Aday Üsküdar | Üniversitemizle ilgili tüm merak ettiklerin için uskudar.edu.tr/aday

Radyo, Televizyon ve Sinema Akademik Etkinlikler

29 NİS 2021

Gazeteci Saime Toktaş ile “Savaş ve Kriz Bölgesinde Habercilik”

sküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü tarafından ‘Savaş ve Kriz Bölgesinde Habercilik’ konulu söyleşi gerçekleştirildi. Söyleşiye konuk olan gazeteci Saime Toktaş, savaş muhabirliği ve gazetecilik hakkında bilgiler vererek unutamadığı anılarını anlattı.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü tarafından gerçekleştirilen ‘Savaş ve Kriz Bölgesinde Habercilik’ başlıklı söyleyişiye gazeteci Saime Toktaş konuk oldu. Moderatörlüğünü Arş. Gör. Yezdan Çelebi’nin yaptığı etkinlik ‘Radyo ve Televizyon Haberciliği’ dersinin kapsamında olup Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer ve öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştirildi."Dünyaya yön veren olayları haberci olarak yerinde takip etmek heyecan verici"Moderatör Arş. Gör. Yezdan Çelebi tarafından kendisine yöneltilen, "Savaş ve kriz bölgesinde haber yapmak nasıl bir şey, neler hissettiriyor?" sorusunu cevaplandırarak konuşmaya başlayan gazeteci Saime Toktaş, ‘‘Bence çok heyecanlı ve güzel. Savaş güzel bir şey değil, o olayı bir gazeteci kimliğiyle orada bulunup aktarmak, içinde var olmak güzel ve heyecanlı bir durum. Dünyaya yön veren olayları bir haberci olarak yerinde takip etmek heyecanlı. Üzerinizdeki ölü toprağını atan, enerji veren, habercilikten tat almamızı sağlayan bir durum’’ dedi. "Uyuyacak yer, içecek su ve yiyecek yemek bulamadık""Savaş muhabirliği yapmak için ne gibi yetkinliklere sahip olmak gerekiyor?" sorusunu cevaplayarak devam eden gazeteci Toktaş, ‘‘Kitaplarda yazan belirli bir kuralı yok. Bu yola çıkanlar biraz soğukkanlı olmalı, kriz anını yönetebilmeli. Çünkü gittiğiniz yer örneğin bir deprem yeri ise büyük bir depreme ve bilmediğiniz bir yerde insanlık dramına tanık oluyorsunuz. Depremi yaşayanlarla birlikte olaya ortak oluyorsunuz. Biz de uyuyacak yer, içecek su, yiyecek yemek bulamadık. Oradaki koşulları bilerek gitmeniz gerekiyor. Her ortama uyum sağlamanız, bölgeyi bilmeniz, ne için orada olduğunuzun farkında olmanız gerekiyor. Bunlara istinaden işinizi en doğru şekilde yerine getirmelisiniz. Bunları da okullarda gördüğümüz gazeteciliğin genel kurallarıyla yapmalısınız’’ ifadelerini kullandı."Çatışma bölgesinde kafanıza göre hareket edemezsiniz, yanınızda birileri olmalı""Çatışmaların izlerinin sıcak olduğu bir bölgede bulunmak nasıl bir duygu? Bir tarafa entegre olmak gerekiyor mu? Nasıl deneyimler kazandınız?" sorusunu gazeteci Saime Toktaş, ‘‘Bir yere entegre olmak gerekiyor mu?’ sorusunun cevabı evet. Bu bütün savaş ve kriz bölgeleri için günümüz dünyasında geçerli bir durum. Bu işi bağımsız olarak yapanlar da var. Ama hem güvenlik açısından riskli hem de çok sağlıklı olmayan bir durum. Bir tarafın illaki bir şekilde sizin orada bulunmanızdan haberdar olması gerekiyor. Bunlar genellikle resmi kurumlar oluyor. Gittiğiniz yere çok hakimiyetiniz yoksa yanınızda birilerinin olması bir gereklilik. O insanların kültürünü, dilini, yaşamını bilen birilerinin olması gerekiyor’’ şeklinde cevaplandırdı."Haberi takip ederken çok uyanık ve dikkatli olmak gerekiyor"Savaş muhabirinde olması gereken özelliklerden bahseden gazeteci Toktaş, "Haberi takip ederken çok uyanık ve dikkatli olmak gerekiyor. Gelen bilgiye hemen atlamamak gerekiyor. Bilgileri sürekli süzgeçten geçirmek gerekiyor. Mümkün olduğunca bilgili olmak gerekiyor. Artık olayların çok hızlı bir şekilde geliştiği ve enformasyonun yoğun olduğu bir devirde yaşıyoruz. Özellikle bulunduğumuz bölgeye bakılırsa Avrupa’dan daha hızlı bir şekilde; onların bir yılda yaşadığını biz on günde falan yaşıyoruz. Artık ne kadar olabilirse hakimiyetimizi kurmamız gerekiyor" diyerek açıkladı."Gazeteciyseniz her şeyi haber merkezli düşünüyorsunuz""Gazeteci olarak sürekli değişen olaylar arasında gündemi nasıl yakalıyorsunuz? Herkesin olmak istemeyeceği bir yerde olmak nasıl bir duygu?" sorusuna cevap veren Saime Toktaş, "Bir laf vardır. Bir patlama anında herkes alevlerden kaçar ama ilk önce gazeteciler ve polisler o bölgeye koşar. İşin en düşündürücü yönlerinden biri bu sanırım. Gazeteciyseniz haber ağırlıklı yaşıyorsunuz. Bütün hayatınız, gününüz buna göre geçiyor. Sabah kalktığınızda ilk işiniz telefondan gündeme bakmak oluyor. Aynı şekilde akşam yatmadan son defa gündemi tekrar kontrol ediyorsunuz. Hayatınız tamamen haberle geçiyor. Her şeyi haber merkezli düşünüyorsunuz" sözlerini kullandı."Panikten Cumhurbaşkanına ‘Başbakan’ dedim"Etkinlikte, kariyerinde yaşadığı anıları da anlatan gazeteci Saime Toktaş, ‘‘TRT’de çalıştığım dönemin birinde çok yoğun bir gündem vardı. Dünya Bankası toplantıları falan vardı ve 15 gün boyunca aralıksız onları takip etmiştik. Sonrasında bir günlük iznimiz oldu. İzin kullanacağım için çok heyecanlıydım. Çok uzak olmayan evime yakın bir noktada arkadaşımla birlikteydim. İzin gününde olduğum için o formatta bir kıyafetim vardı üstümde. Öğleden sonra kanaldan, ‘Bu akşam saat 19:00’da Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Türkiye’ye geliyor, senin oraya gidip canlı röportaj yapman gerekiyor’ diye telefon geldi. Hiç aklımdan geçmiyordu, hazırlığım bile yoktu. ‘Bosna Hersek Cumhurbaşkanı neden geliyor? Ne soracağız? O sırada Bosna Hersek’te neler oluyor?’ hiçbirini bilmiyorum. Bir panik haline kapıldım. Başkasına vermeye çalışıyorum olmuyor. Spiker yapacak denildi, teknik nedenlerle olmadı. Şefim üzerimde ne olduğunu sordu, direkt yayına gideceğimi söyledi. Saçım, başım, kıyafetim dağınıktı. Ben mecburen gittim. Genel müdürün isteği üzerine Cumhurbaşkanı gelir gelmez yayına alınacak diye plan yapılmıştı. Gittim, spiker arkadaşımı, ‘Sen yaparsın, teknikte sıkıntı yok dimi?’ diyerek gazlamaya çalıştım. O hazırlıklı gelmiş, gelirken de sağ olsun ceketini de getirmiş ama bana iki beden büyüktü, içerisinde kayboluyordum. Makyöz de çağırmışlar beni toparlamaya çalışıyor. Sonuç olarak spiker arkadaşım teknik nedenlerle yapamayacağını söyledi. Biz hazırlandık, Cumhurbaşkanı geldi ve o panikle bir şekilde yayına girdik. Cumhurbaşkanı'nı karşıladım, özel sorular vardı. Sigara içmeyi seven birisiymiş hemen mola verdi, sonra yapmak istedi. Yayın 45 dakika isteniyordu, sonrasında 1 saate çıkarıldı. Nasıl yapabileceğimi bilmiyordum; Bosna Hersek’ten bilgi almaya çalıştık. Panik havasıyla yayını yaptık. Benim ağzımdan yanlışlıkla ‘Başbakan’ sözcüğü çıktı. Biraz fırça yedim; ‘Ben Başbakan değilim Cumhurbaşkanıyım siz bana nasıl böyle hitap edersiniz’ dedi. Tabii orada biraz şaşırdım, bir şekilde toparladık ve yayını yaptık’’ diyerek uzun ve panik dolu bir anısını dinleyicilerle paylaştı.Kaynak için: Haber Üsküdar

27 NİS 2021

Sinema Eleştirmeni Rıza Oylum ile “Sinematografi"

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü tarafından ‘Sinematografi’ başlıklı bir söyleşi gerçekleştirildi. Söyleşiye konuk olan Öğr. Gör. Rıza Oylum, sinemada görsel dilin önemine dikkat çekti.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü tarafından gerçekleştirilen ve moderatörlüğünü Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer’in yaptığı ‘Sinematografi’ başlıklı söyleşiye Öğr. Gör. Rıza Oylum konuk oldu."Öykünün diyalog üzerinden izleyiciye anlatılması sinema diline zarar veriyor"‘Film dili’ kavramı üzerine çok kafa yorduğunu dile getirerek söyleşiye başlayan Öğr. Gör. Rıza Oylum, "Film dili; sinemanın görselliğiyle anlatım biçimlerinin zenginleşmesi ve izleyiciye sunulmasıdır. Burada bazı handikaplar karşımıza çıkıyor, izleyicinin alıştırılmış olduğu yaklaşım. Özellikle televizyon kültürünün tahribatıyla birlikte diyalog üzerinden izleyiciye öykünün, konunun, öykünün kilit noktasının anlatılması. Daha da ileri giderek, kameraya anlatılması. Bunlar sinemanın diline zarar veriyor. Ne kadar az diyalogla anlatılırsa, ne kadar görsellik sunulabilirse film o kadar zengin ve derinlikli olur. Çünkü bu unsurun mekanizması görselliktir" sözlerini kullandı."İyi bir auteur yönetmen kurduğu atmosferle hatırlanmak ister"Diyalogların akılda kalması handikapının bir testle anlaşıldığını belirten Öğr. Gör. Oylum, "Ben konferanslarda öğrencilerime ‘En sevdiğiniz sahneyi düşünün. Bu sahneyi diyalog için mi seviyorsunuz? Yoksa kurulan atmosfer mi daha fazla akılda kalıcı?’ diye soruyorum. Maalesef ciddi bir izleyici kitlesi, diyalogdan etkilendiği için o sahnenin unutulmaz olduğunu düşünüyor. Kurulan atmosfer ya da görsellik akılda kalmıyor. Çünkü yönetmenler bu konuda çok fazla çalışmıyor. Hep bir replik üzerinden anlatım gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu sinemanın en zayıf tarafı. İyi bir auteur yönetmen (yaratıcı yönetmen) kurduğu atmosferle hatırlanmak ister. Görselliğin unutulmaz olduğu sahneler zihnimizde çoğalırsa oradaki sinema dili kavramı biraz daha öne çıkabilir. Bu konuda aklıma gelen son dönem filmlerinden birisi Özcan Alper’in ‘Sonbahar’ filmidir. Özcan Alper kendi sinema yaklaşımını, dilini ve anlatmak istediklerini diyalogla değil de görsellikle anlatmıştır. Karadeniz kırsalında, dalgaların karaya vurmasıyla birlikte 10 yıl hapis yatmış bir karakterin hıncını görürüz. Gözlerine baktığımızda da karakterdeki hüznü görürüz. Bize lazım olan da aslında bu anlatım dilidir" ifadelerini kullandı."Görsellikle filmi inşa etmeliyiz"Abbas Kiyarüstemi üzerinden sinema ve şiir ilişkisine değinerek yönetmenin görsellik üzerinden şiirselliği oluşturduğunu belirten Oylum, "Sahnede katmanlı bir yapı var. Katmanlı yapının birkaç basamağından bahsedebiliriz. Yani ‘görsellikle kendini inşa etmek’ dediğimiz şeyi nasıl oluşturduğundan. İlk olarak filmin isminden başlayabiliriz; ‘Rüzgar Bizi Sürükleyecek’. İsmi zaten bir şiir dizesi. İçerisine girdiğimizde ise atmosferin kendisi de ışık kullanımıyla, karanlığıyla, kurduğu renk tonuyla oldukça şiirsel. Sahnede bir şiir tartışması yapıyor, şiir okuyor, şiir ve eğitim ilişkisi arasında önermede bulunuyor, yaş önemli değildir diyor. Burada kurduğu en üst basamak şiiri yeniden kurmasıdır. Aynı yönetmenin ‘Zeytin Ağaçları Altında’ filminden bir sahne de göstermek istedim. Burada ölüm ve yaşam sorgulanıyor. Ölüm ve yaşamın karşılaştırıldığı sahnede bir yaşam formu gibi bir yol ve kamera yaklaşımı oluşturulmuş. Yani başlangıcından sonuna doğru giden bir yaşam yolu oluşturulmuş" sözlerini kullandı ve örnek verdiği filmlerden sahneler izlettirdi."Görüntü yönetmeni kişiliğini koruyarak yeteneklerini ortaya koymalı"Görüntü yönetmeni ve yönetmen ilişkisine değinerek konuşmasına devam eden Öğr. Gör. Rıza Oylum, ‘"Bazı yönetmenlerin görüntü yönetmenleriyle ısrarlı bir devamlılığı olan ilişkisi var. Bunun sinema için oldukça önemli örnekler olduğunu düşünüyorum. Meselâ bunlardan birisi İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci’nin Vittorio Storaro ile ilişkisi. Yoğun ve devamlılığı olan birçok filmleri bulunuyor. Paris'te çekilen ‘Konformist’ filminde ışık kullanımları, ışığı yapma biçimleri de ilişkilerine yansıyor. İlişkiler arasında bir bütün olduğundan bahsedilebilir. Bazen yönetmenlerin kendileri görüntü yönetmenliğinde ısrarcı oluyorlar. Fotoğrafçılıktan gelmek bunda etkili oluyor. Burada Zeki Demirkubuz’dan bahsedebiliriz. Başka önemli bir isim Alfonso Cuaron. 'Roma' filminin hem yönetmenliğini hem de görüntü yönetmenliğini yapmış. Bunun önemli bir durum olduğunu düşünüyorum. Bazen farklı yönetmenlerle çalışan ama kendi görüntü yönetmenliği anlayışını var etmeye devam eden görüntü yönetmenleri görürüz. Burada Danny Cohen’den bahsedebilirim. 'Danimarkalı Kız' ve 'Kekeme Kral' filmlerini izlediğimizde birinde buz mavisi tonunun devamlılığını, diğerinde ise gri ve tonlarının devamlılığını görürüz. Ama baktığımızda bu iki film için bir bütünlükten bahsedebiliriz. Bunlar bize görüntü yönetmeninin ne kadar önemli olduğunu, kendi kişiliğini ve kimliğini koruyarak farklı yönetmenlerle çalışsalar dahi yeteneklerini ortaya koyabildiklerini gösterir" ifadelerini kullandı.Kaynak için: Haber Üsküdar

