Prof. Dr. Sevil Atasoy’dan İstanbul’daki sağlık personeline ‘Cinsel Saldırı’ eğitimi

Haber ile ilişkili SDG etiketleri

SDGS IconSDGS IconSDGS IconSDGS Icon

Üsküdar Üniversitesi Bağımlılık ve Adli Bilimler Enstitüsü Müdürü, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sevil Atasoy, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğüne bağlı sağlık personeline “Cinsel Saldırı Eğitimi” verdi. Cinsel şiddetin ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğuna dikkat çeken Atasoy, cinsel saldırıların aydınlatılmasında delil toplamanın ve genetik analizlerin önemine vurgu yaptı. Asılsız suçlamaların da görülebildiğini belirten Atasoy, uluslararası standartlara uygun delil toplama uygulamalarının ülke genelinde yaygınlaştırılması gerektiğini ifade etti. Eğitimde ayrıca Adli Bilimler Uzmanı Dr. Tuğba Ünsal Sapan, cinsel saldırının hukuki boyutları, cezai yaptırımları ve güvenli delil toplama süreçleri hakkında bilgiler de verdi.

Üsküdar Üniversitesi Merkez Yerleşke Nermin Tarhan Konferans salonunda düzenlenen eğitime Rektör Yardımcısı, Bağımlılık ve Adli Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sevil Atasoy, Adli Bilimler Bölüm Başkan Yardımcısı, Adli Bilimler Uzmanı Dr. Tuğba Ünsal Sapan ile hemşireler, ebeler ve paramedikler katıldı.  

Her üç kadından biri cinsel saldırı ile karşılaşmakta…

Cinsel şiddetin ciddi bir halk sağlığı problemi olduğunu vurgulayan Bağımlılık ve Adli Bilimler Enstitüsü Müdürü, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sevil Atasoy; “Cinsel saldırı ciddi bir suçtur ve ne yazık ki milyonlarca insanı etkiler. Sadece saldırıya uğrayan kişiyi değil onun yakın çevresini, ailesini, toplumu ve elbette ceza adalet sisteminin tamamını derinden etkiler. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her üç kadından biri yaşamı boyunca bir cinsel saldırı ile karşılaşmaktadır. Bu oldukça yüksek bir oran. Üstelik bu Dünya Sağlık Örgütünün resmi verisidir. Bu vakaların yaklaşık yüzde 7’si cinsel saldırıya ya da cinsel saldırı teşebbüsüne maruz kalmaktadır. Yani bir kısmı fiziksel şiddetle karşılaşırken önemli bir bölümü doğrudan cinsel saldırıya uğramaktadır. Cinsel şiddet, ciddi bir halk sağlığı ve toplum güvenliği meselesidir. Bu nedenle biz şiddet ve suçun her türüne öncelikle bir halk sağlığı sorunu olarak yaklaşırız. Aslında bu konu halk sağlığının koruyucu hizmetlerinin tüm aşamalarını birinci, ikinci ve üçüncü basamak hizmetlerini ilgilendiren bir sorundur.” diyerek sözlerine başladı. 

“Büyük çoğunluk hiçbir ceza almadan topluma karışır”

Saldırganların büyük çoğunluğunun ceza almadığını belirten Atasoy; “Cinsel saldırıların soruşturulması ve kovuşturulması oldukça zordur. Bunun en önemli nedenlerinden biri mağdurların yalnızca yüzde 14’ünün polise başvurmasıdır. Bu başvurular olayın hemen ardından olabileceği gibi uzun bir zaman sonra da yapılabilmektedir. Polise yapılan başvuruların yalnızca yüzde 30’u kovuşturma aşamasına geçer. Ancak bu süreç sonunda cinsel saldırı gerçekleştiren her 10 kişiden yalnızca biri yaklaşık yüzde 12’si mahkûm edilir. Yani geriye kalan büyük çoğunluk hiçbir ceza almadan topluma karışır. Elini kolunu sallayarak dolaşır. Kimi zaman bu suçu tekrarlar ya da başka suçlar işler…” ifadelerini kullandı. 

“Cinsel saldırıya uğrayan kişinin hiçbir suçu yoktur”

Toplumdaki farkındalığın artırılması gerektiğini dile getiren Atasoy; “Kültürel normlar cinsel saldırıya uğrayan bir kadının polise başvurmasını çoğu zaman engeller. Bu konuda toplumun farkındalığının artması son derece önemlidir. Öncelikle şunu açıkça vurgulamalıyız, cinsel saldırıya uğrayan kişinin hiçbir suçu yoktur. Bu gerçeği her fırsatta altını çizerek söylemek zorundayız. Cinsel saldırı bir şiddet eylemidir. Asla bir cinsel tatmin ya da cinsel açlığın giderilmesi olarak değerlendirilmemelidir. Bu tür eylemler tıpkı adam yaralama, dövme ya da vurma gibi öfke, intikam veya güç gösterisi içeren şiddet davranışlarıdır.” şeklinde konuştu. 

