Çardak Sohbetleri programının ikinci konuğu Prof. Dr. Süleyman İrvan olduÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından tasarlanan “Çardak Sohbetleri” isimli program, ikinci bölüm çekimleri ile devam ediyor. Alanında uzman akademisyenlerin konuk olduğu programda bu hafta Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan konuk oldu.İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü 3. sınıf öğrencilerinin bir araya gelerek tasarladıkları “Çardak Sohbetleri” isimli programın ikinci konuğu olan Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, program sunucusu öğrenciler tarafından kendisine yöneltilen soruları cevaplandırdi. Çardak Sohbetleri programının ikinci bölümünde Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü öğrencilerinden İpek Semah Elçi ve Fatih Akyıldız programın sunuculuğunu üstlendi. Yapım ekibi tarafından belirlenen program akışında; ‘araştırmacı gazetecilik’, ‘sosyal medya ve kanun teklifi’, ‘medyanın özgürlüğü’, ‘Clubhouse yayınları’, ‘savaş haberciliği’, ‘barış gazeteciliği’, ‘özgün haber üretimi’, ‘geleneksel gazetecilik’, ‘yazılı basın ve haber siteleri’ başlıklarıyla programın ana çerçevesi çizildi. Ayrıca ‘konuk tanıtımı', 'okul röportajı' (Süleyman İrvan hakkında düşünceler) ve 'Kız Kulesi sokak röportajı' (Gazete okuyor musunuz? Haberleri nereden takip ediyorsunuz?) VTR’leriyle program desteklendi. Radyo, Televizyon ve Sinema öğrencileri ve Bölüm Başkanı Doç. Dr. Esennur Sirer, programın ikinci bölüm çekimini başarılı bir şekilde tamaladılar.Bant yayın şeklinde çekimi gerçekleştirilen ‘Çardak Sohbetleri’ programı yakında ÜÜTV’de yayınlanmaya başlayacak. Ayrıca programı @cardaksohbetleriuu Instagram hesabından da takip edebilirsiniz. Kaynak İçin: Haber Üsküdar
Gazeteci Ahmet Can: “Haber sunarken ya Vedat Milor ya da Mehmet Yaşin gibi olmanız lazım”Haber Üsküdar Deneyimli teknoloji gazetecisi Ahmet Can, Üsküdar İletişim’de Prof. Dr. Süleyman İrvan tarafından verilen Bilim Gazeteciliği dersine konuk oldu ve teknoloji gazeteciliğiyle ilgili soruları yanıtladı.Gazeteci Ahmet Can, pandemi öncesinde NTV ile anlaşarak 2020 yılı başında program yapmaya başladığını, programın formatı gereği teknoloji neredeyse oradan aktardıklarını söyledi: “İlk bölümü Malta’dan yaptık, Malta’da teknoloji fuarı vardı, yeni nesil ev ürünleri ve akıllı telefonlara kadar pek çok ürün tanıttık. Program 7 Mart’ta yayımlandı. Ertesi hafta her yer kapandı. Bizim kanalla 13 bölümlük bir anlaşmamız vardı. İlk bölüm Malta, ikinci bölüm ev. Hepimiz evdeyiz. Televizyonlarda programlar hep stoklardan gitmeye başladı. Kanal bana, istersen programı askıya alabilirsin dedi. Ben risk alıyorum dedim. Artık eğer hayat evden dönüyorsa biz bu programı evden çekeriz dedim. Kameraman arkadaşlar eve geliyor, kurgu bilgisayarı eve geliyor ve biz bölüm çekiyoruz. Ben kendime bir koltuk ayarladım. İlk bölüm, hayatımızı kolaylaştıran uygulamalar, pandemi başladı hangi uygulamaları kullanmalıyız, bunları anlattım. İkinci bölüm için Microsoft sponsor oldu, uzaktan çalışma teknolojilerini işlediğimiz bölüme. Dedi ki, biz bu program formatını sevdik, biz buna sponsor olmak istiyoruz dedi. Sonrasında Bahçeşehir Koleji geldi, uzaktan eğitim konusuna sponsor oldu. Biz buna sponsorluk demiyoruz da içerik entegrasyonu diyoruz. Diyelim ki programın genel başlığı uzaktan çalışma teknolojileri. Genel hatlarıyla uzaktan çalışmanın neden önemli olduğunu, nasıl hayatımıza girdiğini anlatıyoruz. Sonrasında içerik entegrasyonu anlamında şunu söylüyoruz, Microsoft’un da böyle bir servisi var, şimdi onun yetkilisiyle konuşacağız diyoruz ve ona da Teams üzerinden bağlanıp röportajlarımızı yapıyoruz. NTV’de şimdiye kadar 110 bölüm yayımladık. Pandemi sürecini bu şekilde geçirdik."Aldığım Yılın Ekonomi Haberi Ödülü benim kırılma anım oldu"Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Teknoloji haberciliğine neden yöneldin” şeklindeki sorusunu cevaplayan Ahmet Can şunları söyledi: “Şöyle oldu, DAÜ’den mezun oldum, cv atmaya başladım gazetelere. O zaman Radikal daha yeni tabloid gazete olmuştu. Kaliteli köşe yazarları var, içerik olarak çok kaliteli. Radikal’in tam güzel dönemi ve ben Radikal gazetesinde yazmak istiyorum aslında. CV’mi gönderdim, yeni mezun olduğumu, İngilizce bildiğimi yazdım. Telefonum çaldı, Ahmet Can gelir misin, görüşelim diye. Gittim gazeteye. Ekonomi servisinin başında o zaman Jale Özgentürk vardı. Jale abla dedi ki, İngilizce biliyor musun? Evet dedim. Hangi alanlara ilgi duyuyorsun diye sordu. Teknolojiyi çok seviyorum dedim. Biz sana bir sektör verelim dedi. Teknoloji sektörünü verdiler bana. Cuma görüştük, Pazartesi çalışmaya başladım. Radikal’de çalışırken bir ödül aldım. Bu, hayatımın en önemli kırılma noktalarından biridir. Biraz araştırarak, biraz kendi cebimden para da harcayarak yaptım. Bir reklam gibi bir şey düştü önüme, tıkladım. Şöyle diyor metinde, 650 TL verin size reklam ve SMS için bir veri tabanı yollayalım DVD içinde diyor. Bu nasıl bir şey dedim, o zaman henüz kişisel veri diye bir kavram geçmiyor ama ben o konuya da meraklıyım. Parasını cebimden ödedim, 650 TL artı KDV, 708 lira ödedim. Bana CD’yi gönderdi. Bir ara yüz yapmış, ara yüze ‘Üsküdar’da yaşayan 15-25 yaş arasındaki kadınlar’ diyorsunuz. Basıyorsunuz liste önünüze geliyor. Hülya Avşar yazıyorsunuz, onun numarası çıkıyor. Denemek için Hülya Avşar’ı aradık. Arman Toroğlu’nu aradık. 110 milyon numara vardı listede. İnanılmaz bir haber. Editöre götürdüm, böyle bir haber var dedim. Dediler ki Ahmet Can bu haberi yazıyorsun ve bu haber manşet olacak dediler. Haber manşetten yayımlandı ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bana bu haber nedeniyle Yılın Ekonomi Haberi ödülünü verdi. İşte o ödül benim kırılma anım oldu. Radikal bana aylık 500 TL para vermeye başladı, o da telif olarak veriliyor. Ben“Üniversiteler pencere açıyor, meslek sahibi yapmıyor”Ahmet Can, konuşmasında öğrencilere de tavsiyelerde bulundu ve şöyle konuştu: “Üniversiteler pencere açıyor, meslek sahibi yapmıyor. O pencereyi açıp bakmak aslında öğrencinin görevi. Hocanızın önerdiği bir kitap ya da bir film sizin o pencereyi açıp bakmanıza imkan sağlayacaktır. O yüzden ben de akademik kariyer konusunda ilerleme kararı verdim ve Bilgi Üniversitesi’nde Bilişim ve Teknoloji Hukuku alanında yüksek lisans yaptım. Sınıftaki tek gazeteci bendim. Bu program bana çok şey kattı.”“CNN Türk’te 120’den fazla teknoloji programı yaptım”2017 yılında CNN Türk’te Teknoloji Her Yerde isimli programı yapmaya başladığını anlatan Ahmet Can, bu kanalda 2 yıl içinde 120’den fazla program yaptığını, 2019 yılı sonuna doğru da CNN Türk ile yollarını ayırdığı ifade etti. Ahmet Can şunları söyledi: “Programın ilk bölümünü ABD’de San Francisco’da çektik. Daha programın tanıtımları yapılırken sponsorluk teklifi gelmiş kanala. Kamera karşısına ilk geçtiğim zaman, biz demoyu kaydettik, sonrasında kendimi izledim, ben değilim, konuşan kişi ben değilim. Her ne kadar konuya hakim olsanız da kamera karşısında olmak bambaşka bir dinamik var. Gittim ders almaya başladım, oyunculuk dersi aldım, artikülasyon dersi aldım. Sunuculuk kısmında 2 seçenek var, ya Vedat Milor olacaksın ya da Mehmet Yaşin. İkisinden biri gibi olmanız lazım. Mehmet Yaşin şunu yapıyor. Ekmeği salatanın suyuna bandırıp döndürüyor ve öyle iştahlı yiyor. Vedat Milor da, işte mantı geldiği zaman bunun yanında şöyle bir şarap gider diyor. Bilginizi satmak için ya üstten bakacaksınız veya izleyiciden birisi olacaksınız, yanında olacaksınız izleyicinin ve o kadar da samimi olacaksınız. Ben Mehmet Yaşin tarzını daha çok seviyorum, bana daha çok yakıştığını düşünüyorum.Ahmet Can kimdir?Ahmet Can, 2004-2009 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 2011-2014 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Bilişim ve Teknoloji Hukuku alanında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe 2010 yılında Radikal gazetesinde ekonomi servisinde başladı. Burada ağırlıklı olarak teknoloji haberleri yaptı. “Herkesin Telefon Bilgileri İnternetten Satılıyor” başlıklı haberiyle 2012 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yılın Ekonomi Ödülü'nü kazandı. Radikal gazetesinin ardından bir süre Webrazzi'de çalıştı. 2013 yılında Hürriyet gazetesi Ekonomi Servisine 'Teknoloji Editörü' olarak geçti ve bu gazetede 2019 yılına kadar çalıştı. 2017-2019 yılları arasında CNN Türk’te "Teknoloji Her Yerde" programını hazırlayıp sundu. CNN Türk’ten ayrıldıktan sonra ACS Medya isimli kendi şirketini kurdu. NTV’de, ilk bölümü 7 Mart 2020’de yayımlanan Tekno Hayat programını hazırlayıp sunuyor. Ahmet Can, 2 gün önce 6 Haziran’da, 2. Uluslararası Elmas Ödülleri kapsamında Yılın Teknoloji Programı ödülünü kazandı. Kaynak İçin: Haber Üsküdar
Gazeteci Emre Eser: “Ekonomi servisleri genel geçer bilgilerle haber üretebileceğiniz birimler değil”DW Türkçe’de gazetecilik yapan Emre Eser, Üsküdar İletişim’de Prof. Dr. Süleyman İrvan tarafından verilen Bilim Gazeteciliği dersine konuk oldu ve ekonomi gazeteciliğiyle ilgili soruları yanıtladı.Söyleşinin başlangıcında bir konuşma yaparak ekonomi gazeteciliğinin gelişim sürecinden bahseden Prof. Dr. Süleyman İrvan, ilk gazetelerin ticari haberleri yaymak için çıkarıldığını ve gazetecilik tarihi açısından ekonomi gazeteciliğinin çok önemli olduğunu ifade etti. Prof. Dr. İrvan, ekonomi gazeteciliğinin günümüzde nasıl yapıldığını daha iyi anlayabilmek için sektörün içinden bir isim olan ve uzun süredir farklı kurumlarda ekonomi haberleri yapan gazeteci Emre Eser'i konuk ettiklerini dile getirdi.Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın ekonomi gazeteciliğine başlangıç hikayesine dair sorusuna Emre Eser şu cevabı verdi: “Ben mesleğe 2014’te istihbarat servisinde başladım. İstihbaratta çalıştığım süreçte ekonomi gazeteciliğine geçmeye karar verdim, çünkü ekonomi servisindeki arkadaşlarım dünyayı geziyordu. Bu öğrenciyken biraz daha cezbedici oluyor. Daha sonra Anadolu Ajansı ile Yıldız Teknik Üniversitesi’nin bir eğitimine katıldım, devamında altı ay kadar Yıldız Teknik Üniversitesi’nde finans eğitimi alıp Dünya gazetesinde çalışmaya başladım.”"Alanınızda uzman olmanız ve bu uzmanlığı doğru kişilerle taçlandırıp habere dönüştürmeniz gerekiyor"Türkiye’deki ekonomi gazeteciliğini değerlendiren Emre Eser, "Özellikle 2017’ye kadar ekonomi servisleri, alanında en uzman gazetecileri barındıran servislerdi çünkü sektör sizi buna mecbur ediyordu. Ekonomi servisleri diğer servisler gibi genel geçer bilgilerle haber üretebileceğiniz yerler değil. Mutlaka alanınızda uzman olmanız gerekiyor ve bu uzmanlığı doğru kişilerle taçlandırıp bir habere dönüştürmeniz gerekiyor. Doğru kişiler derken, haber kaynakları veya sürekli çalıştığınız uzmanlar ya da danışmanları kastediyorum. Çünkü bir gazeteci bir alanda ne kadar uzmanlaşırsa uzmanlaşsın tüm gelişmeleri takip edemez, takip etse bile bunu o alanda uzmanlaşmış bir kişi kadar iyi yorumlayamaz. Bu yüzden de ekonomi servisleri son on yıldır şöyle bir yola gittiler; artık ekonomi muhabiri değil de emlak muhabiri, otomotiv muhabiri, finans muhabiri, borsa muhabiri istihdam ediyor. Gücü olan medya kuruluşları artık böyle çalışıyor" ifadelerini kullandı."Televizyon ve dijital mecra muhabirleri hazır içeriklerden besleniyor"Televizyon ve dijital mecralardaki muhabirlerin ekonomi alanında herhangi bir uzmanlıkları olmadığını düşündüğünü belirten Emre Eser, "Yıllardır yazılı basında çalışan biri olarak şu an biraz da video haber içeriği yaptığımız için ve aynı kişilerle de bir araya geldiğim için biliyorum. Zaman kısıtlı olduğu için burada muhabirler biraz daha gazetelerden ve hazır olarak uzman muhabirler tarafından üretilen içeriklerden besleniyorlar. Daha çok, kopyalayıp devam etme modundalar, üzerine pek bir şey katmıyorlar, çünkü onların da bir zaman telaşı var. Bu da onların uzmanlaşmaktan ziyade tembelleşmesini teşvik ediyor çünkü başkalarının yaptığı haberlerden besleniyorlar” dedi.Emre Eser kimdir?2016 yılında İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun olan Emre Eser 2014 yılında üniversite ikinci sınıftayken Vatan Gazetesi istihbarat servisinde çalışmaya başladı. Sonrasında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden altı ay finans eğitimi alan Eser, bu eğitimden sonra Dünya Gazetesi’nde çalışmaya başladı. 2 yıl kadar Vatan gazetesi ekonomi servisinde çalışan Emre Eser, ardından Hürriyet gazetesi ekonomi servisine geçti ve burada üç yıl çalıştı. Hürriyet’te çalışırken Uluslararası Gazetecilik Programı’na gönderilen Eser, DW’nin Bonn’daki merkezinde çalışma fırsatı bulurken program bittiğinde DW’den teklif alarak DW Türkçe’de çalışmaya başladı.Kaynak İçin: Haber Üsküdar
Sade Vatandaş Mehmet Koyuncu: Ben izlenen olmayı tercih ettimSade Vatandaş ismiyle Youtube kanalında sokak röportajları yapan Mehmet Koyuncu, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Prof. Dr. Süleyman İrvan tarafından verilen Vatandaş Gazeteciliği dersine konuk oldu ve soruları cevapladı. Söyleşiye kendini tanıtarak başlayan Mehmet Koyuncu şunları ifade etti: “2011 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümüne öğrenci olarak girdim ve 2015 yılında mezun oldum. Okulu bitirdikten sonra Cumhuriyet gazetesinde işe girdim ve ekonomi muhabiri olarak çalışmaya başladım. Benim için çok güzel bir süreç oldu, orada Olcay Büyüktaş hanımla beraber çalıştım. Daha sonra personel maaşlarında kesintiye gideceklerini söylediklerinde gazeteden ayrılma kararı verdim ve Antalya’ya döndüm. Bir süre Youtube içerik üreticisi olarak çalıştım. 2019 yılı Ekim ayında sokak röportajlarına başladım. Yine bu işi yapan İlave TV ile Kendine Muhabir gibi arkadaşlarımızın destekleri sayesinde izleyiciyle daha hızlıca buluştum. Bu işi elimizden geldiğince sağlıklı bir şekilde yapmaya gayret ediyoruz. Temelimizde iletişim fakültesi olması, Cumhuriyet gazetesi olması yaptığımız işe saygı duyulmasına vesile oldu.” “Türkiye’de 30’a yakın sokak röportajı yapan Youtube kanalı var”“Türkiye’de çok sayıda sokak röportajı yapan Youtube kanalı var, siz birbirinizi takip ediyor musunuz?” şeklindeki sorumuzu Mehmet Koyuncu şöyle cevapladı: “Türkiye’de 30’a yakın sokak röportajı yapan Youtube kanalı var. Ben çok azını takip ediyorum. İlave TV, Kendine Muhabir, Sokak Kedisi, Tüylü Mikrofon, Medyali TV zaten abim olur, o da İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Küçük bir kesimi takip ediyoruz çünkü otuzunu birden takip etmek imkânsız. Sadece bu işte zirveye oynayan, ses getiren ve işini kaliteli yapan insanları takip ediyoruz. Yeri geldiğinde şu işi şöyle yapalım diye paslaşıyoruz çünkü göründüğü kadar basit bir iş değil. Şöyle ki, yaptığımız iş aslında sokakta nabız yoklamak ancak bunun yasal yönleri var, tehlike arz eden boyutları var. Bunları göz önünde bulundurup çok dikkatli yapmaya çalışıyoruz işimizi.“Biz aslında toplumun nabzını yoklayan, derdini dinleyen vatandaş gazeteciliği yapıyoruz”“Vatandaş gazeteciliği diye tanımlanan bir pratik var, sizin yaptığınız iş am olarak nasıl adlandırılabilir” şeklindeki soruyu cevaplayan Mehmet Koyuncu, şunları ifade etti. “Aslında tam olarak tanımlanmış bir şey değil. Bir açıdan baktığınız zaman Youtuber’ız, bir açıdan baktığınız zaman gazeteciyiz. Biz asla anket işi yapmıyoruz. Kimseye biz oran veremeyiz. Biz aslında toplumun nabzını yoklayan, derdini dinleyen vatandaş gazeteciliği yapıyoruz. Elbette meslek olarak gazetecilik sıfatı altındayız ama biz haber kovalamıyoruz, haberi yaratıyoruz, haberi kendimiz üretiyoruz. Normalde gazetecilik şöyledir; bir olay olur, gazeteci o olayı haberleştirir. Biz o olayı yaratan taraftayız. Sokağa çıkıyoruz, bir gündem var ve bu gündemi halka sorup onların duygu ve düşüncelerini alıyoruz. Kişinin düşüncelerini objektif bir şekilde yansıtıyoruz. Bir yerde konuşmacıları yönlendiriyoruz. Yanlışlar üzerine kurulmuş bir anlatı yanlış sonuç verir. Biz doğrular çerçevesinde bir sohbet olması için çabalıyoruz.