Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Kumandanlığı nefse veriyorsak kötü yönde gidiyoruz!”
Ramazan’ın ele alındığı “Varoluştan Anlam Arayışına Psikoloji Sohbetleri” programında Prof. Dr. Nevzat Tarhan, insanın kulluğunu hatırlaması açısından Ramazan’ın önemli bir dönem olduğunu vurguladı. Nefis sonuna kadar ister açgözlüdür, doyumsuzdur, sınırsız ve sorumsuzdur, vahşi bir at gibidir diyen Tarhan, nefis terbiyesinde Ramazan’ın önemli bir dönem olduğunu söyledi. Tarhan, “Kumandanlığı kalbe verirsek iyi yönde, kumandanlığı nefse veriyorsak kötüler tarafında olacağız.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığının desteği ile Çağın Vicdanı Kulübünün düzenlemiş olduğu Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile Varoluştan Anlam Arayışına Psikoloji Sohbetlerinde bu hafta Ramazan Ayı hakkında konuşuldu.
“Eğer oruç olmasaydı açlık ve fakirliğin ne kadar elim olduğu idrak edilemeyecekti”
Ramazan ayı ile ilgili dikkat çeken değerlendirmelerde bulunan Tarhan, içerisinde bulunduğumuz bu önemli zamanın toplumsal farkındalık dönemi olduğunu vurguladı. Eğer oruç olmasaydı, açlık ve fakirliğin ne kadar elim bir durum olduğunun anlaşılamayacağını ifade eden Tarhan; “Allah zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor yani, zenginlerin imtihanı yoksullara yardım etmesi. Yoksulların imtihanı da bu duruma isyan etmeyip, sabredip çalışmak şeklinde oluyor. Zenginler fukaranın acınacak hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, açlık ve fakirlik ne kadar elim ve bu durumdaki kişilerin şefkate ne kadar muhtaç olduğu idrak edilemez. Yani o şefkat de bir şükür oluyor aslında, şükür deyince biz hep ‘elhamdülillah’ kelimesini anlıyoruz halbuki şefkat göstermek, düşen birini kaldırmak ve muhtaç olan birine yardım etmek de birer şükürdür. Bizim kültürümüzde Ramazan’da çok yapılan mahalledeki bakkala gidip oradaki veresiye defterini alıp sayfalarını yırtıp parasını ödemek çok güzel bir örnek. Zekât aslında senede bir kere verilir ama insanlar sevabı daha yüksek olsun diye Ramazan ayına denk getiriyorlar, bereketli bir ay olduğu için. Zekât zenginin fakire olan borcudur, zekât zenginin malı değildir üzerinden 1 sene geçtiği zaman o paranın kırkta biri fakirin hakkıdır. Ödemediği zekâtlar ateşten bir parça olarak verilecek o kişin eline, kul hakkıdır. Zaten bununla Allah’ın huzuruna gidemez kimse. İnsan fani, geçici şeyleri baki zannediyor.” dedi.
“Kur’an küresel eşitsizliğe karşı mürüvvet ve zekât mecburiyeti getiriyor”
Şefkat ve merhametin toplumsal bağları kuvvetlendirdiğini ifade eden Tarhan, İslam’ın küresel eşitsizliği engellemek amacıyla faiz yasağı gibi uyguladığı bazı kurallara dikkat çekti. Tarhan; “Ramazan ayı ile şefkati arttırıcı uygulamalar toplumda zenginin fakiri fark etmesi, fakirin de zengine karşı kin, öfke, nefret beslememesine sebep oluyor. ‘Başkası açlıktan ölse de bana ne!’ zihniyeti toplumsal kaos, kavga ve isyanların en büyük sebebidir. Günümüzde küresel eşitsizlik had safhada. Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Formu 2019 toplantısında dünyayı bekleyen üç tehlike olduğuna karar veriliyor. Bunlar; yalnızlık, iklim değişikliği ve küresel eşitsizlik. Kur’an-ı Kerim küresel eşitsizliğe karşı mürüvvet ve zekât mecburiyeti getiriyor. Yani ya parayı çalıştıracaksın ya da zekât vereceksin. Böyle durumlarda para durdukça eriyecek diye çalıştırmak zorunda kalıyor insanlar ve kendini ekonomik hareket desteğine zorluyor. Sen çalış ben yiyeyim mantığında ise faiz oluyor. Kazanılan faiz parasıyla da dünyayı geziyor eğleniyor hiç çalışmıyor, öbür alanda aldığı faizler aldığı paraları ödemek için gece gündüz çalışıyor birçok şirketler bunun için iflas ediyor. Faiz nedeniyle ekonomiler çöküyor, insanlar batıyor devletler borçlarından dolayı batıyor. İslam bu tehlikeye karşı da faiz yasağını getiriyor bu da sosyal hayatı düzenleyen kuraldır. Özellikle Ramazan’da da buna dikkat çekmek için zemin hazırlıyor.” ifadelerini kullandı.