“Mağdurun ifadesi tek başına yeterli sayılmaz”

Cinsel saldırıya uğrayanların belirli bir yaş grubunu temsil etmediğini belirten Atasoy; “Cinsel suçların aydınlatılması hem Türkiye’de hem de dünyanın birçok ülkesinde önemli bir sorundur. Çünkü asıl mesele ‘Bu suçu kim işledi?’ sorusuna yanıt bulmaktır. Ortada bir saldırı vardır. Mağdur bir kişiyi işaret eder, ‘Bana o saldırdı.’ der ancak ne yazık ki çoğu zaman mağdurun ifadesi tek başına yeterli sayılmaz. O kişinin kim olduğuna dair somut kanıtlar gereklidir. Üstelik cinsel saldırıya uğrayanlar yalnızca belirli bir yaş grubunu temsil etmez. Mağdurlar arasında bebekler de olabilir 70-80 yaşındaki kadınlar da hatta erkekler de. Dolayısıyla çok geniş bir popülasyondan söz ediyoruz. Sadece genç kadınlardan değil, her yaştan ve her cinsiyetten insandan.” dedi.

Saldırganın kimliğini belirlemede başlıca hedef genetik analiz…

Saldırganın belirlenmesinde en etkili yöntemin DNA analizi olduğunu dile getiren Atasoy; “Bizim için olay yerinin kendisi mağdurun bedenidir. Varsa şüphelinin bedeni de olay yerinin bir parçasıdır. Bir cinsel saldırının kanıtlanmasında bunların tamamı geniş çaplı şekilde değerlendirilmelidir. Yani yalnızca mağdurun bedeni değil şüpheliye ait biyolojik bulgular, olay yerinin fiziksel özellikleri ve olay yerinde bulunan diğer kanıtlar da bizim için aynı derecede önemlidir. Bugünün adli tıbbında saldırganın kimliğini belirlemede başlıca hedef genetik analizdir. Saldırganın kim olduğunu belirleyebilecek en belirgin yöntem DNA analizidir. Başka yöntemlerle yüzde 100 kesinlikte ‘Bu kişidir.’ demek mümkün değildir. Bu nedenle biyolojik örneklerin toplanması şarttır.” ifadelerini kullandı.

“Haksız ithamlar da çokça görülebilir”

Asılsız suçlamaların da mevcut olabileceğini söyleyen Atasoy; “Sayıları görece az gibi görünse de dönemlere ve ülkelere göre bu oranlar yüzde 1,5 ile neredeyse yüzde 90 arasında değişebilmektedir. Bu yüzden delil toplamak mağdurun iddia ettiği kişinin gerçekten saldırgan olup olmadığını kanıtlamak açısından hayati önemdedir. Zira haksız ithamlar da çokça görülebilir ve haksız mahkumiyetler insanların yıllarca cezaevinde kalmasına yol açabilir. Türkiye’de de benzer örneklere rastladık.” şeklinde konuştu. 

“Uluslararası standartlara uygun delil toplama uygulamaları ülke çapında yaygınlaştırılmalı”

Sağlık personellerinin delil toplama yöntemleri konusunda eğitilmesi gerektiğini vurgulayan Atasoy; “Uluslararası standartlara uygun delil toplama uygulamaları ülke çapında yaygınlaştırıldığında toplumda somut değişimler gerçekleşecektir. Bir sonraki adım olarak mümkün olan her sağlık personelinin biyolojik delil toplama yöntemleri konusunda eğitilmesi gerekir. Ayrıca polis devriye araçlarının bagajlarında, toplanan delillerin konacağı standart kutular ve özel düzenekler bulunmalı ve gerekli malzemeler hazır olmalıdır. Dünyada bu sorun ancak özel eğitimli sağlık personeli ile polis iş birliğinde çözülebilmektedir. Polis, delil teslim zincirine uyabilmek için standart kutuları araçlarında bulundurmalı ve gerektiğinde bu konuda eğitimli bir kişiyle telefonla iletişime geçebilmelidir. Önümüzdeki yıllarda Sağlık Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında bu tür bir iş birliğini zorlayıp sağlamamız gereken bir konu olduğunu özellikle vurgulamak isterim.” diyerek sözlerini sonlandırdı. 

 Eğitimde birçok farklı konu ele alındı

Adli Bilimler Bölüm Başkan Yardımcısı, Adli Bilimler Uzmanı Dr. Tuğba Ünsal Sapan ise eğitim kapsamında katılımcılara cinsel saldırının hukuki boyutları, cezai yaptırımları, hekimlerin yapması gerekenler görevleri ve güvenli delil toplama süreçlerini anlattı.
Düzenlenen eğitim programı toplu fotoğraf çekimiyle sona erdi. 
 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)

Paylaş

Oluşturulma Tarihi23 Ekim 2025

Sizi Arayalım

Phone