21 NİS 2021

İletişim Fakültesi Sektör Buluşmaları'nda TRT'nin kariyer olanakları konuşuldu

Üsküdar Üniversitesi Kariyer Merkezi Direktörlüğü tarafından düzenlenen Kariyer Günleri İletişim Fakültesi Sektör Buluşmaları etkinliği gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Kariyer Merkezi Yönetici Yardımcısı Gülçin Eren’in yaptığı etkinliğe TRT İnsan Kaynakları İş Ortağı Ersan Akyıldız konuk oldu. Öğrencilerin sektörde çalışan isimlerle buluşturulması amacıyla düzenlenen Kariyer Günleri İletişim Fakültesi Sektör Buluşmaları etkinliği gerçekleştirildi. TRT İnsan Kaynakları İş Ortağı Ersan Akyıldız'ın konuk olduğu etkinlikte TRT'nin öğrenciler için sunduğu olanaklar ele alındı. Konuk Ersan Akyıldız, iş ve eğitim kariyerine ilişkin bilgiler paylaştıTRT’de çalıştığı birimi ve eğitim hayatını anlatarak konuşmasına başlayan Ersan Akyıldız, "TRT’de insan kaynakları iş ortaklığı modelinde işleyen bir sistemimiz var. Her birimimizde ve departmanımızda, o birimin tüm süreçleriyle uçtan uca ilgilenen iş ortakları mevcut. İş ortakları; personel alımı, kariyer planlaması, eğitim süreci ve performans yönetimi gibi kanalın bütün süreçlerinden sorumludur. İş ortağı olduğumuz için hepimizin üstünde belli başlı departmanlar bulunuyor. Belki izliyorsunuz, takip ediyorsunuz. Bunlardan ikisi benim sorumlu olduğum TRT 2 Kültür Sanat ve TRT Müzik kanalımız. Bu kanalların insan kaynakları ve iş ortaklığı sürecini ben yönetiyorum. Bunların dışında eğitim hayatımdan bahsedecek olursam, Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezunum. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi İnsan Kaynakları ve Yönetimi Bölümü'nde eğitim hayatıma devam ediyorum. 10 yıllık çalışma hayatıma Türk Telekom’da başladım. Sonrasında insan kaynakları yönetimi alanına geçtim ve çeşitli firmalarda çalıştım. Şu anda kariyerime TRT’de devam ediyorum" ifadelerini kullandı."Hizmet olarak insanı hedef alıyoruz"TRT’nin ‘Özü Sözü İnsan’ sloganıyla hizmet anlayışını anlatan kısa bir tanıtım filmi izlettiren Akyıldız, "TRT, Türkiye’nin hem ilk hem de en büyük kamu yayıncılığı bilincine sahip olan bir kurum olduğu için ‘Özü Sözü İnsan’ kavramı daha öncelere dayanıyor. Slogan olarak yeni aktif olmuş olabilir ama bizim hizmet olarak insanı hedef alan çalışmamız çok daha eskilere uzanıyor. Bizim her çalışmamız insan odaklı oluyor. Yayın çalışmasına başlarken bile önce insanı hedef alarak ilerliyoruz. Ülkedeki insanlar TRT deyince bu kuruma, bu kültüre ayrı bakılıyor. Hepimizin annesi, babası, dedesi TRT kurumunu biliyor. Standart saatler koyuyorlar. Bu nedenle biz merkeze insanı alarak hareket ediyoruz ve ‘Özü Sözü İnsan’ diyoruz" şeklinde konuştu. "Farklı tarzda yayın yapan kanallarımız, radyolarımız ve dergilerimiz mevcut"Çoğu kişinin takip ettiği TRT kanallarından bahseden Akyıldız şunları söyledi: "Her kesime hitap edebilen kanallarımız var. TRT1, TRT Haber, TRT Avaz, TRT World, TRT Belgesel, TRT Spor, TRT Okul, TRT Çocuk vs. Aynı şekilde radyo kanallarımız da bulunuyor. Belki dinleyenler vardır. Aktif olarak mevcut kanallarımızın yanında türkü programları, spor programları, haber programları gibi farklı tarzda yayın yapan kanallarımız da mevcut. Basılı yayınlara geçtiğimizde ise TRT Akademi; bizim sahada yaptığımız pek çok çalışma hakkında akademik olarak süreçlerin takibi ve yayıncılık sektöründe dönenler hakkında bilgiler paylaşıyor. Radyovizyon ve TRTvizyon; mevcut süreçlerle ilgili düzenli olarak basılıyor. TRT Çocuk; içerisinde çeşitli bilgilendirmeler bulunan aylık dergimiz. Birdünya müzik; tamamen müzikle alakalı içeriklerin bulunduğu dergimiz." "Radyo ile başlayan yolculuğumuz TRT ile birleşerek devam etti"İlk radyodan başlayarak radyo ve televizyon tarihine değinen Ersan Akyıldız, 6 Mayıs 1927 tarihinde Eşref Şefik’in anonsuyla başlayan radyo serüvenini şu sözlerle anlattı: "1927’de radyoyla başlayan yolculuğumuz 1964’te TRT ile birleştirildi ve televizyon hayatımıza girdi. Normal şartlarda radyo yayınımız ‘Türk Telsiz Telefon’ kurumu üzerinden yapılıyordu. Daha sonra TRT’nin kurulmasıyla birlikte radyo yayını, İstanbul ve Ankara Radyosu olarak birleşerek 1964’ten bu yana devam etti. Yolculuğumuz dijitalleşiyor. Dijital platformlarda yayın yapmamak olmaz. TRT İzle; TRT’nin yapmış olduğu bütün programları tekrar izlemeniz için geliştirilmiş olan bir platform. TRT Dinle; sesli içeriğin ücretsiz olarak sunulduğu platform. İçerisine girdiğinizde çok büyük bir arşivi var. Sesli kitap uygulaması sevenler için sesli kitaplar bulunuyor. TRT Bil Bakalım ise eğlenirken öğrenme maksatlı, çeşitli soruların sorulduğu, içeriklerin bulunduğu ve sorular karşılığında puanlar kazandıran bir uygulamamız.""Projeler hayatınızı değiştirecek çalışmalar olabilir"TRT projelerinin öğrenciler için büyük katkıda bulunduğunu belirten Akyıldız, "Projeler hayatınızı değiştirecek çalışmalar olabilir. Ben bazen iş görüşmelerinde yeni arkadaşlarla görüşürken çok büyük başarılara imza atabilecek çalışmalar yapanlar, uğraşanlar görüyorum. Bu kapsamda gerçekten bir şeyler yapabiliyor olmanız çok değerli. 12 Punto, Türkiye’nin en büyük senaryo geliştirme ve ortak yapım platformudur. Burada senaryo aşamasını çalışıyorsanız bir yapımcı firma üzerinden senaryo ya da proje olarak sunabiliyorsunuz. Bireysel olarak da kısa filmleriniz varsa yayınlanması, yayınlanmaya teşvik amacıyla ödül verilmesi gibi süreçlere de katılabilirsiniz. Türk Sineması'na nitelikli senaryolar kazandırmayı ve projelerin filme dönüştürülmesini hedefliyoruz. TRT Geleceğin İletişimcileri Yarışması'nda ise genç arkadaşlar bu yarışmaya katılıyor. Dereceye giren arkadaşların çok güzel çalışmaları var. Bu katılımcıların çoğu da sizler gibi iletişim fakültesinde okuyan öğrenciler. Arkadaşlarınızla bir araya gelerek ve ekip oluşturarak belli başlı kategoriler arasından seçim yaparak başvuru yapıp projenizi devam ettirebilir ve bir ödül alabilirsiniz. Aynı zamanda TRT’nin platformlarında da yayımlanma imkânı oluyor. Bu sizin için inanılmaz değerli bir süreç. Tavsiye ediyorum. TRT Yetenek; yeni mezun ve iş hayatının başında olan gençlere, kurum içi istihdamını hedefleyen bir proje. Bu proje kapsamında da belirli şartlar bulunuyor. Yedi aşamalı bir değerlendirme süreci bulunuyor. Başarılı olursanız TRT bünyesinde direkt olarak işe başlamış oluyorsunuz" sözlerini kullandı."Yayınlar, değerlendirme süreçlerinden geçerek yayına hazır hale geliyor"Moderatör Gülçin Eren’in yönelttiği, "Animasyon seven birisi olarak TRT Çocuk'un yapımlarını çok iyi buluyorum. Çizgi film yapımının süreçleri nasıl oluyor?" sorusunu Akyıldız şu sözlerle cevaplandırdı: "TRT’nin yayınlarında belli başlı değerlendirme süreçleri bulunuyor. Ne kadar kaliteli olursa olsun bu süreçlerden geçmesi gerekiyor. Sonrasında satın alma işlemleri başlıyor. Ardından da gerekli izinlerle yayımlanma sürecine geçiliyor. Biliyorsunuz TRT belli bir kamu yayıncılığı bilincine sahip bir kuruluş olduğu için belli başlı çizgilerimiz bulunuyor. Türk örf ve göreneklerin dışında olan, çocukların olumsuz olarak etkilenebileceği içerikler hiçbir şekilde yayınlanmıyor. Bizim kendi içimizde bu süreçlerle ilgilenen arkadaşlarımız var. Genellikle kendi iç yapımımızla çalışıyoruz. Zaman zaman dışarıdan da destek aldığımız oluyor. Grafik anlamında hem 3D hem de animasyon çalışmaları olsun her departmanımızın örneğin; TRT 2, TRT Çocuk, TRT Müzik kreatif ve görsel işler departman müdürlüğü var. Burada bu tip çalışmaların alt yapıları hazırlanıyor. Çizgi film olarak çıkacak bütün çalışmaların hepsi burada hazırlanıyor. Sonrasında hikayeleştirilme ve belli başlı tekniklerle yayınlanma sürecine geçiyor. Tabii arka planda bunun dublaj süreci de var. Bunların hepsi iç yapım olan programlarda kendi bünyemiz dahilinde, dış yapım üzerine ise tamamen belli başlı aşamaları geçtikten sonra yayınlanacak şekilde hareket ediyoruz.""Kendiniz için iyi bir hikâye bırakmış olun, hiçbir şey için ne erken ne de geçtir"Öğrencilerden gelen, "Öğrencilere ne gibi tavsiyeler verirsiniz? Bir şeyler yapmamız için erken mi?" sorusuna cevap vererek hayat için önemli tavsiyelerde bulunan Ersan Akyıldız, "Arkadaşlar, hiçbir şey için ne erken ne de geçtir. Ben 34 yaşındayım. Acaba geç kaldım mı? demeden gittim üniversiteye yazıldım. Çünkü ben eğitim alırken biraz daha ‘alaylı’ dediğimiz, ‘işi yerinde yaparak’ öğrendim. Daha sonrasında da işi bildiğim için profesyonel olarak da gelişmek istediğim için gittim sınavlara hazırlandım ve insan kaynakları bölümüne girdim. Severek okuyorum. Siz daha gençsiniz ve bunun kıymetini bilin. Üniversite bir şekilde biter, iş arama sürecine ve belirli bir akışa gireceksiniz. Yaşınız ilerleyecek. Arkanıza dönüp baktığınızda kendiniz için iyi bir hikâye bırakmış olun. Gerçekten hayat, doğumumuzla ölümümüz arasında geçen zaman. Buradaki önemli nokta da bu iki zaman aralığında yapacağınız şeyler. Bu nedenle hiçbir şey için ne erken ne de geçtir. Bir işi gerçekten seviyorsanız teorik bilgiler edinin. Severek yaptığınız bölümü okuyun. Zaten severek yaptığınız bir şeyde her şey kendiliğinden oluyor. Hadi şunu yapayım, bunu yapayım derken kendi iş alanınızı oluşturuyorsunuz. Çok çalışmanız lazım, bir şeyler üretmeniz lazım. Gerçekten bir şeyleri istiyorsanız yapın" ifadelerini kullandı. Etkinliğin diğer yarısında ise öğrencilere TRT’deki mülâkatlardan ve staj imkânından bahsedilerek mülâkat denemeleri yapıldı.Kaynak için: Haber Üsküdar