“Kumandanlığı kalbe verirsek iyi, kumandanlığı nefse veriyorsak kötü yönde gidiyoruz”
Ramazan ayında nefsi kontrol etme konusunda farkındalık oluşturmak gerektiğini ifade eden Tarhan, kumandanlığı kalbe verirsek iyi yönde, kumandanlığı nefse veriyorsak kötüler tarafında olacağımızı vurguladı. Tarhan; “Nefis sonuna kadar ister açgözlüdür, doyumsuzdur, sınırsız ve sorumsuzdur. Nefis vahşi bir at gibi durmadan ister. Nefis istiyor ama ruh vicdanla bağlantı kurduğu için nefse dur, frenle diyor. Kalp ve ruh bir tarafta; nefis ve şeytan bir tarafta yani denge var. Akıl diyor ki nefse uyma, akıl sentez yapıyor burada, cüzi irademizi kullanıyoruz akılla. Şeytan ve nefsin eğilimleri kötücül eğilimler, ruh ve kalbin eğilimleri iyicil eğilimler. Aklımızla bu eğilimlerden birini seçiyoruz. Kumandanlığı kalbe verirsek iyi yönde gidiyoruz, kumandanlığı nefse veriyorsak kötü yönde gidiyoruz. Akıl sadece tercih ettiriyor, kalbe kumandanlık verirse Allah’la bağlantı kurarak hatadan uzak kalıyorsun. Nefsine kumandanlık verirsen, o çıkarcıdır, açgözlüdür, doymaz. Beynimizde olumlu olumsuz duyguların ikiye ayrıldığı yeni anlaşıldı, bir insan bir şey geldiği zaman bu iyi duygulardandır derse o beynin olumlu dosyalarına gidiyor bu kötüdür derse kötü davranışlarla ilgili bellek dosyalara gidiyor ve ona göre beyindeki kimyasallar aktif hale geliyor. Kötücül diye düşünürse kaçınma korku oluşuyor. İyicil diye düşünürse şefkat yardımlaşma oluyor ve onunla ilgili beyin başlıyor hormonlar salgılamaya. İyi-kötü düşünmenin peşin ücretini alıyoruz aslında bu dünyada.” şeklinde konuştu.
“Ramazan’da zenginden fakire kadar herkes anlar ki kendisi malik değil!
Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin, kendisinin malik değil abid yani kul olduğunu hatırladığını aktaran Tarhan; “Modern insan doyumsuzca yiyor, lüks içerisinde yaşıyor yarısını da çöpe atıyor. Fakirin hakkını gasp ediyorlar. Komşun açken, yemeklerin yarısını çöpe atıyorsan bu nimetleri veren seni bir hesaba çeker. Resulullah ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir.’ diyor. Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi malik değil, memluktür! Nefse karşı ‘Sen malik değilsin memluksün hür değil, abdidsin.’ der. Pozitif Psikoloji ismiyle duygusal zekâ eğitimleri başladı. Bize öğrettiği en önemli şey bir insan beklenmedikçe, kendiliğinden yardımsever olmaz, bir insan beklenmedikçe kendiliğinden iyi insan olmaz. Evrenin, ailenin, toplumun, sistemin, eğitim sisteminin ve devletin ondan iyi insan olmasını beklemesi lazım, beklemezse insan eğitilmediği zaman, doğal akışına bırakıldığı zaman kötücül olur. Bunu bize pozitif psikoloji söylüyor. Kişinin iyilikle emrolunması gerekiyor. Yani onun iyi olmayı annesi babası, eğitim sistemi onaylayacak. İşte o zaman kişi kendi sınırlarını ve başkasının sınırlarını bilir başkalarının hakkını yemez açgözlülüğü, doyumsuzluğu, sınırsızlığı keser. Ramazan bunu sağlıyor. Ramazan’da ‘Açlar yoksullar var, haddimi bilmeliyim. Ben malik değilim, bu mülk benim değil. Ben burada misafirim.’ düşüncesini Ramazan ayı insana hatırlatıyor. Ubudiyetini ve kulluğunu takınıyor, bir nevi yeryüzü tanrısı olma rolünden, kul olduğunu hatırlaması hakiki olan şükre girer. Ubudiyetini takınıp kulluğuna sahip oldu mu, başı secdeye gidebiliyorsa zaten başı secdeye gitmek Allaha karşı acizliğini, zayıflığını hissetmek demek.” ifadelerini kullandı.
“Ölümsüzlük arzumuz öldükten sonra bir hayatın olmasının kanıtıdır”
Akıl, kalp, duygu dünyamız ile ebediyet arasında nedensellik bağı olduğunu vurgulayan Tarhan, mükemmellik ve ölümsüzlük arzularının öldükten sonra bir hayat olduğunu kanıtladığına dikkat çekti. Tarhan; “Şer, iyiliklerin anlaşılması için yaratılmış. O halde bu dünyada şu anda adalet yok o halde, bu dünyadan sonra büyük Mahkeme-i Kübra olmalı o olmazsa bu dünyanın anlamı yok. Bu dünyada kötülük birçok insanın yanına kar kalıyor ve birçok iyi insan mazlum olarak gidiyor. Eğer öldükten sonra hayat yoksa, bu dünyada adalet yoktur. Bu dünyayı yapanın böyle adaletsiz bir şey yapması akla, vicdana aykırıdır. O halde bize istemeyi verdiğine göre bize ebedi hayatı vermeyi istemiş. Akıl cihazımız, kalp cihazımız, duygu cihazımız, ebediyet, mükemmellik ve ölümsüzlük arzumuz öldükten sonra bir hayatın olmasının kanıtıdır. Tıpkı midemizdeki açlık hissinin varlığı yiyeceklerin nasıl kanıtıysa, aralarında nedensellik bağı varsa bizdeki bu cihazlarla ebedi alem arasında nedensellik bağı vardır. Onun için akıl yürütme yöntemleriyle Allah’ı bulabiliriz, ahireti anlayabilir, neden kulluk yaptığımızı, ibadetin gerekliliğini anlayabiliriz ve ebedi hayatın var olduğuna kuvvetle, yakın derecesinde inanabiliriz. Akıl gözüyle görüyoruz bunu. Allah imtihan sırrı olarak kafa gözüyle göstermiyor. Ama akıl vermiş ara, bul diyor arife işaret yeter… Allah işaret vermiş o kadar. Kader ‘biraz da sen zahmet et, öyle armut piş ağzıma düş yok’ diyor. Mühlet veriyor, ama ihmal etmiyor Hz. Ali’ye soruyorlar; ‘Bu kadar ibadet ediyorsun, ya Allah yoksa?’, o da; ‘Eğer yoksa ben yaptığım ibadetten, kulluktan bir şey kaybetmiyorum. Daha mutluyum, daha huzurluyum diyor. Allah’ın istediği şey öyle yapamayacağımız şeyler değil. Ahlaklı, dürüst, vicdanlı, insaflı olacaksın, kul hakkına dikkat edeceksin ve haram yemeyeceksin bunları söylüyor. 24 tane altın verdim sana bu 24 altından 1 tanesini benim için ibadetle geçir diyor. 1 günde 24 saat var, 1 saat ibadetle geçir istediğim bu onun dışında genel çerçeve içerisinde özgürsün diyor.” dedi.