“En temel konumuz aslında geçim”“Siz vatandaşın sesi olmak anlamında vatandaş gazeteciliği yapıyorsunuz. Peki röportaj konularına nasıl karar veriyorsunuz?” sorusunu cevaplayan Mehmet Koyuncu şöyle konuştu: “En temel konumuz aslında geçim. Türkiye’nin ekonomik şartları göz önünde bulundurulduğu zaman tabii ki de geçim meselesini göz ardı etmek mümkün değil. Ama bazen o gün bir olay yaşanıyor, meselâ İçişleri Bakanı bir açıklama yapıyor ve biz diyor Cumhurbaşkanı’nın emriyle Libya’ya süt ve mama gönderiyoruz diyor. Bu aslında önemli bir konudur, neden? Peki Türkiye’de böyle bir sosyal yardım yapıldı mı? Hayır. Ben bunun cevabını zaten bilerek soruyorum. Ülkeyi yönetenlerin, siyasi aktörlerin söylemlerinden hareketle çıkıp sokağa bunları soruyorum. Sadece söylemler değil, çeşitli anketler de bizim röportajlarımızın temelini oluşturabiliyor. Cumhurbaşkanı adayı kim olmalı? Anketleri her ay düzenli olarak yapılan anketler. Bunlara bakıyoruz ve sonuçlardan yola çıkarak sokakta soruyoruz. Halkı ilgilendiren, pazar fiyatları, market fiyatları, yağ fiyatları, kur dalgalanmaları, bunların hepsi, ani vatandaşın hayatına dokunan her şey bizim için bir soru kaynağıdır.“İnsanların yüzde 80’i suratımıza bakmıyor”“İnsanlara mikrofon uzattığınızda konuşmak isteyenlerin oranı yüzde kaçtır?” şeklindeki sorumuzu şöyle cevapladı: “Şöyle söyleyeyim, yüzde 80 konuşmaz. O kadar garip bir durum ki, sokağın ortasında herkesten sevgili tribi yiyoruz, suratımıza bakmıyorlar meselâ. Videoyu izlerken ooo diyorsunuz, ne kadar hızlı akıyor, halbuki insanların yüzde 80’i bizim suratımıza bakmıyor. Hele bu işe ilk başladığımız zaman, insanlara soru sorduğumuzda siz öğrenci misiniz, bunu kim izleyecek deyip geçiyorlardı, umursamıyorlardı, küçük görüyorlardı. Şimdi bir yere evrildi, insanlar diyor ki, konuşursam başım belaya girer mi? Ya da devlet memurudur, konuşursam mesleğimden olurum kaygısını taşıyorlar. ““Ben ne babayiğitler gördüm, mikrofon karşısında titreyen”“Konuşmak istemeyenleri nasıl ikna ediyorsunuz” şeklindeki soruya Mehmet Koyuncu şu cevabı verdi: “Şöyle yapıyoruz, alıyoruz elimize mikrofonu, ‘efendim ekonomiden memnun musunuz’ ya da ‘geçinebiliyor musunuz’ diye sorarız. Ardından da diğer sorularımızı sorarız. Bu sayede kişi rahatlar. Mikrofonun öyle bir gücü var ki, karşıdaki kişi ne kadar babayiğit de olsa mikrofonun karşısında tir tir titrer. Ben ne babayiğitler gördüm, seni dövmeye geleceğim deyip de mikrofonun karşısında titreyen. Ama öyle insanlar da var ki, eline sazı bir alır, öyle güzel konuşur ki, dersin ki sen nasıl bir adamsın. Ortaya müthiş bir iş çıkar.“Türkiye’de gündem belirleyen işler yapıyoruz”“Yaptığınız birçok röportaj televizyonlarda haber oldu. Bu konuda ne söylemek istersiniz?” şeklindeki soruyu cevaplayan Mehmet Koyuncu, “Bugün Türkiye’de gündem belirleyen işler yapıyoruz. Meselâ ağzına telefon sokulan dayı, çöpten ceket bulan amca gibi. İnsanlar bize bu adamlar gerçek mi diye soruyorlar. Evet bu adamlar gerçek ama senin ekosisteminde onlar yok. Onlar kendi ekosistemlerinde yaşıyor. Bu insanlar bir yerlerde var ve senin hayatının gideceği yönü belirliyorlar. Bu anlamda yaptığımız iş halka ayna tutmak.“Ülkede sorunu olan herkes bizi çok seviyor”Röportajları yayımlamadan önce nasıl bir editleme sürecinden geçiriyorsunuz? Yasal açıdan sorunlu olabilecek içerikleri ayıklıyor musunuz?” şeklindeki soruyu cevaplayan Mehmet Koyuncu şunları ifade etti: “Konuşmacı hakaret etmişse bu konuşmadan biz de sorumlu tutuluyoruz. Bu çizgi o kadar flu bir çizgi ki, bizim 100’den fazla dosyamız var. Çünkü biz günde 3 video giriyoruz. Çok dikkatli çalışmamıza, çok hassas olmamıza rağmen CİMER’e o kadar fazla şikâyet gidiyor ki bizimle ilgili. Biz sokaktayken bile polise 50-60 kez polise ihbar yapılıyor. Yalnız ülkede sorunu olan herkes bizi çok seviyor. Çünkü bu işi ne için yaptığımızı görüyorlar. Şikayetlerden şu ana kadar hiç ceza almadık. Yargı süreci devam edenler var sadece. “Yapılmamışı yapma dönemi bitti” Benzer bir iş yapmak isteyen öğrencilere ne tavsiye edersiniz?” şeklindeki soruyu cevaplayan Mehmet Koyuncu şunları ifade etti. “Bu işte süreklilik ve düzenlilik çok önemli. Videonuzu Cuma saat 18’de yayımlıyorsanız her Cuma saat 18’de bir video yayımlamalısınız. Bunu birine randevu vermek gibi düşünün. Eğer randevunuza gelmezseniz ya ad geç kalırsanız Youtube size bir daha dönüp bakmaz. İkinci önemli olan şey ne üreteceğinize karar vermek. Ben bu işe başladığımda 4-5 tane sokak röportajı kanalı vardı ve ben bu insanlardan nasıl farklı bir iş yaparım diye kafa yordum. Yaptığınız işte nasıl farklı olursunuz en önemli kıstas aslında. Artık yapılmamışı yapma dönemi bitti. Şimdi yapılmışı nasıl daha iyi yaparım diye düşünmeniz lazım.” Mehmet Koyuncu, son olarak şunları söyledi: “Bence bu devrin işi izlenen mi olacaksın izleyen mi olacaksın meselesi. Ben izlenen olmayı tercih ettim. Bir şey üretin ve milyonlara satın, bu çok önemli. Bir fikir üretin, bir ürün üretin, bunu milyonlara satın.” Kaynak İçin: Haber Üsküdar
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik programı İLAD tarafından 3 yıl süre ile akredite edildi.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Yeni Medya ve Gazetecilik programının isim değiştirmesiyle Gazetecilik haline getirilen program İletişim Eğitimi Değerlendirme Akreditasyon Kurulu (İLEDAK) tarafından yapılan değerlendirme sonucunda İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD) tarafından verilen akreditasyonu almaya hak kazandı. Akreditasyon kararı İLAD Başkanı Prof.Dr. Aysel Aziz imzasıyla Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanlığına bildirildi.İLAD Başkanı Prof. Dr. Aysel Aziz imzalı yazıda şu ifadeler yer alıyor: “Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Programı hakkında İLEDAK Değerlendirme Ekibince hazırlanan Ara Değerlendirme Raporu, İLEDAK Tutarlılık Komisyonu tarafından incelenmiş ve İLEDAK toplantısında görüşülmüştür. İLEDAK İletişim Eğitimi Değerlendirme Akreditasyon Kurulunun yaptığı değerlendirme sonucu, Gazetecilik programı için daha önce verilen 2 yıl akreditasyon kararının 5 yıla tamamlanması için '3 yıl geçerli akreditasyon' kararı verilmiştir. İLEDAK’ın kararı, İLAD Yönetim Kurulu’nun 29 Ocak 2022 tarih ve 2022/01 sayılı kararı ile uygun bulunmuş ve onaylanmıştır. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Programı, 20.02.2022 tarihinden 20.02.2025 tarihine kadar geçerli olmak üzere İLAD Akreditasyon sertifikası almaya hak kazanmıştır.”Değerlendirme süreci başarılı geçmiştiÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan değerlendirme sürecinin aşamalarını ayrıntılarıyla Haber Üsküdar’a anlattı: “Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü olarak 2019 yılı Bahar döneminde akreditasyon için başvuru yapmış ve yapılan değerlendirme sonucunda da 2 yıllık akreditasyon almıştık. 2020 yılında YÖK tarafından Bölüm adımız Gazetecilik olarak değiştirildiği için 2021 yılındaki ara değerlendirme başvurusunu Gazetecilik ismiyle yaptık. Özdeğerlendirme raporumuzun ardından gerçekleşen kurum ziyaretinde Prof. Dr. Aysel Aziz ile Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper’den oluşan değerlendirme ekibi öğretim üyeleriyle, öğrencilerle, mezunlarla, dış paydaşlarla ve Üsküdar Üniversitesi yöneticileriyle görüştü, fakültenin altyapı olanaklarını inceledi. Sonuç olarak İLAD tarafından 2+3 yıl olarak toplamda 5 yıllığına akredite edilmiş olduk.”Akreditasyon için diğer programlar da sıradaÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, Gazetecilik programının İLAD tarafından 5 yıllığına akredite edilmesinin diğer programlar için de teşvik edici bir örnek olduğunu, 2022 yılında Görsel İletişim Tasarımı ile Reklamcılık programlarının akreditasyon için İLAD’a başvuru yaptıklarını belirtti. Güngör, diğer programların da daha sonraki yıllarda akreditasyon için başvuru yapacaklarını ifade etti. Güngör, “Akreditasyon süreci kalite açısından büyük önem taşımaktadır. Okullarda verilen eğitimin toplumda karşılık bulması ve ona göre kalifiye meslek insanı yetiştirilmesi açısından kalite ve akreditasyon çalışmaları önemli bir destek alan olarak rol oynamaktadır. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi de bu nedenle bütün programlarını akreditasyon süreci kapsamına almak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Gazetecilik Bölümümüzle bu süreci başlattık, diğer bölümlerimizle devam ettireceğiz” dedi. Kaynak İçin: Haber Üsküdar
32. Genç İletişimciler Yarışması'ndan Üsküdar İletişim'e yedi ödülTürkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Aydın Doğan Vakfı tarafından 32.si düzenlenen Genç İletişimciler Yarışması’nın sonuçları belli oldu. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden finale kalan 6 öğrenci yaptıkları projelerle bir birincilik, dört ikincilik ve iki üçüncülük ödülünün sahibi oldular.Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Aydın Doğan Vakfı tarafından düzenlenen 32. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması’nda finale kalan isimler, düzenlenen çevrim içi törenle derecelerini öğrendiler. Finale kalan öğrenciler, “yazılı dal” ana kategorisi altında ‘haber-haber araştırma’, ‘röportaj’, ‘mizanpaj’, ‘fotoğraf’ ve ‘spor’; “görsel dal” ana kategorisi altında ‘televizyon haberi’, ‘belgesel’ ve ‘kısa film’; “işitsel dal” ana kategorisi altında ‘radyo haber spikerliği’ ve ‘radyo programcılığı’; “internet yayıncılığı” ana kategorisi altında ise ‘internet sitesi’, ‘blog’, ‘sosyal medya projesi’ ve ‘internet medya sitesi’ olmak üzere toplamda 14 kategoride ödül aldılar. Bu kategorilere ek olarak, “Güçlü kızlar, güçlü yarınlar” ve her kategori için bir “üstün başarı ödülü” de verildi.Vuslat Doğan Sabancı: Pandemi sürecinde her şey değişti, habere duyulan ihtiyaç değişmediÖdül töreninin açılışında konuşan Aydın Doğan Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekili Vuslat Doğan Sabancı, pandemi sürecinin hayatımızda değişmez dediğimiz pek çok şeyi değiştirdiğini ancak habere duyulan ihtiyacın değişmediğini ifade etti. Doğan Sabancı, “Kaynağı iyi araştırılmış, iyi işlenmiş habere duyulan ihtiyaç toplumsal bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç, hayatlarımız karmaşıklaşıp, anlaşılması zor hale geldikçe daha da artacak. Bu bağlamda gazetecilik insanların hayatlarına dokunan en önemli mesleklerden biridir ve büyük sorumluluk ister. Bugün artık haberin bir kağıt üzerinde mi yoksa bir bilgisayar veya telefon ekranında mı iletildiği hiç önemli değil. Asıl önemli olan, haberi oluştururken ortaya konulan habercilik becerisi ve donanımıdır. Geleceğin profesyonel iletişimcileri olacak gençlerin, kendilerini mesleğimize bu bilinçle hazırlayacaklarına inanıyorum” dedi.Turgay Olcayto: Basın özgürlüğü aslında halkın bilgi edinme hakkıdırTürkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto da törende bir konuşma yaptı ve basın özgürlüğünün önemini vurguladı: Olcayto şunları söyledi: “Basın özgürlüğü aslında halkın bilgi edinme hakkıdır. Halkın gerçekleri öğrenme hakkıdır. Siz genç iletişimciler olarak bunu daha da geliştirerek ileri bir seviyeye ulaştıracaksınız. Öyle umuyorum ki sizin kuşakla beraber Türkiye'de daha doğru, daha gerçek bir iletişim, daha hak odaklı bir iletişim meydana gelecek. Yapacağınız bazı şeyler var. Birincisi çok okumak, çok kitap karıştırmak, çok iyi öğrenmek. Uğur Mumcu'nun bir sözünü hatırlatmak isterim ’Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz.’ Bu sene de yaratıcı ürünlerinizi iletişimin çeşitli dallarında görmek sevindiriciydi. Çok değerli projelerinizi titiz çalışan jürilerimiz hakkaniyetle değerlendirdi. Ödül alanları da ödül verenleri de kutlarım."Üsküdar İletişim’e bir birincilik, dört ikincilik ve iki üçüncülük ödülüİletişim alanında eğitim gören ve yeteneklerini keşfetme çabası içerisinde çeşitli projelere imza atan öğrencilerin katıldığı 32. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması’nda Üsküdar İletişim’den altı öğrenci finale kalmayı başarmıştı. 7 Nisan Perşembe akşamı canlı olarak yayımlanan ödül töreninde öğrenciler derecelerini öğrendiler. Yazılı Dal'da yarışan eserler Emre Oral başkanlığında; Ayşe Özek Karasu, Ayşegül Aydoğan Atakan, Ercan Arslan, Gözde Tüzer, Gürcan Bilgiç, Mehmet Arslan, Mine Söğüt, Mustafa Bakacak, Niyazi Dalyancı ve Pınar Aktaş’tan oluşan jüri tarafından değerlendirildi. Yapılan değerlendirme sonucunda Üsküdar İletişim’den 2 öğrenci Yazılı Dal'da dereceye girdi. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü öğrencisi Ayça Aracıçam, Yazılı Dal Spor Kategorisi’nde Arş. Gör. Selin Maden danışmanlığında hazırladığı ‘Yeşil Sahaların Güçlü Kadınları’ isimli projesi ile ikincilik ödülünün sahibi oldu.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Ümmü Gülsüm Dural, Yazılı Dal Haber-Haber Araştırma Kategorisi’nde Arş. Gör. Selin Maden danışmanlığında hazırladığı ‘Yörük Kızı Neslihan’ın Sıra Dışı Yaşamı’ isimli projesi ile üçüncülük ödülü aldı.İnternet Yayıncılığı Dalı’nda yarışan eserler ise Bircan Özbaş başkanlığında; Feride Başbuğ, Hakan Güldağ, Murat Sabuncu, Oğuz Güven, Semra Kardeşoğlu ve Serkut Bozkurt’tan oluşan jüri tarafından değerlendirildi. Yapılan değerlendirmeler sonucunda Üsküdar İletişim’den 4 öğrencinin 5 projesi ödüllendirildi.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü öğrencisi Merve Şişman, İnternet Yayıncılığı Dalı Blog Kategorisi’nde Prof. Dr. Süleyman İrvan ve Arş. Gör. Selin Maden danışmanlığında hazırladığı ‘Eller Anlatıyor’ isimli projeyle birincilik ve yine İnternet Yayıncılığı Dalı İnternet Medya Sitesi Kategorisi’nde ‘Şiddetin Yüzü’ isimli proje ile ikincilik ödülünün sahibi oldu.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü öğrencisi Melisa Duygun, İnternet Yayıncılığı Dalı Blog Kategorisi’nde Arş. Gör. Selin Maden ve Arş. Gör. Atila Erdemir danışmanlığında ‘Albüm’ isimli projesi ile ikincilik ödülünün sahibi oldu.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Halka İlişkiler ve Tanıtım Bölümü öğrencisi Zeynep Şahin, İnternet Yayıncılığı Dalı İnternet Sitesi Kategorisi’nde Dr. Öğr. Üyesi Nihal Toros danışmanlığında hazırladığı ‘Kadın Başına’ isimli projesi ile ikincilik ödülünün sahibi oldu.Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü mezunu Bilal Sadi, İnternet Yayıncılığı Dalı İnternet Sitesi Kategorisi’nde Dr. Öğr. Üyesi Özlem Çetin Öztürk ve Arş. Gör. Selin Maden danışmanlığında hazırladığı ‘Palto Kültür Sanat’ isimli projesi ile üçüncülük ödülünün sahibi oldu. Üsküdar İletişim, en çok ödül alan ikinci fakülteGenç İletişimciler Yarışması internet sitesinde Mart ayında paylaşılan listeye göre, ödül alacak öğrenci sayısı bakımından Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi 4. sıraya yerleşmişti. Yapılan törenin ardından, Genç İletişimciler Yarışması internet sitesinde dereceye giren projeler yayımlandı. Yeni sonuçlara göre, dereceye giren proje bakımından ilk sırada 8 proje ile Selçuk Üniversitesi yer alırken, ikinci sırayı 7 proje ile Üsküdar Üniversitesi ve Çukurova Üniversitesi birlikte paylaştı. Diğer üniversiteler ise şu şekilde sıralandı: Erciyes Üniversitesi 6, İstanbul Üniversitesi 2, Gümüşhane Üniversitesi 2, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi 2, Trabzon Üniversitesi 2, İstanbul Aydın Üniversitesi 2, İstanbul Arel Üniversitesi 2, Akdeniz Üniversitesi 1, İstanbul Medipol Üniversitesi 1, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi 1, Anadolu Üniversitesi 1, İstanbul Ticaret Üniversitesi 1 ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi 1 proje. Toplamda 33 üniversitenin katılım sağladığı 32. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması'nda 16 üniversite dereceye girmeyi başardı. Kaynak İçin: Haber Üsküdar