24 ARA 2020

3. TRT Sağlık Muhabiri Fatma Demir Turgut ile “Sağlık Haberciliği”

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü tarafından düzenlenen etkinlikte "Televizyonda Sağlık Haberciliği" ele alındı. Moderatörlüğünü İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer’in yaptığı etkinliğe TRT Muhabiri Fatma Demir Turgut konuk oldu.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü tarafından düzenlenen bölüm etkinliğinde, TRT Muhabiri Fatma Demir Turgut televizyonda sağlık haberciliğine ilişkin deneyimlerini paylaştı."Kısa sürede kontrol altına alınabilecek bir salgın zannediliyordu"İçinde bulunduğumuz pandemi ortamında çalışma koşullarını aktaran Fatma Demir Turgut, "Bu konuda daha fazla haber yapmamayı umuyorum. Bilindiği üzere süreç Aralık 2019’da başladı. Gizemli virüs olarak biliniyordu. Çin’deki süreci uzaktan izliyorduk. Tabii sonra içimize kadar girdi maalesef. Önce Avrupa’ya, Avrupa’dan da ülkemize geldi. Biz o süreçte; hocalarla görüşerek pek çok haber yapmaya başladık. Bilindiği üzere tüm dünyada 2002-2003 yıllarında Sars salgını olmuştu, çok kısa sürede kontrol altına alınmıştı. Herkes ilk başta öyle bir salgın zannediyordu. Kimsenin çok fazla öngörüsü yoktu. Hocalar, bu virüsün kendilerini yalancı çıkardığını söylediler. Genelde çan eğrisi çiziliyor; salgınlarda hep haberlerde duyuyorsunuzdur. İlk başta yükselişe geçiyor, sonra bir plato dönemi oluyor. Sonra da aşağıya doğru inişe geçiyor. Onlar da yükselir, tepe noktasına gelir sonra düşmeye başlar öngörüsündeydiler. Hiç öyle olmadı. Yayılmayan neredeyse hiçbir ülke kalmadı. Biz de tabii kendimizi bir felaketin içerisinde bulmuş olduk" ifadelerini kullandı."Yoğun bakım servisine girdim, insanların neler yaşadığına tanık oldum"Uzun süredir enfeksiyon hastalıkları ve salgınlarla ilgili haberler yapan muhabir Demir Turgut; "Mart ayından beri hep Koronavirüs haberleri yaptım. Neredeyse başka haber yapmadım diyebilirim. Sağlık konusunda uzmanlaşmanın da ne kadar önemli olduğunu, bu salgın boyunca hem kurumumla hem etrafımdakilerle birlikte görmüş oldum. Gelişmeleri yakından takip etme şansı bulmuş oldum. Yoğun bakım servisine girdim, insanların neler yaşadığına tanık oldum. O tulumlardan giydik. Tulumun içerisinde beş dakika bile durmak zorken sağlık personelinin saatler boyunca o kıyafetlerle çalıştığına tanık olduk. Salgının seyri hangi yöne doğru gidiyorsa biz de haberlerimizi o yöne doğru yönlendirdik. Salgın hastanelerinden durumu takip ettik. Son birkaç gündür üzerinde durduğumuz şey mutasyondu. Herkes de yakından takip ediyordur. Aynı zamanda aşıyı dört gözle bekliyoruz" dedi."Aşıdan başka kurtuluşumuzun olmadığını düşünüyorum"Çin’in geliştirdiği aşının faz 3 çalışmalarına gönüllü olarak katılan Fatma Demir Turgut, "Kasım ayının son haftası gönüllülere yapılıyordu. Ben haberleştirmek için gittim. Zaten düşünüyordum. Bizim başka kurtuluşumuzun olmadığını düşünüyorum. Bazı hastalıklarda sürü bağışıklığı denendi ama maalesef felaketlerle sonuçlandı. Ya virüs mutasyon geçirecek, tamamen etkinliğini kaybedecek ya sürü bağışıklığı olacak ya da aşı olacak. Şu anda her ikisi de olmadığına göre tek şansımız aşı. Orada enfeksiyon hastalıkları uzmanı durumumun uygun olduğunu söyledi. Ben de kabul ettim. Başka medya mensupları da vardı. Benim aşı olmak istediğimi görünce onlar da gönüllü oldular. Sosyal medyada aşıyla ilgili çok bilgi kirliliği var. Size çalışmayla ilgili, aşıyla ilgili detayların olduğu bir belge veriliyor. Onları okuyup imzalıyorsunuz. Size antikor ve PCR testi yapılıyor, çalışmaya katılabilmeniz için negatif çıkmanız gerekiyor. Hastalığı geçirmemiş olmanız ve o anda pozitif olmamanız gerekiyor. Size test sonrası mesaj geliyor ve aşıyı oluyorsunuz. İlk dozu olduktan sonra herhangi bir yan etki yaşamadım. Kolumda biraz yanma ve ağrı oldu. 14 gün içinde herhangi başka bir yan etki yaşamadım. Sonra da ikinci doz uygulandıktan sonra yine biraz ağrı oldu. Onun dışında da herhangi bir yan etki yaşamadım. Muhabir aşı olmalı mı diye sordunuz. Dışarıdan bakınca o insanların neler yaşadığını anlamıyorsunuz ama işin içinde olunca, o insanlarla bire bir karşılaşınca ne kadar zor bir durum olduğunu çok net anlıyorsunuz. Ben aslında insanlara örnek olmak istedim. Bizi bu salgından bilim kurtaracak. Bir an önce aşının ülkemize gelmesini bekliyoruz" şeklinde konuştu.‘‘Nisan-Mayıs aylarına kadar önemli derecede yol almış olacağız’’Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer'in aşı çalışmalarındaki son durumun ne olduğunu sorması üzerine Fatma Demir Turgut şunları söyledi: "Biz aslında 11 Aralık’ta geleceğini bekliyorduk. Faz 3 çalışmaları sonuçlanmadığı için biraz ertelendiğini söylediler. Türkiye’ye geldikten sonra da bir süreç olacak çünkü aşının burada da bir onaydan geçmesi gerekiyor. Ülkemize gelen her aşı, ilaç Türkiye Tıbbi İlaç ve Cihaz Kurumu’nun onayından geçtikten sonra burada uygulanmaya başlıyor. Basında dozun 50 milyon değil de daha düşük olduğu hakkında haberler yer alıyor ama Sağlık Bakanlığı'nın söylediği şekilde buna bir çözüm bulunacağına inanıyorum. Belki ilk etapta düşük olur ama sonrasında aldığımız bilgilere göre biz Nisan-Mayıs aylarına kadar önemli yol almış olacağız. Ocak ayı itibarıyla aşılanmanın başlayacağını bekliyoruz. Şu anda gün olarak bilgimiz yok. Dediğim gibi ülkemize söylendiği dozda aşının geleceğine ve uygulanmaya başlanılacağına inanıyorum."‘‘Bir gruba aşı yapılırken bir gruba aşı yapılmıyor ve bu gruplar karşılaştırılıyor’’Geçtiğimiz günlerde aşı olmasına rağmen testi pozitif çıkan gazeteci Kemal Öztürk gündemdeydi. Bu konuyla ilgili Prof. Dr. Süleyman İrvan merak edilenleri sordu. Fatma Demir Turgut şu sözlerle cevap verdi: ‘‘Konuşmamda da söylediğim gibi bu çalışma çift yönlü. Bu ne demek; iki grup var. Biri gerçek aşı olan biri de gerçek aşı olmayan plasebo grubu var. Yani bir gruba aşı yapılıyor, bir gruba aşı yapılmıyor, plasebo olmuş oluyor. Süreç içerisinde iki grup karşılaştırılıyor. Kemal Öztürk hiç aşı olmayan grupta olmuş olabilir. Kemal Öztürk'le ilgili haberde bu bilgiden hiç söz edilmiyor. Aynı şekilde benim olduğum aşı da gerçek aşı olmayabilir. Şu anda ben de kesinlikle bilmiyorum. Aşıyı yapan sağlık personeli de bunu bilmiyor. Numaraya göre geliyor aşılar. Sorumlu bir gazeteci bunu açıklamaz. Bana aşı yapılması haber oldu. Diyelim ki bu süreçte benim de başıma böyle bir durum gelseydi elbette bir şekilde açıklama yapmak durumundasınız. Ama gerçekten aşıyı bile insanlar anlamamışken plasebo olayını nasıl anlatalım. Biz bir çalışmanın içerisindeyiz, faz 3 çalışmasındayız. Ben haber yaparken de çalışmanın içerisinde olduğumu belirttim. İki hafta sonra gerçek aşı mı plasebo mu olduğu belli olacak. O zaman açıklaması daha doğru olurdu diye düşünüyorum.’’Kaynak için: Haber Üsküdar

