükmüyor şu anda.” dedi.
Yapay zekâ duygusal ve sosyal becerileri öğrenme konusunda sınırlı
Çocukların soyut düşünce becerilerinin 0-6 yaş arasında gelişmediğini, bu dönemde çocukların daha çok somut düşüncelerle ilgilendiklerini, empati ve zihin teorisi gelişiminin de bu yaşlarda başladığını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Zihin teorisi, başkalarının düşüncelerini ve duygularını anlamayı sağlar. Otistik çocuklar genellikle zihin teorisi geliştirmekte zorlanır ve bu, onların sosyal ve duygusal etkileşimlerde zorlanmalarına neden olabilir. Yapay zekâya da benzer bir şekilde, zihin teorisi ve empati gibi insana özgü becerileri öğretmek zordur. Yapay zekâ, verileri işlemekte ve belirli kurallara göre tepki vermekte yetkindir, ancak duygusal ve sosyal becerileri öğrenme konusunda sınırlıdır. Şu anda yapay zekâ, duygusal durumları ya da empatiyi anlamak ve bunlara uygun davranış sergilemekte zorlanır.” diye konuştu.
Yapay zekânın duygusal okur yazarlık ve empati geliştirmesi zor
“Yapay zekâya otistik diyebilir miyiz?” şeklindeki soru üzerine de Tarhan, "otistik" benzetmesi yapılabileceğini dile getirerek, “Yapay zekânın duygusal okur yazarlık ve empati geliştirmesi, mevcut algoritmalarla oldukça zor bir hedeftir. Gelecekte, bu tür becerileri yapay zekâya kazandırmak için önemli ilerlemeler kaydedilse bile, yapay zekânın insani duyguları ve empatiyi içselleştirmesi, en azından şu anki teknolojiyle, hala çok zor görünmektedir. Ayrıca, kişilik bozuklukları ve kişilik özellikleri konusunda da önemli noktalar var. Bilgisayarlar sebep sonuç yapıyor.
Başkalarının tecrübelerinden öğrenme…
Bazı insanların, başkalarının tecrübelerinden faydalanarak daha etkili öğrendiklerini ve kendilerini geliştirdiklerini belirten Tarhan, “Bu, en iyi öğrenme yöntemlerinden biridir. Ancak bazı insanlar hatalarını sürekli tekrar ederler ve bu durumda öğrenme süreci yavaşlar. Bu kişiler genellikle kendilerini geliştirmek yerine başkalarını suçlarlar ve kişisel sorumluluk almazlar. Bu tür kişilerde Tanrı kompleksi veya narsistik kişilik bozukluğu gibi özellikler görülebilir; yani, her şeyin kendi isteğine göre olmasını isterler ve eleştiriye kapalıdırlar. Bu, özellikle ilişkilerde ve evliliklerde ciddi sorunlara yol açabilir, çünkü karşı tarafı kontrol etme isteği ve kendi çıkarlarını ön planda tutma, çatışmalara ve aile içi şiddete neden olabilir. Aile içi şiddet olayının arkasına bakıyorsunuz hep ego savaşları var. Güç savaşları var.” dedi.
Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)