Gazeteci Ceylan Sever: Dava haberini yaptıysanız beraat haberini de yapmak zorundasınızCNN Türk haber kanalının deneyimli adliye muhabiri Ceylan Sever, Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Adli Bilimler Bölümü’nde verilen Suç Haberciliği ve Etik dersine konuk olarak Prof. Dr. Süleyman İrvan ile öğrencilerinin adliye muhabirliğine ilişkin sorularını cevaplandırdı.“Dünyada suç da bitmiyor suçlu da”Prof. Dr. Süleyman İrvan, ilk soru olarak, “neden adliye muhabirliği?” diye sordu. Ceylan Sever, suç konusunun bütün ülkelerde zengin bir habercilik alanı olduğunu ifade etti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben hukuk dilini seviyorum. Öğrenciyken de bu alana ilgim vardı. Bu kadar insan tutuklandı, şöyle oldu böyle oldu, bu haberler nereden geliyor diye araştırdığımda bir adliye muhabirliği alanı olduğunu fark ettim öğrenciyken ve bu alanda ilerlemek istedim. Habertürk’e başladığımda oradaki müdürlerim de bana fırsat tanıdılar.”“Hukuki terimlere hâkim olmanız gerekiyor” “Adliye muhabirliği alanı zor bir alan, değil mi?” şeklindeki soruyu cevaplayan Ceylan Sever, “Adliye haberciliği spontan bir dil değil. Daha düz, elbette vatandaşın anlayacağı şekilde anlatmak zorundasınız ama muhabir olarak sizin de oradaki dili anlamanız lazım. Hukuki terimlere hâkim olmanız gerekiyor. Bir mahkeme kararını, yargılama aşamasını, özellikle usulü çok iyi bilmeniz gerekiyor. Adli tıptaki mevzuları iyi bilmeniz gerekiyor. Bunun için sadece gazetecilik bilmek yeterli değil. Bunun yanında en azından temel hukuk bilgisine de sahip olmak gerekiyor.“Takip edilecek davalara karar verirken sosyal medya çok işimize yarıyor”“Normal bir günde nasıl bir rutininiz var?” şeklindeki soruyu cevaplayan Ceylan Sever şu bilgileri verdi: “Biz ilk derece mahkemelerinin olduğu yerdeyiz, İstanbul Adalet Sarayı’ndayız. Biz sabahları saat 9’da gidiyoruz, bir ulusal basın odası var. Ajandalarımıza bakıyoruz, takip etmemiz gereken duruşmalar var mı diye. Onun dışında, mahkeme salonlarının önünde duruşma listeleri olur, bugün görülecek duruşmalar diye, onları dolaşıyoruz. Sosyal medya da, Google da çok işimize yarıyor. Duruşma listelerinde gördüğümüz isimler tanıdık geliyorsa bakıyoruz acaba bu isim önemli biri mi diye. Ayrıca dava konusu önemli diye bakıyoruz. Bunu bilmek de Türk Ceza Kanunu’nu bilmekten geçiyor. Artık konular açık biçimde yazılmıyor. Eskiden yazılıyordu ama artık KVKK kapsamında yazılmıyor. Sadece TCK 87 yazıyor meselâ. Bu maddeyi bilmek gerekiyor ki dava konusunu algılayabilelim.“Ceza davalarına deneyimli muhabirler bakar”Ceylan Sever, adliye muhabirliğinin yekpare bir alan olmadığını, bu alan içerisinde de hukuk mahkemeleri ve ceza mahkemeleri olarak alt alanlar olduğunu ifade etti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Muhabirler içinde hukuk mahkemelerine bakanlar ayrıdır, bu muhabirler boşanma davaları, tazminat davaları gibi davaları takip ederler, şirket davalarını takip ederler. Bir de ceza kısmı var, can sıkıcı olan davalar, kadın cinayetleri, istismar davaları gibi. Ben de her toy muhabir gibi hukuktan başladım ama artık uzun bir süredir ceza davalarına bakıyorum.”“Her duruşma alenidir”Gazeteci Ceylan Sever, “Mahkeme salonlarında davalar görülürken yaşadığınız sıkıntılar nelerdir?” sorusunu şöyle cevapladı: “Eğer gizlilik kararı yoksa her duruşma alenidir. Yayın yasağı kararı yoksa duruşma salonlarının kapısı açıktır ve oradan geçen her vatandaş içeri girip o duruşmayı takip edebilir, duruşma salonunun kapasitesi yettiği ölçüde elbette. Ancak son dönemde korona’nın hayatımıza girmesiyle birlikte ne yazık ki insanların sağlığı için alınan tedbirler bazen uygulamada farklı noktalara ulaşabiliyor, basının duruşma salonuna alınmaması gibi meselâ. Bazen böyle sorunlar yaşayabiliyoruz. Aslında böyle bir hakları yok. Ben halkın haber alma hakkı için oradayım.” “Beraat haberini de yapmak zorundasınız”“Adalet istatistiklerine göre yargılamaların neredeyse yarısı beraatle sonuçlanıyor. Bu da yargılama aşamasında masumiyet karinesinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Siz haber yaparken bu konuda nelere dikkat ediyorsunuz?” şeklindeki soruyu cevaplayan Ceylan Sever, masumiyet karinesinin çok önemli bir konu olduğunu ifade etti ve şunları söyledi: “Masumiyet karinesi ne yazık ki sadece hukuk bilen adliye muhabirlerinin dikkat etmesi gereken bir şey değil. Aslında bunu tüm gazetecilerin bilmesi gerekiyor. Bu noktada bazen yanlışlar yapıldığını biz de görüyoruz. Bir kişinin ismi nereye kadar kodlanır, dava açılana kadar. Yani soruşturma aşamasında, gözaltı sürecinde kişilerin ismi kodlanmalıdır. Ancak dava açıldıktan sonra suçlanan kişilerin açık isimleri yazılabilir, çünkü bu artık alenileşmiş bir davadır. Kamu yararı da gözetilerek isim açık verilebilir. Diyelim haberi isim vererek yaptınız ve kişi de beraat etti, o zaman beraat haberini de yapmak zorundasınız. Suçlanan kişinin aklandığını bilmeli herkes.” Ceylan Sever kimdir?Gazeteci Ceylan Sever, Arel Üniversitesi’nde Radyo-TV Programcılığı’nı bitirdi. 2014 yılında çalışmaya başladığı Habertürk gazetesinde adliye muhabirliği yaptı. 2016 yılında Vatan gazetesine geçti ve gece editörlüğü ile adliye muhabirliği yaptı. 2017 yılında Hürriyet gazetesine geçti ve adliye muhabirliği yaptı. Hürriyet gazetesinde çalıştığı dönemde Beykent Üniversitesi Televizyon Haberciliği Bölümü'nde okumaya başladı. 2019 yılında TV100'ün kuruluşunda yer aldı. Burada Cumhurbaşkanlığı ve adliye muhabirliği yaptı. Bu süreçte Anadolu Üniversitesi Adalet Bölümü'nü bitirdi. Halen CNN TÜRK'te adliye ve cumhurbaşkanlığı muhabirliği yapmaktadır.Kaynak İçin: Haber Üsküdar
Polis muhabiri Cenk İşver: “Gece rüyamda 4575 cinayet var diye bağırıyormuşum”Deneyimli polis muhabiri Cenk İşver, Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Adli Bilimler Bölümü’nde verilen Suç Haberciliği ve Etik dersine katılarak Prof. Dr. Süleyman İrvan ile öğrencilerinin polis muhabirliğine ilişkin sorularını cevaplandırdı.“Telsizi dinler, polisin gittiği her olaya gideriz”Konuşmasına Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Polis muhabiri deyince tam olarak ne anlamalıyız” şeklindeki sorusunu cevaplayarak başlayan Cenk İşver şunları söyledi: “Adı üstünde polis muhabirliği, polisin gittiği her olayı kafasında kurgulayıp, haber değeri var mı yok mu, ona karar verip haber yapmaya giden muhabirdir. Çalıştığı kurum önemli değil. İstanbul’da polis muhabiri çok azdır, 5 kişi bile yokuz galiba eski polis muhabirlerinden kalan. Artık polis muhabiri diye bir kavram da kalmıyor. Biliyorsunuz artık herkeste cep telefonu var, herkeste gördüklerini kameraya çekme merakı başladı. O yüzden pek polis muhabiri kalmadı. Biz polisin gittiği her olaya gideriz, telsizi dinleriz. Telsizimiz vardır. İçişleri Bakanlığı’ndan izinli bir telsizdir. Telsizden dinler, olay yerine gideriz ve çekim yaparız. Delilleri karartmadan, polisin, savcının işini engellemeden görevimizi yaparız.”“Sadece asayiş olaylarını dinlemek kaydıyla polis telsizi serbest”Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın “Açıkçası polis telsizi konusundaki açıklamalarınızı dinleyince tereddüde düştüm. Bir haber görmüştüm, gazetecilere telsiz dinleme yasağı getirildiğini söylüyordu 2008 tarihli bu haber. Oysa siz telsiz dinlemeden söz ediyorsunuz” şeklindeki ifadesine Cenk İşver şu karşılığı verdi: “Sadece asayiş olaylarını dinlemek kaydıyla ve telsizlerin mandallarını iptal etmek kaydıyla, yani konuşma yapamamak kaydıyla sadece polis muhabirlerine dinleme izni verilir. İzinler İçişleri Bakanlığı ile Telsiz Genel Müdürlüğü tarafından verilir. Telsiz Genel Müdürlüğü’nden öncelikle telsiz kullanma ehliyeti alıyoruz. Ancak artık polis Türkiye’nin birçok yerinde kriptolu sisteme geçti, izinli olsak da dinleyemiyoruz. Bu sefer de benim gibi eski, ikili ilişkileri iyi olan insanlarla yürüyor habercilik.”“Polisten olaylara ilişkin bilgi aldığınızı mı söylüyorsunuz” şeklindeki soruyu, “Polis Basın Bürosu verilmesi gereken haberleri derliyor, fotoğraf, video ve haber metni olarak bize gönderiyor, biz de onu değerlendirip habere çeviriyoruz, yayımlıyoruz” diyerek cevaplayan Cenk İşver, polisin muhabirlerin olay yerine gitmelerini istememe gerekçesi olarak şunları söyledi: “İşini düzgün yapan arkadaşlarımız olsaydı zamanında, böyle bir zorunluluk olmayacaktı. Çünkü olay yerinde çekilmemesi gereken görüntüler oluyor. Mesela cinayet haberine gidiyorsunuz, adam feci şekilde yaralanmış veya öldürülmüş, kişiyi o halde çekmeniz tabii ki etik değil. Bazı arkadaşlarımız hiç o etik ilkeleri gözetmeden olay yerinde o görüntüleri çektiler.”“O kadar asimile olduk ki, polis gibi düşünüyorum artık”Cenk İşver’in konuşmasında, “Uzun yıllardır polis muhabirliği yapan biri olarak o kadar asimile olduk ki, polis gibi düşünüyorum artık” demesi üzerine, “Polis gibi düşünmek riskli bir durum değil mi” diye soran Süleyman İrvan’a şu karşılığı verdi: “Riskli ama, yıllardır polisle, jandarmayla, sahil güvenlikle birlikte çalıştığımız için, benim mesela Türkiye’nin her tarafında binlerce tanıdığım vardır, çok azdır içinde sivil vatandaş; polistir, jandarmadır, sahil güvenliktir, korucudur, meslek icabı sürekli onlarla beraberiz. Polis muhabirliği sadece telsiz dinleyip olay yerine gitmek değildir.”“O küçücük kameranın beni koruyacağını düşündüm”Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Bizde de ders veren Milliyet gazetesi polis muhabiri Gökhan Karakaş, kendisine sorulan bir soru üzerine, ‘Biz fotoğraf makinesini kalkan gibi görürüz, mermiler gaz bombaları atılırken kameranın bizi koruyacağını düşünürüz. Biz en iyi kareyi yakalamaya çalışırız’ demiş bir röportajda. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz” şeklindeki sorusunu cevaplandıran Cenk İşver, “İki sene önce Edirne’de göçmen olayları vardı hatırlarsınız. Ben de aynen Gökhan Karakaş’ın söylediği gibi o küçücük kameranın beni koruyacağını düşündüm. Fakat Yunan askeri acımadı. Ben tam sınır noktasındaydım. Göçmen grubu sınırdan geçerken grubu ve vurulanları çekmeye öyle odaklanmışım ki, Yunan askerinin yanıma kadar gelip bana ateş ettiğini ancak vurulunca anladım” dedi. “Herkes yukarıdan aşağıya doğru kaçarken ben kameramla yukarı koşuyordum”2016 yılındaki Rus büyükelçi Andrey Karlov’un vurulma anında fotoğrafı çeken AP muhabiri Burhan Özbilici’yi hatırlatan Prof. Dr. Süleyman İrvan, Özbilici’nin, ‘Yaralansam ya da ölsem bile ben bir gazeteciyim. İşimi yapmak zorundayım’ dediğini, bunun nasıl bir duygu olduğunu sorması üzerine Cenk İşver şunları söyledi: “O mesleki bir reaksiyon. Burhan abiyi çok iyi tanırım. Çok iyi fotoğraf gözü vardır. Ben de orada olsam ben de kaçmazdım. Kaçma gibi bir huyumuz yok. Herhalde daha fazla fotoğraf çekmeye çalışırdım. İstanbul’da Beşiktaş’ta terör saldırı oldu. Herkes yukarıdan aşağıya doğru kaçarken ben kameramla yukarı koşuyordum. İkinci bir patlama olabileceğini tahmin ettiğim halde olay yerine doğru koşuyordum.”“Gece rüyamda 4575 cinayet var diye bağırıyormuşum” Polis muhabiri Cenk İşver, mesleğinin adeta hayatının her anına nüfuz ettiğini anlattığı konuşmasında, “Telsize o kadar alıştım ki, akşam telsizle uyuyorum. Gece yaklaşık 40 kere falan kalkıyorum, telsizi dinliyorum, bakıyorum önemli bir şey yok, gene yatıyorum. Bir gece yarısı hanım salladı beni, uyandırdı, kaldırdı. Dedim Allah korusun çocuğuma mı bir şey oldu, aileden birine mi bir şey oldu acaba? Gece yarısı kaldırıyor. Hanım sakin ol dedim. Ne sakin olacağım, sen sakin ol dedi. 4575 cinayet var diye bağırıyormuşum uykumda. Kalk delirdin dedi, bu işi bırak ne olur dedi. Gece uykunda cinayetten bahsediyorsun, sabaha kadar konuşuyorsun dedi.Gazeteci Cenk İşver ardından öğrencilerin merak ettikleri soruları da cevaplandırdı. Kaynak için: Haber Üsküdar
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Aydın Doğan Vakfı tarafından bu yıl 32.si düzenlenen Genç İletişimciler Yarışması’nda Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden altı öğrenci ilk üçe girerek finalist oldu. Öğrencilerin dereceleri ise 7 Nisan 2022 tarihinde yapılacak olan ödül töreninde açıklanacak.İletişim alanında eğitim gören gençlerin yeteneklerini ve yaratıcılıklarını geliştirmek amacıyla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Aydın Doğan Vakfı tarafından düzenlenen 32. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması’nda finale kalan isimler belli oldu. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri de finale adlarını yazdırmayı başardı. Açıklanan sonuçlara göre Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü’nden 5, Halkla İlişkiler Bölümü’nden 1 öğrenci yaptıkları projelerle finalist oldu. Ödül alan eserlerin dereceleri ise 7 Nisan 2022 Perşembe günü çevrimiçi olarak düzenlenmesi planlanan ödül töreni ile belli olacak. Tören, Aydın Doğan Vakfı YouTube hesabından canlı olarak yayımlanacak.Eserler dört ana kategoride yarıştı2020-2021 öğretim yılında yaptıkları çalışmalarla 32. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması’na katılan öğrenciler “yazılı dal”, “görsel dal”, “işitsel dal” ve “internet yayıncılığı” olmak üzere dört ana kategoride yarıştı.Üsküdar İletişim’den altı öğrenci finaldeTürkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto ile Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı imzasıyla İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör'e hitaben yazılan yazıda, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinden Ayça Aracıçam, Bilal Sadi, Melisa Duygun, Merve Şişman, Ümmü Gülsüm Dural ve Zeynep Şahin'in finale kaldıkları ifade edildi.Üsküdar İletişim, ödül alacak öğrenci sayısı bakımından 4. sıradaGenç İletişimciler Yarışması internet sitesinde paylaşılan listeye göre, ödül alacak öğrenci sayısı bakımından ilk sırada 11 öğrenci ile Erciyes Üniversitesi, ikinci sırada 10 öğrenci ile Selçuk Üniversitesi, üçüncü sırada 7 öğrenci ile Çukurova Üniversitesi yer alıyor. Üsküdar Üniversitesi ise 6 öğrenci ile dördüncü sırada geliyor. Diğer üniversiteler ise şu şekilde sıralanıyor: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi 5, Gümüşhane Üniversitesi 5, İstanbul Aydın Üniversitesi 4, İstanbul Üniversitesi 4, Trabzon Üniversitesi 2, Akdeniz Üniversitesi 1, Anadolu Üniversitesi 1, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi 1, İstanbul Arel Üniversitesi 1, İstanbul Medipol Üniversitesi 1, İstanbul Ticaret Üniversitesi 1 ve Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi 1 öğrenci.Ödül töreni ile ödüller sahiplerini bulacakYarışmada finale kalan eserlerin dereceleri, düzenlenecek ödül töreninde açıklanacak. Tören, 7 Nisan 2022 Perşembe günü çevrimiçi olarak düzenlenecek ve Aydın Doğan Vakfı YouTube hesabından canlı olarak yayımlanacak.Kaynak için: Haber Üsküdar
Üsküdar Üniversitesi İnsan Odaklı İletişim Uygulama ve Araştırma Merkezi (İLİMER) ile İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünün ortaklaşa düzenlediği "8 Mart Kadın Ve Medya" başlıklı panel gerçekleştirildi. İLİMER Müdürü Doç. Dr. Gül Esra Atalay’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen panele, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, Prof. Dr. Nilüfer Timisi, Doç. Dr. Aysun Aydın, Doç.Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan, Doç.Dr. Yıldız Derya Birincioğlu Vural konuk oldu. Üsküdar Üniversitesi İnsan Odaklı İletişim Uygulama ve Araştırma Merkezi İLİMER ile Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünün ortaklaşa düzenlediği “8 Mart Kadın ve Medya Paneli” İLİMER Müdürü Doç. Dr. Gül Esra Atalay’ın moderatörlüğünde zoom üzerinden gerçekleştirildi. Prof. Dr. Nazife Güngör: “Eşitsizlik süreci cinsiyet kimlikleri üzerinden işletildi” Panelin açılış konuşmasını gerçekleştiren İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, eşitsizlikler üzerine yapılanmış toplum düzeninin oluşumundan bahsetti. “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününüzü kutluyorum. 8 Mart düşündüren bir gün. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Ne tür toplumsal ilişkilerin içerisinde yaşıyoruz? İnsanlık kurulurken sanki eşitsizlikler üzerine toplumların yapılandığını görüyorum. İnsanlık tarihine baktığımızda küçük bir azınlık, kitleleri güçten yoksun hale getirerek, yoksun bırakarak kitleler üzerinde egemenlik kuruyor. O egemenlik ilişkileri örgütsel süreçleri yapılandırarak günümüze kadar geldi. Dolayısıyla bu süreci ilişkiler düzeyine indirmek zor. Çok mücadele vermek gerekli. Bu mücadelelerden biri 8 Mart. Yüzyıl öncesinde Amerika’da başladığını görüyoruz. Sadece eşit ücret alma talebiyle yola çıkan 120 kadının yanıp, kül edildiğini görüyoruz. Korkunç bir trajedi yaşanıyor. Tek istekleri çocuklarına daha fazla vakit ayırmak, yaşanabilir standartlara sahip olabilmek idi. Bu talepleri bile büyük bir dehşetle karşılandı. Hayatlarını vahim bir şekilde kaybettiler. İnsanların kurduğu eşitsiz, güçsüzü ezme düzeni toplumun her düzeyindeki ilişkileri biçimlendirdi. Erkeğin kadını ezmesi, parası olanın parası olmayanı ezmesi gibi. Eşitsizlik süreci cinsiyet kimlikleri üzerinden işletildi. Dolayısıyla geldiğimiz noktada sürekli bir trajedi hakim. Dünya uygarlaştıkça özü itibarı ile barbarlaştığını da görüyoruz. Adına uygar dünya diyoruz ama her türlü barbarlık söz konusu. Barbarlık; yoksun bırakmak, kıt kaynaklardan eşitsiz faydalanmak, özgürlüğü kısıtlamaktır. Ana haberlerde her gün kadın cinayetlerini izliyoruz. Olay artık yoksun bırakmanın ötesinde imha noktasında. İmha ediyor ve kurtuluyor. Üstelik imha etmeyi, öldürmeyi kendine hak olarak görüyor. Yasaların olduğu, güya işlerlikte olduğu toplumlarda aslında yapılan yasaların biraz göstermelik kaldığını görüyoruz ve hayretler içerisindeyiz. Burada yapılan bir hata var, hata değil bilerek yapılan. Toplumsal ilişkiler organize edilmeye başlarken, erkek atak davranıp, biyolojik birtakım özelliklerini kullanıp kadını evin içine kapatıp, kamusal alanın dışında, sosyal ilişkilerden uzak bir konum biçti. O zamandan itibaren kadın hep evin içinde. Evin içinde olmak demek, giderek üretimin dışında bırakmak, üretimden alıkoymak demektir. Üretmeyen, üretimin dışında kalan birey başka birinin egemenlik alanı içinde yaşamaya mahkumdur. Hayatın her düzeyinde pasif bırakılır. Teraziyi eşit biçimde kursalardı; toplumsal örgütlenmeler, aile örgütlenmeleri, üretim örgütlenmeleri, üretim biçimleri denge içinde olabilseydi, bugün biz cinsiyetler arası eşitsizliği, kadına şiddeti konuşuyor olmayacaktık.