31 ARA 2019

TRT Spor sunucusu Deniz Satar ile “Spor Yayıncılığı” Söyleşi

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde Spor Medyası dersi kapsamında düzenlenen etkinlikte TRT Spor sunucusu Deniz Satar öğrencilere mesleki bilgi ve deneyimlerini aktardı. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Esennur Sirer moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşide Satar öğrencilerin sorularını da cevapladı.Söyleşinin başında Deniz Satar'ı öğrencilere tanıtan Esennur Sirer, "Deniz, iletişim fakültesi mezunu ve iletişim fakültesi günlerini anlatmayı çok sever. İletişim fakültesinde okurken mesleğe adım attı. Anlayacağınız gazeteci kimliği var. Arkasından da televizyona transfer oldu. Son zamanlarda onu sosyal medyada çok görüyorsunuz. Spor medyasının her alanında var" dedi."Beni 10 yıl sonraki haliniz olarak görebilirsiniz"Konuşmasına, üniversitelerden çok fazla talep geldiğini belirterek başlayan Deniz Satar, "Hiçbirisini kabul edemiyorum, çünkü bu sefer önünü gerçekten alamıyorum. Esennur hocanız aşırı değerli bir insan, benim de yönetmenimdi. Size hocalık yaptığı gibi ben de TRT'ye ilk geldiğim zamanlar bana da hocalık yapmıştı. O yüzden bu özel bir buluşma. Üniversite ortamlarına gidebilecek çok zamanım olmuyor. Birisine gittiğim zaman diğer öğrencilerle de bir araya gelme durumunda kalıyorum, hiçbirisini ayırt etmek istemiyorum. Bugün burada olma durumumuz biraz özel olacak. Beni sizden 10 yıl önce, sizin gibi sıralardan geçmiş 10 yıl sonraki haliniz olarak görebilirsiniz" dedi."10 yıl önce kimseYoutuber olmayı hayal etmiyordu"Deniz Satar, "İletişim fakültesini seçtiğinize göre kitle iletişim araçlarından bir tanesinde iş bulmayı umuyorsunuz. Gerçi idealleriniz değişmiş olabilir. Zira 10 yıl önce hiç kimsenin hayali Youtuber olmak ya da dijital medyada çalışmak değildi. Dijital medyada staj yapabilmek pozitif bir şey de değildi. Onları biz saymıyorduk meselâ. Yıl sonunda herkes bir yerde staj yapardı bizim jenerasyonda. Herkes sorardı sen nerede staj yapıyorsun diye. Birisi haber merkezinde, diğeri internet sitesinde dediğinde, e sen neredesin deyip sohbete devam eder, yok sayardık. Ama tabii kitle iletişim araçları şekil değiştiriyor, dinamikler değişiyor, sizin idealleriniz de dijital medyaya kaymış olabilir" diyerek düzenin değiştiğine vurgu yaptı."Üniversiteyi kazanamayacak kadar başarısız bir öğrenciydim"Hayatına ve mesleğe atılmaya nasıl karar verdiğine dair bilgiler de veren Deniz Satar, "Ben İzmir'de doğup büyüdüm. Liseyi de orada tamamladım. Lise bittiğinde kameraya biraz yatkındım, çünkü 6-7 yaşında halam yurt dışından kamera getirdiğinde, hadi bakalım Deniz, bize İzmir'i anlat der, ben de Foça'da pamuk tarlalarının içinden çıkıp, 'Merhaba, burası Foça, bu gördüğünüz pamuk' derdim ve haliyle kameraya biraz yatkınlığım vardı. Bu durum lisede beni sunucu olabileceğime dair teşvik etti. O zamanlar sunucu olmak çok popülerdi. Bir şeyi anlatan, konuşma ve hitabet yeteneği olan insanlar sunuculuğa doğru evrilirdi. Benim de biraz öyle oldu. Fakat ben üniversite sınavını kazanamayacak kadar başarısız bir öğrenciydim, ki liseyi tekrarla zar zor bitirdim" dedi. Satar, sunuculuğa yerel bir televizyonda başladığını ve sunuculuğu çok kolay yaptığı için 1 hafta 10 gün içerisinde canlı yayın sunmaya başladığını ifade etti."İşe başladığınız ilk etapta ezileceksiniz"İşe başladığı ilk etapta herkesin belli bir süre ezileceğini söyleyen Deniz Satar, "Siz hiç bu duyguyu yaşadınız mı bilmiyorum ama jenerasyon ne kadar değişirse değişsin, ezileceksiniz ilk etapta. Bilmiyorum bu duyguyu kaç yaşında yaşayacaksınız, ama işe başladığınız ilk etapta bu duygu çok kötü bir duygu. Ben bunu 18 yaşında yaşadım. Bir sunucu vardı üniversite mezunu ve ona sosyal haklar verilmişti. Ben sadece lise mezunu olduğum için bana saçma sapan saatlerde iş veriliyordu" dedi."Basketbol muhabiri olmayı hayal ederken Hakan Taşıyan’ın Güz Gülleri'ni anons ediyordum"Konya'da yerel bir kanalda staj yaptığını belirten Deniz Satar, sözlerine şöyle devam etti: "Arabesk bir kanaldı. Meselâ ben basketbol muhabiri olmayı hayal ederken, Hakan Taşıyan'ın Güz Gülleri'ni anons ediyordum. Düşünebiliyor musunuz aradaki farkı. Sabaha kadar NBA maçı izlemişim. Ertesi gün gidiyorum ve diyorum ki, 'Evet değerli izleyenler son zamanların en çok sevilen şarkısı Hakan Taşıyan'ın Güz Gülleri karşınızda'. Yani hayaller ve hayatlar.""Üniversiteyi kazanmam 3 yılımı aldı"Deniz Satar, yerel televizyon mağduru olunca bunun böyle olmayacağını anlayıp, oturup çalışmalıyım dediğini ve sıfırdan başlayıp üniversiteyi kazanmasının 3 yılını aldığını söyledi. Üniversite sınavında Konya'yı kazandığını ifade eden Deniz Satar, "Hayatımda Konya'ya hiç gitmemiştim ve ben bir İzmirliyim" dedi. "Üniversite hayatım boyunca kampüste arkadaşlarımla hiç sohbet etmedim"Üniversitede sınıf arkadaşlarıyla arasında 4 yaş fark olduğuna değinen Deniz Satar, "4 yaş fark sınıfın ablası demekti. Meselâ bu durum beni çok üzmüştü. Hemen Konya'da bir yerel televizyonda başladım ve okuduğum süre boyunca sadece çalıştım" dedi. Üniversite 2. sınıfta TRT Müzik'te işe başladığını da anlatan Satar, "Benim sınıf arkadaşlarım kariyerlerine yeni başladılar. Ben üniversite dönemi boyunca hayattan alabileceğim bütün hırsı almış oldum" diyerek staj deneyiminin önemini vurguladı. Satar, üniversite hayatı boyunca kampüste arkadaşlarıyla hiç sohbet etmediğini söyleyerek, "Esennur Hocamla buraya gelirken bahçede sohbet eden insanları gördüm. Benim öğrencilik hayatıma dair, olmayan tek şey budur. Kampüste asla ayaklarımı uzatıp arkadaşlarımla sohbet edebileceğim hiçbir anım olmadı" dedi."Ekstra yapılan her şey kişiyi 30’lu yaşlarda ön plana çıkarır"Herkesin para kazanmak isteyeceği dönemler olacağını söyleyen Deniz Satar, "Belki büyük bir farkındalıkla yaşıyorsunuz ama 30'lar daha farklı çocuklar. 30'lara geldiğinizde şu sıralarda edindiğiniz her şeyi satmaya çalışıyorsunuz. Örneğin iletişim sektörünü istediniz ve dijital medyayla ilgili bir eğitim aldınız ve bir yerde staj yaptınız. İnanın bana 30'lu yaşlarınıza geldiğinizde yaptığınız şeyden para kazanmaya başlıyorsunuz. Ekstra yaptığınız ne varsa sizi bir tık daha öne geçiriyor" açıklamasıyla 30'lu yaşların farklı olduğuna değindi."Bunun Adorno ile hiçbir ilgisi yok dediğiniz anlar olacak"İletişim fakültesinin öğrettiği ilk şeyin, yapılan iş ne olursa olsun araştırmayı öğretmesidir diyen Deniz Satar, açıklamalarını şöyle sürdürdü: "Meselâ ben gazetecilik mezunuyum. Tam anlamıyla gazetecilik öğretiliyor mu? Teorik anlamda işlerin nasıl yürüdüğünü bize anlatan isimleri öğretiyor. Adorno'yu, kitle iletişim araçlarına dair sosyolojik çıkarımlar ortaya koyan isimleri öğreniyoruz meselâ. Ama siz sektöre gittiğinizde gerçek bir ışık olayının nasıl olduğunu, kablonun nasıl taşındığını öğreneceksiniz. Bunun Adorno ile hiçbir ilgisi yok dediğiniz anlar olacak. Ancak iletişim fakültesi size hayatta ne yaparsanız yapın, o işin nasıl yapıldığını öğreten bence en yegâne yer."Deniz Satar, birçok iletişim fakültesi mezunu olduğunu ve herkesin kanalda çalışmayacaksam iletişim fakültesini neden okuyayım ki diye düşündüğünü söyleyerek iletişimin kesinlikle böyle bir alan olmadığını belirtti. Ayrıca ümitsizliğe kapılıp ben bir kanalda çalışmayacaksam, NTV'de, CNN'de boy göstermeyeceksem niye bu bölümü okuyorum demenin yanlış olduğunu, bu bölümün insanı diğer bölümlerden farklı bir disiplinde eğittiğini ve nasıl araştırılması gerektiği konusunda farkındalığı arttırdığını söyledi. Satar, "Birçok iletişim mezunu var, pasta küçük diyerek sakın ümitsizliğe kapılmayın. Sizin melekeleriniz gelişiyor ve bu bölümün hakkını vermeniz gerek" diyerek umutsuzluğa kapılmanın yersiz olduğunu söyledi.Macro influencer mı, yetenek mi?Amerika'da dijital medya üzerine aldığı eğitim hakkında bilgiler veren Deniz Satar, workshoplara Nike'ın Los Angeles'teki direktörü ile Google'dan birlerinin geldiğini söyleyerek konuşmasına şöyle devam etti: "Workshop'un konusu sosyal medyada bazı markaların temsilcilerinin macro influencer olması sürecinin Amerika'da nasıl işlediği ve bundan sonra markaları temsil edecek olan kişilerin influencer yani yüksek takipçili kişiler mi olacağı idi. Bu konuda kişiler arasında görüş ayrılıkları vardı. Nıke direktörü influencer ile çalıştıklarını ve etkilerinin çok fazla olmadığı söyledi. Konuşmasının devamında Nıke'ın izlediği yol hakkında bilgi veren Satar, "Nike etkiyi görebilmek için bir influencer ve bir de 3000 takipçili çok yetenekli 18 yaşında bir kaykaycı ile çalışmış. Gelen tepkiler doğrultusunda Nike yüz olarak yetenekli kişileri kullanma stratejisini uygulama kararı almış" açıklamasını yaptı. Deniz Satar, Nike'ın izlediği stratejiden çıkan sonuca göre, yeteneğin daha önemli olduğunu yeteneğin bizi bir yerlere taşıyacağını ve yetenekli insanların kazanacağı döneme doğru gidildiğini vurguladı."İçeriğe hakim ve kendi işinizin patronu olun"Konuşmasında kendi jenerasyonuna da değinen Deniz Satar, "Güzel kızlar sunucu, eli ayağı düzgün erkekler de anchorman olmak istiyor, hiç kimse editör olmak istemiyordu" dedi. Türkiye'de ciddi bir editör eksiği olduğunu söyleyen Satar, editörün yazı yazmaktan ibaret olmadığını hem doluluk hem cümleyi kurabilme anlamında Türkçe'nin çok önemli olduğunu belirtti. "Kj'lerde hepiniz görüyorsunuz, noktası, virgülü, içeriği, yazısı facia. Senin tek işin kj'de yazı yazmak ama onda bile yanlış yapıyorsun" örneği üzerinden editörün önemini anlatmaya devam etti. Şu anda sunduğu programın gece saat 00:30'da başladığını ve 1.5 saat boyunca tek başına yayında olduğunu söyleyen Satar, "Prompter olmadığı için bir kişinin kafasındakini anlatmam mümkün değil, benim kafamdaki bir şeyi anlatabilmem mümkün. Bu yüzden akışı da kendim ayarlıyorum. İçeriğe hakim ve kendi işinizin patronu olmanız gerekiyor" dedi. "Sesli kitap okumak diksiyonu geliştirir"Diksiyonun düzgün olması konusunda İstanbullu olmanın hayata 1-0 önde başlama nedeni olduğunu belirten Deniz Satar, "Sesli kitap okuyarak diksiyonunu ilerlettiğini" vurguladı. Satar, "Sesli kitap okuyun. Sesinize ne kadar alışırsanız vurgulamanız o kadar kolay olacak. Bu yüzden sesli kitap okumak benim birinci kuralımdı. Sesli kitap okurken bir şeyi melodili bir biçimde anlatacaksınız. Çünkü kitle iletişim araçlarında yegane kural budur" dedi.Spikerlerin yaşadığı sorunlara da değinen Satar, "Editör sesli okuyarak yazar. Haber spikeri ise metni kendi yazmadığı için tam kafasında oturtamaz. Bir de çalışmadan, okumadan promptera geçtiyse onu farklı tonlamaya başlar. Genelde haber spikerlerinin yaşadığı sorun budur. Neyse ki haberde yükleme vurgu yapıldığı için nasıl okursa okusun sonunda dedi söyledi vs. eklentisi yapması onu kurtarır" diyerek sesleriyle barışık olup seslerini yönetebilmeleri için öğrencilere her şeyi sesli okumaları tavsiyesinde bulundu."Türkiye’nin en büyük kurumu ben bir şey anlatayım diye bana para veriyor"Gelen bir soru üzerine, Instagram'da yüksek takipçisi olmasına karşın YouTube'a neden içerik girişi yapmadığına da değinen Satar, "Televizyondan para kazanıyorum. Türkiye'nin en büyük kurumu ben bir şey anlatayım diye bana para verip sigortamı yapıyor. İlk zamanlar neden YouTube'a gireyim ki diye düşündüm. Sonra Amerika'da workshoplara katılınca firmaların YouTuber’lara ayrı bir şey sağladığını gördüm. Örneğin YouTube'a içerik üretmem gerek ve 'Merhaba arkadaşlar ben makyaj yapıyorum' dediğimde eminim bu konunun uzmanları o kadar ekrana çıkıyorsun bunu mu yapıyorsun vs. diyecek. Bu yüzden kendime pek yakıştıramıyorum. Maç seyahatlerini çok sevdiğim için sadece maç seyahatlerinde YouTube'a bir şey atıyorum" dedi. Satar, ayrıca, yeni neslin içeriği değil başlığı ve 160 karakterde olayı özetlemeyi sevdiğini, bu yüzden de detaylarla ilgilenmediğini belirtti."Gol sevincim sosyal medyada eleştirildi"TRT Spor'da program sunarken Fransa-Türkiye maçında sergilediği gol sevinciyle ilgili yöneticilerden uyarı alıp almadığına dair gelen soru üzerine Satar, "Sosyal medyada programdaki gol sevincimle çok dalga geçildi. TRT dendiğinde insanlar despot olarak algılıyor. Ancak TRT'de Esennur hocam gibi hakikaten vizyoner birçok insan çalışıyor, onların hakkını yedirmek istemiyorum ve onlarla sürekli iletişim halinde olmaya çalışıyorum. Renkli kişiliğimi seviyorlar. Ne kadar doğal olursan ol, TRT bir kurum, orada senin ilk görevin haber vermekle mükellefsin ve bir çizgiyi tutturmaya çalışıyorsun. Gole gelirsek, ben miyobum. Oradaki ekran küçük bir ekrandı, canlı yayındayız ve benim yayınım maç saatindeydi. TRT 1'de maç oynanırken ben TRT Spor'da bir şeyler sunuyorum ve gözüm sürekli maça gidiyor. Uzakta kaldığı için de göremiyorum. Normalde kadınların sesi tize daha yakın olduğu için dakika skor denilen canlı maç anlatıcılığını kadınlara vermezler. Gol geldi ve kimin attığını göremiyorum. Bir yandan da oto kontrolü sağlamaya çalışıyorum. Gol olunca duygulandım. Gol sevincim dediğim gibi sosyal medyada çok eleştirildi ama sağolsun milli futbolcular sanatçılar ve yöneticiler olsun çok güzel geri dönüş yaptılar" dedi."Fanatik TV’de program yapmak doğaçlama yeteneğimi geliştirdi"Deniz Satar konuşmasına, "5 yıl önce doğaçlama yapan spikerler çok azdı. Mesela Mehmet Ali Birand doğaçlama yapardı. Sporda çok fazla yoktu. Emek Ege doğaçlama yapmaya çalışıyor. Birçoğu prompter okuyor aslında. Program gibi olup haber bültenini doğaçlama sunan erkekler de çok azdı. Ben Fanatik TV'de program yaparken kendimi doğaçlama konusunda eğittim. 2 saat boyunca hiç durmadan konuşabilmek çok büyük marifet aslında. Bunu ayna karşısında bir konu hakkında hiç durmadan konuşarak siz de yapabilirsiniz. Bu sizin doğaçlama yeteneğinizi 2-3 ay içerisinde inanılmaz geliştirecek. 3 dakika verin kendinize ve kurduğunuz cümleleri yeniden kurmamaya dikkat ederek durmadan konuşun" şeklinde devam etti."Didem (Dilmen) futbolu bilen, bu konuda öncü olabilecek kadınlardan bir tanesi"Bir öğrencinin, "Didem Dilmen 'Yusuf Erdoğan'ı performansı zirve yaptığı dönemler Gareth Bale ile kıyaslıyorduk' açıklaması ile gündem olmuş ve eleştirilmişti. Bu eleştiriyi toplumsal bakış açısını da hesaba katarak kadının futboldaki yeriyle bağdaştırıp değerlendirir misiniz?" şeklindeki sorusuna Deniz Satar, "Didem hakikaten futbolu bilen, çok tatlı ve bu konuda öncü olabilecek kadınlardan bir tanesi. Genelde alt yapısının çok iyi olmadığı düşünüldüğü için kadınlara yorumculuk yaptırılmıyor. Keza bunda da haksız değiller. Çünkü benden önceki jenerasyonda spor spikerlerinin içlerinin bu kadar dolu olduğunu düşünmüyorum kesinlikle. Örneğin ben sporun içerisinde kalıp yaş alacağım, olgunlaşacağım, deneyimli olacağım ve sen sektöre girdiğinde senin alt yapın var ise sana destek olacağım, kadın yorumcular böyle çoğalır. Bizden önceki spor yorumcuları tamamen bir meta idi, simgeseldi, alt yapısı yoktu, içeriği çok sağlam değildi" şeklinde cevapladı.Kaynak için: Haber Üsküdar

