Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Yüksek ego ve dindarlık birbiriyle uyumlu değil”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Dost TV ve Dost FM’de yayınlanan “Prof. Dr. Nevzat Tarhan’la Akla Kapı” programında “Dindarlık ile Psikolojik Sağlık İlişkili Midir” konusunu ele aldı. Dindarlığın psikolojiye olan etkisinden bahseden Tarhan, dua eden bir kimsenin kendini yalnız hissetmeyeceğini söyledi. ‘Duanın ve ibadetin özü Allah’la bağlantı kurabilmektir’ diyen Tarhan, eleştiriye en layık olanın ise kendi nefsimiz olduğunu, yüksek ego ile dindarlığın birbiriyle uyumlu olmadığını kaydetti.
Psikolojik bütünlüğümüz bozulduğunda psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkıyor
İnsan beyninde otonom sinir sistemini yöneten bölgenin bozulmaya başlamasıyla kişilerin psikolojik bütünlüğünün bozulduğunu söyleyen Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Beyindeki hipotalamus bölgesi otonom sinir sistemini yöneten bölgedir. Beyne savaş veya kaç diyen, tehlike anında tehditleri algılayan ve tepki veren bölgesi. Bu bölge bazı kişilerde bozulduğu zaman kişilerin kontrol duygusu ve psikolojik bütünlüğünü koruma duygusu bozuluyor. Bu kişinin elinde olan bir şey değil, biyolojik bir karşılığı var. Nasıl kolumuz, bacağımız ağrıdığı zaman vücudumuzun fiziksel bütünlüğü bozuluyorsa aynı şekilde psikolojik bütünlüğümüz bozulduğu zaman da kaygı, depresyon, panik atak gibi psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkıyor.” ifadelerini kullandı.
“Dindar olmak avcunda ateş tutmak gibidir”
Rasyonel sezginin akla uygun sezgi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tarhan, rasyonel sezgi ve rasyonel inancın hakikate götüren yollar olduğuna dikkat çekti. Tarhan; “Akla uygun inanç, akla uygun sezgiler insanı hakikate götüren yollardandır. Dindarlığın üç boyutu vardır: Birincisi inanma boyutu yani düşünce boyutu. İkincisi uygulama boyutu üçüncüsü ise bunu devam ettirme boyutu. Bir dergâha girerken bile kapısında önce edep yazar. Edep olmadan ilim olmaz. Edep kişinin bildiği doğruları yaşayabilmesi demektir. Dindar olabilmek için iman ve ahlakın karakter ve kişilik haline gelmesi gerekir. Dindar olmak avcunda ateş tutmak gibidir. Bırakamazsın ama yanmaya da katlanırsın. Öyle bir zamandayız. Böyle bir zamanda insanlar hem kolay olsun hem istediğim gibi olsun derse o zaman birinden birinde taviz vermek durumunda kalıyor.” şeklinde konuştu.
“Yüksek ego ile dindarlık birbiriyle uyumlu değil”
Yüksek ego ile dindarlığın birbiriyle bağdaşmadığına dikkat çeken Tarhan; “Enaniyet-i Diniyye diye bir tabir vardır. Böyle olan insanlar çok dindardırlar. O derece dindarlıklarından dolayı bir insan nerede hassas ise oradan sınanıyor. O dindarlığıyla ilgili hatalarından dolayı sınanıyor. Egosu yüksek olmakla dindarlık birbiriyle uyumlu değil. Hem egosu yüksek hem dindarsa o dindarlığını sorgulaması gerekir. Şu anda bu tarzda egosu yüksek dindar tipoloji örneklerine çokça rastlıyoruz.” dedi.
“Eleştiriye en çok layık olan bizim nefsimizdir”
Dindarlığın üç kavramına değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Dindarlığın âlim olmak, arif olmak ve hekim olmak olarak üç farklı kavramı var. Kişi âlim oluyor, çok iyi biliyor, bir konuyu açıyorsun, müthiş bilgi var diyorsun fakat bakıyorsun arif değil. Arif kişi başkasını şekillendirmeden önce kendini şekillendirir. Eleştiriye en çok layık olan bizim nefsimizdir. Kendini düzeltmeyen, kendi kendinin lideri olmayan, başkasının lideri olamaz. Buna nöroliderlik deniyor. Bir insan kendini iş adamının bir bütçeyi yönettiği gibi yönetebilmesi lazım. Bir de mükemmeliyetçiler var, herkes mükemmel olsun istiyorlar. Dindarlıkla mükemmeliyetçilik beraber, öyle ki kendilerini mükemmel görüyorlar, ‘Ben mükemmelim onlar da mükemmel olsun.’ istiyorlar. Bu gizli enaniyettir…” ifadelerini kullandı.
Kişinin zihinsel esnekliğe sahip olması gerekiyor
İnsanın kendi kimliğini koruyarak sosyal hayata uyum sağlaması gerektiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Kişi dindarlığını terk etmeden, sosyal hayatta dindarlığını uygulayabilir hale getirebilir. Bununla ilgili zihinsel esnekliğe sahip olması gerekiyor. Yerine, duruma göre dinin temel değerlerini mesela; sözünde durmak, yalan söylememek, insanlara iyilik yapmak, açık, şeffaf, dürüst olmak, hesap verebilir olmak bütün bunlar dinin özü olan ahlak kısmıdır. Bir kimsenin ahlaki ilkelerinin olması için önce hesap verebilirlik duygusu olması lazım. Hukukun, geleneklerin belirlediği sosyal normlar vardır bir de vicdanın belirlediği ahlaki normlar vardır. Ahlaki normları vicdan belirler. Vicdanı da şekillendiren kişinin samimiyeti, değerleri ve inançlarıdır. Herkesin vicdanı farklıdır. Böyle durumlarda kişinin vicdanındaki bazı değerlerle karar vermesi gerekiyor. Bir karar verirken bir yola çıkarken bir iş yaparken o iç sesini dinlemesi lazım. Zihinsel jürisini oluşturması lazım. Bunu yapamazsa hayat yolunda ilerlerken sadece kendini tatmin etmek için ilerlemiş oluyor.” dedi.