“ Prof. Dr. Nilüfer Timisi: "Barışın inşacısı ve kurucusu kadındır"Medya ve kadın üzerine önemli çalışmalarda bulunan İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünden Prof. Dr. Nilüfer Timisi, medyada kadın temsiliyeti ve kadınların özne olabilmelerine dair birçok noktaya değindi. Prof. Dr. Nilüfer Timisi, “8 Mart, dünya kadın hareketi açısından önemli bir gün. Barışa her zaman olduğu gibi bugün de ihtiyacımız var. Günümüzün en önemli meselesi barış. Barış kavramını en çok dillendiren kesim kadınlar. Barışı dillendirmekten öte barışın inşacısı ve kurucusu kadındır. 1850’den bu tarafa kadınların talebi çeşitli içerikler oluşturularak günümüze kadar geliyor. Umarım bizden sonraki kuşaklar da devam edecek. Medya meselesine geldiğimizde, medya-kadın ilişkisi tarihsel yaklaşımda sorunlu olarak karşımıza çıktı. Matbaanın icadından itibaren aslında toplumda var olan eril iktidar yapısının sembolik üretim içerisinde de nasıl yerini bulduğunu biliyoruz. Dolayısıyla kadınlar her zaman içerik üretmekte, inşa etmekte var olmalarına rağmen kadınların, toplumun diğer alanlarında olduğu gibi görünmediğini, temsil edilmediğini söylemek mümkün. Kadının varlığını ve eşitsiz ilişkileri görünür kılmak, genel toplumsal projenin parçasıdır. Eşitsiz iktidar ilişkilerini dönüştürmenin en önemli ayağını medya oluşturuyor. Bu sebeple medya ve kadın ilişkilerine baktığımızda temsil ya da temsiliyet kavramının akademisyenler için en önemli akademik araç olduğunu, aynı zamanda bir toplumsal mesele olduğunu biliyoruz.“ “Medyada maruz kaldığımız içeriklerin kadınların lehine olmadığını söylemek mümkün"Kadınların medyadaki konumuna değinen Prof.Dr. Nilüfer Timisi, “Medya, toplumsalı oluşturan en önemli alandır. Bizi ortaklaştıran, haberdar eden, ortak bilgi çerçevesinde buluşturan, aynı zamanda kimliklerimizi, toplumsal aidiyetlerimizi belirleyen en önemli sembolik iktidar merkezidir. Dolayısıyla bu alan içerisinde neye maruz kaldığımız, ne kadar maruz kaldığımız geniş toplum kesimlerinin düşünce sistemini belirliyor. Temsiliyet kavramı üzerinden tarihsel olarak medyaya baktığımızda, medyada maruz kaldığımız içeriklerin kadınların lehine olmadığını söylemek mümkün. Yani kadınlar medyada daha az temsil ediliyor. Her türlü medya içeriğine baktığımızda kadın ve erkek arasındaki temsiliyet farkından söz etmek mümkün. 114 ülkeyi kapsayan bir araştırmaya göre, 20 yıllık süreçte katılımcıların duydukları, okudukları, izledikleri kadın oranı sadece yüzde 24. Kadınlar medyada tabii ki var, fakat bir özne olarak var olmayan daha çok sembolik bir geçiş olarak karşımıza çıkıyor. Kurmacalarda kadınlar yer alıyor, dizilerde kadınlar yer alıyor. Gerçeğin yorumlanmasında, gerçek ile ilişkili bir konuda kadınların yeterince bilen bir özne olmadıkları, kaynak olarak var olmadıkları, konuşan, bilen, düşünen bir özne olarak var olmadıklarını görüyoruz. Kadınlar sürekli etiketlenerek gündem haline geliyor. Mağduriyet var ise, şiddet var ise, şiddet kurbanı ise gündemde oluyor. Şiddet mağduru olan kadın da çeşitli ifade ve resimlerle tekrar mağdur ediliyor. İkinci mesele emek süreçleriyle ilgili. Medya endüstrisinde çalışan kadın sayısı artıyor. TÜİK raporlarına göre 100 kadından 17’si istihdam sahibi. RTÜK ve TRT’de üst düzeylerde kadın yok. Medyada gazeteci olarak, içerik üreticisi olarak, prodüktör olarak kadınlar var ama kadınlar yükselemiyor. Eşit işe adaletsiz ücret, cinsiyetlendirilmiş iş tanımları, kadının çocuk sahibi olma durumunda meslekten alıkonulması gibi sorunlar var. Olumlu örnekler tabii ki var. Bu olumlu örnekleri ön plana çıkararak kadınların özgür, bilen özneler olduğunun altının çizilmesi gerekiyor.” Doç. Dr. Aysun Aydın: "Olması gereken ataerkil sistem tarafından belirlenmiş"Felsefe ve söylem açısından kadın ve medya konusunu ele alan Düzce Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Aysun Aydın, “Toplumsal cinsiyet rollerinin aktarılması en fazla medyanın araçsallığında gerçekleşiyor. Toplumsal cinsiyet kalıplarının, sembollerinin, normlarının temelinde medya büyük rol oynuyor. Genel olarak felsefede toplumsal cinsiyet rollerinin cinsiyet rollerine indirgenmesi ve iki kavram arasında sanki nedensel bir ilişki varmış gibi indirgemeci yaklaşım, en temelde doğalcı yanılgı dediğimiz mantıksal hata. Çünkü buradaki problem kadının ya da erkeğin biyolojik gerçekliğinden, olması gereken üzerine çıkarım yapmak. Bu mantıksal çıkarım açısından doğru bir çıkarım değil. Olması gereken, ataerkil sistem tarafından belirlenmiş, -meli, -malı ahlaki önermeleriyle ifade edildiği için kadına dayatılan bir ahlaki değerler sistemini oluşturuyor. Medya aracılığıyla çok sıklıkla tanık oluyoruz. Erkek bir şarkıcı tarafından kadının fıtratı gibi söylemlerle, kadının nasıl davranması gerektiğine ahlaki zemin üzerinde karar veriliyor. Bu çok yüklü bir mantıksal hata. Böyle bir norm, ahlaki değerler sistemi söz konusu değil ve biyolojik cinsiyetle açıklanamaz. Dolayısıyla ikisi arasında kurulan yanlış nedensel ilişki ataerkil medyayı besliyor. Düşünce tarzının temelinde kavramsal bir anlayış var. En ilkel toplumlarda bile görebiliyoruz. Siyahın kötülüğü, beyazın iyiliği, erkeği gücü, kadının bedeni temsil etmesi gibi. Bugün iş yaşamında doğurma yetisine sahip kadının olması ya da annelik vasfı kadına dezavantaj olarak dönüyorsa, bizim esas farkımız doğurmamak oluyor. Erkeğin sahip olduğu bir nitelik üzerinden kadını dezavantajlı tanımış oluyoruz. Kadın her zaman ötekileştiriliyor. Kavramsal dönüşümü yeniden inşa edebilirsek, söylemimiz, dilimiz, ifademiz ve eylemimiz de değişir.” Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan: "Çizgi filmlerde tektipleşme çok belirgin"Çizgi filmlerdeki kadının rolünden bahseden Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan konuşmasında şunları söyledi: “Çizgi filmlerde kadının rolünün çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çocukların zihni yeni şemaların öğrenilmesine çok açık. Dolayısıyla çocukluktan itibaren gördüğümüz, izleme ve hikaye dinleme davranışında da yeni şemaları belirgin şekilde görüyoruz. Araştırmalar göre, çocuklar için hazırlanan içeriklerde cinsiyetin tektipleştirilmesi çok belirgin. Daha çok erkek karakterler var. Buna dayalı olarak, çok çizgi film izleyen çocuklarda tektipleştirme az izleyenlere göre daha fazla. Türkiye’deki çizgi filmlere baktığımızda vahim bir durumda olduğumuzu söylemek mümkün. Meselâ, annenin sürekli mutfakta olduğu, neredeyse evden hiç çıkmadığı bir durumu gözlemleyebiliyoruz. Sürekli böyle içeriklere maruz kalan çocuklarda toplumsal cinsiyet farklılıklarının oluşmasını görebiliyoruz.” Doç. Dr. Derya Birincioğlu Vural: "Medya, dijital şiddeti farklı şekillerde önümüze çıkarıyor"Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve İletişim Bölüm Başkanı Doç. Dr. Derya Birincioğlu Vural konuşmasında şunları ifade etti: “2021 yılında 339 kadın ve 34 çocuk öldürüldü. 213 kadın ölümü şüpheli olarak kayıt edildi. Yıllar geçtikçe kadın cinayetleri azalmıyor artıyor. Medyanın bu durumda çok etkisi var. Dijital şiddet, birbirinden farklı birçok kavramla ortaya çıkıyor. Günümüzde sıklıkla karşılaştığımız, Türkçeleştirilmeye çalışılan dijital şiddet uygulamaları söz konusu. Slut shaming, geleneksel davranmayan kadının aşağılanması için kullanılan bir terim. Gaslighting, birini bilinçli şekilde sürekli manipüle ederek, onun gerçekliğinin yerine kendi gerçekliğini koymaktır. 2021’de yapılan araştırmada kadınların yüzde 56’sı dijital ortamda yazılı ve sesli tacize maruz kalıyor. Yüzde 46’sı ısrarlı takibe, yüzde 65’i internet ya da sosyal medya ortamında şiddete maruz kalıyor. Yüzde 21’i fiziksel görünümleri nedeniyle, yüzde 52’si cinsiyetten kaynaklı, yüzde 76’sı ise tanımadığı hesapların şiddetine maruz kalıyor. Horizon Venues adlı platformda kendi avatarını yaratan Nina Jane Patel, metaverse girişinde tacize uğradı. Metaverse şirketi açıklamada bulunup, böyle durumları önleme konusunda daha kesin adımlar atacağını dile getirdi. Diğer önemli konu ise gençlerin sosyal medyayı vitrin olarak kullanması. Kendi benlik algılarını, sosyal medyadaki vitrinde oluşturuyorlar. Vitrinimizin sınırlarını daha belirgin hale getirebilirsek bu şiddet olgusunu biraz daha azaltabiliriz.” Kaynak için: Haber Üsküdar
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü dördüncü sınıf öğrencileri, mezuniyet projesi olarak hazırladıkları gazeteleri ve internet sitelerini jüri önünde sundular.Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü son sınıf öğrencileri, Prof. Dr. Süleyman İrvan, Doç. Dr. Gül Esra Atalay, Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan, Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin, Arş. Gör. Atila Erdemir ve Arş. Gör. Selin Maden’den oluşan bölüm jürisinin önünde dönem boyunca hazırlamış oldukları gazeteleri ve haber sitelerini sundular. Zoom uygulaması üzerinden çevrimiçi olarak gerçekleştirilen sunumlarda jüri üyelerinin bireysel değerlendirmeleri, öğrencilerin proje notu olarak belirlendi.Jüri üyeleri projelere ilişkin değerlendirmelerde bulunduMezuniyet sunumlarını değerlendirmek üzere jüride yer alan Prof. Dr. Süleyman İrvan, Doç. Dr. Gül Esra Atalay, Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan, Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin, Arş. Gör. Atila Erdemir ve Arş. Gör. Selin Maden, her sunumun ardından projenin başarılı ve başarısız yönlerini açıklayarak öğrencilere tavsiyelerde bulundular. Jüri üyeleri tarafından yapılan yorumlarda dil bilgisi ve yazım kurallarına dikkat edilmesi gerektiği vurgulanırken, özgün içerik üretiminin önemine de değinildi. Öğrencilere yapılan geri bildirimlerde projelerini geliştirmeleri amaçlandı. Öğrenciler haber sitesi yapmayı tercih ettiMezuniyet projesi olarak çoğunlukla haber sitesi oluşturmayı tercih eden öğrencilerin sağlık, spor, kültür-sanat, teknoloji, magazin ve genel gündem temalarına odaklanmaları dikkati çekti. Üç gün süren sunumların ilk gününde danışmanlıklarını Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin’in yaptığı 23 öğrenci internet sitelerini anlattı. Sunumların ikinci gününde Doç. Dr. Gül Esra Atalay danışmanlığındaki 24 öğrenci hazırladıkları haber sitelerini jüri üyelerine sundu. Sunumların son gününde ise Prof. Dr. Süleyman İrvan danışmanlığında proje hazırlayan 18 öğrenci internet sitelerini, 2 öğrenci ise gazetelerini anlattı. Öğrenciler tarafından yapılan çalışmalardan bazıları şu şekilde: Merve Baş, Şile Vizyon isimli haber sitesinde Şile'den haber ve röportajlara yer veriyor. Burcu Hançer, Hilea Haber isimli haber sitesinde Şile ile ilgili yerel haberler yayımlıyor. Melike Sarıoğlu, Genç Jurnal isimli haber sitesinde veri gazeteciliği de içeren haber ve röportajlar yapıyor. İrem Gül, İletişim Gazetesi isimli kültür-sanat içerikli haber sitesinde video habercilik de yapıyor.Melisa Elbasan, SkalaTech isimli haber sitesinde teknoloji haberciliği yapıyor. Tez yazan öğrenciler çalışmalarını sürdürüyorTez çalışması yapan 3 öğrenci ise ilk dönemde kavramsal ve kuramsal bölümlerini yazarak danışmanları ile paylaştı. Tez yazan öğrenciler, Bahar döneminde özgün araştırmalar yaparak tezlerini tamamlamalarının ardından jüri önünde sunum yapacaklar.Kaynak için: Haber Üsküdar
Coşkun Aral: “Bizim salgılarımız algılarımızı, ilgilerimizi yönlendirdiği zaman hakikat da değişiyor”Haber Üsküdar – Sefa Mert KahramanÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen "Foto Muhabirliği ve Hakikat" konulu etkinlik gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Gazetecilik Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan’ın yaptığı etkinliğe gazeteci Coşkun Aral konuk oldu.Gazetecilik Bölümü'nden Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan'ın moderatörlüğünde düzenlenen ve Coşkun Aral'ın konuk olduğu "Foto Muhabirliği ve Hakikat" başlıklı söyleşi gerçekleştirildi. Etkinliğe İletişim Fakültesi öğretim elemanlarının yanı sıra, Üsküdar İletişimli öğrenciler katıldı.Coşkun Aral tanıtıldıEtkinliğe Coşkun Aral’ı tanıtarak başlayan Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan, “Coşkun Aral benim çocukluk kahramanlarımdan birisi. Mesleğe yönelmemin nedenlerinden de biri aslında. Coşkun Aral, 1 Mayıs 1956 Siirt doğumlu. Siirt’in Coşkun Aral’ın hayatında özel bir yeri var hem ailesi hem politik hikâyeler vesilesiyle. Bugün konuşacağımız foto muhabirliği ve hakikat ile ilişkili olarak da Siirt'in hayatında belirleyici olduğunu düşünüyorum. Aral, 14-15 yaşında fotoğraf çekmeye başlıyor. Daha sonraki süreçte ulusal basında belli gazetelerde çalışıyor. 1 Mayıs 1977'de ‘Kanlı 1 Mayıs’ ile aslında uluslararası basına sirayet ediyor. Daha sonra bir uçak kaçırma olayıyla yükseliyor. Uluslararası basına biraz daha Coşkun Sipahioğlu ve Sipa Ajans vesilesiyle bütün görselleri, fotoğrafları ve hikâyeleri yayılıyor. Türkiye’de de ‘Haberci’ programıyla kitlelerle buluştuğunu söyleyebiliriz. İZ TV’nin bir dönem kurucuları arasındaydı. Şu anda da Habitat TV’de belgesel yayınlarına devam ediyor” dedi.“Bizim salgılarımız algılarımızı, ilgilerimizi yönlendirdiği zaman hakikat de değişiyor”Hakikat kavramını kendi bakış açısıyla değerlendiren Coşkun Aral, “Hakikat dediğimiz şey; algılarımızın bize vermiş olduğu, adeta bir radar gibi soyutu somutlaştıran, sadece bizim sistemimiz tarafından belirlenmiş ama başka sistemler tarafından da denetlenmiş bir fenomen. Benim için hakikatı açıklayacak olursam, ben bu işleri çok sorguladım çünkü hayata 4-0 yenik başlayan bir fiziki yapım var. Benden önceki iki kardeşim gibi, o coğrafyanın ihtiyaç duyduğu hastane, ilaç, bakacak kişi ve kurum benzeri Siirt’teki eksikliklerden dolayı yaşamım benim için de çok sağlıksız başlamış. Dört yaşına kadar yaşayıp yaşamayacağım belli değilmiş, hatta adakta bulunmuşlar. 1956-1960 yılları arasında hükümet tabibinin olmadığı Siirt’te, benden önce giden kardeşim de aynı nedenlerle ölmüş. Benim hayatta kalmamın bir adak adamaya borçlu olduğunu söylüyordu annem. Hayata biraz sağlık yönünden sorunlu başlayınca tutunma isteğiniz; tutunurken gerek beyninizi, gerek var olan fiziki gücünüzü yoğunlaştırmanız gerekiyor ama coğrafyanız hakikaten bunları ciddi ele alan bir coğrafya değil. Bir kadının normalde sekiz-on doğum yapıp doğurduğu çocuklardan üç dört tanesinin hayata tutunabildiği, bunlardan bir tanesinin normal yaşama kavuşup geriye kalanların hep ötekileştirildiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Niye diyeceksiniz, o da bu coğrafyada yüzyıllardır yaşananlardan ötürü. O yüzden hakikate ulaşmak, hakikat konusunda bizden önce yapılmış yorumları bilmek, araştırmak, kendi hakikatimizle başka hakikatleri kıyaslayabilmek biraz zor bir olay. Çünkü bizim salgılarımız algılarımızı, ilgilerimizi yönlendirdiği zaman hakikat de değişiyor” şeklinde konuştu.