28 ARA 2019

Üsküdar İletişim'de "The Irishman" analizi

Üsküdar Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Kulübünün düzenlediği “The Irishman Film Analizi” etkinliği Güney Yerleşke'de bulunan Şehit Duha Beker Konferans Salonu'nda 26 Aralık’ta gerçekleştirildi. Filmin analizini İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkan Yardımcısı Dr. Öğretim Üyesi Can Diker yaptı.Can Diker, filmin Amerikan kültürünü yansıttığını söylerken yönetmen Martin Scorsese’in, emir almaya alışmış ve aldığı emri asla sorgulamayan Frank Sheeran karakteri üzerinden Amerikan toplumunu eleştirdiğini aktardı. Sanat formundaki sinemanın aslında hikâye anlatıcılığı olduğunu ve hikâye anlatıcılığının da insanlık kadar eski bir şey olduğunu dile getiren Diker, Scorsese’in de yaptığının hikâye anlatıcılığı olduğunu belirtti.“Film özünde gerçek bir baba*kız hikâyesi”Filmin temasının yalnızca mafya hikâyesi olmadığını söyleyen Diker, filmde bir baba-kız hikâyesinin de işlendiğini şu sözlerle anlattı: “Filmin çoğunlukla bir mafya hikâyesi olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak özünde film, gerçek bir baba-kız hikâyesi. Kızı Peggy ile babası Frank’in hikayesi. Peggy’nin repliği var ya da yok ama yine de hikâye tamamen onun üzerine. İşte bu, olayı farklı katmanlardan okuyabilmek demek oluyor. Bu da ancak Scorsese gibi profesyonel bir yönetmenle olabilir. Çünkü size bir hikâye anlatırken beraberinde 2-3 hikâye daha anlatabilir.” “Parayla yetiştirilen bireyler Öz Benliklerini Kaybeder”Dr. Öğr. Üyesi Can Diker, Frank’in Hoffa’yı öldürmesinin altında yatan nedenin para olmadığını ifade etti: “Para asla Frank’in sıkıntısı değil. Burada esas olan şey, parayla eğitilen bireylerin, parayla kişilikleri değiştirilen bireylerin kendi öz bilinçlerini, öz benliklerini kaybetmesi durumu söz konusu.”Kaynak için: Haber Üsküdar

04 ARA 2019

Yapımcı Mehmet Çam Üsküdar İletişim’e konuk oldu

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü ile Sosyal ve Siyaset Kulübü'nün işbirliğiyle düzenlenen “Hayat Bize Milyonluk Sorular Soruyor” adlı etkinlik, Kim Milyoner Olmak İster? isimli programın yapımcısı Mehmet Çam’ın katılımıyla Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Güney Yerleşke Fuat Sezgin Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.3 Aralık Salı günü saat 14.00’te başlayan söyleşide program yapımcısı Mehmet Çam yarışma programı ve kendi yaşamı ile ilgili bilgileri öğrencilerle paylaştı.  Milyonluk soruları nasıl hazırladığını ve bu süreçte neler yaşadığını aktaran Mehmet Çam, Üsküdar İletişim öğrencilerinin yoğun ilgisiyle karşılaştı.“Dünyanın en iyi formatı”Kim Milyoner Olmak İster? yarışmasının nasıl bu kadar tuttuğunu ve başarılı olduğunu esprili bir dille anlatan Mehmet Çam, “Kim Milyoner Olmak İster programını 850 bölümdür yapıyorum. 850 bölüm bir yarışma programının var olması için oldukça uzun bir süre. Program 8 yıldır izleyicilerle buluşuyor. Ekranda yayımlanmaya devam eden ve klasikleşen çok fazla yayın var ama Türkiye televizyon tarihinde bu kadar seyredilen ve bu kadar uzun soluklu olan başka bir yarışma programı olmadı. Bunun nedeni ise benim yapımcısı olmam. İnsanlarla sohbet ederken bana, ‘Nasıl böyle başarılı oluyorsunuz’ diye sorduklarında, ‘Çünkü programın yapımcısı benim’ diyerek şaka yapıyorum. Aslında dünyanın en iyi formatını yapmış olmanın şansını yaşıyorum. Bunu yıllar içerisinde çok fazla format yaparak, eksikleri görerek başardık” dedi.“Milyonluk sorular hayatın her alanında”Milyonluk soruların aslında insan hayatının her alanında olduğunu vurgulayan Mehmet Çam, “Bu süreçte çok fazla yarışmacıyla karşı karşıya geldim. 30 binin üzerinde mülâkat yaptım ve binlerce insan tanıdım. Gerçekten çok enteresan bir tecrübe benim için. 3500 yarışmacı o koltuğa oturdu ve 3500 yarışmacıdan sadece 3 tanesi bende iz bıraktı. Biz 3 kişiye milyonluk soru sorduk. Şunu söylemek isterim ki, hayatımızda birtakım kararlar alıyoruz. Bu hangi mesleği yaptığımızla, hangi konumda olduğumuzla, yaşımızın kaç olduğuyla, nerede yaşadığımızla alâkası olmayan bir durum aslında. Hayatımızda bir şekilde milyonluk sorular ile karşılıyoruz. Milyonluk soruya cevap vermek için Kim milyoner Olmak İster'e katılmanıza da gerek yok. Hayat bize ara ara milyonluk sorular soruyor. Hayatta kaybetmek ve kazanmak diye bir şey var. Ben bu 3 şeyin nasıl yapıldığını size göstermek istiyorum. Bunları bana 20’li yaşlarımda anlatan biri olsaydı yaptıklarımı daha farklı yapardım ve daha farklı gözle bakardım. Yaptığınız işin hakkını verirseniz her konuda başarılı olursunuz. Hakkını verdiğiniz iş her zaman size dönüyor” ifadelerini kullandı.Mehmet Çam’dan öğrencilere tavsiyelerÖğrencilere eğitim ve iş hayatı hakkında tavsiyelerde bulunan Mehmet Çam şunları söyledi: “Mutlaka çok iyi bildiğiniz, çok hoşunuza giden veya sizin ilgi alanınız olan bir şey vardır. Bununla ilgili bir şeyler yapmaya başlayın. Bu alanda ‘Ben ne yapabilirim’ diye düşünürken dijitalleşen medya içerisinde bildiğiniz bir şeyi üretin. Bilginizi şu anda okuduğunuz bölümle ilişkilendirmeye çalışın, çünkü en kolay bunu yaparsınız ve bildiğiniz için başarılı olursunuz.”Öğrencilerin sorularını yanıtladıÜsküdar İletişim’de okuyan bir öğrencinin, ‘Milyonluk soruları hazırlarken bir şeyi baz alıyor musunuz?’ sorusunu Mehmet Çam, “Basit soruları yazan bir ekip var. Zor soruları ise başka bir ekip yazıyor. Bunların bir tarzı var ve soruların özgün olması için çabalıyorlar. Milyonluk sorularda benim kriterim insanların bileceği bir soru olması. Ben bir milyonluk soruda ‘Pi sayısının 315’inci basamağında hangi rakam var?’ diye de sorabilirim ama kimsenin bilemediği ve yorum yapamayacağı bir bir milyonluk soru sadece şunu söyletir yarışmacıya, ‘Zaten bir milyonu vermiyorlarmış ki’ ya da ‘Zaten bir milyonu vermeyeceklermiş.’ Bunu söyletmemek için bir milyonluk sorunun insanların bilebileceği bir soru olmasına özen gösteriyoruz” şeklinde yanıtladı. Etkinlik, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkan Yardımcısı ve Dekan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Can Diker’in Mehmet Çam’a teşekkür belgesi vermesi ile son buldu.Kaynak için: Haber Üsküdar

02 MAY 2019

Dijital dönüşüm Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde tartışıldı