“İnanmak mensubiyet gerektiriyor”
İman kavramından ne anlamamız gerektiğini iyi bilmek gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Tarhan; “Kur’an-ı Kerim’de var, ayeti kerimede, ‘Ey iman edenler, iman ediniz.’ diyor. İman, kendi kendine canlıdır, kendi kendini yenileyebilir, dinamiktir. Bir insan inanır ama inandığı zaman da bir mensubiyet gerektiriyor. Bu kâinatın bir yaratıcısı var, yaratıcısına mensup olacak. Mesela trafikte, sosyal hayatta kurallar vardır ve kurallara uymak zorundasın. Bu bir mensubiyettir, bir aidiyet ve bir bağdır. Allah’a inanıyorsan, Allah’la kalbi bağını kurman gerekiyor. İnsanın yaratanla online olabilmesi lazım. Kur’an-ı Kerim’de en çok geçen şey, ‘Allah’ı zikretmek, kalplere huzur verir.’ diyor. Allah’a inanan bir insan kendini yalnız hissetmez. Dost istersen Allah yeter, yaren istersen kurban yeter, nefis istersen düşman yeter. Yani Allah’la dostluk kuran bir kimse cezaevinde de olsa sahilde de olsa aynı hazzı hisseder.” şeklinde konuştu.
“Dua eden kendini yalnız hissetmez”
Duanın ve ibadetin özünün Allah’la bağlantı kurabilmek olduğuna vurgu yapan Tarhan; “Dua eden kimse kendini yalnız hissetmez. Her şeyi bilen, benim sorularıma cevap veren, benim ihtiyacımı bilen, gören, anlayan bir güç var, bir irade var diyor. Orada kâinatın yaratıcısına karşı, kendi güçsüzlüğünün, zayıflığının, eksikliğinin farkına varıp, ona teslim oluyorsun. Bu otobüse bindiği zaman kaptana ya da uçağa bindiğin zaman pilota güvenmek gibidir. Uçağa bindiğin zaman pilota güveniyorsan rahat rahat yolculuk yaparsın ama güvenmiyorsan ‘Adam acaba işini bilmiyor mu? Acaba alkol mu aldı? Acaba hasta mı?’ dersen rahat yolculuk yapamazsın. Bu kâinat gemisinin de bir kaptanı var. Ona teslim olduğun zaman onun verdiği huzuru yakalarsın. Dindarım diyen bir insan bu huzuru yakalayamıyorsa, o dindarlığını sorgulasın. Allah’a bağlandığın zaman o iç huzuru veriyor. Zikir kelimesi bağlanmak anlamına geliyor. Yani Allah’ı aklından, kalbinden, dilinden, niyetinden geçirmek, hatırlamak. Onun farkına vardığın zaman insana her türlü zorluklar karşısında müthiş bir huzur, güç ve enerji veriyor. Duanın, ibadetin özü Allah’la bağlantı kurabilmeyi başarabilmektedir.” ifadelerini kullandı.
“Dindarlıkta sürdürülebilirlik çok önemlidir”
Bir insanın dindar olup olmadığının hayatının sonunda anlaşıldığını söyleyen Tarhan; “Dindarlıkta sürdürülebilirlik çok önemlidir. Bir insanın dindar olup olmadığı hayatının sonunda anlaşılır. Bu başarı gibidir, kimse başarılıyım da diyemez, başarısızım da diyemez. Kalitede toplam kalite olduğu gibi dindarlıkta da toplam dindarlık var. Bu da hayatın sonunda belli olur. İnsan ben dindarım, ben ehli necatım diyorsa o kimse garanti altında değildir. Havf ve Reca arasında olacağız yani ümit ve korku arasında. Bu da hayatın son nefesine kadar sürer. Ben bir dindarım diyerek, dindarlığı göğsünde bir rozet gibi taşıyıp geçen bir kimse bir kusur yaptığı zaman insanlara temsiliyet zararı veriyor, kötü örnek oluyor.” şeklinde konuştu.
“Namaz yalnızlık duygusunu gideriyor”
İmtihanın çok güçlü olduğu bir zamanda namaz kılan bir gencin eski zaman evliyası gibi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Namaz bir insanın yalnızlık duygusunu gideriyor. Sorumluluk duygusuyla kılınan namaz var, kültürel olarak kılınan namaz var bir de içine sindirilerek kılınan namaz var. Bu zamanda insanının namazdan zevk alabilmesi için günah ve harama karşı bir kaçınma içinde olması gerekiyor. Bu zamanda namazdan zevk almadan da namaz kılınıyor. Birçok insan kılıyor ama kılamayan insanlar da hiç olmazsa kılma konusunda o gayret içinde olmaları da güzel bir niyettir. Haz zamanında ahlak imtihanın çok güçlü olduğu bir zamanda namaz kılan bir genç eski zaman evliyası gibidir. Farzları yapan, temel dini görevlerini yerine getiren bir genç eski zaman evliyasıdır. Onun için namaz kılmak, bir insanı kötülükten koruyucudur. İnsanın yoldan sapma ihtimaline karşı koruyucu etki yaratır. Bunu yapıyorsa o namaz faydalıdır ama yapmıyorsa kötülükten, yalandan, iftiradan, rüşvetten, hileden korunmuyorsa o namaz sadece alışkanlık haline gelmiş bir namazdır.” dedi.
Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)