“Amacım iyi bir fotoğrafçı olmak değil”Fotoğraf makinesini hakikati bilmeyenlere hakikati aktarmak için kullandığını söyleyen Aral, du durumu şöyle açıkladı: “Ben hakikati, bana teknolojinin yirminci yüzyılda bahşettiği bir makineyle aktarmaya çalıştım. Fotoğraf makinesini, hakikati bilmeyenlere aktarmak için bir ifade aracı olarak kullandım. Amacım iyi bir fotoğrafçı olmak değildi, bunu hiçbir zaman düşünmedim. Onu bir araç yapıp tanık olduğum olayları, olaylara ettiğim tanıklıkları, geçmişte bildiğim insanların bana bıraktıkları mesajları diğer insanlara aktarabilmeyi hedefledim.” “Benim amacım işi belgelemek, bir kanıt gibi göstermek”Foto muhabirliğiyle ilgili kırılma anlarından bahseden Coşkun Aral şunları söyledi: “İlginçtir ki fotoğraf makinesine ulaşmam kolay oldu. İlk makine Kodak benzeri tek mercekli, çok basit bir obtüratör sistemli, 6:6 dediğimiz filme alıp 6:9 çeken, sekiz tane fotoğraf çeken bir kutu makine. Bununla çektiğim filmlerin baskılarının arkasına tarih atmışım, ilk çektiğim fotoğraf Hasankeyf. Siirt’te çekmemişim mesela. Bugün, Siirt’teki yaşamı keşke çekseydim diyecek durumdayım çünkü olağanüstü mimarisi olan bir kent ama mimariden örnek kalmadı. İhtiyaç duymamışım çünkü mimarinin hep aynı kalabileceğine inanmışım. Ama Hasankeyf’e gitmişim, mağarada yaşayanlar var ve o mağaraları çekmişim. Öte yandan İzmir Kemalpaşa ve İzmir’de Efes Harabeleri'ni de çekmişim. Bunlar şu anda benim arşivimde var olan ilk çektiğim filmin kareleri. Ardından fotoğraf çekme dönemi duraklıyor çünkü pahalı bir olay. Sonraki yıllarda ben Ara Güler ile tanıştığımda, ‘evladım bu zengin işidir, bu herkesin işi değil’ demişti bana. Çünkü o zamanlar çoğu yerde 'fotoğraf makinesinin girişi, kullanılması yasak' levhalarıyla karşılaşıyordun. Bazen böyle vapura atlar Yeniköy’den Beykoz Anadolu Feneri’ne giderdik. İlk karşılaştığımız şey 'girmek yasaktır, fotoğraf çekmek yasaktır' uyarısı olurdu. O dönemde her yer asker olduğu için her şey yasak. Zor bir meslek. Ara Güler’in veya o dönemin ustalarının sayılarının az olmasının sebebi, az çeken vardı. Çekenler de hakikaten varlıklı ailelerin çocuklarıydı. Belki de öncelikli olan bir fotoğraf makinesi değil başka bir şey. Benim amacım işi belgelemek, bir kanıt gibi göstermek, bir de benden sonrakilere veya bilmeyen insanlara bunu aktarmak.” “Sağlığım iyi olsa gittiğim yerlere tekrar gitmek isterdim”Mesleki anlamda en çok özlediği şeyin eskiden gittiği yerlere tekrar gitmek olduğunu söyleyen Coşkun Aral, “Dizlerimde ve bazı organlarımda aşırı zorlamadan ötürü birtakım sorunlar var, keşke onlar olmasaydı. Habercilikte ustalarımdan öğrendiğim şey sürdürülebilir habercilik yapmak. Pandemi öncesi yaptım. Madagaskar’a 1987’de gitmiştim, bir daha gittim. Kafiristan YouTube’de en çok izlenen programımdı, bir daha gittim. Gittiğim yerlere genç kardeşlerimle yeniden gitmeyi çok isterdim. Benim dönemimde gittiğimde yanımda bir kameraman yoktu. Bir kameramanla gidip onun da ufkunu açmak, onun da yaşamında böyle bir değişikliğin başlangıcının benimle olmasını sağlamak çok isterdim” ifadelerini kullandı.Katılımcılardan gelen sorularDinleyicilerden yöneltilen, "Birçok savaş alanında, farklı kültürlerin arasında bulunup sonrasında normal yaşamınıza döndüğünüzde o geçiş dönemini nasıl atlatıyorsunuz?" sorusuna Coşkun Aral, "Her şeyin plan çerçevesinde olduğuna inananlardanım, biraz kaderci bir anlayışım var. Çok yoğun travmaların olduğu dönemlerin hemen ardından yanımda gerçekten doğa koşullarında yaşamayı bilen insanlarla o ülkelere yapmış olduğum gezilerle oldu” cevabını verdi.Kaynak için: Haber Üsküdar
Prof. Dr. Simber Atay: “Foto muhabirler; kurbanların, ölülerin ve mağdurların sözcüsüdür”Haber Üsküdar - Ümmü Gülsüm Dural ve İrem GülÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen “Foto Muhabirliği: Türkiye ve Dünyada” başlıklı söyleşi gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Gazetecilik Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan’ın yaptığı etkinliğe Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölüm Başkanı Prof. Dr. Simber Atay konuk oldu.Gazetecilik Bölümü'nün düzenlediği ve Prof. Dr. Simber Atay'ın konuşmacı olduğu “Foto Muhabirliği: Türkiye ve Dünyada” konulu etkinlik gerçekleştirildi. Etkinliğin moderatörlüğünü Gazetecilik Bölümü'nden Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan’ın üstlenirken, çok sayıda Üsküdar İletişimli öğrenci dinleyiciler arasında yer aldı.Prof. Dr. Simber Atay tanıtıldıEtkinliğin açılış konuşmasını yapan Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan, "Ege Üniversitesi Sinema ve Televizyon bölümü mezunu olan Prof. Dr. Simber Atay, aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Ensitüsi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü'nde 'Fotoğrafçılığın Başlangıç Dönemi ve Türkiye’de İlk Yılları' başlıklı yüksek lisans tezini yazdı. Prof. Dr. Alim Şerif Onaran ve Prof. Dr. Oğuz Adanır danışmanlığında, 'Türk Film Eleştirisinde Yaklaşım Biçimleri' başlıklı doktora tezini bitirdi. Prof. Dr. Simber Atay; Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya’da çeşitli burslarla araştırmalarda bulundu. Aynı zamanda Atay, ileri seviyede çok sayıda dil bilmektedir. Türkiye’nin ilk fotoğraf müzesinde de küratörlük yaptı" diyerek Prof. Dr. Simber Atay'ı dinleyenlere tanıttı. “Fotoğraf çok yönlü bir faaliyettir”Foto muhabirliğin tarihsel serüvenini anlatan Prof. Dr. Simber Atay, “Her devir kendi bireylerini, aynı zamanda da kendi karakter ve tiplerini yaratıyor. Dolayısıyla biz şimdi bugün 19 Ocak 2022'den geriye doğru baktığımızda hepimizin bir perspektifi var. Bu çerçevede photojournalism (foto muhabirlik) denildiğinde de bu anlamda hem tarihsel bir süreçten hem de hepizin konuyla ilgili bir perspektife sahip olduğundan bahsedebiliriz. Bu sürekli değişen ve dönüşen bir perspektiftir. Şimdi bu geçmişe yönelik perspektifin, bu tarihselci arzunun tek teyit platformu fotoğraf tarihidir. Fotoğraf tarihi içerisinde de belgesel fotoğraf tarihi, fotoğraf sanatı tarihi, photojournalism tarihi gibi çeşit çeşit kategoriler vardır. Dolayısıyla bir fotoğraf çok kimlikli bir faaliyettir. Hem bir teknolojidir hem bir sanattır hem de çok çeşitli işlevleri vardır. Bu anlamda da bu çok kimliklik içerisinde de ayrı ayrı tarihsel kategoriler söz konusudur. Fakat tabi buradaki photojournalism tarihini bizim bu bağlamdaki düşüncemizin teyit platformu olarak kabul etmemiz lazım. O yüzden de hangi sektörde çalışırsak çalışalım mutlaka o işin tarihiyle çok yakından ilişkilerimizin olması gerekiyor” dedi.“Saf fotoğraf muciti Erich Saloman”Türkiye’deki ve Dünya’daki foto muhabir portrelerinden söz eden Prof. Dr. Simber Atay ilk olarak Erich Salomon'a değindi. Prof. Atay, “Sizlere ilk olarak Dr. Erich Saloman’dan bahsetmek istiyorum. 1886-1944 yılları arasında yaşayan Erich Saloman, tipik bir Weimar Cumhuriyeti vatandaşı. Weimar Cumhuriyeti sadece tarihsel bir dönem değil aynı zamanda yaratıcılık dönemidir. Korkunç bir enflasyon, korkunç bir anarşi, terör, siyasi karışıklıklar ve belirsizlikler nedeniyle siyasi ve ekonomik olarak kaotik bir dönem fakat pradoksal olarak da aynı şekilde son derede yaratıcı bir döneme işaret etmektedir. Öyle bir yaratıcılık ki bu; fizik biliminden edebiyata, müzikten fotoğrafa, felsefeden sanata kadar her dalda insanlar burada olağanüstü söylemler üretiyorlar. Bugün bulunduğumuz dönemdeki hikâyelerimizi özellikle de iletişim üzerine endeksli olan hikâyelerimizi mutlaka bir kere şu Weimer Cumhuriyeti’den geçerek değerlendirmemiz gerekiyor. Tarihin önemi buradan geliyor. Sadece ne olup bittiği değil aynı zamanda bizim entelektüel ve akademik duyarlılığımızın temellerinden bir tanesi de olduğu için" dedi. Dr. Erich Salomon’ın Birinci Dünya Savaşı’na da katıldığını söyleyen Prof. Dr. Simber Atay, onun fotoğraf muhabirliğine girişini ise şöyle anlattı: "Erich Saloman hukuk doktoru ancak çok çeşitli işlerle uğraşıyor. Birinci Dünya Savaşı Alman ordusunda harp esiri olarak yatıyor. Savaştan döndükten sonra hayatta kalma uğraşı verirken ve reklam sektörüyle uğraşırken fotoğrafçılıkla tanışıyor. Saf fotoğrafın mucididir. Dünyanın her yerinde fotoğraflar çekiyor. Bulunduğu ortamla birlikte oluyor. Ortamın haline giriyor. 20. yüzyılın önemli figürlerinden biridir. Fotoğraf tarihinin ve muhabirliğinin en kıymetli tanıklık sayfalarında yer edinmiştir” şeklinde konuştu. “Ölüm anı fotoğrafı trajik bir figürdür”Foto muhabirlik tarihi içerisinde bir diğer önemli isim olan Robert Capa hakkında ise Atay, “Robert Capa Macar asıllı bir fotoğrafçıdır. İspanyol iç savaşı, Çin-Japon Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Vietnam Savaşı, Filistin- İsrail Savaşı gibi 20. yüzyılı biçimlendiren savaşlarda rol almış biridir. Aynı şekilde asker üniforması giyerek bir asker gibi kahramanca ve disiplinli olarak bu savaşlara katılmıştır. Robert Capa; cesaret, şakacılık, optivizm gibi özelllikleri barındırıyor. Robert Capa’dan bize kalan, her foto muhabirde olması gerektiği gibi cesaretli ve faziletli olması. 5 Eylül 1936’da İspanyol iç savaşında "ölüm anı" diye adlandırılan bir fotoğraf çekiyor. Bu, bir cumhuriyet askerinin vurulduğu an. Tarihin en önemli ikonik fotoğraflarından biridir. Trajik bir figürdür” ifadelerini kullandı.“Photojournalistler; kurbanların, ölülerin ve mağdurların sözcüsüdür”Margaret Bourke White’ı gelmiş geçmiş en iyi photojournalistlerin en olağanüstülerinden bir tanesi olarak tanımlayan Prof. Dr. Simber Atay, White’ın cephelerde, uçaklarda, gökdelenlerde çekilmiş fotoğraflarının olduğunu belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü: "Margaret Bourke White, Sovyetler Birliği'nde fotoğraf çekmenin çok zor olduğu bir dönemde davet edilen nadir fotoğrafçılardan bir tanesidir. Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesi sırasında Gandhi’nin yanı başında onunla birlikte bu mücadeleyi belgeleyen kişilerdendir. 2. Dünya Savaşı’nda toplama kamplarında çektiği fotoğrafları da vardır. Photojournalistler; kurbanların, ölülerin ve mağdurların sözcüsüdür. Bu münasebetle adalet ve hukuk, bir şekilde fotojurnalistlerin şahsında temsil edilmektedir." “Foto muhabir hümanist olmalıdır”Konuşmasında, ressam ve fotoğrafçı Fikret Otyam’ın Rönesans resimleri gibi idealize edilmiş fotoğraflarından bahseden Prof. Dr. Atay şunları söyledi: "Fikret Otyam, seçkin bir ressam, yazar ve entelektüel kişiliğe sahip biridir. Güney Doğu Anadolu’da çektiği fotoğraflar politikamızın biçimlenmesine katkı sağlamıştır. Fotoğraflarında Güney Doğu Anadolu insanının trajedisi ve hikayesi anlatılıyor fakat bir taraftan bu zor koşullar tanımlanırken diğer taraftan bunlar çok güzel fotoğraflar. Kahramanları; yaşlılığının, yoksulluğunun, hastalığının yanı sıra idealize edilmiş figürler. Bir foto muhabirde olması gereken bir özellik de hümanist olması. Hümanist bakış açısıyla eşitlik denilen kavramı yeniden tanımlamalı." “Simon Norfolk kendisine manzara fotoğrafçısı diyor ama o bir photojournalist”Simon Norfolk’u 1963 doğumlu bir İngiliz fotoğrafçı olarak tanımlayan Prof. Dr. Simber Atay, photojournalistlerin olay cereyan ederken ya da biraz öncesinde olay yerine giden kişiler olduklarını vurguladı. Norfolk’un ise olaydan sonra giderek fotoğraf çektiğini ve kendisini manzara fotoğrafçısı olarak nitelendirdiğini ama onun da bir photojournalist olduğunu söyledi. Olay yerine hadise yaşandıktan sonra giden Norfolk için Atay, “Sadece savaş değil o savaşın etkilerini de tespit etme fırsatı buluyor. Savaş politikalarının ne tür problemlere ne tür yıkımlara ne tür sistem parçalanmalarına sebep olduğunu da saptayabiliyor” dedi."Coşkun Aral cesareti temsil ediyor"Türkiye'nin alandaki en önemli isimlerinden biri olan Coşkun Aral'ı tanıtan Atay şunları söyledi: "Ülkemizin foto muhabirlerinden bir diğeri ise Coşkun Aral. 1956 doğumlu olan Aral, dünyanın her yerinde fotoğraf çekmiş birisi. Çok önemli savaşlara ve olaylara tanık olmuş. Kendisiyle karşılaştığınızda sakin, hoş sohbet eden birisi. Onun da en önemli özelliği cesareti temsil etmesi. Onun sükûnetini, o konuşurken veya fotoğraflarına bakarken, faaliyetlerini izlerken hissedersiniz. Çok başarılı başyapıtları var.”“Alexander Gardner, Amerikan iç savaşını belgelemiş takip etmiş olan bir fotoğrafçı”Sunumunda Alexander Gardner’a da yer veren Prof. Dr. Simber Atay, “Alexander Gardner Amerikan iç savaşını belgelemiş ve takip etmiş olan bir fotoğrafçıdır. Eski Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Abraham Lincoln’un suikasta kurban gitmesinin ardından bir soruşturma başlatılmış ve Alexander Gardner da bu soruşturmada yargılananlar arasından bir genç adamın fotoğrafını çekmiştir. Bu fotoğraftaki genç trajik bir figürdür” dedi.“Hakikati kimse kabul etmese de hafife indirgeseler de önemli olduğunu düşünüyorum”Foto muhabirliğin günümüzdeki durumuna ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Prof. Dr. Simber Atay konuya ilişkin olarak şunları söyledi: “Post-fotoğraf dönemine geçtik. 2000’li yıllarda siber dünyada yaşamaya başladık. Fotoğrafta iki temel var: analog ve dijital. Fakat ne biri başladı ne öteki bitti. İkisi arasındaki diyalektik sürekli yaşanıyor. Artık dijital fotoğrafçılık güçlendiği için bu sefer analog fotoğraf teknikleri 20. yüzyıl hatta 19. yüzyılın çok eski teknikleri gündeme geldi. Dolayısıyla bunları uygulayan kişiler de var. Böylece bu diyalektik sürekli olarak her iki tarafın gelişmesine yol açtı. İçinde bulunduğumuz dönem hakikat sonrası zamandır. Nitekim tarihsel bilinç çok önemlidir. Foto muhabirlere hakikat sonrası çağda günceli takip etmenin yanında, gerçeği kitlelere iletmek anlamında özel bir işlev yüklediklerini zannediyorum. Bu işlev etik ve felsefidir. Hakikati kimse kabul etmese de hafife indirgeseler de önemli olduğunu düşünüyorum.”Prof. Atay kendisine yöneltilen soruları cevaplandırdıDr. Eren Ekin Ercan’ın, “Manuel fotoğrafçılık zanaatkarlıktı aynı zamanda. Bugün dijitalleşmiş fotoğrafçılık, foto muhabirlik mirasına ne kadar sahip çıkıyor?" sorusuna Atay, "Robert Capa, Davit Seymor, Henri Cartier Bresson, Goerge Rodger Magnum fotoğraf ajansını kuruyorlar. Halen daha dünyanın bir numaralı ajansıdır. Magnum ajans fotoğrafçılarının söylemlerine göre kavramsal yönelimler var. Kavramsal fotoğraf kapsamına girecek projeler geliştiriyorlar. Tabiiki burada dönüşüm söz konusu. Hakikat sonrası çağda eskiden Hayat dergisi vardı. Kitleler bilgi ve görüş ediniyorlardı. Şimdi her şey internette sınırsız kaynakla bizlere sunuluyor. Foto muhabirliği sona ermedi ama devam ediyor. Kendine ait dil yetisi olan, kendine özgü işlevleri ve ortamı olan net bir kategoridir. Fakat eskisi gibi değil. Mecra değişmiş durumda artık” şeklinde yanıt verdi. Katılımcılardan gelen “Kevin Carter, Sudan’da bir çocuk ve akbabanın fotoğrafını çekmişti. Bu fotoğraftan sonra intihar etti. Foto muhabirlerin bu tür durumlar ile karşılaştıklarında sizce etik tavrı ne olmalı?" sorusunu ise Atay şöyle cevaplandırdı: “Tabii ki herkesin vicdanı var fakat sahadaki işlevimiz ne? Fotoğrafçının konumu tanıklık orada. Profesyonel olunması gerektiğini düşünüyorum. Foto muhabir etik olarak dünyadaki yerini bildiğin için orada zaten.” Kaynak için: Haber Üsküdar
Ela Sezen: "Gazetecilik gönül vermeden yapılamaz"Haber Üsküdar - Aleyna Yıldırım ve Hilal BüyükyavuzHaber Global muhabiri Ela Sezen, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğr. Gör. Gökhan Karakaş'ın dersi kapsamında Üsküdar İletişim'e konuk oldu. Ela Sezen, muhabirlik tecrübelerini öğrenciler ile paylaşırken, mesleğe ilişkin önerilerde de bulundu. “Savaş muhabirliği riskleri olan bir alan”Savaş muhabirliğini çarpıcı detaylarla anlatan savaş muhabiri Ela Sezen, "Savaş muhabirliği riskleri olan bir alandır. Çünkü karşınızdaki bir terör örgütü, devlet değil. Dolayısıyla ne zaman, nereden saldırabileceğini kestiremiyorsunuz. Çay, kahve içerken bile başınızdan havan mermisi geçebilir. Devletle ilişkide savaş hukuku diye bir kural vardır, onu uygularsınız. Cephe hattı ise onun risklerini bilirsiniz ama Suriye sınır hattı öyle bir şey değil. Suriye sınır hattında her an başınıza her şey gelebilir. Çünkü bölge olarak da yolların kesilmesi konusunda çok fazla risk taşıyan bir yer" dedi.“Kadın muhabir olmanın avantajları olduğu kadar dezavantajları da var”Bir kadın olarak bu alandaki mücadelesinden söz eden Sezen, "Kadın muhabir olmanın avantajları olduğu kadar dezavantajları da var. Bir kere kameraman arkadaşı yakasından tutup kimlik istediler. Bir itiş kalkış oldu. Bana bir şey yapmadılar. Burada da kadın olmanın avantajlarını kullanıyorsunuz. Bölgede olmak çok keyifli. Benim 15 yıllık meslek hayatımın en keyifli haberi Suruç’taydı. Çünkü sıcak bir olayın içerisindeyiz, bütün Türkiye’nin gözü o noktada, herkes orayı izliyor ve siz oradan haber veriyorsunuz. Herkes sizin ağzınızdan çıkacak haberi bekliyor. Ne yapmanız gerektiğine, nereye girip çıkmanız gerektiğine iyi karar vermeniz lazım. Dolayısıyla soğukkanlı olmanız gerekiyor. Neyin doğru olacağını bilecek olan sizsiniz” şeklinde konuştu."Bizim gibi objektif habercilik yapmaya çalışan insanların ne olursa olsun bu sektörde kalması gerekiyor"Objektif habercilik üzerine de değerlendirmelerde bulunan Ela Sezen şunları söyledi: “Bizim gibi objektif habercilik yapmaya çalışan insanların ne olursa olsun bu sektörde kalması gerekiyor. Biz en azından bir şeyler değiştiğinde bile bazı şeyleri doğru yapabilecek insanlarız. Gemiyi terk etmemek gerekiyor. Ben meselâ inanmadığım bir şey yazmam da, yapmam da. Kendinizi koruyacağınız alanlarınız olsun. Tamamen parti propagandasına dönüştürmeden de bunu yapabiliyorsunuz, dönüştürmeyin de. Siyasi görüşü farklı ama ekranda onu savunan, koruyan böyle tanıdıklarım var.""Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz"Mesleğini çok sevdiğini dile getiren Ela Sezen, gazetecilik öğrencilerine tavsiyelerde bulundu. Sezen, “Meslek olarak, konum olarak olmak istediğim yerdeyim. Habere çıkmadığım ya da ajansta kaldığım zamanlarda saatler geçmiyor benim için. Bir daha dünyaya gelsem yine muhabir olmak isterim. Bu çok zehirli bir şey, kanınıza girdiği an sizi esir alıyor. İşimi çok seviyorum. Sevmeden de yapılacak bir iş değil. Herkesin izin yaptığı zamanlarda siz daha çok çalışıyorsunuz. Gazetecilik gönül vermeden yapılamaz. Gençlere; gittikleri bölgenin geçmişini bilmelerini, oradaki halkın yapısına ve demokratik yapısına hakim olmalarını tavsiye ediyorum. Ekran önünde yorumlarken geçmişe dair okuduğunuz bilgilerle harmanlıyorsunuz. Haber o şekilde ortaya çıkıyor. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz. Ekrandan sadece bilgi katıyoruz. Kendimize kattıklarımızdan sonra yapacağımız haberler kendi iç birikiminizle alakalıdır" ifadelerini kullandı.Kaynak İçin: Haber Üsküdar