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen 6. Uluslararası İletişim Günleri’nde (İFİG) iletişimde dijital dönüşüm her yönüyle irdelendi. Sempozyumda Türkiye’nin yanı sıra İngiltere ve İspanya’dan da alanında tanınmış akademisyenlerin katılımıyla dijital dönüşümün etkileri ve geleceği tartışıldı.Yurt içi ve yurt dışındaki çeşitli üniversitelerden yaklaşık 150 akademisyenin bildiri katılımının yanı sıra yerli ve yabancı tanınmış ana konuşmacıların sunumlarıyla iki gün boyunca, eşzamanlı oturumlar biçiminde, 23 oturumla gerçekleştirilen sempozyumda dijitalleşme süreçleri iletişim eksenli olarak çeşitli yönleriyle masaya yatırıldı.Yazılı basından yeni medyaya, sinemadan reklamcılığa, halkla ilişkilerden kişilerarası iletişime, iletişimin tüm boyutlarında etkisini gösteren dijitalleşme olumlu ve olumsuz yanlarıyla ele alındı. İletişim akademisyenleri ve medya profesyonelleri tarafından gerçekleştirilen oturumlarda konular çeşitli yönleriyle tartışıldı.Üsküdar Üniversitesi Merkez Yerleşke Nermin Tarhan Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen sempozyumun açılış töreninde Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, altı yıldan bu yana kesintisiz şekilde düzenledikleri etkinlikte bu yıl bir yenilik yaptıklarını ve İletişim Günleri’ni bildirilere açtıklarını söyledi.Prof. Dr. Güngör: “Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi bir markadır, İFİG de fakültemizin marka değerini pekiştirmektedir”Akademik camiayı birlikte tartışmak ve çözüm aramak için davet ettiklerini ifade eden Prof. Dr. Nazife Güngör, “Her yıl akademik camiada tartışılan konulara göre temaları belirleyip tüm üniversitelerin katılımı ile gerçekleştirmeye devam edeceğiz. Son yıllarda özellikle iletişim bilimlerinde dijitalleşmenin etkisi ile çok önemli değişimler oluyor. Dijitalleşme nasıl ki toplumun, kültürün, siyasetin değişik alanlarına, toplumun kılcal damarlarına kadar etkisini gösteriyor ve etkili oluyor, aynı şekilde iletişim bilimlerinin de kılcal damarlarına kadar etkisini göstermeye başladı. Bu çok büyük anlamlar taşıyor. İletişim bilimlerinde şu ana kadar ortaya konulan kurallar ve yaklaşımların, metodolojinin yeniden ele alınması ve üzerinde yeniden düşünülmesi ihtiyacı bulunuyor. Biz de bu nedenle birlikte tartışalım ve iletişim bilimlerinin bu yeniye açılan boyutlarını ele alalım istedik. İletişim bilimleri bu teknolojik dönüşümle birlikte artık çok merkezi bir yerde, iletişim bilimlerinde yeni tartışmalar devam ediyor. Bütün kurum ve kuruluşlarda birimler oluşmaya başladı, bu da gelecekte iletişimciler için önemli istihdam alanları olduğu anlamına geliyor. Değişen dijital süreç ile birlikte bu yıl sempozyumda dijital dönüşümü tartışacağız” dedi. Bu yıl TÜBİTAK desteği ile düzenledikleri sempozyuma yoğun katılımdan duyduğu memnuniyeti vurgulayan Prof. Dr. Nazife Güngör, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin artık bir marka fakülte olduğunu, Uluslararası İletişim Günleri’nin ise İFİG logosuyla marka bir bilimsel etkinlik haline geldiğini dile getirdi. İFİG’in tam bir takım çalışmasıyla gerçekleştiğinin altını da çizen Güngör,  etkinliğin gerçekleşmesinde emeği geçen herkese teşekkür etti.Prof. Dr. Atasoy: “Dijital dönüşümün suç dünyasına etkisi çok büyük”Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Bağımlılık ve Adli Bilimler Enstitüsü Müdürü, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Adli Bilimler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sevil Atasoy, açılış konuşmasında bu yılki konusu “Dijital Dönüşüm” olarak belirlenen, iletişim akademisyenleri ve medya profesyonellerinin katılımı ile gerçekleşecek sempozyumun çok başarılı ve verimli geçeceğini düşündüğünü söyledi. “Dervişin fikri neyse zikri de odur” diyen Prof. Dr. Sevil Atasoy şunları söyledi: “Belki sizlerin dikkatini çekmemiştir ama dijital dönüşümün suç dünyasına etkisi çok büyük. Bu nedenle dönüşümün sağlıklı işleyişi siber suçlarla mücadelenin başarısına bağlı. Teknolojik gelişmeyi patolojik bir suçlunun elindeki baltaya benzeten Albert Einstein kadar kötümser değilim ama hastaneler, telefon şirketleri, bankalar, üniversiteler ve hükümetlerin yanı sıra bireylere yönelik olarak gerçekleştirilen siber saldırılar, suç örgütlerinin en azından şimdilik yasal organizasyonlardan çok daha hızlı ve başarılı bir biçimde dijitalleştiğinin bir göstergesi. Nitekim son 10 yılda hırsızlık, gasp gibi geleneksel suçlar azaldı, buna karşın sahte, çalıntı kredi kartı ya da kredi kartı bilgilerinin kopyalanması ile yapılan online alışverişler, ayrıca hedefin ya da silahın bilgisayar olduğu değişik nitelikte siber suçlar logaritmik olarak arttı. Bu nedenle gerek lisans gerek lisansüstü düzeydeki adli bilimler programlarımızda yer alan kriminalistik ders içeriklerine dijital olay yeri inceleme, siber suçlu profillemesi, siber suç soruşturmasında coğrafi profilleme gibi konuları ekledik.”İnternetin bir de özel yazılımlarla ulaşılabilen darkneti olduğunu kaydeden Prof. Dr. Sevil Atasoy, “Bu karanlık dünyada uyuşturucu, silah, mermi ve patlayıcı satışlarından çocuk pornografisine, kiralık katil bulma sitelerinden ya da 2014 ortalarında hizmete giren Google benzeri arama motorundan ve bütün bu melanetlerle ilgili olarak yapılan reklamlardan haberimiz çok yok. Dijital dönüşüm ile birlikte henüz bilmediğimiz yeni suç tipleri ortaya çıkacak. Hatta adam öldürmek için yeni yöntemler olacak. İnsanoğlunun ilk büyük keşfi ateştir, nasıl ateşin hem bizi ısıtmak, yemeklerimizi pişirmek gibi faydaları, buna karşılık yangın çıkarma gibi zararları varsa dijital dönüşümün de iyi ve kötü yanları bulunuyor. Bunları değerlendirmek için önümüzde 23 oturum var. Ancak unutulmamalı ki dönüşümün henüz çok başındayız” dedi.Prof. Dr. Arıboğan: “İnsanlık tarihi denilen şey, aslında teknolojinin tarihi”Sempozyumun davetli konuşmacıları arasında yer alan Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Siyasette Dijital Dönüşüm” başlıklı konuşmasında siyaset biliminin devlet merkezli incelenen bir alan olduğunu ancak son yıllarda teknolojik gelişmeler eşliğinde de okunduğunu söyledi. Siyaset biliminin genel olarak ana laboratuvar alanı olarak kullandığı şeyin tarih olduğunu belirten Prof. Dr. Arıboğan, “Siyasi tarih içerisinde değerlendirilir ve bunlar üzerinden bir dünya okuması yapmaya çalışırız. Yakın zamanlarda uluslararası ilişkiler alanındaki önemli değişikliklerden biri insan psikolojisi üzerinden yapılmaya başlandı. Bir diğeri de teknoloji bilimi üzerinden okumalar ve yeni yaklaşım tarzları ortaya çıktı. Dönüşüm, dijital dönüşüm, yeni dünya dediğimiz şey aslında tarihte ilk defa bu kadar büyük bir hızla, devrimci yapının merkezine doğru vurarak geliyor. İnsanoğlunun, insan topluluklarının tarihin başından beri bir değişim dönüşüm içerisinde olduğu aşikar. İnsanlık tarihi denilen şey, aslında teknolojinin tarihi. Teknoloji geliştikçe insan dönüşüyor, insan değiştikçe teknoloji gelişiyor. İnsanoğlu içinde yaşadığı teknolojiyi bir an kabul ediyor. Aslında bunun ne kadar olağanüstü olduğuyla da çok fazla ilgilenmiyor. Onu hayatın bir parçası olarak düşünüyor. Bugün ilk defa karşımızda insan topluluklarından, yaşam tarzımızdan kısmen bağımsızlaşmaya başlayan ve sanki başka bir uygarlığın izlerini, alarmını bize doğru yansıtmaya başlayan bir dönüşümden bahsediyoruz” dedi.Siyaset bilimi açısından iletişimin çeşitli taktikler sunduğunu, değişimin kaçınılmaz olduğunu ve mutlaka uyum sağlanması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Sistem değişiyor, sadece ders anlatım biçimleri değil. Yeni dünyaya adapte olmazsak tamamen out’a çıkma ihtimalimiz var. Bizim deneyimlerimiz ‘Endüsrti 4.0’ın, gençliğin dünyasına yetişemiyor. Onun için zamanı durdurmaya çalışıyoruz. Duvarlı dünya aslında zamanı durdurmaya çalışan orta yaşın dünyası. Bu büyük dönüşümü durdurmanın yolu yok, adapte olamıyoruz. Daha kaç kuşak tarımda büyüdük, sanayide büyüdük, sanayi sonrasında olgunlaştık, bu da dördüncü. Kaç uygarlık birden göçebe yaşayacağız? Bari bunu tutalım diyoruz” diye konuştu.Prof. Dr. Nalçaoğlu: “Geleceğin bilimi yapay zekâ ekseninde biçimlenecektir”Sempozyumun ana konuşmacılarından Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu, “Bir Paradigmanın Dönüşümü: Sibernetikten Yapay Zekaya” başlıklı konuşmasında yapay zekanın istihdam alanlarının kapanması, etik sorunlara ve yönetsel/yönetişimsel sorunlara yol açtığını söyledi. Nalçaoğlu, “Yapay zeka kavramı günümüz bilim dünyasına temel oluşturmaya, tüm düşünsel paradigmamızı etkilemeye başladı. Olumlu yanları ve olumsuz yanlarıyla ele alınması gerekiyor. Etik meselesi çok önemli” dedi.Prof. Dr. Antonioi: “Biz hala buzdağının görünen kısmını görüyoruz”Ana konuşmacılardan İspanya Santiago de Compostela Üniversitesi’nden Prof. Dr. Neira Cruz Xose Antonioi ise dijital çağda iletişim yöntemlerini anlattı. Prof. Dr. Neira Cruz Xose Antonioi, gelişen teknolojilerle beraber dijital çağda kullanılan iletişim araçlarının değiştiğini, bunun da kitle iletişiminde çok önemli değişmelere yol açtığını söyledi. Dijital çağda iletişimin yeni bir dile sahip olduğunu belirten Antonioi, kitle iletişiminin beraberinde değerli avantajlar, sayılamayan ihtimaller ve belirsiz sınırlar ortaya koyduğunu kaydederek “Biz hâlâ buzdağının görünen kısmını görüyoruz” dedi.Dijital dönüşüm her yönüyle ele alındıÜÜ TV’den canlı olarak yayınlanan, iki gün süren sempozyumun ilk gününde Güney Yerleşkesi’nde “Dijital Dönüşüm ve Artırılmış Gerçeklik”, “Dijital Dönüşüm ve Pazarlama”, “Popüler Kültür ve Gündelik Yaşam”, “Sosyal Medya ve Sosyal Ağlar”, “Geleneksel Medyadan Yeni Medyaya”, “Dijital Kültür”, “Dijital Dönüşüm ve Sanat”, “Dijital Dönüşüm, Yeni Medya ve Etkileri”,  “Dijital Dönüşüm, Tüketici ve Tüketim”, “Dijital Dönüşüm ve İletişim Bilimleri” ve “Dijital Bağımlılık” başlıklı oturumlar gerçekleştirildi.İletişim Günleri, oturumlar ve kültürel etkinlikler ile ikinci günde de devam ettiSempozyumun ikinci gününde ise davetli konuşmacı Bournemouth Üniversitesi’nden Doç. Dr. Salvatore Scifo, “Radio, Audio and Digitalization: The Changing Roles of Broadcasters Producers and Listeners” başlıklı bir konuşma yaptı İngiltere’de BBC’nin dijital dönüşüme nasıl ayak uydurmaya çabaladığını anlattı. Scifo, radyo dinleme alışkanlıkları açısından kuşaklar arası farkla bulunduğunu ve radyo yayıncılarının da özellikle genç kuşağın beklentilerine uymaya çabaladıklarını söyledi.Basın İlan Kurumu İlan Hizmetleri Müdürü İdris Armağan Çam ise “Basın İlan Kurumu ve Yeni Medyaya İlişkin Faaliyetleri” başlıklı bir konuşma yaparak, Basın İlan Kurumu’nun dijital dönüşüme nasıl hazırlandığını anlattı. Çam, yerel medyanın dijital dönüşümüne de katkı koyduklarını ifade etti. Çam, internet gazeteciliğinin yasal mevzuata henüz sahip olmadığını, Basın İlan Kurumu olarak bu sorunun çözümüne de katkı koymaya çabaladıklarını ifade etti.İkinci günde 11 oturumSempozyumun ikinci gününde davetli konuşmacıların dışında “Haber İncelemeleri”, “Dijital Dönüşüm ve Reklam”, “Gazetecilik”, “Yapay Zekâ”, ”Dijital Çağda Gerçekliğin Yeniden Üretimi”, “Dijital Dönüşüm ve Görsel İletişim Tasarımı”, “Halkla İlişkiler”, “Dijital Dönüşüm ve Yayıncılık”, “Dijital Dönüşüm ve Sinema” ve “Dijital Dönüşüm ve Siyaset” oturumları gerçekleştirildi.Sempozyuma çeşitli üniversitelerden çok sayıda akademisyen bildirileriyle katılırken yine çeşitli üniversitelerden akademisyenler de oturumlarda moderatörlük yaptı. İstanbul Şehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Çelikcan, İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Suat Gezgin, Prof. Dr. Yıldız Dilek Ertürk, Prof. Dr. Murat Özgen, Marmara Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Filiz Aydoğan, Prof. Dr. Ebru Özgen, Maltepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selahattin Yıldız, Yeditepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Defne Özonur, İstanbul Aydın Üniversitesi’nden Prof. Dr. Özer Kambur ve Doç. Dr. Deniz Yenğin, Ankara Hacı Bayram Üniversitesi’nden Doç. Dr. Aytül Tamer, Doç. Dr. Esra Keloğlu ve Dr. Kurtuluş Özgen, Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Özlem Pektaş Turgut bildiri ve oturum moderatörlükleriyle sempozyuma destek verenler arasındaydılar.İFİG kapsamında açılan sergiler büyük beğeni aldı6’ıncı İletişim Günleri kapsamında bu yıl öğretim üyelerinin ve öğrencilerin çalışmalarından oluşan sergiler de açıldı. Prof. Dr. Hasip Pektaş’ın Ekslibris Sergisi Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Sanat Galerisi’nde açıldı. Açılışını Rektör Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın yaptığı sergi 12 Mayıs’a kadar ziyarete açık tutulacak.Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü öğrencilerinin Uygulamalı Gazetecilik dersi kapsamında, hocaları Dr. Öğr. Üyesi Aylin Tutgun Ünal’ın danışmanlığında açtıkları Gazete Sergisi de Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan tarafından açıldı.Görsel İletişim ve Tasarım Bölümü öğrencilerinin Grafik Tasarım dersi kapsamında, hocaları Öğr. Gör. Pınar Çelik danışmanlığında gerçekleştirdikleri sergi de bir dijital teknoloji harikası olarak etkinlik kapsamındaki yerini aldı.İFİG kapsamında İletişim Fakültesi öğrencilerinin sosyal sorumluluk projeleri de dikkat çekiciydi. İnsanları su içmeye teşvik eden ‘Su İçin’ sloganlı sosyal sorumluluk projesi sayesinde sempozyum konukları kana kana su içtiler. Bir çevre dostu olarak yeşili korumayı ve organik beslenmeyi teşvik eden projeyle ise konuklara bitkiler dağıtıldı.İFİG genç iletişimcilere etkinlik yönetimi deneyimi kazandırdı6. Uluslararası İletişim Günleri’nde, Etkinlik Yönetimi dersi öğrencileri uygulamalı eğitimin bir parçası olarak görev aldılar. Dr. Öğr. Üyesi Şaha Özpınar tarafından verilmekte olan dersin uygulamalı eğitim kesitini öğrenciler İFİG organizasyonunda görev alarak tamamladılar. İletişim öğrencileri başarılı çalışmalarıyla başka üniversitelerden sempozyuma katılan akademisyenlerin ve öğrencilerin takdirini topladılar.6. Uluslararası İletişim Günleri, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör’ün teşekkür konuşmasıyla sona erdi. Güngör, teşekkür konuşmasında fakültenin akademik kadrosuna, etkinlikte özveriyle görev alan öğrencilere, sempozyuma bildirileriyle katılan akademisyenlere, oturum başkanı olarak katkı veren akademisyenlere, sempozyuma desteğini esirgemeyen Rektörlük Yönetimi’ne, üniversitenin ilgili idari birimlerine, sempozyuma destek veren TÜBİTAK’a ve etkinlikte kahve sponsorluğu desteği veren Tchibo’ya teşekkürlerini iletti.  Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)