Üsküdar İletişim'de 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü Paneli gerçekleştirildiHaber Üsküdar – Sefa Mert Kahraman ve İrem GülÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü tarafından 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü kapsamında düzenlenen ‘Pandemi Sürecinde Sahada Gazetecilik’ konulu panel düzenlendi. Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın moderatörlüğünde gerçekleşen çevrim içi panele, gazeteci ve sağlık editörü Sibel Bahçetepe, serbest gazeteci Yusuf Özgür Bülbül, gazeteci ve STK temsilcisi Selçuk Taşdemir, İHA Anadolu Yakası bölge müdürü Mustafa Biçer, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi akademisyenleri ve öğrenciler katıldı.Panelin açılışında bir konuşma yapan İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, çalışan gazetecilerin gününü kutladı. Güngör, bu günün kutlamalarla geçmesini dilediğini fakat gazetecilerin çalışma koşullarının tatmin edici olmamasından dolayı biraz da hüzün dolu bir gün olduğunu ifade etti.Süleyman İrvan: “212 sayılı kanun gazetecilerin en önemli güvencesi”Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, panel konuşmacısı gazetecilere söz vermeden önce 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü hakkında bilgiler verdi. İrvan, 10 Ocak 1961 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 212 sayılı Basın İş Kanunu’nun çok önemli bir kanun olduğunu, bu kanunun bugün birtakım eksikliğine rağmen gazetecilerin en önemli güvencesi durumunda olduğunu belirtti. Bu kanunun gazetecilere çok önemli haklar tanıdığını ve gazeteciliği toplum nezdinde çok önemli bir meslek olarak konumlandırarak güvence verdiğini aktardı. Süleyman İrvan, Türkiye’de ciddi anlamda bir gazeteci işsizliği sorunu olduğunu, bunun yanında, internet medyasının henüz bir yasal çerçeveye kavuşamadığını, basın kartı meselesinin objektif kriterlere uygun biçimde çözülmediğini dile getirdi. İrvan, basın özgürlüğü konusunda da var olan sorunların herkesin malumu olduğunu vurguladı.Selçuk Taşdemir: “Kısır çekişmelerden uzaklaşarak gazetecilik mesleğinin sorunlarına odaklanmamız gerekiyor”Konuşmasına 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününü kutlayarak başlayan gazeteci ve STK temsilcisi Selçuk Taşdemir, “Bizler için önemli bir gün. Biz şuna inanıyoruz, bir mesleğin etiği ve denetimi olmalı. Pandemi sürecinde özellikle yerel medya ve genel anlamda ulusal medya hem ekonomik hem sosyal çok ciddi sıkıntılar yaşadı. Haber peşinde koşarken birçok olumsuzluklarla karşılaştı, maaş alamamaktan tutun da işsiz kalmaya kadar birçok sorun yaşadık. Biz bunları gerek STK’lar bazında gerek diğer platformlarda muhataplarına iletmeye çalışıyoruz. Pandemi sürecinde ciddi anlamda zorluklar yaşadık. Bu süreçte gazeteciliğin önemi daha iyi anlaşıldı. STK’ların, meslek örgütlerinin biraz daha örgütlü davranması lazım. Kısır çekişmelerden uzaklaşarak gazetecilik mesleğinin sorunlarına odaklanmamız gerekiyor. Ben buna inanıyorum. Bu noktada da gazeteci dostlarımızın, gazeteci adaylarımızın birlikte bizlere omuz vererek güzel işler yapmamızdan yanayım. İletişim fakülteleri yüzlerce öğrenci mezun veriyor ve maalesef bu mezunlar kendi alanlarında işlerini yapamıyorlar, farklı meslek kollarına yöneliyorlar. Onun dışında, medya okuryazarlığını da çok önemsiyorum. Medya okuryazarlığı noktasında adım atamıyoruz. Önüne gelen gazete kurabiliyor veya sosyal medya gazeteciliği yaparak, ‘ben de gazeteciyim, şu kadar tıklanma aldım, şu kadar beğeni aldım’ diyerek kendini avutuyor ama kendini yetiştirmek adına en ufak adım atamıyor” dedi.Sibel Bahçetepe: “Medya kuruluşlarında istihdam edilen sağlık muhabirlerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor”Gazeteci ve sağlık editörü Sibel Bahçetepe, Türkiye’de koronavirüs vakaları görülmeye başladığı zaman, uzmanlaşmış sağlık muhabirliğinin önemini anladığımızı belirtti. “Türkiye koronavirüs salgınına nasıl hazırlıksız yakalandıysa medya da hazırlıksız yakalanmıştı” diyen Sibel Bahçetepe, medya kuruluşlarında istihdam edilen sağlık muhabirlerinin sayısının bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda olduğunu ifade etti. Sibel Bahçetepe, Daha önceden her gazete ve televizyonun mutlaka sağlık muhabirleri olduğunu büyüklerimiz bize anlatırdı. Ben sağlık muhabirliğini on sekiz yıldır yapıyorum. On sekiz yıldır bu alanda çalışırken şunu fark ettim: bizden önce bu sektörde olan abilerimiz ablalarımız için eskiden Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin içerisinde sağlık muhabirlerinin alanı vardı, Çapa’da da öyle, Cerrahpaşa’da da aynı şekilde. Gelinen noktada bırakın artık buralarda muhabirlerin olmasını, medya kuruluşlarında bile uzman muhabirler kalmadı. Şu andaki sayı dediğim gibi çok çok az. Koronavirüs pandemisiyle birlikte uzman kişilerin önemi anlaşıldı aslında. Çünkü doğru bilgiye, doğru kaynaklara en hızlı ve en doğru şekilde ulaşan kişiler sağlık muhabirleriydi. Bizler yıllardır bu alanın içerisindeyiz, alanın uzman kişilerinin kim olduklarını çok daha iyi biliyoruz” şeklinde konuştu.“Evden çalışma sistemi bizlere bambaşka bir ortam sundu”Pandeminin başlangıç döneminde çektikleri zorluklara da değinen Sibel Bahçetepe, “Salgının başında herkes şaşkındı. Dünya ilk defa böyle bir şeyle karşı karşıya kaldı. Biz sağlık muhabirleri olarak o dönemde doktorların ekipman eksikliğini, maske eksikliğini gündemimize taşımaya çalışırken, yoğun bakımlara gidip çekim yapmak zorunda olan arkadaşlarımız da bu problemlerle karşı karşıya kaldı çünkü birçok meslek kuruluşunda ne yazık ki bu ekipmanlar bile yoktu. Öyle olunca tabii ki medya mensubu açısından da benzer sıkıntılar yaşandı, sonra evden çalışma sistemine geçildi. Evden çalışma sistemi bizlere bambaşka bir ortam sundu. Bizler muhabirler olarak, alanlarda çalışan insanlar olarak ‘Nasıl çalışacağız? Bu alana adaptasyonumuz kolay olacak mı? endişesi yaşadık. Yeni bir gündemimiz de oluştu tabii burada. Bir taraftan internet üzerinden masa başında gazetecilik yapmaya ve görüşler almaya çalıştık, diğer taraftan zaman zaman dışarı çıkıp herkesin girmekten korktuğu alanlara maskelerimizi takarak, önlüklerimizi giyerek girmeye çalıştık. Tabii ki zorlukları oldu ama bizim işimiz buydu. Bizler hastanelerde de zaman zaman problemler yaşadık. Yoğun bakımlarda çekimler yapmak isterken tabii kolay kolay izinler de çıkmadı o dönemlerde. Biraz da böyle muhalif basında olduğunuz zaman girişleriniz diğer kuruluşlara göre biraz daha zor oluyor. Bunlar da yaşandı” dedi.“Bilim dışı iddiaları gazetemize taşıyamayız”Aşı karşıtlığıyla ilgili de konuşan Sibel Bahçetepe, “Şu anda bir aşı karşıtlığı da var. Zaman zaman gazeteye, ‘Neden sürekli aşılarla ilgili haber yapıyorsunuz, aşı karşıtlarının söylemlerine neden yer vermiyorsunuz? Bizler aşı olmak istemiyoruz. Aşı olmadığımız için toplu taşımaya binemiyoruz, sinemaya gidemiyoruz. Bu bizim hakkımız değil mi?’ diyorlar. Biz gazeteci olarak elbette herkesin her söylediğini gündeme getiremeyiz. Bilim dışı iddiaları gazetemize taşıyamayız. Biz bilim ne söylüyorsa onu haber yapmak durumundayız” diye konuştu.Mustafa Biçer: “Gazetecilik sokak mesleğidir”Ajans haberciliğinin pandemide yaşadığı zorlukları anlatan İHA Anadolu Yakası Bölge Müdürü Mustafa Biçer, “Ajans haberciliği Türkiye’de hatta dünyada da yayımlanan haberlerin yüzde seksenini oluşturur. Ajansların teşkilatlanması ve habere ulaşması, personel sayısı, diğer medya kuruluşlarına göre daha fazladır ve sürekli sahada hizmet verirler. Biz de tabii ki dünyada da olduğu gibi pandemiye hazırlıksız yakalandık. Pandemide öğrendiğimiz konular oldu, üstesinden gelmeye çalıştığımız noktalar oldu. Biliyorsunuz gazetecilik sokak mesleğidir, yani genelde sokaktaki bilgileri toplarsınız ve topladığınız bilgileri kamuoyuyla paylaşırsınız. Kamuoyunun bilgi alma hakkını medya aracılığı ile sağlarsınız. Biz de pandemide bu hizmeti vermeye devam ettik. Biz pandemide dönüşümlü çalışma sistemine geçtik. Muhabirlerin bir kısmı çalışırken bir kısmı izin yapıyordu. İçlerinden bazı arkadaşlarımız pandemide sürekli çalışmak istedi. Biz de onların kendi hakları doğrultusunda bunu sağladık. Zor bir süreçti, ilk zamanlarda bayağı tedirgin bir yaklaşımımız vardı. Çünkü bulaşıcı bir hastalık, bizim de sağlık haberleri yapmamız gerekiyor ve gündemin büyük bir çoğunluğu sağlık haberi ile geçiyordu. Muhabirlerimizi hastaneye göndermemiz gerekiyordu, yoğun bakımlara sokmamız gerekiyordu ya da sokaktayken kalabalık yerlerdeki haberleri yapmaları gerekiyordu. Hepsi muhabirler için bir risk oluşturuyordu. Özellikle yoğun bakımlara girmeler oldukça riskli bir durumdu. Şirketimiz bu konuda bütün tedbirleri aldı ve hijyen koşullarını sağladı. Bunun yanında, haber sayımızda da inanılmaz bir artış oldu. İhlas Haber Ajansı olarak günlük ortalama beş yüz görüntülü haber, bin beş yüz tane de fotoğraflı yani yazılı haber geçiyorduk. Pandemi döneminde bu yedi yüz elli ve üzeri görüntülü habere, iki bin beş yüz üzeri de yazılı ve fotoğraflı habere dönüştü. Farklı bir haber konseptine geçmiştik. Bu da bizim ve personelimiz üzerinde inanılmaz bir yük oluşturmuştu” ifadelerini kullandı.Yusuf Özgür Bülbül: “Pandemi sürecinde gazeteciler arasında da ayrımcılık arttı”Pandemi döneminde yerel medyanın durumunu ve muhabirlerin sahada neler yaşadığını anlatan serbest gazeteci Yusuf Özgür Bülbül, “Aynı zamanda serbest haberci olduğum için biraz ona da değinmek isterim. Serbest habercilik freelance dediğimiz, kaşeli muhabirlik, yurt muhabirliği ya da serbest haberci dediğimiz isimlerle daha çok karşımıza çıkıyor. İHA’da da sanırım kaşeli ya da serbest haberci arkadaşlar vardır. Daha çok ajanslar üzerinden yürüyor ve TRT ve Anadolu Ajansı’nda çok daha yaygın. Bu dönemde freelance habercilik çok yayıldı. Kişiler bireysel olarak çeşitli ulusal ve yerel mecralara haber yaptılar. Pandemi sürecinde gazeteciler arasında da ayrımcılık arttı. Eşit bir şekilde haber kaynaklarına erişilmedi, bunu da söylemek gerekiyor. Tanınan, sarı basın kartı olan, İletişim Başkanlığı’nda kaydı olan gazetecilere pandemi sürecinde birer hijyen seti verilirken ya da çeşitli farklı imkânlara erişilirken, serbest gazetecilerin, yerelde çalışan ve basın kartı olmayan gazetecilerin bu imkâna sahip olmadıklarını belirtmek istiyorum. Yerel basınla ilgili dönüşümden de bahsetmem gerekiyor. Pandemi sürecinde okullar kapalı olduğu için, okullar yerel basın için ciddi ilan kaynaklarıdır. Okullar hizmet alım ihalesini yerel gazeteler üzerinden yaparlar. Bu ihalelere çıkılmadığı zaman da yerel gazeteler ciddi bir şekilde bu süreçten etkilendi. Pandemi süreci bazı illerde birleşmeleri tetikledi. Bazı küçük illerde gazetelerin birleşmesi söz konusu oldu. İlan alan beş, on gazete varken bu bir ya da iki gazete olarak sanırım en az iki gazete olacak şekilde birleşmeler oldu. Yine bu süreçte yerel basında Basın İlan Kurumu’nun oluruyla dönüşümlü yayıncılık başladı. Dönüşümlü yayıncılıkta örneğin yedi gazete bulunan ilde her gün bir gazete çıktı ve o gazete haftada bir kez çıkmış oldu. Dolayısıyla orada çalışan gazeteciler de haftada bir ya da iki gün çalışmış oldu, pandemi sürecini bu şekilde değerlendirdiler” dedi.Kaynak için: Haber Üsküdar
Üsküdar İletişim’de mezuniyet projeleri heyecanı yaşanıyorHaber Üsküdar – Melike ÇakırÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin tüm bölümlerinde son sınıf dersi olarak verilen Mezuniyet Projesi I ve II dersleri kapsamında öğrenciler kendi eğitim programlarına uygun olarak hazırladıkları proje ve tezleri jüriler önünde sunuyor. 2021-2022 eğitim yılı Güz döneminde tüm bölümler jürilerini 14-18 Şubat 2022 tarihleri arasında yapma kararı aldılar. Prof. Dr. Süleyman İrvan: “Yeni Medya ve Gazetecilik mezuniyet projesi sunumlarına gazeteciler de katılacak”Gazetecilik Bölümü Yeni Medya ve Gazetecilik programı son sınıf öğrencileri mezuniyet projesi dersi kapsamında hazırladıkları bireysel haber siteleriyle basılı gazetelerini 15-17 Şubat tarihlerinde jüri önünde sunacaklar.Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, proje sunumlarıyla ilgili olarak şunları söyledi: “Öğrencilerimiz Mezuniyet Projesi I ve II derslerinde dilerlerse tercih yaparak ya tez yazıyorlar ya da proje hazırlıyorlar. Tez yazanlar ilk dönemde tezin teorik çerçevesini ikinci dönemde de araştırmayı yaparak tezlerini tamamlıyorlar. Bu öğrencilerimiz sunumlarını tezleri bittiği ikinci dönemde yapıyorlar. Proje seçenler ise ya tematik bir haber sitesi hazırlıyorlar ya da 8 sayfalık bir gazete tasarlıyorlar.” Prof. İrvan, proje seçen öğrencilerin her dönem sonunda jüri önünde sunum yaptıklarını, proje notlarının bu sunumlara katılan jüri üyeleri tarafından verildiğini ifade etti. Prof. Dr. Süleyman İrvan proje sunumları hakkında da şu açıklamayı yaptı: “Bu dönem bölüm olarak pandemi koşullarını da gözeterek sunumları çevrim içi ortamda yapmaya karar verdik. Ayrıca jürilere her gün için bir gazeteci de davet edeceğiz.”Doç. Dr. Özgül Dağlı: “Reklamcılık Bölümü öğrencileri reklam verene sunum yapar gibi hazırlanıyorlar”Reklamcılık Bölümü Başkanı Doç. Dr. Özgül Dağlı, dönem sonu mezuniyet projesi sunumlarının 15 Şubat’ta gerçekleşeceğini açıkladı. Dağlı, sunumlar hakkında şu bilgileri verdi: “Reklamcılık Bölümünde 7 ile 10 kişilik öğrenci grupları reklam ajansı olarak sunum yapıyorlar ve reklam verene sunum yapar gibi detaylı hazırlıklarını gerçekleştiriyorlar. İlk dönem ajanslarını ve markaları ile ilgili pazar ve durum analizini bizlere sunacaklar. Jüri üyeleri ise Reklamcılık bölümündeki tüm hocalar ile dış paydaşımız olan Kooperatif Ajans başkanı Tolga Kayasu olmasını planlıyoruz. Öğrenciler ile konuşarak belki salgının seyri sebebiyle sunumları çevrim içi olarak revize edebiliriz.”Doç. Dr. Esennur Sirer: “Proje sunumlarımız Fuat Sezgin Konferans Salonu’nda yapılacak”Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Başkanı Doç. Dr. Esennur Sirer, mezuniyet projesi sunumlarının 14,15,16 Şubat 2022 tarihlerinde Güney Yerleşke Fuat Sezgin Konferans Salonu’nda yapılacağını açıkladı. Sirer, yaklaşık 80 öğrencinin mezuniyet projesi kapsamında hazırladıkları kısa film, belgesel, radyo ve televizyon programı veya tezlerine ilişkin sunumlarını yüz yüze ortamda gerçekleştirileceklerini, jürinin bölüm öğretim elemanlarından oluşacağını ifade etti.Doç. Dr. Özge Uğurlu: Proje sunumlarımız çevrim içi ortamda gerçekleştirilecek”Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanı Doç. Dr. Özge Uğurlu, bölümün mezuniyet projesi sunumlarının 15-16 Şubat 2022 tarihlerinde Zoom üzerinden çevrim içi olarak gerçekleştirileceğini açıkladı. Bölümün son sınıfında okuyan 75 öğrenci arasından kampanya seçenler ile tez seçenler sunumlarını Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü öğretim üyelerinden oluşan jüri önünde sunacaklar. Özge Uğurlu, “Kampanya yapacak öğrencilerimiz yapacakları halkla ilişkiler kampanyalarına ilişkin detaylı araştırma raporlarını, amaçlarını ve planlamalarını sunacak, bitirme tezi yazan öğrencilerimiz ise literatür taramalarını ve ileriye dönük çalışma takvimlerini bölüm hocalarıyla paylaşacaktır” dedi.Doç. Dr. And Algül: Görsel İletişim öğrencileri mezuniyet projelerini Mac Lab’da sunacaklar”Görsel İletişim Tasarımı Bölüm Başkanı Doç. Dr. And Algül, bölüm mezuniyet projesi sunumlarının 14-15-16 Şubat 2022 tarihlerinde Mac Lab 1’de yapılacağını duyurdu. And Algül şu bilgileri verdi: “Toplamda tahmini 91 öğrencinin mezuniyet projesi sunumu yapılacak. Jüri yüz yüze gerçekleştirilecektir. Juri üyeleri Doç. Dr. And Algül, Doç. Dr. İpek Fatma Çevik, Doç. Dr. Tolga Erkan, Dr. Öğr. Üyesi Cem Tutar, Dr. Öğr. Üyesi Ebru Karadoğan’dan oluşacaktır. Öğrencilerin sunumları mezuniyet projesinde proje veya tez konusunu seçmelerine bağlı olarak değişiklik arz edecektir. Mezuniyet projesi kapsamında tez hazırlamak isteyen öğrenciler sunumlarında tez çalışmalarının aktarımını sağlarken, proje seçen öğrenciler belirledikleri proje kapsamındaki çalışmalarını jüri üyelerine kendilerine tanımlanan süre kapsamında sunacaklardır.”Doç. Dr. Feride Zeynep Güder: “Yeni Medya ve İletişim öğrencileri mezuniyet projesi sunumlarını çevrim içi ortamda yapacaklar”Yeni Medya ve İletişim Bölümü Başkanı Doç. Dr. Feride Zeynep Güder, bölümün son sınıf öğrencilerinin mezuniyet projeleri sunumlarını 14-15-16 Şubat tarihlerinde Zoom üzerinden çevrim içi olarak gerçekleşeceklerini açıkladı. Doç. Dr. Güder şu bilgileri verdi: “Öğrenciler bölüm öğretim üyelerinden oluşan jüri önünde 10’ar dakika süre kullanarak hazırladıkları belgesellerin yazılı halini, foto projelerini, podcastlerini veya tezlerinin birinci bölümünü sunacaklar.”Kaynak için: Haber Üsküdar
Bilim İletişimi ve Açık Bilim Sempozyumu'nun ikinci oturumu gerçekleştirildiÜsküdar Üniversitesi İnsan Odaklı İletişim Uygulama ve Araştırma Merkezi (İLİMER) ile Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü tarafından düzenlenen ‘Bilim İletişimi ve Açık Bilim’ başlıklı sempozyumun ikinci oturumunda Doç. Dr. Onur Dursun, Dr. Tevfik Uyar ve Dr. Zuhal Yeniçeri konuya ilişkin düşüncelerini paylaştılar. Moderatörlüğünü Gazetecilik Bölümü'nden Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan'ın üstlendiği Bilim İletişimi ve Açık Bilim Sempozyumu’nun ikinci oturumunda konuşmacılar, ‘Bilim Medyası', 'Sözde Bilim Anlayışı' ve 'Açık Bilim Pratikleri ve Bilim Dedektifliği’ konularını irdelediler.Doç. Dr. Onur Dursun: "Bizim yapabileceğimiz en iyi şey bütün alanları uzlaştırmak"‘Bilim Medyası’ konusunda düşüncelerini aktaran Doç. Dr. Onur Dursun, bilim medyasını doğal bilimlerden ayırmak gerektiğini vurgulayarak şunları söyledi: "Bilim kavramı adı altında baktığımızda doğa bilimlerinin yaşamda öncü rolleri bulunuyor. Üretilen bilimin bağlamının ne olduğunu tartışmak istiyorum. Tarihsel süreçte bilime dair bilimsel veriler oluşmuş tanılar mevcut. Kamuya bu şekilde aktarıldı. Sadece bilim medyası yoluyla aktarılmadı. Bilim iletişimini sağlayan birçok mekanizma da aynı şeyi yapıyor. Bilimi tekniğe indirgemek gibi bir olgu var. Bilim iletişimi dediğimiz bütün mecralar da bu şekilde işliyor. Bilim medyasının bu durumda payı büyük. Niye bilim olarak gördüğü, bunu nasıl kamuya aktardığı, hangi bakımdan etkileşim kurduğuna baktığımızda teknik, sağlık ve tıp gibi genelde doğa bilimlerini öncüleyen alanlar çıkıyor. Son zamanlarda alternatif mecralar bu algıyı kırsalar da ana akım medya olarak baktığımızda bilimin oluşturulan imgesi hala yeniden üretiliyor. 1960’larda TÜBİTAK tarafından çıkarılan Bilim ve Teknik Dergisi’nin ismine baktığımızda bilimin tek başına yetersiz kaldığına dair bir algı mevcut. Bunu gazeteler de yapıyordu. Bilim sayfaları oluştururken sayfaların üzerine bilim ve teknoloji başlığı yazılıyordu. Bilime ve teknolojiye farklı sayfalar ayırmak yerine aynı sayfada konuyu iletiyorlardı. Bilim medyasının sağlığı, tekniği ve tıbbı içerisinde barınmamasıyla ilgili bir şey söylemedim. İnsanın sadece teknoloji içerisinde yaşamadığını, toplumsal bir varlık olduğunu anımsatması gerekiyor ve bununla ilgili yapılan bilim çalışmaları için ayrı bir yer olması gerekiyor. Bizim yapabileceğimiz en iyi şey bütün alanları uzlaştırmak. Her alan insan eli için çalışıyor. Önümüzdeki çukurları görmüyoruz, düşüyoruz. Toplumsal cinsiyet, kadına yönelik şiddet, ötekileştirmek bitmedi devam ediyor. Geliştirmiş olduğumuz teknoloji toplumdaki sosyal varlık olan insana bu bağlamlarda yansımadığı sürece raflarda kalıyor. Bizim eleştirdiğimiz endüstrilere hizmet ediyor. Bizim bununla ilgili düşünmemiz ve tüm bilim alanlarını kaynaştırmamız gerekiyor.’’Dr. Tevfik Uyar: "Sözde bilim pratikleri birer meslek oldu"Bilim iletişiminin karşıtı olan sözde bilim iletişiminden bahseden Yazar ve Bilim Anlatıcısı Dr. Tevfik Uyar, "Sözde bilim araştırması yaptığımızda bilim felsefesi temelinde ayrım problemi karşımıza çıkıyor. Benim eksik gördüğüm kısım sözde bilim sosyolojisi. Bu alanda çalışmalar yapıldığında çeşitli ortak örüntüler tespit edileceğine inanıyorum. Ben sözde bilimlerin olası toplumsal etkileriyle ilgili makale kaleme almıştım. 1970’lerde bilimsel topluluğa ait olması gereken normlar bulunuyor. Bugün kapitalizmle bağlantılarını kuvvetlendirmiş olan bilimsel yaklaşımlar artık eleştiriye açıktır. Ben genelde sözde bilim olarak astroloji üzerine çalışıyorum. Astrologların öne sürdükleri argümanlara nasıl eriştikleriyle ilgili bilgi paylaşımı yok.Teknik, bilimsel, iktisadi, sosyolojik herhangi bir argümanın nasıl üretildiğiyle ilgili bilim insanları açıklama yapmak durumunda kalıyor. Sizler o patikayı bularak başka sonuçlar çıkarabilirsiniz. Fakat sözde bilimler, ortaya attıkları açıklamalarda saklama durumu yaratıyorlar. Bilim insanları üretilen bilginin, onu üreten kişinin; kişiliğinden, ait olduğu toplumdan, politik köklerinden bağımsız olmasını isterler. Sözde bilimsel üretim kesin olarak yerellik içerir. Bugün bilimsel çalışmalar daha çıkarcı. Astrolojinin ürettiği bilginin bir köylü kadın için hiçbir anlamı yok. Üretilen söylemler beyaz yakalılar için. Yeni çağda enerjiye dayalı sözde tıbbi pratikler var. Bu pratikler de yeni çağda olduğu için plaza insanları için üretilmiş. Ama kırsal alana gittiğimiz zaman bunların üfürükçü olarak karşılığı var. Ama bunlar bilimsel olma çabasında olmadıkları için sözde bilim kapsamına dahil etmiyorum. Öte yandan bir çıkar gözetmemesi gerekiyor fakat sözde bilimler tamamen çıkarlara dayalı. Sözde bilim pratikleri birer meslek oldu. Bilim insanları fikirleriyle birbirlerine destek verebilir ya da mücadele edebilir. Bu gocunacak bir davranış değildir, fakat sözde bilimciler birbirlerinin ayağına basmazlar. Birbirlerinin argümanlarına dokunmak istemez, fikir alışverişi yapmazlar. Ben sözde bilimlere örgütlü sessizlik atfediyorum" ifadelerini kullandı.Dr. Zuhal Yeniçeri: "Bilmek bizim varoluşsal ihtiyaçlarımızdan birisi"Sosyal Psikoloji alanıyla ilgili çalışmalar yürüten Dr. Zuhal Yeniçeri, açık bilim pratikleri ve bilim dedektifliği konularıyla ilgili bilgilerini şu sözlerle paylaştı: "Dünyaya gelişimizle beraber bambaşka bir ortama alışmaya çalışırken aynı zamanda belirsizlikler dünyası içerisindeyiz. Bütün bilişsel, fizyolojik, biyolojik gelişme aşamalarımızda bilme ihtiyacımızın çok ön planda olması gerekiyor. Hayatta kalabilmek için pek çok kaynaktan edineceğimiz bilgilere ihtiyacımız var. İnsan var olduğu günden bugüne kadar daha karmaşık bir canlıya dönüşüyor. Hayatta kalabilmek için evet bilgiye ihtiyacımız var ama bunların kaynakları da zamanla çeşitleniyor. Bizler sosyal hayvanlarız. Duygularımız, bilişsel süreçlerimiz ve davranışlarımız sadece kendimizle ilgili değil, diğer insanların hem fiziksel varlıklarından hem de zihinsel olarak bizim zihnimizdeki varlıklarından çok etkileniyor. Bu denklemin içerisine birçok farklı değişken eklemek durumunda kalıyoruz. Günümüzde geldiğimiz medeniyet aşaması bize öğrenmenin çok önemli olduğunu söylüyor. Öğrenmek için bilgi kaynaklarını çok iyi kullanmamız gerekiyor. İş birliği ve toplum yanlısı davranış gibi pratikleri gündeme getirebildiğimiz için, hayatta kalabildiğimize dair bazı çıkarımlarımız bilim dünyasında yer alıyor. Ancak bu süreçleri devreye sokabilmemiz için insanın hem fiziksel çevresiyle hem diğer insanlarla hem de kendiyle ilgili bilgiye sahip olması gerekiyor. Bilmek bizim varoluşsal ihtiyaçlarımızdan birisi. Antik dönemden edinerek getirdiğimiz bilgilere ihtiyacımız var. Kuramsal çerçeveden bilimi koparamayız. Ancak görünmez kılabiliriz. Bilimsel bilgiye ulaşma sürecini tartışıyoruz. Sözde bilimsel yaklaşımların günümüzdeki bilim pratiklerinden daha farklı vaatleri var. Çok daha kısa sürede ham bilgi sunabiliyorlar. Dolayısıyla bilinmezlik içerisinde karar vermemiz gerektiğinde bilimsel veriler yerine bazen bu gibi verileri kullanabiliyoruz."Kaynak için: Haber Üsküdar
Üsküdar Üniversitesi İnsan Odaklı İletişim Uygulama ve Araştırma Merkezi (İLİMER) ile İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünün ortaklaşa düzenlediği "Bilim İletişimi ve Açık Bilim" başlıklı sempozyum gerçekleştirildi. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör’ün açılış konuşmasının ardından, moderatörlüğünü İLİMER Müdürü Doç. Dr. Gül Esra Atalay’ın yaptığı ilk oturumda Dr. Nihal Özdemir, Dr. Derya Gürses Tarbuck, Arş. Gör. Kaan Üçsu ve Prof. Dr. Çiler Dursun konuştu. İLİMER ve İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü tarafından gerçekleştirilen Bilim İletişimi ve Açık Bilim Sempozyumu'nda konuşmacılar; "Bilim İletişiminde Güvenilirlik", "Herkes İçin Bilim, Dün ve Bugünü", "Bilim Kimin? Kimin Bilimi? Bilim Tarihine Aşağıdan Bakmak" ve "Açık Bilim İdeali ve Olanaksızlığı" konulu sunumlarını dinleyiciler ile paylaştı. İLİMER'in çalışmalarına ilişkin bilgilendirme yapıldıSempozyumun açılış konuşmasını yapan İLİMER Müdürü Doç. Dr. Gül Esra Atalay, ‘‘Üsküdar Üniversitesi İLİMER, 2014 yılında Dekanımız Sayın Prof. Dr. Nazife Güngör tarafından kuruldu. Son bir senedir bu görevi bizler devraldık, çalışmalarımızı sürdürüyoruz. İLİMER hepinizin haberdar olduğu, geleneksel hale gelen Üsküdar Üniversitesi Uluslararası İletişim Günleri’nin düzenlenmesine destek veriyor. Onun dışında çeşitli araştırmalar, söyleşiler ve sempozyumlar düzenliyor. Geçtiğimiz Kasım ayında Dijital Medya ve Çocuk Sempozyumu’nu gerçekleştirmiştik. Yine hem İLİMER hem de Gazetecilik Bölümü olarak önemsediğimiz bir başka konuyu, 'Bilim İletişimi ve Açık Bilim' konusunu ele almak için bir araya geldik’’ diyerek yaptıkları çalışmalar hakkında bilgilendirmede bulundu.Prof. Dr. Nazife Güngör: "Dijitalleşmeyle birlikte bilim iletişimi önemli bir konu"Sempozyumun açılışında konuşan İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, bilim iletişiminin öneminden bahsederek şunları söyledi: "Ben İLİMER’i kutluyorum. Son derece önemli konularla sempozyumlara devam ediyor. Bunlar bir araştırma merkezinin akademik camiaya önemli katkılarıdır. Bilim insanlarını aynı platformlarda bir araya getirmek ve belli konularda etkileşimler kurmalarını sağlamak akademik iş birliği açısından çok önemli. Dijitalleşmeyle birlikte bilim iletişimi önemli bir konu. Dijitalin hayatımıza ve akademik camiaya dahil olmasıyla birlikte çok önemli bir ivme kazanmaya başladı. Yıllar önce veri gazeteciliği olarak çalışmaya başladık. Konu akademik mecraya çekilerek bilim iletişimi adıyla yeni bir disiplin doğuruyor. Prof. Dr. Çiler Dursun ve Doç. Dr. Onur Dursun’un çıkarmış oldukları 'Bilim İletişimi' kitabı bu alana önemli bir katkı sunuyor. Bu katkı için teşekkür ediyorum. Ayrıca her iki hocamız da bugün burada destek verecekler, teşekkür ediyorum."Dr. Nihal Özdemir: "Bilim sadece güç değil aynı zamanda güçlü bir düşünme yöntemidir"'Bilim İletişiminde Güvenilirlik' konulu bir sunum yapan Dr. Nihal Özdemir, bilim, bilim iletişimi, bilim güvenilirliği hakkında şöyle konuştu: ‘‘Hayatımızda bilim neden önemli ve hayatımızda neden bu kadar çok tartışıyoruz? Bilimin araştırma ve uygulama sonuçları hayatımızı neredeyse her cepheden etkiliyor. Bilim yoluyla ilk medeniyetlerden günümüze kadar farklı yol ve yöntemlerle olsa da asıl amacımız doğayı denetim altına alma isteğidir. Biz bu imkânlarla hayatımızı hem daha konforlu hem de daha güvenli bir şekilde yaşamanın yollarını arıyoruz. Her gün kullandığımız araçlar bilimin yaşamımızdaki etkisini gösteriyor. Bilimsel düşünceyi bilme zorunluluğu önem arz ediyor. Bilim sadece güç değil aynı zamanda güçlü bir düşünme yöntemidir. Bilimin değerine bakarsak; bilimin değeri bir yandan teknolojideki uygulamaları olan icatlara diğer yandan belli bir kafa disiplini sağlamasında yani anlama-açıklama yöntemi geliştirmesinde kendisini gösterir. Popüler bilime baktığımızda insanlara dokunmuş olan, herkesçe bilinen bilim anlamında kullanılıyor. ‘Popüler’ kelimesinin kitle beğenisine teslim olmaması gerekiyor. Bilimsel gelişmeleri takipte zorlanırken bir yandan her bir bilim dalı kendi içinde bölünüyor, büyüyor ve çeşitlilik giderek artıyor. Bu nedenle bilim ve toplum arasında bir köprü kurmak gerekiyor. Bilim iletişimi tanımını kitaptan aldım. Bilimsel üretimle ilgili olmayan ya da bilimsel araştırma yaşamında temel bir rol üstlenmeyen, insanlar arasında bilimsel bilgiyi ve yöntemleri dağıtan etkinliklerin bütünü bilim iletişimi olarak tanımlanıyor. Bilim iletişiminin toplumdaki rolünü yerine getirebilmesi için vazgeçilmez bir koşul olarak güvenin önemi karşımıza çıkıyor. Bilim iletişimcilerinin özgür ve adil bir toplumda tüm insanların eşit olduğu ama bütün ifadelerin eşit derecede doğru olmadığı konusunda toplumu ikna etmeleri gerekir. Bilim iletişiminin bir toplumda sağlıklı işlemesi için herkesin bilgiye sınırsız ve kolayca erişiyor olması yeterli değildir. Bunun yanında, bilginin doğruluğunu değerlendirmek için gereken becerileri edinme imkânına sahip olmak ve bunu bir vatandaşlık görevi bilinciyle yapmak gerekmektedir.’’Dr. Öğr. Üyesi Derya Gürses Tarbuck: "Türkiye’de son 10 yıldır bilim iletişimi yaygın hale gelmeye başladı""Herkes İçin Bilim, Dün ve Bugünü" konusunda araştırmalarını paylaşan Bahçeşehir Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Derya Gürses Tarbuck, "İşin dünü bağlamında 18. yüzyıl örneği üzerinden gideceğim. Benim çalışma konularım arasında Newton’un bilimsel devrimle yaydığı fikirlerin meşrulaştırılması meselesi var. Güvenilirlik sağlamak için değişik metotlar yaratmak mümkün. Newton ve onun takipçileri, bilim anlayışlarını meşrulaştırmaya çalıştıklarında iki metoda başvurmuşlar. Birincisi, herkesin anlayabileceği şekilde yeni fizik kavramlarını yaygınlaştırmak. Yani; Çocuklar İçin Newtonculuk, Kadınlar İçin Newtonculuk, Herkes İçin Newtonculuk kitapları 18. yüzyılda inanılmaz satılıyor. Buradaki amaç masum bir şekilde bilimin anlaşılabilirliği üzerinden bir argüman üretmek değildir. Bir önceki bilim anlayışını ekarte edip yeni bir bilimsel ideolojiyi kurmak. Bu kurguyu çok iyi pazarlamak gerekiyor. Bu pazarlama meselesi de ‘herkes için’ başlığı altında yapılıyor. ‘Nasıl güvenilirlik sağlarız?’ sorusunun yanında ‘Nasıl meşruiyet sağlayabiliriz?’ sorusunu sormak önem arz ediyor. Artık genel geçer bilim anlayışı budur, herkes bunu kabul edecek şeklinde motivasyonu var. Gazhane meselesinin nasıl geliştiğinden bahsetmek istiyorum. Pandemide online dersler veriyorduk. Evde olmanın hiç fena olmadığını görerek kendime bir boş alan ayırdım. Öncelikle bilim tarihi derslerimi halka açtım. Binlerce katılım oldu. İstek olduğunu görmek işin başlangıç noktasını yarattı. Popüler bilim ve bilim iletişimi hakkında söyleyebileceğim şey; Türkiye’de son 10 yıldır bilim iletişimi yaygın hale gelmeye başladı. Sosyal medyanın da bunda katkısı büyük. Popüler bilim kitapları giderek artan okuyucu kitlesiyle buluşuyor. Biz Gazhane’de bir kamu alanı yarattık. Bu popüler bilimin yapabileceği en iyi katkı. Yani bu anlamda herkesin dahil olabileceği, bilgiyi paylaşabileceği, akademisyenlerin herkesle konuşabileceği bir kamu alanının yaratılıyor olması Habermas'ın ideali. Dolayısıyla bunu yaratıyor olmaktan çok mutluluk duyuyorum" ifadelerini kulandı.Arş. Gör. Kaan Üçsu: "Bilim tarihi yazımı genel tarih yazımının gerisinde kalıyor"‘Bilim Kimin? Kimin Bilimi? Bilim Tarihine Aşağıdan Bakmak’ konusunu ele alan Arş. Gör. Kaan Üçsu, "Bilim tarihi yazımında nelerin geliştiğinden ve aşağıdan bilim tarihi yazmanın faydalarından bahsedeceğim. Aşağıdan bilim tarihi, bilim tarihinin tamamını aşağı olarak adlandırılan kesimin gözüyle görmek değil, o kesimin de bilim tarihindeki rolünü bilim yazınına eklemek uğraşısıdır. Benim aşağıdan kastım aşağıda bırakılmaya mecbur kalmış insanlar bütününe işaret ediyor. Bilim tarihi yazımı genel tarih yazımının gerisinde kalıyor. 