15 NİS 2019

Marka Konuşuyoruz'da “Bozkırda Bir Modern” konuşuldu

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü tarafından organize edilen “Marka Konuşuyoruz” etkinliğinin bu haftaki konuğu; ‘Bozkırda Bir Modern’ Belgesel Filmi Yönetmeni Kurtuluş Özgen oldu.Üsküdar Üniversitesi Güney Yerleşkede gerçekleştirilen etkinlikte ‘Bozkırda Bir Modern’ Belgesel Filminin katılımcı öğrencilerle birlikte izlenmesinin ardından yönetmen Kurtuluş Özgen ile belgesel filminin analizi yapıldı.“Türk toplumu üretimden kopup, tüketime yöneldi”Bir toplumun ulusa dönüşebilmesi için kendi ayaklarının üzerinde durması gerektiğini söyleyen Özgen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sanayi tesisi Sümerbank’tır. Günümüzde Türk toplumu üretimden kopup tüketime yöneldi. Ben de bu filmi bir hatırlatma için yaptım. Bu filmle tarihe şerh düşmek istedik” dedi.Etkinliğin devamında Özgen, öğrencilerin sorularını yanıtladı.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Hale Yaylalı tarafından Yönetmen Kurtuluş Özgen’e plaket takdiminin ardından etkinlik sona erdi. Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)

13 ŞUB 2019

"Kültürlerarası Bir İletişim Aygıtı Olarak Radyo" paneli

İSTANBUL (AA) - UNESCO Türkiye Milli Komisyonu İletişim İhtisas Komitesi Üyesi Prof. Dr. Mehmet Murat Erdoğan, dünyayı tanımanın, iletişim kaynakları üzerinden olduğunu belirterek, "Radyonun bunda çok özel bir yeri var çünkü radyo uzunca süre egemenliğini sürdüren, hala nostaljik veya tutku olarak da varlığını sürdürebilen bir kaynak. Eğer iletişim kaynaklarını iyi kullanabilirseniz bu, toplumun bir arada yaşamasına, aynı zamanda kimliğini geliştirmesine de imkan sağlayabilir." dedi.Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından Dünya Radyo Günü dolayısıyla yöneticiliğini TİAK Genel Müdürü, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Dursun Güleryüz'ün yaptığı, "Kültürlerarası Bir İletişim Aygıtı Olarak Radyo" başlıklı bir panel düzenlendi.Erdoğan, paneldeki konuşmasında, toplumların her geçen gün yoğun şekilde bir arada yaşamaya devam ettiğini ve toplumsal yapının her geçen gün karmaşıklaştığını dile getirerek, bir arada yaşama kültürünü geliştirmenin en önemli parçasının "iletişim" olduğunu söyledi.Göç hareketlerinin yoğunlaşmasının, iletişimi daha da önemli kıldığına işaret eden Erdoğan, "Dünya nüfusunun artışına, dünyadaki hareketliliğe bakıldığında artık bu hareketliliğin daha da devam edeceğini biliyoruz. İletişim alanıyla ulaşım alanı birbiriyle paralel gidiyor. Hem ulaşım imkanları çoğaldı, başka toplumlara, başka kültürlere daha rahat ulaşabiliyorsunuz hem de iletişim üzerinden dünyanın başka yerlerini görebiliyorsunuz." diye konuştu.Erdoğan, dünyayı tanımanın iletişim kaynakları üzerinden olduğunu belirterek, "Radyonun bunda çok özel bir yeri var çünkü radyo uzunca süre egemenliğini sürdüren, hala nostaljik veya tutku olarak da varlığını sürdürebilen bir kaynak. Eğer iletişim kaynaklarını iyi kullanabilirseniz bu, toplumun bir arada yaşamasına, aynı zamanda kimliğini geliştirmesine de imkan sağlayabilir." dedi.Türkiye'de yaşayan Arapların kendi aralarındaki iletişimin saygıya değer olduğunun altını çizen Erdoğan, "Nasıl Almanya'daki, Fransa'daki Türklerin kendi arasındaki iletişimini önemsiyoruz, doğal olarak bizimle birlikte yaşayan başka kültürlerin kendi iletişim araçlarını geliştirmelerine saygı göstermeli, ayrıca onları teşvik etmeliyiz. Farklılık dünyayı bir yere götürüyor ve o farklılıkları kabullenmenin en önemli yollarından birisi iletişim kanallarına açık olmanız ve onları geliştirebilmeniz." değerlendirmesinde bulundu."Türkiye'de günde 4,5 saatten fazla televizyon izleniyor"Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkan Vekili Esat Çıplak da panelin açılışındaki konuşmasında, köyde tek radyo evlerinde olduğu için köydeki herkesin evlerine geldiğini anlatırken, daha sonra radyonun köydeki, dünyadan haber alınabilen tek iletişim aracı olduğunu anladığını dile getirdi.Artık teknoloji sayesinde her bilgiye kolayca ulaşılabildiğini kaydeden Çıplak, öğrencilere geçmişe, ülkenin değerlerine ve kültürüne bakmalarını tavsiye etti.Çıplak, öğrencilere "Siz, geçmişi, geleceğe kolay intikal ettirebilecek insanlarsınız. Yabancı dil, insan ilişkileri, sosyal ilişkiler, kültürel ilişkiler sizin çok kolay başaracağınız şeyler. Hiçbir zaman yılmadan, mücadeleyi bırakmadan başaracaksınız. Kendinizi 'Olmuyor' diye umutsuzluğa kaptırmayın, gelecek sizlerin ama geçmişle bağları koparmadan geleceği oluşturabiliriz." şeklinde seslendi.Çıplak, soruları yanıtlarken, Türkiye'de günde 4,5 saatten fazla televizyon izlendiğini kaydederek, "Televizyon izlenme alışkanlıkları azaldı görünüyor, ama sosyal medya, cep telefonu üzerinden televizyon izleme de söz konusu." dedi.Radyonun kullanımlarıÜsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölüm Başkanı Doç. Dr. İsmail Arda Odabaşı ise radyonun tarihçesine ilişkin bilgi verirken, 2. Dünya Savaşı'nın aynı zamanda "radyolar savaşı" olduğunu, taraf devletlerin radyoyu etkin şekilde kullandığını anlattı.Odabaşı, televizyonun radyoyu ortadan kaldırmadığını dile getirerek, "Bugün de internet bazlı yeni medyanın ortaya çıkışı da konvansiyonel, geleneksel medyaları ortadan kaldırmış değil. Televizyon, radyoya önemli bir darbe vurdu ama bu, ölümcül bir darbe değildi. Radyonun bir takım özellikleri, yeni gelişmelere uyarlanmasını sağlıyor." dedi.Radyonun olumlu ve olumsuz kullanımlarının tarihte sayısız örneği olduğunu kaydeden Odabaşı, şunları söyledi:"Hoşgörü için kullanılabileceği gibi tahammülsüzlük, toplum içerisindeki değişik kesimler arasında çatışma yaratmak, provokasyon ve savaş amaçlı da kullanılabilir. Barışa da hizmet edebilir savaşa da hizmet edebilir. Radyolar, belirli toplumsal ve tarihsel koşullarda, belirli sahiplik yapıları içerisinde belirlenir ve o koşullar içerisinde o konjonktüre göre hareket ederler. Kitle iletişim araçlarına ve radyoya da düşen bir takım görevlerden bahsedebiliriz ama sadece radyo ile hoşgörünün, toleransın, barışın sağlanabileceğini ummak da biraz safdillik olur. Dolayısıyla koşullu bir işlevden söz edebiliriz. Radyonun tarihi bize, radyonun kültürler arası bir iletişim aracı, diyaloğu, hoşgörüyü, barışı artırıcı bir araç olarak kullanılabileceğini gösterdiği gibi tam tersini de gösterebiliyor."Kaynak: Anadolu AjansıHaberin linki: https://www.mynet.com/kulturlerarasi-bir-iletisim-aygiti-olarak-radyo-paneli-110104897913

23 OCA 2019

Radyo, Televizyon ve Sinema öğrencilerinin mezuniyet proje film gösterimi yapıldı

Radyo, Televizyon ve Sinema öğrencilerinin mezuniyet proje film gösterimi yapıldıÜsküdar Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümü öğrencilerinin mezuniyet projeleri kısa film gösterimi Fuat Sezgin Konferans salonunda iki gün süren programla gerçekleştirildi.Film gösterimi programında Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Doç. Dr. İsmail Arda Odabaşı, İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Can Diker, Dr. Öğr. Üyesi Hale Yaylalı, Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer, Dr. Öğr. Üyesi Ömer Osmanoğlu ve Görüntü Yönetmeni Ege Ellidokuzoğlu jüri üyeliği yaptı.Kısa film sunumu programında jüri üyeleri öğrencilerin filmlerini yorumlarken kamera açılarına, renk tonlarına, çekilen mekânlara ve senaryoların önemi üzerinde durdu.Fuat Sezgin Konferans salonunda gerçekleşen film gösterimi iki gün sürdü.Programının ilk gününde Yol, Yaşamak, Baston, Uğur, Balkon, Sığınak, Bu Kadar isimli kısa film gösterimleri yapıldı.İkinci gün ise öğrenciler tarafından çekilen Siyahtan Sonra, Çardaklı, Hapan, Aliye Anne adlı kısa film ile 0 Spor TV programı gösterimi oldu.Öğrencilerin başarılı çalışmalarının sergilendiği film gösterimi jüri üyelerinin puanlamalarıyla sona erdi. Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)

27 ARA 2018

Cinema was discussed at the Faculty of Communication seminars

This week, a wide range of cinema was discussed at the Faculty of Communication seminars, from the oldest film examples to the impact of digital transformation on the cinema industry. In the seminar held at the Faculty of Communication Fuat Sezgin Conference Hall, Head of Radio, Television and Cinema Department Assoc. Dr. İsmail Arda Odabaşı shared his work titled “Ayastefanos Narrative”. Vice Dean Assist. prof. Can Diker, on the other hand, discussed the effects of digital transformation through Netflix. Known for his work in the field of media history and awarded the Communication Research of the Year Award by the Communication Research Association (ILAD) with his book "National Cinema" last year, Head of Radio, Television and Cinema Department Assoc. Dr. İsmail Arda Odabaşı shared his presentation titled “Ayastefanos Narrative” with the participants within the scope of the Faculty of Communication seminars. Starting his presentation with information about the shooting story of the 1914 film "The Collapse of the Russian Monument in San Stefano" and information about its producer Fuat Uzkınay, Odabaşı told how the narrative that made the film to be accepted as the "first Turkish cinema film" was built through the stages of the past century.  Emphasizing that the information about the film, a copy of which has not yet been reached, is built on a narrative due to the lack of documents, Odabaşı stated that there are also objections to this narrative. Stating that the claim that the movie may never have actually been shot, he reached from the Ottoman archives and should be approached with suspicion due to the advertisements announcing the screening of the movie, Odabaşı said that the first Turkish film of the Manaki Brothers, who are Ottoman citizens of Macedonian origin, is "The Fall of the Russian Monument in Ayastefanos" in 1914. Noting that there are also those who claim that it cannot be considered a feature film, he cited the famous director Metin Erksan as an example. Talking about the difficulties faced by researchers in media history studies, Assoc. Dr. Odabaşı stated that many existing documents may not have been evaluated yet due to the fact that the archives are not properly catalogued, and that the researchers should visit the archives regularly as the cataloging studies continue. Turkey is the country that use Netflix at cheapest.  Assist. prof. Can Diker focused on Netflix's growth strategy and the legal sanctions that digital platforms like Netflix may face in Turkey. Explaining that Netflix's journey, which started with DVD rental service in 1997, has turned into a global digital dominance today, Diker stated that 15 percent of the current data flow on the internet originates from Netflix. Stating that this growth of Netflix in a short time is perceived as a threat by the cinema industry, and many names from the industry, from film studios to world-famous directors, are accused of harming the art of cinema and the culture of watching movies, Diker also touched upon the criticisms that the delocalization of content by means of digitalization will negatively affect cinema culture. . Talking about Netflix's strategy to stay in the Turkish market, Diker stated that Turkey is the country where Netflix is watched the least, and that in order to consolidate its position in the market, the platform has started to include local productions, as in the example of the "The Protector" series. Stating that Netflix and similar digital platforms have also attracted the attention of RTÜK, Diker emphasized that the question of how to control the content on these platforms will be the subject of more discussion in the near future. 

27 ARA 2018

İletişim Fakültesi seminerlerinde sinema konuşuldu

İletişim Fakültesi seminerlerinde sinema konuşulduİletişim Fakültesi seminerlerinde bu hafta, en eski film örneklerinden dijital dönüşümün sinema sektörü üzerindeki etkisine kadar geniş bir yelpazede sinema konuşuldu. İletişim Fakültesi Fuat Sezgin Konferans Salonu’nda düzenlenen seminerde, Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Doç. Dr. İsmail Arda Odabaşı, “Ayastefanos Anlatısı”  başlıklı çalışmasını paylaştı. Dekan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Can Diker ise Netflix üzerinden dijital dönüşümün etkilerini ele aldı.Medya tarihi alanındaki çalışmalarıyla bilinen ve geçtiğimiz yıl “Milli Sinema” isimli kitabıyla İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD) tarafından Yılın İletişim Araştırması Ödülü’ne layık görülen Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Doç. Dr. İsmail Arda Odabaşı, İletişim Fakültesi seminerleri kapsamında “Ayastefanos Anlatısı” başlıklı sunumunu katılımcılarla paylaştı. Sunumuna 1914 tarihli “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” isimli filmin çekim öyküsü ve yapımcısı Fuat Uzkınay hakkındaki bilgilerle başlayan Odabaşı, ilgili filmin “ilk Türk sinema filmi” olarak kabul edilmesini sağlayan anlatının geçtiğimiz yüzyıl boyunca hangi aşamalardan geçerek inşa edildiğini anlattı. Günümüzde henüz bir kopyasına ulaşılamamış olan film hakkındaki bilgilerin belge eksikliği nedeniyle bir anlatı üzerine inşa edildiğini vurgulayan Odabaşı, bu anlatıya getirilen itirazların da bulunduğunu belirtti. Filmin aslında hiç çekilmemiş olabileceği iddiasına Osmanlı arşivlerinden ulaştığı ve filmin gösterimini duyuran ilanlar nedeniyle şüpheyle yaklaşılması gerektiğini belirten Odabaşı, Makedon asıllı Osmanlı vatandaşı olan Manaki Kardeşler’in ilk filmlerinin 1905 tarihli olması nedeniyle, 1914 tarihli “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı”nın ilk Türk sinema filmi olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürenlerin de bulunduğunu belirtip, ünlü yönetmen Metin Erksan’ı örnek gösterdi. Medya tarihi çalışmalarında araştırmacıların karşılaştıkları zorluklardan da bahseden Doç. Dr. Odabaşı, arşivlerin doğru kataloglanmaması nedeniyle mevcut pek çok belgenin henüz değerlendirilmemiş olabileceğini, kataloglama çalışmaları sürdüğü için araştırmacıların da arşivleri sürekli ziyaret etmeleri gerektiğini belirtti. Netflix’i en ucuz kullanan ülke Türkiye   Netflix örneği üzerinden dijital dönüşümün sinema sektörünü nasıl etkilediğini merkeze alan sunumuyla Dr. Öğr. Üyesi Can Diker, Netflix’in büyüme stratejisi ve Netflix benzeri dijital platformların Türkiye’de karşılaşabileceği yasal yaptırımlar üzerinde durdu.Netflix’in 1997 yılında DVD kiralama hizmetiyle başlayan yolculuğunun günümüzde küresel ölçüde bir dijital hakimiyete dönüştüğünü veriler eşliğinde anlatan Diker, internet ortamındaki mevcut veri akışının yüzde 15’inin Netflix kaynaklı olduğunu belirtti. Netflix’in kısa zamanda gerçekleştirdiği bu büyümenin sinema sektörü tarafından bir tehdit olarak algılandığını, film stüdyolarından dünyaca ünlü yönetmenlere kadar sektörden birçok isim tarafından sinema sanatı ve film izleme kültürüne zarar vermekle itham edildiğini belirten Diker, içeriğin dijitalleşerek mekânsızlaştırılmasının sinema kültürünü olumsuz etkileyeceği yönündeki eleştirilere de değindi.Netflix’in Türkiye pazarında tutunmak için izlediği stratejiden bahseden Diker, Netflix’in en ucuz izlendiği ülkenin Türkiye olduğunu, pazardaki yerini sağlamlaştırmak adına platformun “Hakan: Muhafız” dizisi örneğinde olduğu gibi yerel yapımlara da yer vermeye başladığını belirtti. Son olarak Netflix ve benzeri dijital platformların RTÜK’ün de dikkatini çektiğini belirten Diker, bu platformlardaki içeriğin nasıl denetleneceği sorusunun yakın gelecekte daha çok tartışma konusu olacağını vurguladı. Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)

21 KAS 2018

Jak Şalom: “Roman okumayandan romancı, film izlemeyenden sinemacı olmaz”

Jak Şalom: “Roman okumayandan romancı, film izlemeyenden sinemacı olmaz”Üsküdar Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünün düzenlediği  "Sinematek Söyleşisi " İletişim Fakültesi Fuat Sezgin Konferans Salonunda gerçekleştirildi.Programın konuğu Türk Sinematek Derneği'ne ilk kayıt olmuş 1 numaralı üye kimlik kartına sahip olan ve 1966-1972 yılları arasında Türk Sinematek Derneği'nde, 1972-1977 yılları arasında Fransız Sinematek'inde profesyonel olarak çalışan Jak Şalom'du.  Üsküdar Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Doç. Dr. İsmail Arda Odabaşı'nın moderatörlüğünü yaptığı etkinlikte 1965 yılında kurulan ve günümüzde tekrar hayat bulan Sinematek Derneği'nin çalışmaları, etkinlikleri ve projeleri konuşuldu. Aynı zamanda Jak Şalom geçmişten günümüze sinema kültürü ve film koleksiyonculuğu hakkında da dinleyicilere bilgiler verdi.Sinematek'in ne olduğuna değinen Şalom, Sinematek'i bir müze gibi görmemiz gerektiğini, bir resim müzesi, bir heykel müzesi neyse Sinematek'in de öyle olduğunu söyledi. Sinematek’in kelime anlamının “Sinema Evi” olduğunu da ekledi.“Ticari yönü değil, sanat yönü ağır basan bir sinemayı savunuyor”Sinematek Derneği'nin amacından bahseden Şalom, günümüzde sinemaların ticari amaçla çalıştığını ve artık eski sanat kaygısını çok fazla gütmediklerini söyledi. Sinematek Derneği'nin ise sinemanın ticari değil, sanat yönünün ağır bastığı bir sinemayı savunduğunu söyledi.“Roman okumayandan romancı, film izlemeyenden sinemacı olmaz”Her işin belli bir ustalık ve birikim gerektirdiğini söyleyen Şalom, “Nasıl ki hayatında hiç roman okumamış bir insandan romancı olmazsa film izlemeyenden de sinemacı olmaz. Zengin seyir deneyimi size birikim sağlar” dedi.“Sinematek'ler birer koleksiyon evidir”Sinematek'lerin birikimler sonucunda ortaya çıktığını söyleyen Şalom, içeriklerinde sadece filmlerin değil, film arşivleri, film fotoğrafları, filmlerle ilgili giysiler, senaryolar gibi sembolik örneklerin de olduğunu ifade etti.  Bunların hepsinin uzun sürelerde bir araya getirildiğini ve muhafaza edildiğini de ekledi.“Filmden haz almak istiyorsanız filmi sinemada izleyin”Eskiden film izlemenin ustalık gerektiren bir tekniği olduğunu söyleyen Şalom, günümüzde bu tekniklerin git gide kaybolduğunu, film izlemek için artık sinemaya gitmek yerine herkesin cep telefonundan film izlediğini ve sonunda bir haz alınmadığını dile getirdi. Sözlerinin devamında somut örneklere yer veren Şalom “Mona Lisa'dan haz almak istiyorsanız, onu gidip Fransa'da yerinde görmeniz lazım telefon ekranından fotoğrafını görerek haz alamazsınız. Aynı şekilde filmden haz almak istiyorsanız filmi sinemada izlemeniz lazım” şeklinde konuştu.Günümüz Sinematek Derneği'nin yeniden kurulması konusuna değinen Şalom yapımı devam eden bina ve planlanan çalışmalar hakkında bilgi verdi.“Sinemacıların bu yapıya sahip çıkmasını istiyoruz”Sinemanın sahip çıkılması gereken bir kültür mirası olduğunu söyleyen Şalom, yapımı devam eden binanın herkese ve her faaliyete açık olduğunu dile getirdi. Özellikle sinemacıların bu yapıya sahip çıkmasını ve bu yapının gelecek kuşaklara da aktarılmasını istedi.Program, plaket takdiminin ardından sona erdi. Haber-Fotoğraf: Şüheda Damgacı Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA) 

Üniversitemizle ilgili “AKLINDA NE VARSA” bize sor!