19. yüzyıl akademik tarihçiliğin başlangıcı için önem teşkil ediyor. Teori açısından Almanya’daki çalışmalar mühim. Leopold’un 19. yüzyılın ilk yarısında ortaya koyduğu akademik tarihçilik temelini daha sonra belge odaklı tarihçilik olarak forma sokacak. Belgede ne görünüyorsa onu betimlemek bizim tarih yazım yöntemimizi belirlemelidir. O betimlemenin ötesine taşmayı spekülasyon olarak görüp, bunun faydasız olduğunu savunan bir tarihçilik anlayışı. Felsefe tarafına bakarsak Avrupa’da pozitivizm dalgası görünüyor. Bunun en önemli temsilcisi Auguste Comte. Pozitivizm de bilimi tarih dışı bir yapı olarak görüyor. Her uzam ve zamanda değişmeyen kriterleri olan bir yapı olarak görünüyor. Bilim insanlarının kendi alanlarının kendilerinden önceki çizgisel olarak yazdıkları tarih anlayışını güden giriş metinleri olarak gelişiyor. Sonrasında yarı pozitivist bir anlayış geliştirilecek. Bu da bize bilim tarihi yazımında metin bazlılık getirecek. 20. yüzyılın başlarında Newton’un metinleri gibi büyük metinlerle ilgilenen bir pozitivist tarih anlayışı var. Bugüne gelirsek popüler bilim denilen şey karşılıklı iletişimin olması gerektiği bir durum. Bu durumu, bugün birçok çalışma var gibi görünse de bilimin iletimi olarak görüyorum. Bilim bir taraftan diğerine tek yönlü şekilde iletiliyor ve bu destekleniyor. Dolayısıyla kendisine taraftar bulamamış bir tarih yazımı köşede duruyor" sözlerini kullandı.Prof. Dr. Çiler Dursun: "Yaşamımızı her yerden kuşatan ve gittikçe vahşileşen bir kapitalist sistem içerisinde yaşıyoruz"‘Açık Bilim İdeali ve Olanaksızlığı’ üzerine konuşan Prof. Dr. Çiler Dursun, "Bilim ve iletişim arasındaki bağın kurulduğu bir alan olarak görülmesi sürekli olarak sorgulanması gerekiyor. Ben bilim faaliyetinin ortaya çıktığı çok eski dönemlerden itibaren kapalı ve belli bir iktidar ilişkisi çerçevesinde kurulu bir faaliyet alanı olduğunu düşünüyorum. Açıklık, şeffaflık, erişilebilirlik, katılımcılık, kapsayıcılık gibi kavramlarla birlikte bilimin farklı biçimde yapılarak paylaşılması ve dolaşımda olmasıyla ilgili yeni anlayışlar çıkarıldığında mevcut olan bazı sorunların çözümüne yönelerek benimsiyoruz. Neyin içerisinde yaşadığımızı, nasıl bir toplumsal alanda olduğumuzu paranteze alarak konuşuyoruz. Bu doğru değil. Biz yaşamımızı her yerden kuşatan ve gittikçe vahşileşen bir kapitalist sistem içerisinde yaşıyoruz. Bu bir üretim sistemi ilişkisi ve toplumsallık biçimidir. Bilimi de bu sistem içerisinde yapıyoruz. Biz, neyi nasıl yapmamız gerektiğine dair kendi üretim biçimimizi iktidar anlayışına dayatıyoruz. Bilgi ve bilimle olan ilişkilerimizin belli sınırlar içerisinde olması gerektiğini kabul ederek konuşuyoruz. Bu gramer, bilimin kendi yazım ve düşünme tarzı içerisine yerleşti. Bütün bunların problemli yanlarını içerisinden çekip çıkartmak gibi bir sorumluluğumuzun olduğunu düşünüyorum. İktidar ilişkisi olarak görmek zorunda olduğumuz şey sadece bilim insanları ve toplum arasındaki ilişki değil. Daha sınıfsal bir iktidardan bahsediyorum. Bir iktidar sahibinin gücü ne kadar fazla olursa astlarının doğal görüşlerine ve iş birliğine o kadar açık hale gelir" dedi.Kaynak için: Haber Üsküdar
Haber Üsküdar - Hazal Göksun, Sefa Mert Kahraman, Ümmü Gülsüm Dural İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD) adına iletişim alanındaki programların akreditasyon süreçlerini yürüten İLEDAK değerlendirme ekibi, Üsküdar Üniversitesi'ne kurum ziyareti gerçekleştirdi. İletişim Fakültesi Gazetecilik Programı’nın ara değerlendirmeye alındığı kurum ziyaretinde değerlendirme ekibi öğretim üyeleriyle, öğrencilerle, mezunlarla, dış paydaşlarla ve Üsküdar Üniversitesi yöneticileriyle görüştü, fakültenin altyapı olanaklarını inceledi.İlk iki gün çevrim içi görüşmeler yapıldıİLEDAK değerlendirme ekip başkanı Prof. Dr. Aysel Aziz ile program değerlendiricisi Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper 20 Aralık Pazartesi günü ilk olarak Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Rektör Vekili Prof. Dr. Mehmet Zelka ile Zoom üzerinden çevrim içi görüşme gerçekleştirdi ve kurum hakkında bilgi aldı.Değerlendirme ekibi daha sonra İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, dekan yardımcıları Doç. Dr. Can Diker ile Doç. Dr. Pınar Arslan, Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, bölüm öğretim üyeleri Doç. Dr. Gül Esra Atalay, Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan, Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin, Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan, Dr. Öğr. Üyesi Denizcan Kabaş, araştırma görevlileri Selin Maden ve Atila Erdemir’in katıldığı çevrim içi toplantıda fakülte ve program hakkında bilgi aldı. Toplantıda önce fakülte sunumu, ardından da Gazetecilik programı sunumu gerçekleştirildi. Değerlendirme ekibinin soruları cevaplandırıldı.İkinci gündeki görüşmeler de Zoom üzerinden çevrim içi olarak yapıldı. İLEDAK değerlendirme ekibi Salı sabah ilk olarak bölüm öğretim üyeleri ve araştırma görevlileriyle teker teker görüşmeler gerçekleştirdi. Ardından Üsküdar Üniversitesi yöneticileri arasından, kaliteden sorumlu Rektör danışmanı ve İnsan Kaynakları Direktörü Serdar Karagöz, kalite yönetici yardımcısı Levent Sayar; Strateji Geliştirme Direktörü Ayşe Öztürk; Uluslararası İlişkiler Direktörü Peyman Jaferi ve Uluslararası İlişkiler asistanı Özge Alakoç’tan kurum hakkında bilgiler aldı.Değerlendirme ekibi, öğleden sonra ilk olarak, her sınıftan ikişer öğrenci ile görüştü. Birinci sınıftan Zeynep Yiğit ve Furkan Gülmez; ikinci sınıftan Kemal Arda Ayvalıoğlu ve İrem Türkdönmez; üçüncü sınftan Melisa Duygun ve Samet Sağlam; dördüncü sınıftan Betül Tilmaç ve Hakkı Güneş değerlendirme ekibinin sorularını cevaplandırdılar. Ekip ayrıca Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü mezunu Nilay Tuğçe Bostancı ile de görüştü. İLEDAK değerlendirme ekibi son olarak Gazetecilik programın dış paydaşlarından Uluslararası İnternet Gazeteciliği ve İnternet Gazetecileri Derneği’nden (UİGAD) Selçuk Taşdemir, Veri Okuryazarlığı Derneği'nden Pınar Dağ ve Journo'dan Emre Kızılkaya ile görüştü.Üçüncü gün fiziksel ziyaretDeğerlendirme ekibi, Çarşamba günü İletişim Fakültesi’ne bir ziyaret gerçekleştirerek Fakültenin alt yapı olanaklarını inceledi. İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör ile Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan ve öğretim üyeleri ile fakültenin kütüphanesi, bilgisayar laboratuvarları, konferans salonu, televizyon stüdyosu, haber atölyesi ve sınıfları gezildi. Çıkış görüşmesinde değerlendirme raporu sunulduKurum ziyaretinin son gününde İLEDAK değerlendirme ekibi sahadaki gözlemlerine, görüşmelerine ve özdeğerlendirme raporunda sunulan kanıtlara dayalı ara değerlendirme raporunu Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile Rektör Vekili Prof. Dr. Mehmet Zelka'nın hazır bulunduğu toplantıda okudu ve ardından raporun bir kopyasını İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör'e verdi. Çıkış görüşmesinde İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, dekan yardımcısı Doç. Dr. Can Diker, Üniversite Genel Sekreteri Selçuk Uysaler, İnsan Kaynakları Direktörü Serdar Karagöz, Strateji Geliştirme Direktörü Ayşe Öztürk, kalite yönetici yardımcısı Levent Sayar, Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, bölüm öğretim üyeleri Doç. Dr. Gül Esra Atalay, Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan, Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin, Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan, Dr. Öğr. Üyesi Denizcan Kabaş, araştırma görevlileri Selin Maden ve Atila Erdemir hazır bulundu.Süreç nasıl işleyecek?Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Programı, 2019 yılında akreditasyon için ilk başvurusunu Yeni Medya ve Gazetecilik adına yapmış ve İLAD tarafından 2 yıllığına akredite edilmişti. Ara Değerlendirme başvurusu, program adının YÖK tarafından Gazetecilik olarak değiştirilmesi nedeniyle Gazetecilik adına yapıldı. İLEDAK değerlendirme ekibinin saha ziyareti sonrası süreç şu şekilde işleyecek: Değerlendirme ekibi hazırladığı ara değerlendirme raporunu İLEDAK yönetimine iletecek. İLEDAK yönetimi de raporu inceleyerek karar için İLAD Yönetim Kurulu'na sunacak. Akreditasyon konusunda nihai kararı, değerlendirme ekibinin raporu ve önerisi ışığında İLAD Yönetim Kurulu verecek.Kaynak için: Haber Üsküdar
Gazeteci Yusuf Özgür Bülbül: ‘‘Habercilik yerelden başlar, gazeteciliğin temeli yereldir’’Haber Üsküdar – Hazal GöksunÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü tarafından "Yerel Medyada Gazeteci Olmak" başlıklı bir söyleşi gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın yaptığı etkinliğe yerel gazeteci Yusuf Özgür Bülbül konuk oldu.Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın verdiği Yerel Gazetecilik isimli ders kapsamında yapılan söyleşide gazeteci Yusuf Özgür Bülbül, Prof. Dr. Süleyman İrvan ile öğrencilerin sorularını cevaplandırdı. "Gazetecilik benim çocukluk tutkumdu"Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın sorduğu sorular üzerinden ilerleyen söyleşide, Yusuf Özgür Bülbül'e ilk olarak gazeteciliğe nasıl başladığı sorusu yöneltildi. Gazeteci Yusuf Özgür Bülbül, gazetecilik yapmaya başladıktan sonra Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde gazetecilik okuduğunu belirterek, "Benim bu alana yönelme sebebim çocukluk tutkum. Herkesin bir tutkusu vardır; benim tutkum gazetecilikti. Bir şeyleri kayıt altına alma ve fotoğraf çekme isteği beni yönlendirdi. Amcamın vefatıyla, onu hatırlamak için eski düğün videosu kasetini izlerdik. Bir şeylerin kayıt altına alınmasının ne kadar önemli olduğunu, daha sonraki kuşaklara aktarılmasındaki önemini çocuk yaşlarda anlayıp bu alana yöneldim. Biraz sancılı bir süreç oldu. Gazetecilik okumak istememe rağmen doğuda öğretmenliğe ve memuriyete teşvik daha fazla olduğu için ailemin isteği doğrultusunda Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü kazandım. Ağrı’da okumaya başladım ama çocukluk hevesimden kopamadım. Bölümde Gazetecilik Kulübü kurdum. Böylece amatörce gazetecilik faaliyetlerine başlamış oldum. Sosyal medyanın henüz gelişmekte olduğu dönemde iki bin kişilik bir kitlemiz oluştu. Zaman içerisinde üniversite yönetimiyle bir araya geldik. Amatörce video kayıtları çekip haberler yazarak sayfamızda yayımlardık. Sonrasında yerel gazetelere ilgimiz oldu. Bizim yaptığımız haberlerin yerel gazetelerde yayımlananlardan bir farkının olmadığını gördük. Yerel gazetelere haberlerimizi atmaya başladık. Diyaloglarımız gelişti ve Ağrı ilinden haberler yapmaya başladık. Ben de o dönem kaşeli muhabir olarak TRT’ye çalışmaya başladım. Sonrasında Erzurum’a giderek gazetecilik okudum. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okulumuzun gazetesinin editörlüğünü de yaptım" dedi."Yerelde daha uzun haber yaparak daha detaylı bilgi verebiliyoruz"Yerele ve ulusala haber yapmanın farklarından bahseden gazeteci Özgür Bülbül, "Ulusala yapılan haberler daha büyük bir kitleye ulaşıyor. Ulusala yaptığınız haber gazetenin ulusal bölümüne de düşebilir yerel bölümüne de düşebilir. Bugün baktığımız zaman Haber Türk, CNN Türk gibi büyük mecraların alt linklerine düşebiliyor. Her şeyi şehir şehir kategorilere ayırmışlar. Ağrı'dan girdiğiniz bir haberin Haber Türk’ün sitesinde yer aldığını gördünüz. Aslında onun yerel bölümünde yer alıyor. Haber ancak ulusal bir değer taşırsa ulusala servis ediliyor. Burada dikkat çekmek istediğim bir nokta şu; büyük şehirlerde sendikalaşmış yerel gazeteler, ulusal gazetelerle yarışabilecek düzeyde. Farklara bakacak olursak, haberi ulusala yaptığımızda haber ekranda daha kısa süre yer alıyor. Haberiniz ulusala bile çıksa 30 saniye-1 dakika gibi bir süre yer alabiliyor. Özellikle kışın, 'Dondurucu soğuklar başladı' gibi haberler ulusal kanallarda 5-10 saniye yer bulabilirken siz yerel mecranızda daha uzun süre boyunca yayın yapabiliyorsunuz. Yerelde haberi daha detaylı verebiliyorsunuz, doğrudan izleyiciye ulaşabiliyorsunuz" şeklinde konuştu."Yerel basın, öğrencilerin ve mezun olan arkadaşların ilk adımı olabilir"Yerel gazetelerde çalışma koşullarına da değinen gazeteci Yusuf Özgür Bülbül, "Yıllar önce gazeteler ayrı ayrıydı ve birçok gazete ilan alıyordu. Bugün baktığımızda birçok ilçe gazetesi kapandı. İl merkezlerindeki gazetelerde ise birleşmeler oldu. Basın İlan Kurumu gazeteleri birleştirip daha iyi bir istihdam ve kalite hedefliyordu. Bugün gelinen noktaya baktığımızda gazeteler birleştikten sonra maalesef bu kalite yakalanamadı. Bazı illerde birleşen gazeteler, birleşmeden önceki durumlarından daha kötü hale geldi. Öte yandan, yerel basın öğrencilerin ve mezun olan arkadaşların mesleğe ilk başlama adımı olabilir. Kendi becerilerinizin farkında değilseniz, nereye yöneleceğinizi bilmiyorsanız yerel medyada gönüllü ya da stajyer olarak çalışabilirsiniz. Bu şekilde eksik olan noktalarınızı tamamlayarak yönünüzü bulabilirsiniz. Zorluklara bakarsak iş yükü çok arttı, artmaya da devam ediyor. Bugün baktığımızda gelişmiş ülkelerde yerel medyanın daha popüler olduğunu görmekteyiz. Ülkemizde ise daha geride ve sorunlarla dolu bir alan olarak görülüyor. Bu sorunlar da her geçen gün artmakta. Sorunlar hem patronlar hem yerel yönetimler hem de çalışan gazeteciler açısından artıyor. Yerel medyayı bu üç ölçekte değerlendirmek gerekiyor" dedi."Büyük firmalar yerel medyaya reklam vermek yerine ulusal medyaya reklam vermeyi tercih ediyor"Prof. Dr. Süleyman İrvan, gelişmiş ülkelerin yerel basına çok daha fazla önem verdiğini belirterek şunları söyledi: "ABD gibi ülkelerde yerel gazeteler; gazetecilerin işe başladıkları, kendilerini geliştirdikleri ve daha sonra da ulusal düzeyde dağıtımı yapılan New York Times gibi gazetelere geçebildikleri kurumlardır. Bizde ise yerelin pek bir ağırlığı yok. Ben bunun nedeninin şu olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de yönetim biçiminden kaynaklı, her şey merkezden belirleniyor. Kararlar Ankara’da, İstanbul’da alınıyor. Anadolu’nun pek hükmü geçmiyor. Bir de reklam verenler yereli tercih etmiyorlar. Daha çok ulusal medya üzerinden yerelde yaşauyanlara ulaşmaya çalışıyorlar. Bunda haklı da olabilirler çünkü ulusal televizyonlar her yerden izlenebiliyor. Dolayısıyla büyük firmalar yerel medyaya reklam vermek yerine ulusal medyaya reklam vermeyi tercih ediyor. Oradan kolaylıkla müşterilerine ulaşabiliyor. Bu bence yerel medya açısından büyük bir handikap. Bu durum yerel medyanın gelişmesine engel oluyor." "Haberlerin yüzde 85’i özgün değil"Söyleşide haberlere en çok konu olan il ve ilçelerin analiz edildiği "Haber Çölleri" araştırmasına da değinen Özgür Bülbül, "Yerel gazete okunma oranı en yüksek iller İzmir ve Bursa’dır. Haber Çölleri araştırması çok önemli. Hangi ilden ne kadar özgün haber yapıldığı ve o ilin isminin geçtiği ne kadar haberin yayımlandığı veri gazeteciliği yöntemiyle analiz edildi. Bugün yerel medyaya baktığımızda haberlerin yüzde 85’inin başka haber mecralarından alıntı olduğunu, özgün olmadığını görüyoruz. Kalan yüzde 15’lik kısmı ise özgün haberlerden oluşuyor. Özgün haber üretimi daha çok ilan alan gazetelerde göze çarpıyor. Haber sitelerinin çok fazla çalışanı yoktur. Ellerinde fazla maddi imkan olmadığı için gazetecilik yapamıyorlar. Daha çok alıntı haberler yapıyorlar" dedi."Gazeteci için bir insanın hayatına dokunabilmek çok önemli"Konuşmasında yerel gazeteciliğin olumlu yönlerinden de bahseden gazeteci Yusuf Özgür Bülbül, şu ifadeleri kullandı: "Okuldan mezun olduktan sonra Muş Ovası Gazetesi’nde yazı işleri müdürü olarak çalışmaya başladım. Başladığımın ertesi günü durumu iyi olmayan bir aile hakkında haber yaptım. Bu ailenin hakikaten maddi durumu yoktu. Diğer gazetelerde vali, kurumlar gibi hep yüksek mevkiler manşette yer alıyordu. Kentin sorunları, amatör sporlar, şehre değer katabilecek ya da sorunların çözümünü sağlayacak konular yeterince işlenmezdi. Durumu olmayan, destek bekleyen aileyi ben manşetten işledim. Ertesi gün özel bir bankadan aradılar. Haberimi görmüşler ve banka çalışanları aralarında para toplamışlar. Aileye vermemi istediklerinde çok mutlu olmuştum. Yerelde böyle sorunlardan bahsedip etkisini görmek çok önemli. Gazeteci için bir insanın hayatına dokunabilmek çok önemli. Bu haber ulusalda yer bulamazdı. Yerel medyanın daha çok sorunlarından bahsediyoruz ama baktığımızda eğer iyi gazetecilik yaparsanız etkisini görmeniz mümkün. Yerel medyada şöyle bir avantaj da var, o ilde bir tek siz varsınız. Ağrı’da bir gazetecinin ismini söylediğinizde bilirler ama büyük şehirlerde bu mümkün değildir, sadece çok üst noktada olursanız belki tanınırsınız. Bugün haber ajanslarından haber geçen gazetecilerin birçoğunu tanımıyoruz."